Perşembe, 22 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İran Partisi’nin Silahsızlandırılması ve Lübnan Yönetiminin Bu Konudaki Rolü!

  • Kategori Lübnan
  •   |  

İran Partisi’nin Silahsızlandırılması ve Lübnan Yönetiminin Bu Konudaki Rolü!

27 Kasım 2024 tarihinde, Yahudi varlığı ile Lübnan otoritesi arasında, doğrudan Amerikan gözetiminde imzalanan ateşkes anlaşması, aslında İran partisi ve Lübnan’daki diğer Filistinli grupların silahsızlandırılması için siyasi bir zemin hazırlamıştır. Bu adım, Amerika’nın ‘barış’ arzusundan değil, tamamen Yahudi varlığının güvenliğini garanti altına alma amacından kaynaklanmaktadır. Nihai hedef ise, özellikle Aksa Tufanı hadiselerinden sonra, Müslümanların elinde kalan son savaşma kabiliyetini de yok etmektir... Bu anlaşma, aslında Amerika’nın bölgedeki oyunun kurallarını, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yine kendi çıkarlarına göre yeniden yazdığı stratejik bir güvenlik dayatmasının son halkasıdır. İşin aslı, Lübnan’ın önüne konulmuş ve uygulanması zorunlu olan bir Amerikan reçetesidir bu. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın 8 Ağustos 2025’te El-Hades kanalına yaptığı itiraf niteliğindeki şu açıklama her şeyi gözler önüne sermektedir: “Bu Amerikan planını uygulayabilmemiz için, ABD ve Fransa’nın garantörlüğünde Suriye ve İsrail’in de ‘evet’ demesi şart!”

Bu Amerikan belgesi, uzun süredir Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde aslında Amerika’nın etki alanındaki İran politikalarına hizmet eden İran partisine yeni bir rol biçmektedir. Nitekim ABD elçisi Tom Barrack da bunu açıkça ifade etmiştir: Plana göre İran partisi, ağır silahları elinden alınarak siyasi bir partiye dönüştürülecek ve bu şekilde bölgedeki yeni güç dengesi içinde yeniden konumlandırılacaktır! Bu adım, Amerika’nın bölgesel vizyonuyla tamamen uyumludur. Bu vizyonun temel hedefleri ise; Yahudi varlığını korumak, onunla normalleşmeyi sağlamak ve onu, işgalci bir güç gibi değil de bölgenin doğal bir parçasıymış gibi göstererek sisteme entegre etmektir. Oysa Müslümanların bu topraklar üzerindeki hakkı, zamanın geçmesiyle, işgalin uzamasıyla, büyük veya güçlü devletlerin ya da Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi yöneticilerin kabul etmesiyle asla düşmez.

Ateşkes antlaşmasına bakan kimse, Lübnan’daki İran’ın partisinin ivedi bir şekilde silahsızlandırılmasını açıkça hükme bağlamadığını, bilakis buna aşamalarla zemin hazırlayan bentler içerdiğini görür. Örneğin, Litani Nehri’nin güneyinde silah bulundurma yetkisinin yalnızca Lübnan devletine ait olması gibi... Hükümetin, ‘silah tekeli’ gibi kritik bir konuyu görüşmek için sekiz aydan fazla bir süre oyalanması, Siyonist varlığın Litani’nin güneyindeki tüm noktalardan çekilmeyerek anlaşma şartlarını ihlal etmesi ve buna ilaveten Lübnan’ın dört bir yanında sivil halka yönelik saldırılar gerçekleştirmesi mevcut durumu anlamak açısından yeterlidir... Tüm bu olanlar, Yahudilerin asıl amacının, Lübnan’daki siyasi gruplar arasındaki mevcut anlaşmazlıkları derinleştirmek ve bu yolla halkı kendi içinde çatışmalara ve bölünmelere sürüklemek olduğunu göstermektedir.

Bu nedenle, genelde tüm Lübnan halkının, özelde ise Müslümanların şu hususları net olarak bilmesi elzemdir:

1- Müslümanların, Yahudi varlığına karşı savaşmak için silah bulundurması meselesi, her şeyden önce İslami bir konudur. Bu meseledeki hükmü verecek olan merci; ne Amerika, ne Yahudi varlığı, ne de hiçbir yaptırım gücü olmayan Birleşmiş Milletler’in temsil ettiği uluslararası hukuktur. Bu konuda hüküm, yalnızca İslam’a aittir. Dolayısıyla bu konunun, mezhep veya cemaat eksenli kısır çekişmelere alet edilmesi kesinlikle kabul edilemez.

2- Ümmet, kuvvet sahibi evlatlarını topyekûn bir seferberliğe çağırarak, bu toprakları Yahudi varlığının pisliğinden temizleme ve Müslümanlara reva görülen katliamları durdurma vazifesini ifa etmekle yükümlüdür. Şunu da unutmamak gerekir ki, silahın bu kutsal amaç dışında, bilhassa Lübnan ve Suriye’de şahit olduğumuz gibi Müslümanların birbirine doğrultulması, kesinlikle haramdır. Böyle bir eyleme karışmak, Allah’a, Rasûlü’ne, dinine ve Müslümanlara ihanettir.

3- Şayet Müslüman ülkelerin yöneticileri, Gazze ve Filistin’deki Müslümanları maruz kaldıkları bu vahşetten kurtarmak için orduları harekete geçirmezse, o zaman halkın üzerine düşen görev, kendi içlerinde bulunan ve Hilafet Devleti’nin kurulması için mücadele eden Hizb-ut Tahrir mensuplarıyla birlikte hareket etmek ve onlara destek olmaktır. İşte bu, şu anın en acil görevidir. Zira artık şurası apaçık anlaşılmıştır ki, bu büyük felaketle ancak Hilafet Devleti başa çıkabilir. Hilafet, Yahudi varlığına son verecek ve ona güç, zulüm ve cürüm temin eden ipleri kesecektir. O, Yahudi varlığına bir son verecek ve ona güç, zulüm ve cürüm temin eden ipleri kesecektir. Öyle görünüyor ki, Allah Subhânehu ve Teâlâ, bu büyük rolü yerine getirmesi ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmesi için Hilafet’in kurulmasına zemin hazırlamakta ve ortamı düzenlemektedir. Buhari ve Müslim’in Ebu Hurayra’dan rivayet ettiğine göre Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حتَّى تُقاتِلُوا اليَهُودَ، حتَّى يَقُولَ الحَجَرُ وراءَهُ اليَهُودِيُّ: يا مُسْلِمُ، هذا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ  “Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Hatta Yahudi, taşın arkasına saklanacak da, taş; Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.”

4- Mevcut şartlar altında, özellikle de Müslümanlara karşı tarihin en korkunç katliamlarını yaptıkları ve Gazze’deki vahşetin hafızalardan silinmediği bir dönemde, Müslümanların Yahudi varlığı ile herhangi bir barış anlaşması yapması kesinlikle caiz değildir... Böyle bir barışın tek bir anlamı olabilir: Bu, Galibin Barışı olur ve yenilgiyi baştan kabullenmiş olan Müslümanlara kendi şartlarını dayatmasından başka bir anlama gelmez.

5- Şii İkili (Emel-Hizbullah) ve müttefiklerinin, hükümetin ‘silah tekelinin devlette olması’ kararına karşı, hükümetten çekilmek ya da milletvekillerini istifa ettirmek gibi somut siyasi adımlar atmak yerine, sürekli güç kullanma imasında bulunup sokağı bir baskı aracı olarak kullanmaları, asıl meselenin silahlar olmadığını göstermektedir. Gerçek amaç, gelecek dönemde iktidardan daha fazla pay kapmak için pazarlık masasına oturmaktır. İşte tüm Lübnan halkının bu noktada uyanık olması gerekir: 2005 yılından beri bıkkınlık verecek şekilde tekrarlanan bu siyasi sahnede, şu ya da bu partinin iktidar hırsıyla elde etmeye çalıştığı çıkarların kurbanı olmamalıdırlar.

6- Kendilerini “azınlık” olarak tanımlamayı kabul edenler, Müslümanlarla birlikte hareket etmeli, onların haklı davalarında yer almalı ve düşmanlarının tarafına geçmemelidir. Çünkü İslam, onları ‘azınlık’ olarak isimlendiren Batı’nın aksine, kendilerini İslam Devleti’nin vatandaşları kabul ederek onurlandırmıştır. Müslümanların sahip olduğu haklara sahiptirler, Müslümanların tabi olduğu yükümlülüklere onlar da tabidirler... Bilsinler ki, eğer ille de karşı safta yer almayı seçerlerse, ümmete karşı destek istedikleri tarafla aynı hükme tabi olacaklardır.

Son olarak, Lübnan’daki Müslümanları gaspçı Yahudi varlığını kalıcı hale getirmeyi, ümmetin elinde kalan son gücü yok etmeyi ve Nübüvvet metodu üzere Hilafet Devleti ile Allah’ın hükmünü uygulama yolunuzu tıkamayı hedefleyen her türlü komployu reddetmeye çağırıyoruz... Ayrıca şundan kesin olarak emin olmaları gerekir ki içinde bulunduğumuz bu acı dolu durumu kökünden çözecek tek şey, Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’in kurulmasıdır. Hilafet, hem tüm Müslüman ülkelerini tek bir bayrak altında birleştirecek hem de bu topraklardan işgal altında olanları özgürlüğüne kavuşturacaktır... İşte bu yüzden sizleri, Hilafeti kurmak için bizimle birlikte çalışmaya çağırıyoruz! Hilafet tüm silahları ‘La ilahe illallah’ bayrağı altında toplayacak ve ‘Onlara karşı elinizden gelen her türlü gücü hazırlayın’ ayetini rehber edinecektir. Hilafet, mutlaka ama mutlaka kurulacaktır. Çünkü o, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi Sellem’in sahih hadisinde müjdelediği gibi, içinde yaşadığımız bu zorba ve baskıcı idareler döneminin ardından kurulacak son ve nihai yönetim biçimidir.

تكونُ النُّبُوَّةُ فيكم ما شاء اللهُ أن تكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ خلافةٌ على مِنهاجِ النُّبُوَّةِ ما شاء اللهُ أن تكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ مُلْكاً عاضّاً، فتكونُ ما شاء اللهُ أن تكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فيكونُ ما شاء اللهُ أن يكونَ، ثم يَرْفَعُها اللهُ تعالى، ثم تكونُ خلافةً على مِنهاجِ نُبُوَّةٍ» ثم سكت“Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı Hanedanlık olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır.” Sonra sustu.”

Haydi öyleyse onun askerlerinden ve şehitlerinden olun; düşmanlarının piyonu olmayın!

Devamını oku...

Avustralya’nın Filistin’i Şartlı Olarak Tanıması, Adalet Değil Soykırımın Ödüllendirilmesidir

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, ülkesinin Filistin devletini tanımaya hazır olduğunu duyurdu. Ne var ki bu duyurudan önce, adeta on yıllardır süren suç eylemlerinin baş müsebbibi olan suçluların gönlünü almaya çalışırcasına hem Mahmud Abbas’ı hem de Binyamin Netanyahu’yu şahsen aradı.

Başbakan, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, Filistin devletinin tanınmasının; Filistin’in işgali tanıması, kalıcı sınırlarını kabul etmesi, kurulacak devletin silahsız olması ve Hamas ile tüm direniş unsurlarının tamamen tasfiye edilmesi şartlarına bağlı olduğunu belirtti.

Avustralya hükümetinin teklifi, soykırımı ödüllendirmekten başka bir şey değildir. Bu teklif; kendini savunma kabiliyetinden yoksun, çalınan topraklarından vazgeçmeye zorlanan, kimin yöneteceği Batılı güçlerce dikte ettirilen ve barbar bir suç örgütüyle ilişkileri normalleştirmeye mecbur edilen, hayali ve içi boş bir devletten ibarettir.

Bunlar adaletin koşulları değildir. Aksine bunlar, yaklaşık iki yıllık bir soykırımın ardından Yahudi varlığı ve Amerikalı destekçilerinin ulaşmak istediği hedeflerin ta kendisidir. Avustralya, işgalin askerî yolla elde edemediği teslimiyeti diplomatik yolla sağlamaya çalışmakta, soykırım sopası işe yaramayınca, bu kez “hayalî bir Filistin devleti” masalını havuç olarak uzatmaktadır!

Avustralya’nın Filistin devletini tanıma isteğini duyurması ancak Filistin halkını tanımaması tam bir ironidir. Hükümetin insanlık yoksunu siyaseti ve mağduru suçlama politikaları, Filistinlilerin çektiği acıları görünmez kılmış ve işgalcilerin suçlarını sorgulanamaz hale getirmiştir. Avustralya, ancak Filistinlilerin çoğu öldürüldükten veya yerinden edildikten sonra, yani ortada tanınacak hiçbir şey kalmadığında Filistin’i tanımaya yeltenmektedir.

Dünya, işgalin Filistin’de ‘nihai çözüm’ eşiğine gelmiş olmasından haklı olarak endişe duymaktadır. Avustralya ise kendi payına, bu suç ortaklığı konusunda umutsuzca masumiyet taklidi yapmaya çalışmakta ve bunu yaparken de yalnızca kendi suçluluğunu tescillemektedir. Siyonist-Batı ittifakının ipliği tüm dünyanın gözleri önünde pazara çıkmıştır. Artık hiçbir boş laf kalabalığı veya göstermelik jest, bu çirkin hakikati sonsuza dek örtemeyecektir.

Devamını oku...

Yöneticilerimizin Tepkileri, Ümmetin Arzularının Seviyesine Çıkmıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yöneticilerimizin Tepkileri, Ümmetin Arzularının Seviyesine Çıkmıyor!

Haber:

Yahudi varlığının başbakanı Binyamin Netanyahu, Yahudi “i24” kanalına verdiği televizyon röportajında tartışma yaratan açıklamalarda bulundu; zira şöyle dedi: “Ben tarihi ve ruhani bir görevdeyim ve “Büyük İsrail” vizyonuna duygusal olarak bağlıyım.” (El Cezire Net)

“Arap dünyası Netanyahu'nun ‘Büyük İsrail’ açıklamalarını kınadı ve Mısır açıklama talep etti” başlığı altında El Cezire Net şöyle yazdı:Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Mısır ve Arap Birliği, Çarşamba günü Netanyahu'nun “Büyük İsrail Vizyonu” olarak adlandırdığı açıklamaları kınadı ve bunu Arap devletlerinin egemenliğine bir saldırı olarak nitelendirdi.

Yorum:

Ülkemizdeki alçak yöneticiler bizi şuna alıştırıyor:Düşmanların açıklamalarına ve tehditlerine kınama, eleştirme ve inkarla ile karşılık vermelerine ve ümmetin, olayların veya tehditlerin seviyesine yakışır eylemlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmemesine;bu da onların bir vadide, ümmetin ise başka bir vadide olduğu, ümmetin sorunlarının kendileriyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığı, hatta onların sorunlarının ümmetin sorunlarından farklı olduğu, hatta çeliştiği anlamına gelmektedir.

Ümmetin merkezi davası, Allah'ın indirdikleriyle ile hükmetmek ve ülkemizdeki mevcut bu karton varlıkları, Hilafetin sancağı altında birleştirmek, yani on iki asırdan fazla bir süredir olduğu gibi ümmeti eski haline geri döndürmektir;zira o zaman ümmet, İslam'la izzetli olan bir ümmetti; zira İslam ile hükmediyor, İslam'ı bir hidayet ve rahmet risaleti olarak tüm insanlara taşıyordu; yine o zaman ümmet izzetli ve heybetli bir ümmet olup düşmanları ümmete kendisine ve topraklarına zarar verecek tek bir kelime dahi söylemeye cesaret edemediği gibi yine kendisine ve topraklarına zarar verecek tek bir eylemde dahi bulunmaya cesaret edemiyordu. Bugünkü yöneticilerimizin davasına gelince; helak olmuş koltuklarını korumanın yanı sıra kafir ülkelerdeki efendilerinin çıkarlarını da korumak olduğu gibi ümmeti ve ümmetin çıkarlarını korumak yerine düşmanların çıkarlarını ve sınırlarını korumak ve ümmetin evlatlarını düşmanlarına teslim etmektir.

İki gözü olan herkes için, İslam ümmetinin felaketinin bizzat yöneticileri olduğu, tüm sorunların sebebinin bu yöneticiler olduğu ve sorunların çözümünün onlardan kurtulmak ve İslam Devleti'nin kurmak olduğu açığa çıkmıştır; zira Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi olup Hizb-ut Tahrir de onu kurmak için çalışmaktadır; işte o zaman Netanyahu ve onun arkasındaki küfür ülkelerinin liderleri, Müslümanların gerçeğini göreceklerdir.وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَZulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Ataları Tunus Valisine Cizye Öderlerken Trump İse Tunus'a Gümrük Vergisi Uyguluyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ataları Tunus Valisine Cizye Öderlerken Trump İse Tunus'a Gümrük Vergisi Uyguluyor!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, 7 Ağustos 2025 Perşembe günü Truth Social platformunda yaptığı bir paylaşımda, onlarca ülkeye uygulanan gümrük vergilerinin yürürlüğe girdiğini duyurdu.ABD'nin Tunus'a uyguladığı gümrük vergisinin %25 olduğu tahmin edilmektedir.

Uzmanlar, bu vergilerin zeytinyağı sektörünü olumsuz etkileyeceğini düşünüyor; zira Tunus ihracatının yaklaşık %30'u ABD pazarına yapılıyor.

Yorum:

Eğer buna yol açan ve bütün sebepleri sağlayan iki şey olmasaydı bu kibirli adam, dünyanın birçok ülkesinin ekonomisini kontrol edemez, politikalar çizemez, kısıtlamalar dayatamaz, ihracat ve ithalat oranlarını belirleyemez ve kendisini halkların rızkını dağıtan bir kişi olarak göremezdi:

Birincisi:  Ülkesinin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası İslam beldelerine yönelik izlediği ekonomi politikası ve bu ülkelerin sadece tüketim pazarı olarak kalmasını tavsiye eden ve Batı'nın ihtiyaç duyduğu ürünleri üretip ihraç etmelerini öngören Campbell Konferansı'nın tavsiyelerinin bir uzantısı olmasıdır.Buna bir de Nixon'ın altın ve gümüşün Dolarla değiştirilmesi, yani sahte zorunlu kağıtlar şoku eklendi ve bu da Amerika'nın ihtiyaç duyduğu ürün ve malları en düşük fiyatlarla çalmasına katkıda bulundu. Bunun yanı sıra Müslümanların içinde yaşadığı bu kafeslerin ekonomilerine şartlarını dayatmak için Amerika'nın kullandığı araçlar olan Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın dayatmaları da vardır.

İkincisi: Müslüman ülkelerdeki ardışık yönetim sistemlerini, dikteler, borçlar ve ürünlerinin ihracat kapılarını kapatarak zincirlemektir; bu vizyon ve köklü çözümlerin yokluğunun bir sonucu olarak Tunus ya Trump'ın acımasız şartlarına boyun eğmek zorunda kalacak veya ekonomisini GATT anlaşmasıyla mahveden ve ALECA anlaşmasını yürürlüğe koymak isteyen Avrupa Birliği'nin insafına kalacak, ya da Çarlık Rusya'sı veya tek küfür milleti olan diğer ülkelerin pazarlarına yönelecekti.   

“Roma'nın mezarı” yeşil Tunus, Roma'nın gıda sepeti anlamına gelmektedir; zira Roma halkının çoğu, Haçlı Batı'nın onlarca yıldır ekonomisine uyguladığı pranganın bir sonucu olarak yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyordu; bu yüzden Tunus’un servetlerini yağmalamak ve onun bir lokma ekmek için dilenci olarak kalmasını sağlamak için onun için kötü yasalar ve ekonomik politikalar yazdı. Tıpkı Rabbimiz Subhanehu’nun aziz Kitabı’nda şöyle buyurduğu gibi: مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ (Ey iman edenler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” [Bakara 105] Tunus Zeytuna, kendi ateşiyle yanıp tutuşan ve Tunus’u da kuşatan rejimden esinlenen çözümlerle krizlerinden çıkamayacaktır; eğer ümmet, sömürgecinin arasında türettiği sınırlar ve engelleri kırmış olsa, ürünlerini ve zenginliklerini pazarlamak, ekonomisini canlandırmak, tarım, sanayi ve hizmetlerini eski ihtişamına geri döndürmek için, Amerika'ya, Avrupa'ya ve Rusya'ya ihtiyaç duymazdı. İşte ümmetin, vahşi sömürgeci Fransa'nın ve onu izleyen bu sömürgeciliği pekiştiren rejimlerin, sadece ekonomik olarak değil, aksine aynı şekilde fikri ve siyasi olarak da müdahale etmeden önceki durumu böyleydi.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Necmeddin Şuaybin

Devamını oku...

Amerika'nın İstediği Şey, Silahlar Kalsa Bile Yahudi Varlığının Resmen Tanınmasıdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika'nın İstediği Şey, Silahlar Kalsa Bile Yahudi Varlığının Resmen Tanınmasıdır!

Haber:

Lübnan'daki siyasi ve güvenlik haberlerinin çoğu, Yahudi varlığını hedef alan silahlar konusunun etrafında dönüyor ve siyasi analistler ile gazetecilerin çoğu bu konuya odaklanıyor.

Yorum:

Amerika, Yahudileri öldüren silahların Lübnan ordusuna teslim edilmesini istiyor ve çıkarına gördüğünde içeride veya komşu ülkelerdeki Müslümanlar arasında kullanabilmek için tüm insanların elinde kalan herhangi bir silah onun umurunda değildir.

Amerika, biz Müslümanların en büyük düşmanı olup bunu açıkça, hatta küstahça söylemiştir; zira ABD'nin Lübnan'daki temsilcisi Barrack, Lübnan devletine teslim edilmesi gereken silahların, mübarek Filistin'i gasp eden Yahudi varlığına karşı kullanılabilecek silahlar olduğunu, diğer herhangi bireysel veya orta ölçekli silahların olmadığını açıklamıştır; çünkü bireysel ve orta ölçekli silahlar, Yahudilerin varlığına zarar vermez, aksine ona hizmet ettiği gibi tekfirciler, aşırılıkçılar, gericiler, geri kalmışlık bahanesiyle Müslümanlar arasında veya mezhepçilik, milliyetçilik ve ırkçılık ve Müslümanlar arasında besledikleri diğer tanımlamalar bahanesiyle Müslümanlar arasında ya da hatta Müslümanlar ile yüzlerce yıldır birlikte yaşayan, bizden namus, mal ve canın korunmasından başka bir şey görmemiş, kendimize uyguladığımız kanunları kendilerine uyguladığımız, bizim lehimize olanın onların da lehine olduğu ve bizim aleyhimize olanın kendilerinin de aleyhine olduğu kimseler arasında savaşmaya tahrik etme konusunda Amerika ve tüm Batı'ya hizmet etmektedir.

En büyük düşmanımız Amerika, Yahudi varlığına zarar veren silahları yok etmek veya etkisiz hale getirmek istediğinde, neden politikacılar ve medyacılar buna odaklanıyor?!

Peki neden en önemli konular, Amerikan düşmanının talebi üzerine, derinlemesine araştırılmadan ve ümmet için olan tehlikesi ortaya konmadan medyada ve Bakanlar Kurulu'nda gündeme getiriliyor; gündeme getirenlerin en tehlikeli olanı ise, Yahudi varlığıyla kara sınırlarının belirlenmesi, yani bu gaspçı varlığı resmi olarak tanımak ve bundan sonra hiç kimsenin, sanki Filistin sadece Filistin halkına aitmiş gibi bizi ikna etmeye çalıştıkları gibi sadece Filisin halkının değil, tüm Müslümanların mülkü olan Filistin için herhangi bir silah taşımaya hakkı olmadığını kabul etmektir?!

Tehlikeli olan ise bu meseleyi bazen barış, bazen uzlaşma, bazen bölgedeki güvenlik, bazen de ekonomik, turistik ve siyasi refah ve bu mutant varlığının tanınması halinde Müslümanlara vaat ettikleri refah altında gündeme getirmektir!

Amerika, Müslümanların Yahudi varlığını asla kabul etmeyeceklerini çok iyi biliyor; bu nedenle Amerika’nın, Müslümanların dikkatlerini en önemli hayati meselelerden başka yöne çekmek yoluyla Müslümanların içine sızdığını görmektesiniz. Evet, Amerika bizim silah konusuna odaklanmamızı istiyor; ancak Amerika, eğer Lübnan resmi olarak Yahudi varlığıyla sınırların çizilmesini kabul ederse silah ne kadar güçlü olursa olsun bir fayda sağlamayacağını ve Yahudi varlığına karşı kullanılamayacağını biliyor; böylece Müslümanların başındaki yöneticiler ve Filistin otoritesi gerekçe gösterilerek Yahudi varlığı ve onun mübarek Filistin toprakları üzerindeki haklarını tanımış olacaktır.

Yahudi varlığını tanımak, Allah'a, Rasulü'ne, müminlere ve Filistin'in kurtuluşu için dökülen ve hala dökülmeye devam eden şehitlerin kanına ihanettir.Buna rağmen bizler hala Gazze Haşim ve Filistin'de savaşan bazı ümmetimiz için bir hayır umuyoruz ve onlar kanlarıyla bize şöyle diyorlar:Bizim için tüm bunlara ve daha fazlasına mal olsa bile Yahudi varlığını asla tanımayacağız...Peki Lübnan'da, koşullar ne kadar zor olursa olsun, Yahudi varlığının tanınmasını kabul edecek miyiz?! Bizimle birlikte silahı bıraksa bile Yahudi varlığıyla sınırların çizilmesini, yani onun tanınmasını kabul edecek miyiz?! Bu, çok geç olmadan cevaplamamız gereken bir sorudur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Cabir - Lübnan

Devamını oku...

Allah’ın Emirlerine Bağlanmadıkça Zafer Gerçekleşmeyecek ve Güvenlik De Hakim Olmayacaktır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Allah’ın Emirlerine Bağlanmadıkça Zafer Gerçekleşmeyecek ve Güvenlik De Hakim Olmayacaktır

Sudan'ın yeni Vakıflar Bakanı Beşir Harun Abdülkerim, Cuma hutbesinde silahlı kuvvetlere yardım etmeye ve kuşatma altındaki bölgeleri desteklemeye yönelik tahsis ettiği (1) no'lu konuşmanın talimatını vererek başladı.

O, Sudan Kurtuluş Hareketi/Ordusu'nun lideri ve Sudan İttifakı'nın liderlik kurulunun bir üyesi olup onun atanması, Kamil İdris'in başkanlık ettiği Umut Hükümeti'nde silahlı hareketlere ayrılan yeni kota kapsamında ve silahlı hareketlerle iktidarı paylaşma konusunda Cuba Anlaşması'nın uygulanması çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Cuma hatiplerine gönderilen konuşmada şunlar geçmektedir:

Bakanlığımızın kahraman silahlı kuvvetlerimizi ve ona destek verme konusundaki dini ve milli görevi çerçevesinde ve ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar ile iç ve dış hedef göstermeler ışığında, Sudan'ın içinde ve dışında bulunan tüm camilerin hatip ve imamlarına, 1/8/2025 Cuma günü aşağıdaki hutbeyi okumaları talimatını veriyoruz:

Hutbenin birinci kısmı: Silahlı kuvvetlerin ve onlara destek veren güçlerin, vatanı ve vatandaşların güvenliğini savunmadaki kahramanca rolünü vurgulayarak onların arkasında tek saf halinde durmaya çağırmak ve onların zafer ve sebatı için dua etmek

Hutbenin ikinci kısmı: Hızlı Destek Milisleri ve Abdulaziz El-Hilu tarafından kuşatılan ve etkilenen bölgeler ile (Delnig, Kadugli, Babanusa, El-Faşir)'deki kuşatmadan dolayı vatandaşların çektikleri acılar ve zorlu insani koşullar hatırlatılarak, onlara yardım etmesi ve sıkıntılarını gidermesi için Allah'a samimi bir şekilde dua etmek.

Buna yönelik yorumumuzda diyoruz ki:

Öncelikle Cuma minberi, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi olup hak ve hakikatin söylendiği, aldatmak ve yanıltmanın olmadığı, Müslümanların meselelerinin benimsendiği ve felaket anlarındaki görüş ve rehberliğin, sultan ve devletin arzusuna icabet ederek değil de vahyin (Kur'an ve sünnet) yönlendirmesiyle disipline edilmiş Hanif şeriatın hükümlerine göre olduğu ve siyasi, ekonomik, içtimai ve askeri yön de dahil güvenlik olarak İslami sistemlerin gölgesinde yaşamaya yönelik davetin pekiştirildiği bir yerdir.

İslam, devletin silahlı kuvvetlerinin, ordu ve iç güvenliği koruyan polis de dahil olmak üzere tek bir güç olmasını, ordunun akidesinin İslam akidesi olmasını ve görevinin de İslam'ı taşımak ve devletin otoritesini korumak için Allah yolunda cihat etmek olmasını vacip kılmıştır. Birçok orduların olması ve Sudan'da bugün olduğu gibi bölgesel, kabilevi veya etnik yöne sahip silahlı güçlerin olması caiz değildir; zira bu, gerginliklere, güvenlik patlamalarına ve savaşlara neden olmaktadır; ülkede şu anda yaşananlara dair en kötü örnek Hızlı Destek Güçleri'dir. Ayrıca orduların çokluğu, ülkenin güvenliğini ve istikrarını tehdit edip istikrarsızlığa maruz bıraktığı gibi Sudan'ı ve diğer tüm Müslüman ülkelerdeki (kanlı sınırları) gözetleyip duran Batılı güçlerin planlarına göre parçalanmasına, bölünmesine ve dağılmasına yol açmaktadır.

Bazı şehirlerin ve sakinlerinin isyancı güçlerin kuşatması altında yaşaması, yiyecek, içecek ve hizmetler konusunda sıkıntı çekmesi, işkence, cinayet ve aç bırakılması gibi uygulamalara maruz kalmasıyla ilgili hususlara gelince; ordunun ve devletin, bu durumu ortadan kaldırmak, bu isyancı güçlerin tehlikesini ve baskısını ortadan kaldırmak, güvenlik ve huzuru yaymak, insanlara onurlu bir yaşam sunmak için çalışması gerekir. Bu da bizim, sömürgecilerin çıkarlarını gerçekleştiren ve halkın çıkarlarını ihlal eden bir devletin değil, ideolojik bir devletin altında yaşamamızı gerektirmektedir; zira bu ideolojik devlet, Müslümanların Halifesine biat edilerek halkın akidesine, yani azim İslam akidesine dayanan bir sistemi uygulayacaktır. Zira Halife, bölgesel, kabileci veya etnik bir yaklaşımla hareket etmeyerek farklı ve çeşitli silahlı güçleri, akidesi İslam olan tek bir ordu altında birleştirecek ve onun görevi, Allah yolunda savaşmak olduğu gibi kabile ve bölgesel hareketler ile milisleri türetip desteklemek, devletle yapılan anlaşmalara ve yönetim ve iktidara katılmalarını sağlayarak onlara meşruiyet kazandırmak -ki Amerika tarafından tasarlanan ve Güney Sudan'ın bölünmesine yol açan Nevaşa Anlaşması hala aramızda mevcuttur- yoluyla ülkemizi bölüp parçalamaya çalışan ülkemizdeki açgözlü Batılı ülkelerin komplolarına karşı siyasi sistemin (Hilafetin) dayanağı olmaktır. Nitekim Amerika'nın şu anda ordu ile hızlı destek güçleri arasında çıkardığı bu savaşla planladığı şey, eğer ordu içerisindeki muhlisler uyanıp komplocuların planlarını altüst ederek halkına asla yalan söylemeyen bir lider olan Hizb-ut Tahrir'in kendisi için çalıştığı Hilafetin temsil ettiği İslam'ın yönetimini hakim kılmazlarsa Allah göstermesin Darfur'u bölmeye yönelik bir atılım olduğuna delalet etmektedir.

Ey nusret ehli: Dünya ve ahiretin izzeti için sizleri, İslam'ın büyük yapısını, yani bölmek, parçalamak, servetlerimizi yağmalamak ve halkımızın bileşenleri arasında yangın ve fitneleri alevlendirmek için ülkemize uzanan Batı'nın elini koparacak Hilafeti kurmaya davet ediyoruz; zira İkinci Hilafet, Rabbimiz Subhanehu’nun bize olan vaadi ve sevgili Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضّاً فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» ثُمَّ سَكَتَ... “Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Sonra sükût etti. …”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hüseyin (Ebu Muhammed Fatih) - Sudan

Devamını oku...

Türkiye: Müslümanlar, Omuz Omuza Sözü Muhatabına Söyledi

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti
Müslümanlar, Omuz Omuza Sözü Muhatabına Söyledi
 
"Gazze Ölüyor! Sözü Muhatabına Söylemeye Var Mısın?" Yürüyüşünden Özet Görüntüler
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti’nin organize ettiği, “Sözü Muhatabına Söylemeye Var Mısın?” başlığıyla duyurulan ve güzergahı Ak Parti Genel Merkezi’nden, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde son bulması planlanan “Gazze Yürüyüşü” başkent Ankara’da gerçekleştirildi.

Gazze’de 21 aydır devam eden katliam, kuşatma ve işgal altında sahipsiz ve yalnız bırakılan Müslümanlar için yapılan davete Türkiye’nin dört bir yanından yüreği Gazze için atan alimler, cemaatler, siyasi partiler, dernekler, STK’lar ve Müslümanlar coşkulu bir şekilde destek verdi.

Emniyet güçlerinin şehir dışından gelenleri engellemeleri ve Ankara’da yolların kapatılması nedeniyle büyük zorluklarla Söğütözü semtinde saat 19.00’da başlayan programa katılan Müslümanlar güçlü bir şekilde tekbirler getirdi ve “Ordular Aksa’ya” sloganları attı ve somut adım için çağrıda bulunup, sözü muhatabına iletti.

İlk polis barikatını aşan kortej, AK Parti Genel Merkezi’ne kısa bir mesafe kala emniyet güçleri tarafından tekrar durduruldu. Burada ilk konuşmayı yapan Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, “Sözü Muhatabına Söylüyoruz” başlıklı basın açıklamasını okudu.

Basın açıklamasında, orduların Gazze için harekete geçirilmesi çağrısında bulunulan kısımda şu ifadeler yer aldı: “Artık yeter diyeceğimiz, artık harekete geç diyeceğimiz, somut adımlar beklediğimiz muhatap sizsiniz. Onun için buradan, bu meydandan, sadece sizi ve hükümetinizi muhatap alarak diyoruz ki; Elinizin altındaki gücü ve imkânları bugün kullanmayacaksanız ne zaman kullanacaksınız? *Bu ordu bugün, açlıktan ölen, toprak yiyerek hayatta kalmaya çalışan, feryat ederek bizden yardım bekleyen Gazze’li kardeşlerimiz için yola çıkmayacaksa ne için çıkacak?”

Açıklamada, Ankara’nın Gazze’de yaklaşık iki yıldır süren soykırıma karşı caydırıcı tek somut atmadığına değinilirken, Gazze için yapılması gereken şeyler ve atılması gereken somut adımlar 9 madde halinde sıralandı.

Programın bir diğer konuşmacısı Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım, toplanan kalabalığa karşı hitabetine, “biz buraya şahsi menfaatler için değil, Ebu Ubeyde’nin dediği gibi hasımlardan olmamak için buradayız” ifadesi başladı. AK Parti Genel Merkezi’nden, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne yürütülmemesine tepki gösteren Yıldırım, mesajın muhatabına ulaştığını ifade etti.

Programda konuşan İlahiyatçı Yazar Abdullah İmamoğlu, Rasulullah Sallahu Aleyhi Vessellem’in sahabeleri ile nerede olursa olsun hakkı söyleyecekleri yönde aldığı biatı hatırlatarak, Ümmet-i Muhammed olarak kendilerinin de bugün burada hakkı söylemek için bulunduğunu ifade etti.

“Sayın Erdoğan, size bugün burada hakkı tavsiye etmek, sözü muhatabına söylemek için bulunuyoruz” diye seslenen İmamoğlu, ancak bugüne kadar somut tek bir adım atmadığını, Müslümanların kanlarını ve namuslarını BM’ye (Birleşmiş Milletler) havale ettiğini ve kirli ticaretin devam ettiğini hatırlattı.

“Kenar-ı Dicle edebiyatı yaparken, kenar-ı Gazze’de gasıp Yahudi varlığı katliamlarını sürdürürken kılınızı kıpırdatmadınız” diyerek muhasebede bulunan İmamoğlu, “Yarım kelime dahi olsa, bir Müslümanın öldürülmesine yardım edenin, alnına ahirette 'Allah'ın rahmetinden pay yoktur” hadisini hatırlatıp atılması gereken somut adımları sıraladı.

Son olarak Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin “ahirette hasımımızsınız” sözlerini hatırlatan Abdullah İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Batı’dan, ABD’den değil Allah’tan korkun” çağrısında bulundu.

Doktor Abdurrahim Şen, ise iktidara sorumluluklarını hatırlatarak harekete geçmesi için çağrıda bulunurken, hala işgalcilerle sürdürülen ilişkilere ve ticarete dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ayet ve hadisler eşliğinde seslenen Şen, yürütülen bu siyasetin doğru olmadığını vurguladı.

Bir diğer konuşmacı Kuran'a Nebevi Davet Derneği Başkanı Ahmet Turgut Ulucak, Gazze’yi Buruç süresinde Ashab-ı Uhdud’a benzeterek süren zulme dikkat çekti. Hiçbir zulme sessiz kalmayacaklarını ifade eden Ulucak, Allah’ın hesap görücü olduğunu hatırlattı ama hesabı yalnız Allah’a bırakma tarafında olmayacaklarını da beyan etti. Organizasyonu düzenleyen Köklü Değişim’e teşekkür eden Ulucak, Müslümanların burada küfre karşı burada bir araya gelmesinin kaçınılmaz imani bir sorumluluk olduğunu söyleyerek dualarla konuşmasını sona erdirdi.

Ardından emniyet güçlerinin engellemesi nedeni ile zorlukla Ankara'ya gelebilen Tevhid Dergisi'nden Ömer Faruk Kabataş, Gazze'deki mezalimi ve yöneticilerin duyarsızlığını beyan eden bir konuşma yaptı. "Bir gönülde iki sevda olmaz" diyen Kabataş, "ya mazlumların ya da zalimler yanında yer alırsınız" diyerek mevcut siyasi durumu eleştirdi. Kabataş, sözlerine "bu ameli gerçekleştiren Köklü Değişim'e teşekkür ederiz" ifadeleri ile son verdi.

Son olarak Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım’ın duası ile program sona erdi.

“Sözü Muhatabına Söylemeye Var Mısın?” başlıklı basın açıklamasının tam metni

Basın Açıklaması

“Sözü Muhatabına Söylüyoruz”

Kıymetli Müslümanlar, değerli alimler ve kanaat önderleri, İslami camianın ve sivil toplum kuruluşlarının değerli temsilcileri, sayın basın mensupları, Türkiye’nin dört bir yanından buraya gelen ve yüreği Gazze ile atan Filistin dostları;

Bugün bizleri buraya getiren şey, Gazze’ye destek için sadece bir yürüyüş ve bir miting yapma arzusu değildir. Bizleri buraya getiren şey, terör varlığı “İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımı insanlara duyurma arzusu da değildir. Yahudi varlığı Siyonist “İsrail’i lanetlemek ve kınamak hiç değildir.

Bizler, gökleri ve yeri titreten bu katliam ve soykırım karşısında bir türlü harekete geçmeyen, sözlü destek dışında somut hiçbir adım atmayan ve sadece kınayan otorite sahiplerine seslenmek için toplandık. Özellikle de iktidarda olan AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı harekete geçirmek, ona seslenmek ve sözü muhatabına söylemek için toplandık.

Yeter artık, boş sözlerden ve kınama mesajlarından bıktık, hiçbir işe yaramayan diplomatik adımlardan, BM’yi rutin göreve çağırma açıklamalarından, İslâm İş Birliği Teşkilatı’nın yemekli toplantılarından bıktık, artık işgalci İsrail’e karşı somut adım atılması için toplandık.

Bugün sadece dilimizden çıkan sözleri değil, yanan yüreğimizden, acıyla sarsılan bedenimizden, öfkeyle kabaran göğsümüzden taşan sözleri, muhatabına söylemek için toplandık. Söz muhatabına söylendiğinde kıymetlidir ve anlamlıdır.

Bunun için diyoruz ki;

Gazze 22 aydır ölürken, Müslümanlar katledilirken, okullar, çadırlar, mescitler, hastaneler ve her yer bombalanırken, bebeklerin parçalanmış bedenleri poşetlerle toplanırken, bütün bunları seyredenlerle birlikte siz de seyrettiniz. Meydanlarda, mitinglerde yapılan “Ordular Gazze”ye çağrılarını duymanıza rağmen Siyonist katiller sürüsüne karşı tek bir uçak, tek bir İHA ve SİHA göndermediniz.

Sonra Gazze’de açlıktan ölümler başladı. Aylarca sınırlı bir alan dışında hiçbir insani yardım Gazze’ye sokulmadı. Öyle ki bu yardımların çoğu sınırlarda bekleyen tırlarda çürümeye terk edildi. Siz ve diğer İslâm beldelerinin yöneticileri, bir deri bir kemik kalmış yavrularımıza bu yardımları ulaştırmak yerine kim olduğu belli olmayan uluslararası topluma seslendiniz.

Ardından vicdanlı sivil inisiyatifler devreye girdi ve insanlar kendilerinin aldığı gemilerle ambargoyu delmeye çalıştılar. Ancak bu gemiler de uluslararası sularda saldırıya uğradılar.

Sizler insani yardım taşıyan bu gemileri dahi koruyacak adım atmadınız. Acil gıda maddelerinin ulaşması için denizden veya karadan bir yardım koridorunun açılmasını dahi başaramadınız. Sizler; Gazze’de toprak yiyen ve açlıktan ölen çocuklara bir çuval un götüremezken, işgalci “İsrail”e stratejik malları taşıyan gemiler ve tırlar limanlarımızdan durmaksızın ticaretlerine devam ettiler. Çocuklar, boykot ürünü diye bakkaldan bir çikolata bile almazken, sizler işgalci “İsrail”e malzeme taşıyan şirketleri durdurmak için hiçbir adım atmadınız. Bu şirketlerin ticari izin ve ruhsatlarının iptal edilmesi noktasında hiçbir karar almadınız.

İşgalci varlığın, Gazze ve Suriye’de gerçekleştirdiği hava operasyonları için, terör yuvası olan İncirlik ve Kürecik üslerinden istihbarat bilgisi verildiği halde ABD’ye rağmen kendi topraklarımızdaki bu üsleri kapatma girişimde bulunmadınız. Çocukların ve annelerin feryatlarını dindirecek, ciğeri yanan babaların kalplerini soğutacak, kardeşlerimize yönelik bu işgal ve soykırıma son verecek ve katil Netanyahu’ya haddini bildirecek somut adım atmadınız.

Bizler kınadık, sizler de kınadınız!

Bizler tweet attık, sizler de tweet attınız!

Bizler miting yaptık, sizler de miting yaptınız!

Artık yeter! Söz bitti. Kelimeler tükendi. Bıçak kemiği paramparça etti.

22 aydır somut hiçbir şey yapmayarak Müslümanların başını öne eğdiniz, Neden?

Neden yeryüzünün en onurlu halkı olan Gazze halkının hasmı olma zilleti ile bizi karşı karşıya bıraktınız?

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan;

Birkaç gün önce siz;

“Gazze’de insanlık ölürken, bebekler, çocuklar ölürken, insanlar bir çuval un alabilmek için ölürken hiçbirimiz buna sessiz kalamayız ve kalmayacağız…Gelin, bu caniliğe hep birlikte tepki verelim. Gelin, bu zulme, bu vahşete artık yeter diyelim.” dediniz.

Vallahi bu sözlerin altına imzamızı atıyoruz. Siz bu sözleri kime söylüyorsunuz, bu sözlerinizin muhatabı kim onu bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz ki, somut adım atması gereken sizsiniz evet bizim muhatabımız sizsiniz.

Artık yeter diyeceğimiz, artık harekete geç diyeceğimiz, somut adımlar beklediğimiz muhatap sizsiniz.

Onun için buradan, bu meydandan, sadece sizi ve hükümetinizi muhatap alarak diyoruz ki;

Elinizin altındaki gücü ve imkânları bugün kullanmayacaksanız ne zaman kullanacaksınız?

Bu ordu bugün, açlıktan ölen, toprak yiyerek hayatta kalmaya çalışan, feryat ederek bizden yardım bekleyen Gazze’li kardeşlerimiz için yola çıkmayacaksa ne için çıkacak? “Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?”

Gazzeli yetin çocukların, evlatlarını yitirmiş annelerin, açlık ve susuzluktan biçare zayıf düşmüş mazlumların hasmı olmaktan korkmuyor musunuz? Çocukların çığlıklarını, annelerin feryatlarını duymuyor musunuz? Babaların gözyaşlarını görmüyor musunuz? Neden seferberlik ilan etmiyorsunuz?

Sayın Cumhurbaşkanı, Gazze için yapılması gereken şeyler ve atılması gereken somut adımlar bellidir. Türkiye bu adımları atarsa Gazze halkını sevindirecek, Müslümanların sevgisini kazanacak 77 yıllık esarete son bulacak. Bunlar şunlardır:

1- İşgalci varlık “İsrail”in bir terör oluşumu olarak görülmesi ve onunla sürdürülen diplomatik, askeri ve ekonomik ilişkilerin derhal kesilmesi gerekmektedir. Terör varlığı ile normalleşme Filistin’e ihanettir.

2- Yahudi varlığına ait sözde elçiliklerin hala açık olması ve diplomatların topraklarımızda bulunması büyük bir utançtır. Bu sözde elçiliklerin derhal kapatılması ve diplomatların istenmeyen adam ilan edilmesi gerekmektedir.

3- “İsrail”e destek veren İncirlik Üssü ve Kürecik Radar İstasyonu derhal kapatılmalıdır.

4- Yahudi Varlığı İsrail ile doğrudan ya da dolaylı yürütülen ticaretin tamamen yasaklanması, işgal ve katliamlara destek veren bu şirketlere ticari izin ve ruhsatlarının iptal edilmesi dahil her türlü kanuni yaptırım uygulanması gerekmektedir. Böylece bu Siyonist destekçisi şirketler gerçek anlamda zarar görür ve boykot sembolik olmaktan çıkıp kastına uygun bir hale dönüşür.

5- İşgalci “İsrail’in ordusunda yer alıp Gazze’deki katliamlarına katılan çifte vatandaşların derhal vatandaşlıktan çıkarılması ve bu kişilerin sınır dışı edilmesi zaruridir. Topraklarındaki zalim rejimlerin zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan muhacir kardeşlerimizi sınır dışı edeceğinize bu soykırım destekçilerini sınır dışı edin.

6- Açlıktan ölen Gazze’ye insani yardımların ulaştırılması için hemen şimdi harekete geçin. Karadan ve denizden bir insani yardım koridoru açılması, Gazze halkının tüm ihtiyaçlarının hızlıca karşılanması için gereken tüm adımları kararlılıkla atın.

7- Gazze ve Filistin ile ilgili Amerika’nın planı olan iki devletli çözüm reddedilmeli tüm Filistin’in İslam toprağı olduğu teyid edilmelidir.

8- İşgalci İsrail’e karşı güç kullanmaktan başka bir seçenek kalmamıştır. Bu sebeple savaş kartı devreye konulmalı ve askerî harekât başlatılmalıdır.

9- Bu somut ve geç kalınmış adımların atılması her ne pahasına olursa olsun mutlaka yerine getirilmelidir. Bu uğurda reel konjonktür, devlet aklı, milli çıkarlarımız gibi mazeretlerin ardına sığınılmadan gereken neyse yapılmalıdır.

Ve son olarak buradan şunu açıkça ifade ediyoruz; şayet bugünden sonra somut ve gerçekçi adımlar atılmazsa Gazze diye bir yer ve bir halk kalmayacak. Orada katledilen her bir kişinin, açlıktan ya da bombalardan ölen her bir bebeğin, çığlıkları arşa uzanan tüm annelerin ve babaların vebali sizin ve iktidarınızın üzerinde olacaktır. Ebu Ubeyde’nin dediği gibi Allah katında ve insanlık nazarında Gazze’nin hasımları olarak tarihe geçersiniz… Şahit ol Yarabbi… Vallahi biz tebliğ ettik ve sözü muhatabına söyledik…

#GazzeİçinBenVarım

Pazar, 3 Safer 1447 - 27 Temmuz 2025

turkiye vilayeti

- Gazze ve işgal altındaki tüm Filistin'e destek ve yardım için düzenlenen geniş kitlesel yürüyüşten bir kesit -

turkiye vilayeti

- ETKİNLİKTEN KARELER -

turkiye vilayeti

- TANITIM VE DAVET -

turkiye vilayeti

2025 07 27 TR Ankara Gazze Icin Yuruyus afis

turkiye vilayeti

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER