Çarşamba, 04 Recep 1447 | 2025/12/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden Bir Heyet, Vâd Medeni Şehrinde Semmâniyye Tarikatı Şeyhini Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden bir heyet, 13 Aralık 2025 Cumartesi günü Cezîre Eyaleti’ndeki Vâd Medenî şehrinde Semmâniyye Tarikatı Şeyhini ziyaret etti. Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad Mehdi Muhacir’in başkanlığındaki heyete, parti üyesi Üstad Abdülaziz İbrahim ve Mühendis Velid Kâmil de eşlik etti.

Heyet, ziyaretin Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nin Amerika’nın Darfur’u ayırma planını akamete uğratma kampanyası çerçevesinde gerçekleştiğini belirtti.

Şeyh Fatih Abdurrahman Şatut, heyeti ve ziyareti sıcak bir şekilde karşıladı. Hizb hakkında pek çok şey bildiğini ve Hizb’in net çözümler ortaya koyan tek parti olduğunu söyledi. Ardından Hizbin Hilafeti kurma konusundaki fedakarlığı takdir ettiğini, Darfur’un koparılmasını engellemek yolunda yapacağı her türlü faaliyete hazır olduğunu ve camilerinin Hizbin gençlerine her an açık olduğunu ifade etti.

Ziyaretin sonunda heyet, güzel karşılamasından ve misafirperverliğinden dolayı Şeyh Fatih’e teşekkür etti.

Devamını oku...

Pakistan’ın Müslüman Silahlı Kuvvetleri Yahudileri Korumak ve Filistin Direnişini Silahsızlandırmak İçin Şimdi de Bir Amerikalı Generalinin Komutası Altına mı Girecekler?!

Pakistan’ın Dawn gazetesi, 13 Aralık 2025 tarihli web sitesinde; gelecek aydan itibaren Gazze’deki “Uluslararası İstikrar Gücü” bünyesinde Müslüman güçlerin konuşlandırılabileceğini belirtti. Amerika’nın sadık ajanı olan yönetici Şahbaz Şerif’in, daha önce Gazze’ye Pakistan askerlerinin gönderilmesine ön onay verdiği biliniyor. Ancak Müslümanların yöneticileri, halkın büyük tepkisinden korktukları için birbiri ardına Amerika’ya karşı acziyetlerini izhar etmeye başladılar. O yüzden Şeytan Trump ve Müslümanların yöneticilerinden oluşan öğrencileri; Mücahit Müslüman ordularımızı Yahudileri korumak ve Filistin direnişini silahsızlandırmak için kullanmak üzere şimdi yeni komplolar tezgahlıyorlar. Haberde, basından ve gözlerden uzakta bu Müslüman kuvvetlerin konuşlandırılmasına dair son ayrıntıların belirlendiği belirtiliyor. Ayrıca Trump yönetimi, Gazze’deki komuta merkezinin bir veya iki yıldızlı bir Amerikan generalinin emrinde olacağını duyurdu. Buradan açıkça anlaşılıyor ki; Müslüman birlikler, Amerika ve gaspçı varlığın (İsrail’in) birlikte tamamlamaktan aciz kaldığı o alçak görevi tamamlamak üzere Haçlı bir Amerikalı generalinin komutası altında kullanılacaktır!

Ey Pakistan silahlı kuvvetlerindeki subaylar! İslam’ın hükümleri açık ve nettir: Yaratan’a isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur. Haram ve saldırı (düşmanlık) konusunda itaat olmaz. Köle efendisine, kadın kocasına, çocuklar ebeveynlerine ve silahlı kuvvetler komutanlarına isyan konusunda itaat etmezler, etmekle de yükümlü değillerdir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الطَّاعَةُ فِي الْمَعْرُوفِ“İtaat ancak maruftadır.”

السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ عَلَى الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ فِيمَا أَحَبَّ وَكَرِهَ، مَا لَمْ يُؤْمَرْ بِمَعْصِيَةٍ“Müslümana, hoşuna gitsin ya da gitmesin, masiyet emredilmediği sürece dinlemek ve itaat etmek gerekir.” Bu emirlere muhalefet etmenin akıbeti ağırdır. Zira şiarınız olan “İman, takva ve Allah yolunda Cihad” sloganı, Müşerref döneminden bu yana adım adım silinmiş; ordu önce laik-ulusalcı bir yapıya, ardından da paralı asker gücüne dönüştürülmüştür. Ardışık askeri liderlikler, uğruna binlerce şehit verdiğiniz Keşmir’i Hindu tüccarın kucağına bırakmışlar; sonra da kontrol hattında ateşkes armağan etmişlerdir. Liderliğinizin korkaklığı yüzünden Hindu devleti Pakistan’ın nehirlerine el koymuştur. İster sivil ister askerî olsun tüm yöneticiler; görev sürelerini uzatmak, imtiyazlar elde etmek, yolsuzluklarının üstünü örtmek ve efendileri Amerika’yı memnun etmek için ABD karşısında el pençe durmuşlar, ardından da dokunulmazlık peşine düşmüşlerdir. İslam Ümmetinin en güçlü ordusu, gerçek görevinden saptırılarak sömürgeci Amerika’nın hizmetine sunulmaktadır. Bugün gelinen noktada ise Müslüman ordulara, gazaba uğrayanları koruma ve Filistin direnişini silahsızlandırma görevi verilmek istenmektedir!

Ey Pakistan silahlı kuvvetlerindeki subaylar! Bu yöneticilerin, birliklerimizin direnişi silahsızlandırmayacağına dair yalanlarına sakın kanmayın. Katılmanız istenen bu gücün yetkileri, Birleşmiş Milletler kararlarında önceden açıkça belirtilmiştir ve bu yetkiler direnişin silahsızlandırılmasını içermektedir. Bu birlikler, aslen Yahudilerin bu Mübarek Topraklara egemen olmasını sağlamak için kurulmuş, başında bir Amerikan generalinin bulunduğu bir Amerikan merkezinin komutası altında çalışacaklardır. Söz konusu komuta merkezi; Yahudilerin ve Amerika’nın yarım kalmış projesini tamamlamak, yani direnişi silahsızlandırmak ve onu Yahudilere tamamen boyun eğdirmek için kurulmuştur. Ey Pakistan Silahlı Kuvvetlerindeki subaylar! Bu sessizlik daha ne zamana kadar sürecek Geçen her gün sessizliğiniz zilletinize sebep olmakta ve bedelini Ümmet ödemektedir. Bir kez ve sonsuza dek azmedin ve “Artık Yeter!” deyin.

Ey Pakistan silahlı kuvvetlerindeki subaylar! Sizler İslam Ümmetinin en güçlü silahlı kuvvetisiniz. Sizler bu Ümmetin gücünün ve onurunun koruyucularısınız. Psikolojik yenilginizden ve dar milliyetçilik prangalarından kurtulun. Kutsal olan; Amerika’nın ajanı olan komutanlığın emirleri değil, Allah ve Rasûlü’nün emirleridir. İngiliz sömürgeciliğinin çizdiği sınırlar değil; Müslümanların kanları, malları, namusları ve akideleri dokunulmaz ve kutsaldır. Müslümanlar düşmanınız değil; küresel Haçlı Kapitalist sistemi, Yahudi varlığı ve Hindu devleti düşmanınızdır. Yöneticileriniz bu sömürgeci nizamın bakanları ve vekillerinden başkası değildir. Onlar Ümmetin gücünü, yani sizi, bu Haçlı nizamın ve Yahudi varlığının ayakları altına sermektedirler. Bu ümmetin kurtuluşu, Raşidi Hilâfet’in yeniden kurulmasında ve bu yöneticilerden kurtulmasında yatmaktadır. Kurtuluş ancak sizin nusret vermenizle, azminizle ve gücünüzle mümkündür. Hizb-ut Tahrir, kapsamlı planının son aşamasında sizi bu göreve katılmaya çağırmaktadır. Bu çağrıya icabet edecek misiniz?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Namaz Odalarının Kapatılması İslam’a Bir Saldırıdır ve Buna Güçlü, Toplu Bir Siyasi Direnişle Karşılık Verilmelidir

  • Kategori Danimarka
  •   |  

Kopenhag Üniversitesi yönetimi, namaz odası hakkında yapılan yoğun siyasi tartışmanın ardından Kasım ayının sonlarında Müslüman öğrenciler ve personelin yirmi yılı aşkın süredir herhangi bir sorun yaşamadan günlük namazlarını eda etmek için kullandıkları ve “sükûnet odaları” olarak bilinen yerleri kapatma kararı aldı. Bu karar, eğitim kurumlarında Müslümanların namazlarını eda edebilecekleri bir yerin olup olmaması gerektiği tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

Daha önce de bu yılın başlarında, Odense’deki Güney Danimarka Üniversitesi, “Tefekkür Odası”nın öncelikli olarak Müslümanlar tarafından kullanıldığı ve artık “tarafsız” kabul edilmediği yönünde çıkan tartışmaların ardından bu odayı kapatma kararı almıştı.

Üniversite yönetimleri tarafından alınan bu kararlar, şüphesiz son yıllarda özellikle namaz odaları konusunda yoğunlaşan ve aralarında Başbakanın da bulunduğu önde gelen siyasi çevreler tarafından yürütülen İslam düşmanı siyasi baskıların bir sonucudur. Bu baskılar, söz konusu odaların Müslüman kızlara baskı uygulamak ve sözde “sosyal kontrol” amacıyla kullanıldığı yönündeki asılsız iddialara dayanmaktadır.

Başbakan Mette Frederiksen, yaz aylarında Anayasa Günü’nü, Müslümanlara karşı bir tür değerler zorbalığı ve otoriter sansür uygulamak için fırsat bilmişti. Frederiksen, 5 Haziran’da Ritzau ajansına yaptığı açıklamada, bir dizi eğitim kurumunda namaz odalarının bulunmasının “eleştiriye açık bir durum” olduğunu belirterek, öğrencilerin “dini baskıdan özgür” olmaları gerektiğini iddia etmiş , eğitim kurumlarında Müslümanlara ait bir namaz odasının bulunmasının “toplumsal denetim ve baskı” ürettiğini öne sürmüştü.

Üniversitelerle yürütülecek diyalog yoluyla eğitim kurumlarında namaz odalarının bulunmaması gerektiğinin netleştirilmesi çağrısında bulunmuş; bununla da yetinmeyerek, 2018’de çıkarılan peçe yasağının eğitim kurumlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini talep etmişti.

Namaz odalarına yönelik siyasi saldırıların amacı hakkında hala şüphe duyanlar olabilir. Eski Entegrasyon Bakanı Kaare Dybvad Bek’in, Güney Danimarka Üniversitesi’ndeki namaz odasının kapatılması üzerine Danimarka Radyosu’na (DR) yaptığı açıklama bu kimselerin şüphelerini kesinlikle giderecektir. Bek, namaz odalarının “bugünkü Danimarka toplumunun işleyişiyle alakası olmayan, eski moda (köhne) bir kültür için alan yarattığını” ifade etmiştir.

Ülkenin en üst siyasi makamlarından gelen bu şeytani açıklamaların ve ardından devlet birimleriyle yapılan “diyalogların” neticesinde; Odense ve Kopenhag’daki üniversite yönetimleri, onurlarını ve iddia ettikleri “kapsayıcılık ve çeşitlilik” ideallerini ayaklar altına alarak, hükümetin, İslami kimliğe ve değerlere karşı yürüttüğü siyasi Haçlı seferinin birer uygulayıcı kollarına (maşasına) dönüşmüşlerdir.

Ey Müslümanlar! Üniversitelerde namaz için tahsis edilen odaların kapatılması, ne geçici bir durum ne de salt idari bir meseledir. Bilakis bu, Müslümanların haklarını sistematik biçimde kısıtlamayı hedefleyen siyasi bir sürecin parçasıdır ve kamusal alanda İslam’a yönelik bir saldırıyı teşkil etmektedir. Yıllardır İslami değerlerimiz ve uygulamalarımız sorgulanıp şüpheli hale getirilmekte, bir sorun olarak tasvir edilmekte ve ayrımcı yasalara ve nefret söylemine hedef yapılmaktadır. Bugün ise sıra, pazarlık kabul etmeyen İslam’ın rükünlerinden biri olan namaza gelmiştir.

Bu mesele yalnızca Müslüman öğrencilerin meselesi değildir ve onların tek başına omuzlaması gereken bir mücadele de değildir.

Namaz odalarının kapatılması; siyasi mantığın bir ürünüdür. Aynı siyasi mantığı, İmamlar Yasası, peçe yasağı, ilkokullarda başörtüsü yasağı gibi tekliflerin ve Danimarka’da Müslümanlara yönelik diğer ayrımcı uygulamaların arkasında da görmekteyiz.

Bu, son derece açık bir stratejidir: Sınırlarımız test edilmekte, nabzımız ölçülmekte ve deneme balonları uçurulmaktadır. Şayet bu adımlar net ve kararlı bir tepkiyle karşılaşmazsa, bu uygulamalar kalıcı hale getirilecek ve siyasetçiler de bir sonraki yasak veya dayatmaya doğru ilerleyeceklerdir. Bugün Müslümanların değerlerine göre yaşamasına yönelik kademeli ve giderek alenileşen bir baskı söz konusudur. Diğer yandan toplumda, başta namaz olmak üzere Müslümanların ibadetlerini yerine getirmelerine karşı endişe verici bir olumsuzluk kültürü oluşmaktadır. Bunun yansımalarını özellikle iş hayatında açıkça görmek mümkündür.

Ey Müslümanlar! İslami kimliğimizi boğmaya yönelik bu sistematik girişimlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır? Bizler Müslümanlar olarak, korunması gereken ve asla dokunulamaz kırmızı çizgilere sahibiz. Namaz bu kırmızı çizgilerden biridir. Namaza dokunulduğunda; kınamak yüzleşmek ve protesto etmek gibi kolektif aleni ve net bir cevap verilmesi elzemdir.

Müslümanların camileri, örgütleri ve önderleri; İslami hayatın temel kuralları ve değerleri saldırıya uğradığında güçlü ve açık bir duruş sergileme konusunda özel bir sorumluluk taşıdıklarını idrak etmelidirler. Namazın bile şüpheli hale getirilip suçlandığı bir ortamda tek bir vücut olarak hareket etmeyeceksek, ne zaman hareket edeceğiz?

Şunu da özellikle vurgulamak gerekir ki; İslam’ın değerleri ve hükümleri, “din özgürlüğü” gibi sahte laik ideallere veya özünde İslam ile temelden çelişen sözde liberal değerlere dayanılarak savunulamaz ve savunulmamalıdır. Ayrıca şunu da aklımızda tutmalıyız ki; siyasetçilerin ve diğer nüfuz sahiplerinin, münafıkça bir üslupla İslam’a bağlılığımızı kısıtlamaya çalışmaları, aslında bir değerler iflasının ve İslam’a ve Müslümanlara karşı derin bir tahammülsüzlüğün ifadesidir.

Hem kimliğimizin temeli hem de siyasi etkinliğimiz ve toplumsal katılımımız için yegâne çıkış noktası olarak bizler sadece İslam’ı esas almalıyız. Özellikle genç Müslüman nesle açık mesajımız şudur: Tertemiz İslam’ınıza sımsıkı sarılın. Onun hiçbir parçası için asla özür dilemeyin. Karşılaştığınız zorluklar ne olursa olsun kimliğinizden asla taviz vermeyin. Değerlerinizi ve İslam’a bağlılığınızı koruyun. Allah ile olan bağınızı derinleştirin, birlik ve dayanışma içinde hareket edin. Dininizi söküp atmak isteyen her türlü girişime karşı mücadele edin.

İslam’ı her şeyin üstünde tutun; Allah Subhânehu ve Teâlâ size hem bu dünyada hem de ahirette muvaffakiyet ve başarı bahşedecektir:

هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ “O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da “Müslümanlar” adını verdi ki peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. Sizin Mevla’nız O’dur. O ne güzel Mevla’dır ve ne iyi yardımcıdır.” [Hacc 78]

Devamını oku...

Riyad ve Abu Dabi, Yemen'i Islah Etmeye Çalışıyor! Bu İse Tamamen Çılgınlıktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Riyad ve Abu Dabi, Yemen'i Islah Etmeye Çalışıyor! Bu İse Tamamen Çılgınlıktır!

Haber:

12 Aralık Cuma günü, Londra merkezli günlük gazete Şarkul Avsat, “Aden'deki Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri askeri ekibi ve koalisyon denetimindeki geçiş güçlerinin geri dönüşü” başlıklı bir haber yayınladı, haberde şöyle geçti: “Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri askeri ekibi, Suudi liderliğindeki Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu'nun doğrudan gözetimi altında, Güney Geçiş Konseyi güçlerinin Hadramut ve el-Mehra illerinden çekilmesi ve önceki konumlarına geri dönmesi için uygulama mekanizmaların oluşturulması hedefiyle acil bir görevle Yemen'in geçici başkenti Aden'e ulaştı.”

Yorum:

Geçen cuma Aden'e reformcu heyeti olarak gelenlere sakın aldanmayın; çünkü onlar sadece yozlaştırıcılar olup bunun kanıtı çok basittir; zira dün onların yaptığı şey, Yahudi varlığının kendilerine olağan yolla ulaştırmakta zorlandığı şeyi ulaştırmaktır! Nitekim onların her ikisi de, iki kıblenin ilki ve üçüncü Harem-i Şerif’i gasp eden Yahudi varlığı ile normalleşmektedir; onlardan birisi Abu Dabi, bir diğeri ise Riyad’dır ve Neom şehri de bundan çok da uzak değildir! Nitekim bu ikisinin gölgesi altında, Batı kamuoyunun Yemen hakkındaki görüşünün son iki yılda değiştiği bir dönemde, Yemen'de Yahudi varlığıyla normalleşmenin işaretleri ortaya çıkmıştır!  

Abu Dabi ve Riyad, Yemen ve diğer yerleri suistimal eden sırf piyonlar olup her birinin arkasında da iki gerçek el bulunmaktadır.Dolayısıyla her ikisi de bunu, Yemen halkının zihninin yokluğunda yapabilmiştir; çünkü onların ikisi de Müslüman ülkelerdeki sömürgeci Batı'nın gerçek hizmetkarları olup Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Hilafet Devleti'nin küresel siyasi sahneden kaybolmasıyla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır!Böylece Mekke ve Medine, -Portekizli misyonerlerin liderlerinin daha önce açıkladığı gibi- sömürgeci Batı'nın her ikisini kontrol etme hırslarının mahalli haline gelmiş ve bugün de buna, Körfez ve Yemen'in servetlerini kontrol etme hırsları eklenmiştir.Abu Dabi ve Riyad'ın yöneticileri, tıpkı Ebrehe el-Eşrem'e rehberlik eden Ebu Rigal'in, Fil Yılı'nda yeni doğan bebekleri öldürme ve Kabe'yi yıkma kampanyasında yaptığı gibi, komşu ülkelerin servetlerini yağmalama ve Müslüman ülkelerdeki nüfuzlarını genişletme konusunda İngiltere ve Amerika'ya rehberler etmektedirler.

O halde iman ehline ne oldu da şeytanı, kendileri için bir öğretmen ve üzerlerine bir yönetici ve ıslah edici bir rehber yaptılar?!Oysa bu, hayatın tüm işlerini düzenleyen İslam'ın hakimiyetinden uzaklaşmaktan başka bir şey değildir; böylece iman artık bir rehber olmaktan çıkmış ve hikmet de ortadan kalkmıştır!

Yemen'in parçalanması ve bölünmesi, sanki mesele iman ehlini ilgilendirmiyormuş gibi servetlerinin ele geçirilmesini kolaylaştırmaktadır!O halde artık uyansınlar ve İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışanlarla birlikte çalışsınlar; çünkü Hilafet Devleti,tüm Müslüman ülkeleri birleştirecek, Müslümanların başındaki mevcut yöneticilerin kötülüklerini reddedecek ve Müslüman ülkelerdeki sömürgecilerin kökünü kazıyacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Darüsselam’da Su Kıtlığı Krizi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Darüsselam’da Su Kıtlığı Krizi!

Haber:

14 Aralık 2025 Pazar günü Darüsselam Su Temini ve Sanitasyon Kurumu, şehre su temini için bir zaman çizelgesi yayınladı.Bazı bölgelerde, yerel satıcılardan alınan 20 litrelik plastik bidonun fiyatı, normal fiyatın beş katı olan 1.000 Şiline kadar çıktı.

Yorum:

Sözde bağımsızlığını kazanmasından bu yana genel olarak Tanzanya, özel olarak da Darüsselam şehri, 24 saat kesintisiz su teminine tanık olmamıştır. Örneğin 2021, 2022 ve 2024 yıllarında şehir, ciddi su temini kıtlığı yaşamıştır. Hükümetin açıklamasına göre mevcut kıtlığın nedeni, yağışların gecikmesi nedeniyle Ruvu santralindeki üretimin keskin bir şekilde düşmesinin bir sonucudur.

Tanzanya'daki su krizi, neredeyse her yıl farklı şiddet derecelerinde tekrarlanan bir krizdir.Bu kriz, düzensiz su temini nedeniyle insanların yaşamlarını etkilemektedir; zira şehrin birçok bölgesinde felaketler yaşanmakta, satıcılardan su satın almak fahiş maliyetlere mal olmakta ve bazen insanlar su ihtiyaçlarını karşılamak için gece geç saatlere kadar beklemek zorunda kalmaktadırlar.

Tanzanya'nın bol su kaynaklarına sahip olmasına rağmen su kıtlığı krizi yaşaması utanç verici bir durumdur.Zira Tanzanya'da, Victoria, Tanganyika ve Nyasa gibi büyük göller ve Rufiji, Pangani, Wami, Ruvuma, Mara, Kagera ve Gombe gibi çok sayıda nehirler bulunmaktadır. Hint Okyanusu, yeraltı suları, bataklıklar ve yağmur sularından bahsetmiyorum bile.

Tüm bunların ötesinde Tanzanya, eskiyen borular ve sürekli sızıntılar gibi diğer faktörlerden de muzdarip olup bu durum su altyapısını kötü bir duruma getirmiş, bu da sızıntılar nedeniyle sağlanan suyun %37 ila %49'unun kaybına yol açmıştır.Bu da elde edilen suyun neredeyse yarısının boşa gittiği anlamına gelmektedir. Eğer sadece heder edilen sular geri elde edilebilmiş olsaydı, su temini şu anda olduğundan daha iyi olurdu.

Kapitalist sistemler halklarına işte böyle muamele ediyorlar; zira bu sistemler, su gibi temel hayatta kalma ihtiyaçları söz konusu olduğunda bile halklarını ve onların işlerini gerçek anlamda umursamıyorlar.

Sorumluluk ve insanlara adil bir şekilde hizmet etme konuları, kapitalizmde gerçeklikten çok ama çok uzaktır;çünkü bu ideolojinin ve siyasi sisteminin temelinde, sadece kişisel çıkarlar söz konusudur. Bu nedenle bu ideolojinin kapsamına giren tüm politikacıların ve kamu görevlilerinin tek bir hedefi vardır ki o da kendilerini, ailelerini ve arkadaşlarını zenginleştirmek olup insanların sorunlarını çözmekle asla ilgilenmemektedirler. Bu yüzden siyasetçileri siyasi görevlere sevk eden şey, halka hizmet etme ve sorunlarını çözme arzusu değil, kişisel çıkarlarıdır.

Öte yandan İslam'da Hilafet Devleti’nin rolü, insanlara hizmet etmek ve en büyük öncelikleri ise hayatta kalmaları için tüm insanlar için gerekli olan temel ihtiyaçların karşılanmasını sağlamaktır. Bu yüzden herkesin hizmetlere erişimini kolaylaştırmak için, ana su kaynaklarının veya diğer kamu mülkiyetlerinin özelleştirilmesi yasaklanmıştır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Said Bitumva - Tanzanya

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER