Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hüdhüd (İbibik) ve Karıncadan Sorumsuz ve Kaybolmuş Bir Ümmete!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hüdhüd (İbibik) ve Karıncadan

Sorumsuz ve Kaybolmuş Bir Ümmete!

Fitnelerin egemen olduğu, gerçeklerin gizlendiği ve sadık seslerin susturulduğu bir dünyada, Kur'an-ı Kerim gelip bizim bilincimizi uyandırıyor ve bizim için idrak ve amel etme yolunu çiziyor.

Hüdhüd ve karıncanın kıssası çocuklar için olan bir hikaye değildir, aksine liderlik, uyarı ve duruş noktasında bir sorumluluk, bilinç ve dine olan kıskançlık konusunda derin bir derstir; zira Kur'an kıssaları, eğlence olsun diye anlatılmayıp büyük ibretler içermekte, dahası bilinç inşa etmek ve akılları ve kalpleri harekete geçirmek için anlatılmaktadır. Allah bize, sorumluluk taşımayı, tehlikeyi gerçekleşmeden önce sezmeyi ve hak sahibi bir kuş veya bir böcek olsa bile hak olanın yanında durmayı öğretmek için, Süleyman'ın Hüdhüd ve karıncasının kıssasını anlatmıştır! Peki ya bu insanlar olunca nasıl olmalı acaba? Peki ya bu daveti taşımak olunca nasıl olmalı acaba?

Hüdhüd ve karınca, liderlik ve sorumluluk konusunda bir örnek teşkil ederler:

Süleyman Aleyhisselam (teftiş ederken) Hüdhüd'ü görmeyince şöyle dedi: لأعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَدِيداً أَوْ لأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍBana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim.” [Neml 21] Ancak Hüdhüd, güçlü bir kaynağı olan büyük bir haberle geldi: إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ * وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِOnları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var. Ancak onun ve halkının Allah'ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm.” [Neml 23-24]

- Hüdhüd, yoldan geçip giden biri değildir; aksine tevhid dini için kıskançlık duyan, mantıklı konuşan, gördüğü şeyin büyüklüğünü idrak eden, görmüş olduğu bir münkeri liderine bildiren ve Allah'ın dinine rağbet gösteren, inisiyatif alan ve bilgili biridir. Dolayısıyla Hüdhüd gibi küçük bir kuş, Allah'tan başka birine tapmanın tehlikesini hissediyor ve karınca gibi zayıf bir böcek gelmekte olan tehlikeyi hissedip harekete geçiyorsa, peki o halde milyonlarca Müslüman hani neredeler? Liderler, alimler ve davetçiler hani neredeler? Ümmet, karanlık gerçekliği karşısında nerede? Batı ve onun kuyruklarının yaptıklarına karşı neredeler?

Hüdhüd siyasi olarak bilinçli olup akidenin tehlikede olduğunu hissetmektedir; bu yüzden Hüdhüd sıradan bir kuş değildir. Dolayısıyla Allah'ın Nebisi Süleyman'nın onu teftiş etmesi boşuna değildir; çünkü o, bulunduğu konumdan sorumlu ve milletlerin durumlarını gözetleyen biriydi. Bu yüzden tevhidin terk edildiğini görünce sessiz kalmamış ve beni ilgilendirmez dememiştir. Ayrıca bir izin beklememiş, bilakis akıllı, anlayışlı ve net bir şekilde şöyle demiştir: إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ * وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِOnları bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm; kendisine her imkân verilmiş; bir de muhteşem tahtı var. Ancak onun ve halkının Allah'ı bırakıp güneşe taptıklarını da gördüm.” [Neml 23-24] Dolayısıyla Hüdhüd, sadece siyasi durumu nitelendirmekle kalmamış, aynı zamanda tehlikeli bir akidevi sapmayı da ortaya çıkarmış, böylece hüccetin getirilmesi ve emanetin tebliğ edilmesi için liderine bir mesaj göndermiş, sessizliği kabul etmemiş, aksine insanlığın bir kuştan gördüğü en dakik siyasi ve akidevi bir rapor sunmuştur!

- Aynı şekilde karınca da tehlikeyi hissetmiştir: حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لا يَشْعُرُونَNihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.” [Neml 18] Dolayısıyla karınca, tebaasını uyarmakta, görevini yerine getirmekte ve gelmekte olan tehlike konusunda uyarıda bulunmakta, felaketin gelmesini beklememekte, aksine inisiyatif alarak nasihat edip uyarıda bulunmaktadır! Bu ise tebaa için güvenlik ve koruma hissidir. Dolayısıyla küçük bir canlı olan karınca, kendi dışındakileri suçlamamış, bilakis tehlike gerçekleşmeden önce onu sezmiş, ümmetini uyarmış, hepsine hitap etmiş ve kendisini ve cemaatini koruyan önleyici bir karar almıştır. Liderlik işte budur ve sorumluluk duygusu işte budur.

Bugünün gerçekliği, komplolarla karşı karşıya kalınan bir gaflet durumudur; zira kafir Batı, ümmeti daha çok bölmek, servetlerini yağmalamak ve mübarek toprakların kalbindeki Yahudi varlığını pekiştirmek için planlar yaparken aynı zaman hain rejimler de normalleşmek, silahların teslim edilmesi, direnişi bastırmak ve gerçek İslami projeyle mücadele etmek için çalışmakta olup biz ise buna karşılık şunları görmekteyiz:

- Kendi rolünden uzaklaşıp geçimini sağlamakla meşgul olan bir halk.

- Hakkı söyleme konusunda sessiz kalan ve batılı meşrulaştırmak için bir araç haline gelen alimler.

- Aldatmanın, normalleşmenin ve ayrışmanın propagandasına yapan bir medya.

Peki küfür konusunda uyarıda bulunan Hüdhüd nerede? Tebaasını ezilme ve kaybolma konusunda uyaran karınca nerede?

Evet, kuşlar ve böcekler bu kadar bilinçli, basiretli ve sorumluluk sahibiyken açıkça diyoruz ki: Müslümanlar bugün hani neredeler? Allah'ın ümmetin işlerini emanet ettiği kişiler hani nerede? Alimler nerede? Cemaatlerin liderleri nerede? Münkerlerin yasallaştırıldığını, kutsalların satıldığını ve ümmetin köleleştirildiğini gören ama konuşmayan insanlar nerede? Tehlikeyi hisseden nerede? لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُSüleyman ve ordusu sizi ezmesin.” [Neml 18] Şöyle diyenler nerede: İslam’ın yerine demokrasiye secde eden, Kur'an ile hükmetmek yerine tağutlara tapan İslam ümmeti gördüm!

Müslüman ülkeler parçalanmış ve Batı yanlısı rejimler tarafından yönetilmekte, servetler yağmalanmakta, politikalar dayatılmakta, eğitim ve medya sömürgeci kafirin düşüncesiyle kirletilmektedir; böylece ümmetin kimliğinin kaybolması, akidesini nihai olarak unutması, şeriatın yerine insan yapımı anayasaların geçmesi amaçlanmaktadır; ama tüm bunlara rağmen hala sessizlik hakimdir! Bildirecek bir Hüdhüd olmadığı gibi uyarıda bulunacak bir karınca da yoktur!  Halkına asla yalan söylemeyen bir lider hariç; zira o, sabırla ve sevabını sadece Allah'tan umarak ümmetin içinde tek başına çalışmaktadır.

Evet, ümmete isabet eden en tehlikeli şey, İslam'a dayalı siyasi bir bilincin yokluğudur; işte Hizb-ut Tahrir, 70 yılı aşkın bir süredir bunun için çalışmakta ve gece gündüz buna davet etmektedir.

Çözüm, gerçekliğe ağlamak ya da geçici tepkiler vermek değildir, bilakis gerçek bir kalkınma projesidir. Bu nedenle ümmetin sorumluluğuna geri dönmesi ve yokluk halinden etkinliğe ve bağımlılıktan liderliğe dönüşmesi gerekir; bu ise ancak şu yollarla olacaktır:

1- Gerçekliği idrak eden ve onu değiştirme yolunu bilen bilinçli İslami bir zihniyet inşa etmek ve rejimlerin çıkarlarına göre parçalanmışlık veya çarpıtılmışlığa değil, kamil bir şekilde İslam'a geri dönmek.

2- İçeride İslam'ı tatbik edecek ve dışarıda davet ve cihat yoluyla İslam'ı taşıyacak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmak için daveti taşımak.

3- Ajan rejimleri ve kâfir Batı'nın projelerini ifşa etmek, onları fikri ve siyasi olarak alaşağı etmek, yöneticileri muhasebe etmek ve onları kaldırıp atmak.

4- İslam'a dayalı bilinçli bir kamuoyu oluşturmak.

Son olarak diyorum ki: Hüdhüd ve karınca görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getirdiler ve onların kıssalarında bir delil vardır; peki onların, tehvide ve tebaaya karşı, büyük bir emaneti taşımak için yaratılmış insanlardan daha hırslı olması mantıklı mıdır?!

Bugün ümmetin sadece “gören” kişilere değil, aynı zamanda çalışan, harekete geçen, bildiren, uyaran ve liderlik eden kişilere de ihtiyacı vardır. Bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok ve şüphesiz Allah, yönettiklerimiz hakkında bize soracaktır. O halde akıbetlerimiz, Allah Subhanehu'nun istediği şekilde olsun. وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ Durdurun onları; çünkü sorguya çekilecekler!” [Sâffat 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...

Trump'ın Demokratlara Yönelik Saldırısı: Demokrasiye Karşı Bir Darbe Mi, Yoksa Demokrasinin Sahteliğini İfşa Etmek Mi?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump'ın Demokratlara Yönelik Saldırısı: Demokrasiye Karşı Bir Darbe Mi, Yoksa Demokrasinin Sahteliğini İfşa Etmek Mi?

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, Demokratların performansını, oy verme sistemini, göçmen politikalarını ve hükümetin kapanmasını eleştiren bir dizi sert açıklamalar yaparak Cumhuriyetçilerin kararlı adımlar atmasının zamanının geldiğini vurguladı. (El Cezire Ağı)

Yorum:

Donald Trump'ın Amerikan siyasi sahnesinde yükselişinden bu yana, dünya onun söyleminin doğası ve siyasi rakipleriyle iletişim üslubu konusunda yaygın bir tartışmaya tanık oldu.Bazıları onu Amerika'yı “kaybolan büyüklüğüne” yeniden kavuşturmak isteyen bir reformcu olarak gördüğünü açıklarken, diğerleri onu demokratik değerlere doğrudan bir tehdit olarak değerlendiriyor ki geriye şu en önemli soru kalıyor: Trump'ın Demokrat Parti'ye yönelik saldırısı sadece normal bir siyasi çatışma mı, yoksa özünde Amerikan demokrasisine karşı bir darbe mi vardır?

Amerika Birleşik Devletleri kendini dünyaya her zaman “demokrasinin koruyucusu” ve “özgürlüğün sembolü” olarak sunmuştur ancak gerçeklik bu demokrasinin çoğu zaman siyasi dürüstlüğün bir modeli değil, bir tahakküm aracı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Zira Amerikan sistemi, diğer kapitalist sistemler gibi, halkın iradesinden ziyade büyük çıkarların, dev şirketlerin ve Siyonist lobi gruplarının tahakküm ettiği partizan çatışmaya dayanmaktadır.

Bu bağlamda, Trump'ın Demokratlara yönelik saldırısı, Amerikan sisteminin kalbindeki bir iç patlamadan kaynaklanmakta olup devletin mafsallarına tahakküm eden elit sınıf ile siyasi karar alma sürecinde artık seslerinin hiçbir etkisi olmadığını hisseden Amerikan halkı arasındaki gerçek çatışmayı ortaya koymaktadır.

Trump'ın Amerika'daki orta sınıf ve yoksul kesimlerin duygularına hitap eden popülist bir söylemi olduğu konusunda şüphe yoktur ancak aynı zamanda bu söylemi, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde de kullanmaktadır.Zira onun demokratlara yönelik saldırısı, demokrasiye olan ilgisinden değil, gücünü ve etkisini geri kazanma arzusundan kaynaklanmaktadır; ama yine de söylediği şeyler, hem kendi halklarının, hem de onların medeniyetleriyle sırtlanlaşmış bizim halklarımızın gerçek bir değerlendirme yapmasına kapı aralıyor; peki Amerikan demokrasisi gerçekten nezih mi, yoksa yüzlerin değiştiği ama çıkarların aynı kaldığı bir tiyatro mudur?

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki düşmanca söylemin yükselmesi, demokrasinin sahteliğini ifşa etmekte olup şu anda bizler, gergin bir siyasi ortamla karşı karşıyayız; zira demokratlar, Trump'ı demokrasiye karşı darbe girişiminde bulunmakla suçlarken, Cumhuriyetçiler ise rakiplerini seçimlere hile karıştırmak ve medyayı ve yargıyı kontrol etmekle suçlamaktadır.

Bu soğuk savaş, demokrasinin insanların zihinleri ve hayalleri dışında hiçbir zaman uygulanmayan ve asla uygulanamayacak olan hayali bir fikir olduğunu ve gerçekte de demokrasinin elitlerin çıkarlarını koruyan kırılgan bir kılıf olduğunu ortaya koymaktadır.

Müslümanlar olarak bizler, Batı'da yaşananların bir değerler çatışması değil, bir güç ve nüfuz çatışması olduğunu anlamalıyız. Batı demokrasisi İslam'ın bir alternatifi olamaz; çünkü İslam'da yönetim, propaganda, para ve medya nüfuzuna değil, Yüce Allah'ın huzurunda adalet ve hesap vermeye dayalıdır.

Bizim davetimiz, ideolojiye dayalı Rabbani sistemimize olan güvenimizi yeniden kazanmaya yönelik bir davet olup, وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْOnların işleri, aralarında danışma (şura) iledir.” [Şura 38]Siyasi partilerin kaprislerine, paranın ve medyanın tahakküme yönelik bir davet değildir.

Trump'ın Demokratlara yönelik saldırısı, Amerikan siyasi örflerine yönelik bir isyan gibi görünse de, gerçekte ise bizzat Batı demokrasisinin krizini yansıtan bir aynadır.Dolayısıyla bu, sadece demokrasiye yönelik bir darbe değildir; aksine demokrasinin sahteliğini ortaya koymakta olup demokrasi ise, Allah'ın izniyle yakında onun vefatını ve defnini ilan etmek için Hilafet Devleti'ni bekleyen bir ölüdür. Bizim sorumluluğumuz, kalkınmanın yolunun Batı'yı taklit etmekten değil, aksine kimliğimize, şeriatımıza ve Allah'ın bizim için istediği adalete dönmekten geçtiğinden emin olmamızdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdulazim Haşlemon

Devamını oku...

BM Kisvesi Altında ve Müslümanların Başındaki Yöneticilerin Katılımıyla Amerika, Gazze Üzerindeki İlmiği Sıkılaştırmaya ve Yahudilerin Güvenliğini Sağlamaya Çalışıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

BM Kisvesi Altında ve Müslümanların Başındaki Yöneticilerin Katılımıyla Amerika, Gazze Üzerindeki İlmiği Sıkılaştırmaya ve Yahudilerin Güvenliğini Sağlamaya Çalışıyor

Haber:

Resmi kaynaklar, ABD'nin Perşembe günü, Gazze Şeridi'ne ilişkin bir karar tasarısını resmen BM Güvenlik Konseyi üyelerine dağıttığını, bir barış konseyi ve yeniden yapılanma fonu kurulmasını öngördüğünü, ertesi gün Gazze Şeridi'ndeki yönetim düzenlemeleri için altyapının ana hatlarını belirlediğini ve çoğunluğu İslam ülkelerinden gelen askerlerden oluşan uluslararası bir güce teslim edeceğini açıkladı.Taslak yasa tasarısının yedinci maddesi; gücün, denetim altında kurulacak yeni Filistin polis gücünün yanı sıra Yahudi varlığı ve Mısır ile birlikte çalışacağını belirtiyor; ayrıca madde, Gazze Şeridi'nin silahsızlandırılması sürecini sağlamak yoluyla sınır bölgelerini güvenli hale getirilmesini ve Gazze'deki güvenlik ortamının istikrara kavuşturulmasını ve altyapının, askeri kabiliyetlerin ve saldırı kabiliyetlerinin yok edilip yeniden inşasının engellenmesini ve grupların kalıcı olarak silahsızlandırılmasını da içermektedir.

Yorum:

Amerika'nın, kendisini çevreleyen ve geleceğini tehdit eden büyük tehlikeyi sezmesinin ardından Ortadoğu'daki üssü olan Yahudi varlığının güvenliğini uzun yıllar boyunca garanti altına alacak şekilde bölgedeki güvenlik meselelerini düzenlemeye kararlı olduğu açıktır; zira 7 Ekim 2023 olayları, bu varlık için alarm zillerini çalmış ve ona yönelik varoluşsal uyarıyı başlatmıştır. Bu nedenle Amerikan elçisi Tom Barrack'ın, Lübnan ordusuna, İran tarafının silahları konusunda durumu değiştirmesi için Kasım ayı sonuna kadar bir süre vererek tehdit etmesi ve eğer bu gerçekleşmezse, Yahudi varlığının saldırı düzenleyebileceğini ve Amerika'nın bunu anlayacağını söylemesi hiç şaşırtıcı değildir.Aynı bağlamda ABD'nin İran'la müzakerelerde öne sürdüğü şartlar arasında zenginleştirilmiş uranyumun teslimini talep etmesi ve balistik füzelerin menzilinin 500 km'nin altına düşürülmesi yer almaktadır.

Bakın işte Amerika, Gazze Haşim’de, onu silahsızlandırmak, altyapısını ve askeri kabiliyetlerini yok etmek için adımlar atıyor ve bunun, Yahudilerin güvenliğini önümüzdeki on yıllar boyunca garanti altına alacağına inanıyor.Çünkü Amerika, bunun barış sloganı altına gizlenmiş kirli bir görev olduğunu biliyor ve bu yüzden bu görevi İslam ülkelerine ait güçlere emanet etmeye hırs gösteriyor ve Filistin otoritesinin güçlerini de onlara dahil etmeyi tercih ediyor ki böylece sürecin,Yahudi güçlerini destekleyen güçler şeklindeki hakikatinin anlaşılması yerine ulusal çıkar karakteriyle ambalajlanıyor.

Böylece Müslümanların başındaki yöneticiler, Yahudi varlığının işlediği suçlar konusunda sessiz kalarak, ümmetin ordularını onu desteklemek için harekete geçirmeyerek, dahası para, mal, silah ve aldatmaca yoluyla Yahudi varlığına yardım ederek Gazze ve halkına karşı iki yıl süren ihanet ve komployu tamamlamalarının ardından, bakın işte onlar, üçüncü yıllarına girerken, Amerika ve Yahudilere hizmet etmek için önceki çabalarını taçlandırarak, Yahudi varlığının gelecekte korunması ve işgalin savaş ateşenin söndürülmesi yönündeki durumların düzenlenmesine katılıyorlar.

Gerçekten de bu yöneticiler Batı'yı takip ederek onun sömürgeci projelerine hizmet ediyorlar ve Amerika, Yahudi varlığını kurtarmak için onlara çağrıda bulunduğunda, para ve askerlerle aceleyle koşarken, yaşlıları, kadınları ve çocuklarıyla ümmetleri enkaz altından onlara çağrıda bulunduğunda ise, kabir ehlinin sessizliği gibi sessiz kaldıkları gibi onlardan tek bir ses veya fısıltı bile duyamazsınız.

Amerika'nın istediği şey çok tehlikelidir! Zira Amerika, bu planı sayesinde Müslümanların ordularını üçüncü aşamaya taşımaya çalışıyor!Nitekim ilk aşama, Müslüman orduların tiyatral savaşlarda Yahudi varlığı ile karşı karşıya geldiği aşamaydı; ikinci aşama ise, sınır muhafızları oldukları mübarek toprakların halkının katledilmesini seyredip durdukları aşamaydı.Bugün ise Amerika, Müslüman ordularını üçüncü aşamaya, yani işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan Yahudi varlığını doğrudan destekleyen bir askeri güce dönüştürmeye dahil etmek istiyor ki eğer bu gerçekleşirse, tehlikeli bir durum olacaktır.

İslam ümmetinin, özellikle fikir sahipleri ve medyacılardan ve etkili kişilerden oluşan platform ve kürsü sahiplerinin üzerine düşen, ümmeti bu uygulamanın kötülüğüne düşmemesi için çıkarları konusunda uyarıda bulunmalarıdır. Tüm Müslümanlar şunu bilsin ki, mübarek Filistin topraklarına, Müslümanların diğer kutsal yerlerine, ülkelerine ve çıkarlarına karşı kurulan bu komplodan çıkmanın tek yolu, ordularının pusulasını düzelterek orduların içindeki muhlislerin harekete geçmeleri ve yüzyıllardır savunduğu siyasi sistemi, yani Hilafet sistemini kurmak için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeleridir; böylece bir an önce Filistin'den Keşmir'e kadar tüm ülkelerini sömürgecinin ve onun araçlarının pençesinden kurtarabilsinler. وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir.” [Hac 40]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Selahaddin Adada

Devamını oku...

Ey Ordular! Ah, Keşke Bizim Tarafımızda Olsaydınız!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ey Ordular! Ah, Keşke Bizim Tarafımızda Olsaydınız!

Ünlü Arap Gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel, Şerif Hüseyin bin Ali'nin oğlu Kral Birinci Abdullah'ın, 1948 Filistin Nekbe'sinden aylar sonra, İngiliz subay Glubb Paşa'nın komutası altındaki Arap ordusunun Eriha'daki şeref alayını teftiş ettiğini ve o toplantıda Eriha camisinin kör olan imamından Arap ordusuna ilk konuşmayı yapmasını istediğini, bunun üzerine İmamın kürsüye çıktığını ve konuşmasına şöyle başladığını aktardı: “Ey ordular! Ah, keşke bizim tarafımızda olsaydınız!” Bunun üzerine Kral Birinci Abdullah, imamın kürsüden derhal indirilmesini emretti.

İzin verirseniz o imamın sözlerinden alıntı yaparak diyorum ki: “Ey ordular! ah, Keşke bizim tarafımızda olsaydınız…” Peki şayet ordular bizim yanımızda olsaydı ne olurdu! Bir ışık hüzmesi odanın her tarafını kaplar, fikri hayal etmenin dehşetinden irkilmeden rüya aniden gerçeğe dönüşürdü. Ben sanki şöyle olacağını düşünüyorum; (لا إله إلا الله محمد رسول الله) bayrağı olan tek bir bayrak altında organize olmuş ordular, duvarları çınlatan “Allahu Ekber” kavliyle bir aslan gibi kükreyerek, mazluma yardım edecek, düşmanı caydıracak, daveti yayacak ve ordunun sadakati Allah'a, Rasulü'ne ve Allah ve Rasulü'ne isyan etmeyen emir sahibine olduğu sürece İmparatorlukların ve kralların tahtlarını sarsacaktır. Çünkü onlar Allah'tan başka hiç kimseden korkmazlar ve onların sloganları “Allah'tan başka galip yoktur” sloganı olup cihad etmek ve Allah yolunda ölmek onların en yüksek gayesidir ve onlar sadece Kur'an'da geçenlere itaat ederler. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْOnlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını ve sizin düşmanınızı korkutursunuz.” [Enfal 60]

Ama aniden, hain Yahudilerin bombardımanıyla tüm ailesini kaybetmiş Gazzeli bir çocuğun çığlığı, Sudan'dan aç bir çocuğun sesi ve Allah'ın kelimesini yüceltmek için gencecik evladını kaybetmiş Suriyeli şehidin annesinin gözyaşları ile uyandım ki bunun bedeli, çocuklarını öldürenlere hizmet eden laik bir devletti! Böylece acı verici gerçekliğime, yani 1924'te Hilafetin yıkılmasından sonra Arap ordularımız tarafından manipüle edilen acı verici gerçekliğe geri döndüm; zira bu ordular artık ülkelerinin koruyucuları değil, aksine bir engel ve tiranlar için bir kalkan ve koruyucu olmuşlardır! Çünkü Batı, başımıza kendi projelerine hizmet eden ve (evlatlarımız ve kardeşlerimizden oluşan) ordular aracılığıyla göğüslerimize hançerlerini saplayan yöneticileri yerleştirerek orduların yapısına sızmayı başardı ancak hain ajan hükümetler, ümmetin zayıf İslami bilincini istismar ederek, bizler fıtrat olarak dine eğilimli bir ümmet olduğumuzdan dolayı Allah'ın şeriatıyla değil sultanın kaprislerine uygun fetvalar veren saray mollaları istihdam etmişlerdir. Böylece yozlaşmış medya aracılığıyla bizi manipüle etmek kolaylaştığı gibi bize, “önce uygula, sonra sorgula, aksi takdirde hain olursun!” ilkesi aşılanmıştır; böylece de ordudaki kardeşlerimiz, bizim aleyhimize düşmanlarımızın yardımcısı ve ümmetin ordusu değil sınırların ordusu haline geldiler. Çünkü bu, akide ve cihat temeline değil, bölgesel devlete ve yerel yöneticiye sadakate dayanmaktadır; bu yüzden cihad ya yok olmuş ya da çarpıtılmış olup onun yerini, halklara baskı uygulamak, rejimleri korumak veya iç çatışmalarda görevlendirmek için sömürgecinin (Sykes-Picot) koyduğu yapay sınırları koruyan ulusal hizmet almıştır.

Ne yazık ki bu ordular, sömürgecinin himayesinde kurulmuş olup bazıları (NATO gibi) Batı ittifaklarıyla bağlantılı olduğu gibi Yahudi varlığıyla savaşmaktan alıkonulmakta, aksine Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan'da olduğu gibi Yahudi varlığının sınırlarını korumak için kullanılmaktadır. Dolayısıyla ordu, ümmetin kurtuluşunu engellemek ve ümmetin düşmanlarına hizmet etmek amacıyla çalışan rejimlerin koruyucusu haline gelmiştir. Böylece ordu, askeri elitlerin veya “müttefik” ülkelerin yönettiği rejimlerin kontrolüne boyun eğmekte ve ordunun eğitim ve teçhizatını da büyük güçler aracılığıyla askeri elitler ve müttefik ülkeler yapmaktadır. Bu da iktidar rejiminin bekasını ve ümmete değil, kendilerine olan sadakatini sağlamak içindir. Dolayısıyla yönetici, performans veya yeterlilik düzeyine bakmaksızın kendisine sadık komutanlar ve üst düzey subaylar atamak yoluyla orduyu organize edip yapılandırarak ve onlara yüksek maaşlar ödeyerek yasal dokunulmazlık verirken, askerlerin ise bir köle gibi yoksulluk ve zulümle boğuşmakta ve zilletin içine dalmış olsa bile çocuklarının geçimini sağlamak için hiç düşünmeden emirleri yerine getirmekten başka çareleri yoktur.Ayrıca bu ajan rejimler, subay ve askerlerin hareketlerini izlemek ve alternatif örgütlenmeleri veya sadakatleri önlemek için ordunun içinde istihbarat teşkilatları kurdular; aksi takdirde bu subay ve askerler hapse atılmakta veya idam edilmektedir. Ayrıca bu rejimler, böl ve yönet ilkesine dayanmaktadır; bu nedenle ordu, birbirlerine olan sadakatleri manipüle edilen, birlik yerine bölünme meydana getiren rakip birimler veya milisler halinde bölünmüştür.

Ayrıca ordu, sloganlar, eğitim ve medya aracılığıyla devletle değil, rejimle bağlantılı bir hale getirilmiştir; bunun kanıtı ise şudur: Gazze'de yaşananlara karşı (evlatlarımız ve kardeşlerimizden oluşan) ordular hani neredeler? Örneğin ajan Sisi'nin emirlerini uygulayan Mısırlı askerin tüfeği, sınır geçişinin ihlaline hazırlık olarak Filistinlilere doğru yöneltilmemiş miydi? Oysa bu geçiş, Gazze halkı için tek can simidi ve son çaredir. Bakın işte o bugün, sadece izlemekle yetinmeyen, aksine açlık çeken, ezilen Müslümanlara yiyecek ve içecek ulaşmasını engelleyen Mısırlı askerler tarafından kuşatılmakta, kadınlarından önce erkekleri tecavüze uğramakta, çocuklarının vücut parçaları havalarda uçuşmaktadır; peki bunlar kimin çıkarları için çalışıyorlar? Onlar, mazluma destek vermenin neresindeler? Onlar, Allah'ın dininin neresindeler? Dul kadınların feryadı ve yaslı anaların gözyaşları neden onların duygularını harekete geçirmiyor? Yöneticiden bu kadar korkuyorsunuz da, korkmaya daha layık olan Allah'tan korkmuyor musunuz?! Allah yolunda ölmek, bu dünyada şeref, ahirette ise kurtuluş değil midir? Sizin zayıflığınız yüzünden bize karşı Batı'ya üstünlük verdiniz, o da bizi köleleştirmekte, kaynaklarımızı çalmakta, sanki bizim koruyucumuzmuş gibi kararlarımızı kontrol etmektedir; oysa biz Allah'ın İslam'la şereflendirdiği bir ümmetiz!

Bakın işte sizin korkunuz yüzünden Sudan'da da aynı sahne tekrarlanıyor; zira saldırgan aynı, araçlar Arap, hedefler Batılı ki bu da ümmeti toz duman ediyor. Bakın işte bugün, Suriye devrimi, Libya devrimi ve diğer Arap devrimlerinin geldiği noktadan dolayı acı çekiyoruz; zira değişim adı altında ne kadar kan döktük ve vücut parçalarımız, Batı'nın ümmetimiz içindeki hedeflerini gerçekleştirmek için bir köprü olmuştur; peki kimin eliyle? Ordularımızın eliyle! Zelil bir barışı değil, izzetli bir barışı hayal eden, uçaklardan veya füzelerden korkmayan ve göz aydınlığıyla ile uyuyan masum bir çocuk olarak ya da evlatlarının Allah'ın kelimesini yüceltmek için yeryüzünün dört bir tarafının fatihleri olarak görmeyi hayal ederek, Allah'ın dinine hizmet etmek için çok çalışmış ve aile kurmuş bir adam olarak veya namaz kıldığı için kovulmayacağı veya hapse atılmayacağı bir camide iyi bir sonu temenni eden yaşlı bir adam olarak; evet tüm bu insanlar, kendisi için binbir hesap yapılan adil, güçlü ve azametli Hilafetin gölgesinde hayallerini gerçekleştirmeyi hak etmiyorlar mı?

Ancak ben, belirli bir zümrenin çıkarlarına hizmet etmek için yapılan bir darbe değil, şeriatın mizanına göre onur ve hakları koruyan Raşid bir Halifenin liderliğinde (ekonomik, siyasi, askeri ve benzeri olarak) net bir sisteme dayalı olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurarak ümmeti daha önceki ihtişamına kavuşturmak için bu yanlış yönlendirilmiş orduların kazanılacağına dair bir umut ışığı görüyorum; bu ise ümmetin samimi adamlarının rolüdür. Bu yüzden anlayışlı ve samimi bir şekilde Hilafet projesine yardımcı olmaları ve fikirleri etkili karar sahibi olanlara ulaştırmak, güç ve kuvvet ehli olanlara hitap etmek, mevcut rejimlerin yozlaşmışlığını ve ümmete karşı komplolarını ve halkların sefaletinin nedenini açıklığa kovuşturmak için çalışmaları amacıyla, ordunun samimi bireylerine yönelmek gerektiği gibi dini yardımsız bırakan herkese şerî hükmü açıklamak ve onlara, başarılı bir model olarak Ensarın tutumlarını da hatırlatmak gereklidir… Özetle güç ehlini kazanmak için peygamberin davetçi zihniyetine, bilinçli olmaya, sabra, kararlılığa ve hedefte açıklığa ihtiyaç vardır.

Ey askerler ve ey zaferin anahtarları elinde olanlar; Sizlerde eksik olan ekipman veya teçhizat değildir; aksine sizlerde eksik olan, tüfeklerinizi doğru yöne doğrultacak ve tiranları korumayıp onların zincirlerini kıracak kişilerdir. Zira Filistin, Sudan, Suriye, Yemen, Doğu Türkistan, Myanmar, Orta Afrika ve diğer tüm Müslüman ülkelerden Müslümanların kanları sizlere çağrıda bulunuyor. O halde zalim için bir kalkan olmayın, aksine adaletin ve Hilafetin kılıcı olun, çağrıya cevap verin, zulmün siperinde değil de bizim siperimizde bizimle birlikte olun ki Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu müjdesini gerçekleştirebilelim:ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Amerika, Husileri Silahsızlandırarak Yemen Krizinin Yol Haritasını Değiştirmeye Çalışıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika, Husileri Silahsızlandırarak Yemen Krizinin Yol Haritasını Değiştirmeye Çalışıyor

Haber:

Husilere yönelik yol haritasının değiştirilmesi yönündeki Amerikan ve Suudi baskıları, Husilerin silahsızlandırılmasını da kapsıyor. (Lübnan El Ahbar Gazetesi, 4 Kasım 2025)

Yorum:

Suudi Arabistan, Amerika'nın onayıyla, ateşkes, yolların ve havaalanlarının açılması, maaşların ödenmesi ve ardından Raşid el-Alimi hükümetiyle eşit güç paylaşımı sağlayacak bir hükümetin kurulmasına yol açacak siyasi müzakerelerin başlatılması konusunda Husilerle arasında bir yol haritası açıkladı. Ancak el-Alimi hükümeti bu yol haritasını reddetti; çünkü bu yol haritası Husilere petrol gelirlerinin yaklaşık üçte ikisini ve diğer ayrıcalıkları vermektedir.

Yemen'de barış sürecinin yeniden canlandırılması konusu bir kez daha gündeme geldi; nitekim Husiler bu yol haritasını uygulamaya hazır olduklarını söylerken, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan da yol haritasının uygulamaya hazır olduğunu yineledi.Bu arada Yemen Başkanlık Konseyi liderleri ve dışişleri bakanı, bunun uygun olmadığını belirterek üç referans noktasına dayalı bir siyasi çözüm talep ediyorlar ki bunlar; Ali Abdullah Salih'in iktidardan uzaklaştırıldığı Körfez Girişimi olarak bilinen Batı girişimi, Batı'nın gözetiminde düzenlenen ve özgürlükler, kadınların güçlendirilmesi ve terörle mücadeleye dayalı demokratik bir cumhuriyet çerçevesinde federal bir yönetim sisteminin kurulmasıyla sonuçlanan Ulusal Diyalog Konferansı'nın sonuçları ve üçüncü referans ise, Husileri iktidarı gasp eden bir milis gücü olarak gören BM'nin 2216 sayılı kararı!Ancak Suudi Arabistan ve Husiler, bu referansların belirtilmediği Amerikan yol haritasına sadık kalıyorlar.

Aynı bağlamda, Körfez İşbirliği Konseyi, Yemen'deki çözümün Yemen'in birliğini tehlikeye atmadan üç referansa dayandırılması gerektiğini vurgulayarak, BAE tarafından 2017 yılında kurulan Geçiş Konseyi tarafından benimsenen Yemen'i bölme planını reddettiklerini belirtti.

Siyasi sürece geri dönülmesi hakkında tekrar konuşmaya başlarsak, Lübnan el-Ahbar Gazetesi, ABD'nin Suudi Arabistan ile birlikte Husilerin silahsızlandırılmasını da içeren bir değişiklik yapacağını açıkladı ve görünen o ki bu değişiklik, İngiltere'nin desteklediği el-Alimi hükümetinin bunu kabul etmesi için olacaktır.Yemen'de uluslararası nüfuz mücadelesi sürerken, oradaki insanlar, Suudi Arabistan ile BAE arasındaki askeri ve siyasi kutuplaşmanın etkisi altında kalmaya devam ediyor ve bu kutuplaşma, Yemen'deki nüfuz ve zenginlik için ABD ile İngiltere arasındaki rekabeti temsil etmektedir. Tevekkül Kerman, Başkanlık Konseyi üyesi Tarık Salih tarafından yönetilen ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin etkisi altında bulunan Mocha Havalimanı'nın açılışına ilişkin yorumunda bu rekabete işaret ederek, kendisinin Salih'in vekilinin vekili olduğunu (yani bununla Tarık Salih ve İngiltere'nin ajanı olan BAE'yi kastediyor) söyledi.İngiltere'nin Aden havaalanını, evleri ve hastaneyi kendi askerlerine hizmet etmek için inşa ettiğini, geri kalan yerleşim yerlerini ise bakımsız ve ilgisiz bir durumda bıraktığını söyledi. Tevekkül Kerman, bugün Mocha'da yaptığına atıfta bulunarak, İngiltere’nin askeri çıkarlarına hizmet etmek için havaalanı inşa ederken, yoğun nüfuslu şehirlere ise hiç ilgi göstermediğini belirtti!

Sonuç olarak bu yerel liderler, ülkeyi, sorunlarını ve servetini, kafir Batı adına onu kontrol eden ajanlara teslim ediyorlar ve ülkeye ve insanlara karşı işledikleri suçları gizlemek için halkı mezhepçi, bölgesel ve hatta dini sloganlarla aldatıyorlar.

İslam, kafirlerin ülkemizi kontrolleri ve tahakkümleri altına olmalarına izin verilmemesini emretmektedir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا Muhakkak ki Allah kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (sulta) kılmayacaktır!” [Nisa 141] Ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: إِنَّا لَا نَسْتَضِئُ بِنَارِ الْمُشْرِكِينَBiz, müşriklerin ışığıyla aydınlanmayız.” Yani, sorunlarımızı çözmek için onlardan yardım alamayız ve İslam egemenliği, hayatı tanzim etme, yönetim sistemini ve Müslümanların kanlarını ve servetlerini koruyan ve onların hayat işlerini, yönetim, ekonomi, dış siyaset, para, eğitim ve diğer konulardaki İslam'ın hükümlerine göre yöneten tüm kanunları beşerden hiçbir ortağı olmayan sadece Allah'a vermektedir. Bu ise bugün Müslümanların başındaki yöneticilerin yaptığı gibi kâfir Batı'nın ülkeye, yönetime ve yaşam sistemlerine tahakküm etmesine, servet ve egemenliği kontrol etmesine izin vererek, ülkenin ve servetinin sahibi olan halkı aşırı yoksulluk, yıkım ve yerel askerler tarafından uzaktan yönetilen savaşlara sürüklemesi gibi değildir demektir!

Ey Yemen halkı: Hilafet sistemi, cumhuriyetçi ve federal demokratik sistem, mezhepçi sistem veya krallık sistemi değil, Rabbinizin sizin için razı olduğu bir sistemdir; Hilafetin kurulması ise mümkün ve uygulanabilirdir. Dahası bugün altında yaşadığımız zorba yönetimden sonra artık Hilafetin zamanı gelmiştir. Ancak Hilafete giden ilk adım, kuzey ve güneydeki bu yerel liderleri yöneticiler olarak kabul etmemektir. Bilakis onlar, ülkelerinin arasındaki sömürgeci rekabet çerçevesinde ülkenin zenginliklerinin yağmalanmasını ve ülkenin koridorları ile uluslararası limanları üzerinde kontrol sağlanmasını kolaylaştırmak için kâfir Batı tarafından yetkilendirilmiş otoriteyi gasp etmişlerdir.

O halde haydi Hizb ut-Tahrir ile birlikte Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmak için çalışın ki böylece Rabbiniz Subhanehu ve Teala, sizden razı olsun ve dünyanın ve ahiretin izzetine nail olasınız. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Mümin 51]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz El-Hamid – Yemen

Devamını oku...

Temmuz Bildirgesi Laik Bir Projedir ve Bangladeş Halkına Yönelik Bir İhanettir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Temmuz Bildirgesi Laik Bir Projedir ve Bangladeş Halkına Yönelik Bir İhanettir

Haber:

Ulusal Mutabakat Komisyonu’nun, Temmuz ayında yayımlanan Ulusal Bildirgesi’nin (anayasa reformu) uygulanması için bir yürütme emri çıkarma ve buna dayalı bir referandum düzenleme önerisi, siyasi partiler arasında keskin bir ayrışmaya ve hukukçular arasında da anayasal temeli konusunda bir anlaşmazlığa yol açmıştır. Anlaşmazlık iki yön etrafında dönüyor: Siyasi olarak, emrin cumhurbaşkanı tarafından mı yoksa geçici hükümetin başdanışmanı tarafından mı yayınlanması gerektiği konusunda.Hukuki olarak da böyle bir şeyin ve referandumun mevcut anayasal çerçevede mümkün olup olmadığı hakkında.

Yorum:

Ulusal Mutabakat Komisyonu, Temmuz ayında yayınlanan Ulusal Bildirge üzerindeki anlaşmazlıkları çözmeyi başaramamış ve bunun yerine temel kusurlarını ortaya koymuştur. Bildirge, Bangladeş'i birleştirmek yerine bölünmeye ve halkının özlemlerine ihanete neden olmuştur. Bildirge, sanki Hasina rejimine karşı dökülen kanlar demokratik reformlar içinmiş gibi demokratik sistem ve yönetimde yapısal reformlara odaklanmaktadır!

Bildirgenin giriş bölümü, halk ayaklanması sırasında halkın iradesine atıfta bulunuyor, ancak Bengal halkının kimliğinin özünü oluşturan İslam'dan açıkça bahsetmeyi görmezden geliyor.Bu, tarihi bir çarpıtmadır; çünkü ayaklanmayı salt laik bir proje olarak göstermekte ve ayaklanmanın arkasındaki temel motivasyonun, gençlerin ve kitlelerin İslami bakış açısıyla despot rejimi devirme arzusu olduğu gerçeğini gizlemektedir.

Bu ise bildirgenin, kamusal alandan İslami karakterdeki her türlü siyasi varlığı ortadan kaldırmak için Batı destekli geçici hükümetin elindeki bir araçtan başka bir şey olmadığını teyit etmektedir.Bu da, şöyle bir açık ve korkutucu bir mesaj veriyor: siyasete katılmak istiyorsanız, Batı ve devletin kabul edebileceği laik bir versiyon lehine, gerçek İslami kimliğinizi terk etmeniz gerekiyor!

Mevcut siyasal anlaşmazlıklar, bu derin yapısal ihlalin belirtilerinden başka bir şey değildir. Zira Bangladeş'teki laik siyasetin uzun bir bölünme ve başarısızlık tarihi vardır. Nitekim yönetim, hırslı bireyler arasındaki bir güç mücadelesine ve çılgın bir yarışa indirgenmiş durumda olup tartışılan şey ise, yönetimin amacı veya değerleri değil, aksine mekanizmaları ve şekli etrafında dönmektedir. Temmuz Bildirgesi üzerindeki tartışma, ulusal bir vizyonla ilgili bir tartışma değil, aksine aynı yıpranmış masanın başına kimin oturacağı konusunda elitler arasında yaşanan bir anlaşmazlıktır.

Hasina'nın devrilmesi gerekiyordu ancak geçici hükümetin ihaneti ve eski siyasi partilerin aldatması ve acizlikleri daha derin bir gerçeği ortaya koymaktadır ki o da; sorunumuz hükümetle değil, bizzat sistemin kendisiyle olduğudur. Bangladeş'in yeni bir hükümete değil, yeni bir sisteme ihtiyacı vardır. Bu yüzden köklü bir tedavi gerektiren bir yaraya, başarısız bir demokratik yara bandı yapıştırmaya devam etmemiz mümkün değildir.Dolayısıyla Bangladeş alternatif bir politika, alternatif bir yönetim sistemi, alternatif bir liderlik ve alternatif bir yaşam biçimi arzulamaktadır.İnsanlar, gücü ideolojinin, partiyi de ümmetin üstünde tutan laik rejimlerin boş vaatlerinden bıkmıştır.

Artık bu demokratik yanılsamayı aşmanın zamanı gelmiştir. Aradığımız gerçek değişim, yozlaşmış bir bildirgenin maddeleriyle veya laik parlamentonun salonlarında değil, bilakis bizi akidemizin sancağı altında birleştirecek ve ilahi adalete, gerçek merhamete ve kendine değil ümmete hizmet eden bir liderliğe dayanan sistemin benimsenmesiyle gerçekleşecektir.Bangladeş başka bir laik parti beklemiyor, aksine Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulmasıyla gerçekleşecek hak olan bir değişim beklemektedir; çünkü gerçek bildirge ve kurtuluş ve onur vaat eden tek gelecek işte budur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Irtiza Çaudri – Bangladeş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER