Perşembe, 22 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Felaketi Önlemenin Tek Yolu İslam’ı İhya Etmektir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Felaketi Önlemenin Tek Yolu İslam’ı İhya Etmektir

Haber:

Çarşamba günü, şiddetli yağmurlar Karaçi şehrini sular altında bırakarak, 20 milyon nüfuslu güney sahil kentini felç etti; bu olay, kuzeybatıdaki Hayber-Pahtunhva eyaletindeki köyleri vuran ölümcül ani sel felaketinin üzerinden bir hafta bile geçmeden meydana gelmiştir.

Yorum:

Pakistan'da son zamanlarda meydana gelen sel felaketleri, Hayber-Pahtunhva ve Sindh bölgelerini harap ederken, diğer bölgelerde de sokaklar sular altında kalarak günlük yaşamı tehlikeli bir hale getirmiştir. Hayber-Pahtunhva'da can ve mal kaybının olduğu trajedi, insanların kalbini derinden etkilemiştir. En endişe verici olan şey ise, yeterli kurtarma ekipmanının bulunmaması olup bu da birçok kişinin hükümetin müdahale etme kabiliyetini sorgulamasına neden olmuştur. Kurtarma ekipleri her şeyi elle yapmaya terk edilmiş, yıllarca süren ihmalin gerginleştirdiği yerel sakinler, bir kez daha yardımın nadiren geleceğini, hatta hiç gelmeyeceğini fark ederek yine kendilerine güvenmek zorunda kaldıklarını idrak etmiştir.

Zararların çoğunun insanın otoriteye olan açgözlülüğünden ve doğal kaynakların sömürülmesinden kaynaklanmasına rağmen hükümet, bu felaketleri genellikle doğal ve kaçınılmaz olarak nitelendirmektedir. Hayber-Pahtunhva hükümetiyle yakın iş birliği içinde çalışan ormancılık uzmanı Tarık Ali Şah, eyaletin yılda yaklaşık %1,5 oranında orman kaybettiğini söyledi; bu da 2000 ile 2023 yılları arasında 8.000 hektara, yani yaklaşık İslamabad'ın büyüklüğüne denk gelmektedir. Diğer sorunlardan biri de, nehir kıyılarında otel, ev ve restoranların inşa edilmesidir. Örneğin 2022 yılında Svat bölgesinde meydana gelen sel felaketinde, yaklaşık 700 otel, motel, pansiyon ve restoran tamamen sular altında kalmıştır. Son sel felaketinin yıkıcı etkilerini İslamabad'da da gördük; zira nehirlerin taşması ve inşaat çalışmaları nedeniyle darboğazlar oluşmuş, bu da sel sularının alçakta bulunan evlere ve bodrum katlarına kadar ulaşmasına yol açmıştır. Karaçi'deki seller, kanalizasyon sisteminin başarısız olmasının bir kanıtıdır; zira şehrin doğal yağmur suyu drenajları (nehirler) katı atıklarla tıkanmış durumda olup kamu sisteminin, özellikle düzensiz yağış sistemi nedeniyle su hacmiyle başa çıkması imkansızdır. Bu durum, gerek kötü yönetim, gerek idari parçalanma, gerekse genel olarak şehirdeki atık su ve yağmur suyunu yönetmek için kapsamlı bir su altyapısının eksikliği nedeniyle daha da kötüleşmiştir.

Pakistan'daki kör geliştirme programları, sömürgeci İngiliz yönetimine kadar uzanmaktadır. İngilizler, alanları kontrol etmeye ve kârı maksimize etmeye odaklanmışlar ve şehir planlama yetkilileri ile adaletsiz konut politikalarının kaotik bir karışımını ortaya çıkarmışlardır. Dolayısıyla sahil gelişimine, kentsel yayılmaya ve sınıf ayrımcılığına öncelik vermişlerdir. Bağımsızlıktan sonra, planlama felsefemiz sabit bir şekilde kalmaya devam etmiştir: Bu da dışa doğru inşa etmek, büyük ve zenginler için inşa etmektir. Master planlar hazırlanmış ama sonra da ihmal edilmiştir. Sürekli kentsel genişleme nedeniyle tarım arazileri erozyona uğramıştır.

Kapitalist dünya felaketlerle dolu iken, İslam tamamen farklı bir yaklaşım benimsemiştir. Zira İslam'da devlet, doğal ormanları korumak ve madencilik ve ağaç kesimi faaliyetlerini düzenlemek için politikalar oluşturmanın ve ağaç plantasyonlarının tahrip edilmesini önlemek için gerekli diğer faaliyetlerin sorumluluğunu üstlenmektedir. Allah Subhanehu ve Teala, dünyayı ve içindeki her şeyi insan için yaratmış olup bu dünya ancak Allah'a itaatle korunabilir. İslam'ın altın çağında, mühendisler ve şehir planlamacıları, kentsel alanları selden korumak ve istikrarlı bir su temini sağlamak için gelişmiş hidrolik teknikler geliştirmişlerdir. Sel yönetimi, baraj ve kemerlerin inşasını, karmaşık kanal sistemlerinin oluşturulmasını ve suyu verimli bir şekilde dağıtmak ve depolamak için su kaldırma makinelerinin geliştirilmesini kapsamaktaydı. Bu çabalar, kanal bakım teknikleri ve söğüt kullanılarak yapılan baraj koruma çalışmalarının yanı sıra tarımı, kentsel bölgelerdeki su teminini ve kamu yararını destekleyen kapsamlı su yönetim sistemlerinin kurulmasına yol açmıştır; işte tüm bunlar, onların hidrolik mühendisliği konusundaki gelişmiş anlayışlarının kanıtıdır. Bu, bölgeler arasındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, aynı yönetim altında birbirine bağlı olmaları sayesinde gerçekleştirilmiştir. Sel, kuraklık, salgın hastalıklar veya savaşlar gibi her türlü zorluk, ümmetin nüvesi, yani Hilafetin merkezi gücü tarafından hissedilen ve üstlenilen bir durumdur. Bizim, kurtarmak, korumak ve Allah Subhanehu ve Teala'nın ümmet için istediği eski ihtişamını ihya etmek için acil olarak Hilafete ihtiyacımız vardır. Hilafet, Nübüvvet Minhacı üzere kurulduğunda, iktidardaki açgözlülerin ümmetin servetini yok etmesine izin vermeyecektir. Şu anda ölüm ve yıkıma neden olan su, yaşam ve büyümenin kaynağı haline gelecektir. Barajlar ve kanallar inşa edilecek ve sular, ihtiyacı olan bölgelere dağıtılacaktır. Nitekim elimizde, Hacıların rahatlığı için, dönemin halifesi Harun Reşid'in eşi tarafından Mekke halkı için yaptırılan bir kanal olan Zübeyde Kanalı gibi örnekler vardır. Kanal hala mevcut olup bize İslam'ın altın çağını hatırlatmakta ve bizleri, Kerim Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e tabi olanların yolunu takip etmeye davet etmektedir.

وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.” [Al-i İmran 189]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Avrupa Olmadan Trump ile Putin Arasındaki Zirve Ne Anlama Geliyor?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Avrupa Olmadan Trump ile Putin Arasındaki Zirve Ne Anlama Geliyor?

Evet, Avrupa, Trump ile Putin arasındaki zirveyi, özellikle ortak savunma, insan hakları, demokrasi ve Batı'nın birliği gibi Batı ittifakının dayandığı ilkeler açısından Batı değerlerine bir ihanet olarak görebilir. Muhtemelen Avrupalılar bu zirveyi, müttefikleri Amerika ile olan mutabakatın ihlali olarak görüyordur;zira bu zirve, egemen bir ülkeyi işgal etmesine rağmen Putin'e meşruiyet kazandırmakta olup belki de bunu Putin için bir ödül olarak değerlendirilebilir. Trump ise çıkarlarını her şeyin üstünde tutmasıyla bilinmekte olup bu da yaptığı anlaşmalarda açıkça görülmektedir.

Bu tek taraflı yaklaşım, Washington'un güç yoluyla liderlik ettiği uluslararası düzeni baltalaması olarak okunabilir; bu ise Polonya Başbakanı'nın şu açıklamasından da anlaşılmaktadır: “Barış takasla gelmez: Sessiz kalmak karşılığında toprak... Bu Avrupa'nın değerleri değildir.” Dolayısıyla zirve, Batı ittifakında bir çatlak meydana getirebilir ve müttefike olan güveni zayıflatabilir.

Amerika'nın politikası artık netleşti: Sonuç odaklı ve tamamen pragmatik bir politika; sanki kibirli bir şekilde biz müttefiklerimizi memnun etmek için değil, kendi çıkarlarımıza hizmet etmek için hareket ediyoruz diyor. Zira Amerika, çıkarlar ortadan kalktığında müttefikini terk ediyor. Buna dair en iyi örnek, Afganistan'daki ajanlarını terk ettiğinde ve daha önce de Vietnam'da güneyde bir hükümet kurduktan sonra onu terk ettiğinde yaptığı şey de buydu. Belki de bugün Ukrayna ya da yarın Tayvan ile çıkarları değiştiğinde de aynı şey tekrar edecektir; dolayısıyla Amerikan politikası, uluslararası ilişkilerdeki dalgalanmalarıyla bilinmektedir.

Belki de güç ve konum faktörleri, onu kibirli davranmaya itmiş olabilir. Şöyle ki, sanki sözde “uluslararası hukukun” üstündeymiş gibi sadece kendini görüyor; zira istediği zaman anlaşmalardan çekiliyor, itaatsizlik edenlere tek taraflı yaptırımlar uyguluyor ve Birleşmiş Milletler'in onayı olmadan askeri müdahalede bulunuyor ki Irak, Libya ve diğer ülkelerde bunu yapmıştır.

Ve belki de Avrupa bugün, Amerika'nın pragmatik politikasının kurbanı olacağını, Amerika'nın kendi çıkarlarını gözetmediğini ve sanki bu savaşta bir taraf değilmiş gibi Rusya ile arkasından pazarlık yaptığını hissediyor olabilir.

“Büyük Şeytan” ile ittifak kuran herkese şunu söylüyorum: Amerika politikasında dost düşman tanımaz, taahhütlerini yerine getirmez ve ona güvenmek tehlikelidir; zira o, değerlerin konumunu yüceltmez; bilakis kendi çıkarlarını değerlerin önünde tutar. Bu yüzden demokrasi ve insan hakları sloganlarına aldanmayın; çünkü değerler kazançlarla çatıştığında, çıkarlar galip gelir. Trump-Putin zirvesi sadece bir örnektir; dolayısıyla eğer Amerika'nın çıkarları gerçekleşecekse Çin veya Rusya ile anlaşma yapmasını engelleyen hiçbir şey yoktur; ayrıca Amerika, Avrupa'nın ortağı olmasını istemiyor, aksine Avrupa'nın kendi politikalarına tabi olmasını istiyor.

Velhasıl, kendi kararına sahip olamayan, akıbetine de sahip olamaz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Nasır Tıp Kompleksi'ne Yönelik Bombalı Saldırıda Yeni Bir Katliam!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Nasır Tıp Kompleksi'ne Yönelik Bombalı Saldırıda Yeni Bir Katliam!

Haber:

25 Ağustos 2025 Pazartesi sabahı, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Tıp Kompleksi'nin resepsiyon ve acil servis binasını hedef alan bombalı saldırıda, üç erkek ve bir kadın gazeteci de dahil olmak üzere yirmi kişi şehit edildi.

Yorum:

İşgal liderlerinin, Gazze Şehri'nin yeniden işgaline bir hazırlık olarak kuzey Gazze halkının güneye doğru yerinden edilmesinin başladığını duyurduktan birkaç gün sonra ve Birleşmiş Milletlerin Gazze Şeridi'nde kıtlığın yaygınlaştığını resmi olarak ilan etmesinin akabinde işgal,özellikle yardım dağıtım merkezlerinde günlük olarak işledikleri katliamlara bir yenisini daha ekleyerek bir katliam daha gerçekleştirdi.

Bu katliamda, Gazze Şeridi'nin güneyinde bulunan Han Yunus'taki Nasır Tıp Kompleksi hedef alındı ve işgalin Gazze Şeridi'nin dört bir yanındaki hastanelerde ve tıp komplekslerinde işledikleri onlarca katliama bir yenisi daha eklendi.

Bu yeni katliam, Yahudilerin, uluslararası sistemin ve Müslüman ülkelerdeki, özellikle de Filistin'i çevreleyen ülkelerdeki mevcut rejimlerin gözü ve kulağı önünde ve onların suç ortaklıkları sayesinde Gazze halkına karşı işledikleri sistematik soykırım savaşında ısrarcı olduklarını teyit etmektedir.Ayrıca bu suç, özellikle Trump'ın Gazze'nin hızlı bir şekilde işgal edilmesinin Gazze'deki Yahudi esirlerin hayatlarını kurtarabileceğini düşündüğü son açıklamalarının ardından ABD'nin Yahudilere Gazze halkına karşı suç işlemeleri için yeşil ışık yakmaya devam ettiğini de teyit etmektedir.

Öte yandan bu katliam, Yahudilerin, uluslararası kuruluşların kararları ve açıklamalarıyla en iğrenç suçları işlemekten caydırılamayacağını, aksine bunun onların suç işleme kararlılığını daha da artırdığını teyit etmektedir; çünkü Yahudiler, kendilerine karşı herhangi bir pratik önlem alınamayacağından emin oldukları gibi bu suçları işlemelerine rağmen uluslararası sistemin kendilerine bir örtü ve koruma sağlayacağından da emindirler.

Ayrıca Yahudiler, İslam beldelerindeki rejimlerin, onların ordu komutanlarının ve başta El-Ezher olmak üzere alimlerden oluşan kurumlarının, suçları kınamaktan, eleştirmekten ve tasvir etmekten başka bir şey yapmadıklarını görünce, zulümlerini daha da artırmaktadırlar; yine onlar, bu rejimlerin ve aygıtlarının, ümmetin Gazze ve tüm Filistin'e karşı şerî vaciplerini yerine getirmesini engelleme gücüne de güveniyorlar.

Yirmi iki aydır devam eden ve tüm dünya halklarını ve farklı dinlerdeki insanları dehşete düşüren katliamlara eklenen bu katliam,bu işgali tamamen sona erdirmeyi daha kabul edilebilir hale getirecek şekilde dünyaya ek bir gerekçe oluşturmaktadır. Daha da önemlisi İslam ümmetini, bu suçları sona erdirmenin ve Filistin'i ve halkını desteklemenin, işgalden hiçbir iz bırakmayacak şekilde köklü çözümden başka bir yolu olmadığını ve bunu engelleyen sınırların, rejimlerin ve sömürgeci uluslararası sistem gibi engellerin bir an önce yıkılması gerektiğini daha iyi idrak etmeye sevk etmesi gerekir; aksi takdirde bu varlık katliamlar işlemeye devam edecek ve bunların kapsamını genişletecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Mahmud – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

İsteseniz De İstemeseniz De Tahtlarınız Yıkılacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İsteseniz De İstemeseniz De Tahtlarınız Yıkılacaktır!

Haber:

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde, Türkiye'nin başkanlığında düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Olağanüstü Dışişleri Bakanları Toplantısı'nın açılışında konuştu.

Bin Ferhan şu ifadeleri kullandı: "Filistin halkı en ağır şekilde öldürülüyor ve aç bırakılıyor. İsrail'in Gazze'yi işgal girişimi uluslararası hukukun açık ihlalidir. Gazze üzerinde herhangi bir kontrol girişimini reddediyoruz."Bin Ferhan şöyle devam etti: "İsrail'in uygulamaları barışı tehdit ediyor. Bu tehditle mücadelede kararlıyız ve Filistin devletinin kurulması için desteği artırmaya devam edeceğiz." (CNN Türk, 25.08.2025)

Yorum:

Bugün yorumuma Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dilinden kâfir bir kral ile mümin bir gencin ibretlik kıssasından sadece ilgili kısmı ele alarak başlayacağım: Genç şöyle dedi: Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de bir hurma kütüğüne bağla. Okdanlığımdan bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da “Delikanlının Rabbinin adıyla de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin.” Kral halkı geniş bir meydanda topladı. Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. Sonra delikanlının sadağından bir ok aldı, yayına yerleştirdi. “Delikanlının Rabbi olan Allah adıyla” deyip oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına koydu ve oracıkta öldü. Bunun üzerine halk: Biz, delikanlının Rabbine iman ettik, dediler. Gazze halkının durumu bu gencin durumuna ne kadar da benziyor; zira Gazze halkının, en ölümcül silahlarla bombalanmaya ve bunun sonucunda taşların ve ağaçların yıkılması, masum kanların akıtılması ve tüm ailelerin yok olmasıyla sonuçlanan hayal edilemez boyutlara ulaşan yıkımlara maruz kalmaları karşısında göstermiş olduğu efsanevi direnişinden dolayı Avrupa’da binlerce insan İslam’a girmiş, Müslüman halklar başlarında yöneticilerin ihanetini, onların Batı’nın ajanları olduğunu ve Müslüman halklara zerre kadar değer vermediklerini net bir şekilde anlamış, Batılı halklar Gazze halkına en iğrenç kötülükleri yapan Yahudi varlığına destek veren yöneticilerinin vahşi yüzünü görmüş ve tüm dünya insanları vahşi kapitalizmin zehirli iğnesini hissetmeye başlamıştır. Sanki Allahu Teala, tüm dünyaya kapitalizmin ve onun başındaki aşağılık yöneticilerin tüm kirli yüzlerini açığa çıkarmaya vesile olarak Gazze halkını seçmiş gibi görünüyor; zira Müslüman olsun gayrimüslim olsun tüm dünya halklarının kalbi Gazze için atmaya başlamış, Gazze halkına destek vermek için akla hayale gelebilecek tüm gösteri ve eylemleri gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye de devam etmektedir. Öyle görünüyor ki Allahu Teala, Gazze halkı üzerinden tüm insanlığa, Batılı kafirlerin ve onların ajanları olan Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin tüm kötülüklerini net bir şekilde açığa çıkarıp sonra da yardımını göndererek özelde Müslümanlar genel de ise tüm insanlık için kurtuluş reçetesi olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni egemen kılacaktır.

İşte Suudi yöneticileri de dahil Müslümanların başındaki tüm yöneticiler bu akıbeti yakinen hissettikleri için İslam İşbirliği Teşkilatı adını verdikleri ama İslam ile hiçbir ilgisi olmayan örgüt altında toplantılar yaparak halkları karşısında kendilerini temize çıkarmaya çalışıyorlar ama nafile! Çünkü Müslüman halklar artık onların açıklamalarını önemsemiyor ve mevcut gerçekliği İslam’ın hakim olacağı bir sistemle değiştirmenin bir yolunu arıyorlar. Allah’ın izniyle ilk fırsatı yakaladıklarında İslam’ın egemen olduğu Hilati kuracaklar, böylece bu ajan yöneticilerin tahtları tek tek yıkılacak ve tüm dünya İslam’ın adaleti ve nuruyla dolup taşacaktır. وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيباً Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ramazan Ebu Furkan

Devamını oku...

Sudan'ın Stratejik Jeopolitik Önemi

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan'ın Stratejik Jeopolitik Önemi

Sudan, geniş yüzölçümü, bol doğal kaynakları ve dünyanın en önemli ticaret yolları ve siyasi koridorlarının merkezinde yer alan stratejik konumu ile jeopolitik açıdan büyük öneme sahip bir ülkedir. On yıllardır süren siyasi istikrarsızlığa rağmen, Sudan stratejik konumu ve henüz keşfedilmemiş potansiyeli nedeniyle bölgesel ve uluslararası güçlerin ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Önemli olması sadece günümüzde değil, geçmişte de, özellikle Hilafetin bir parçası olduğu dönemde İslam beldelerini birbirine bağlamada ve birliklerini güçlendirmede önemli bir rol oynamış olması nedeniyle. Bu önem, Hilafetin geri döndüğü gelecekte de devam edecektir.

Sudan'ın coğrafi konumu, en büyük stratejik varlıklarından biridir. Sudan, Afrika'nın kuzeydoğusunda yer almakta olup Mısır, Libya, Çad, Orta Afrika, Güney Sudan, Etiyopya ve Eritre olmak üzere yedi ülkeyle sınırı bulunmaktadır. Bu da Sudan'ı Kuzey Afrika, Sahra Bölgesi ve Sahra Altı Afrika arasında merkezi bir bağlantı noktası haline getirmektedir. Ayrıca Sudan'ın Arap Yarımadası'nın tam karşısındaki Kızıldeniz'e önemli bir kıyısı bulunmakta ve dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biri olan Bab el-Mandeb Boğazı'nın yakınında yer almaktadır.

Bab al-Mandeb Boğazı, Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Umman Denizi'ni birbirine bağlayarak uluslararası ticaret ve petrol nakliyesi için hayati bir geçiş yolu oluşturmaktadır. Dünyadaki deniz yoluyla taşınan petrolün yaklaşık %10'u bu dar geçitten geçmektedir. Sudan'ın bu koridora yakınlığı, ona büyük bir stratejik önem kazandırmakta ve deniz seyrüsefer rotaları ve deniz lojistiği üzerindeki etkisini güçlendirmek isteyen küresel güçler için cazip bir konum haline getirmektedir. Dolayısıyla Sudan'ı kontrol altına almak veya onunla ittifak kurmak yoluyla Kızıldeniz'in güvenlinin ve Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki ticaret akışının idaresinde büyük bir nüfuz elde edilebilir.

Ayrıca Sudan, büyük ölçüde jeopolitik değerini artıran muazzam doğal kaynaklara sahiptir. Zira Sudan, Afrika'nın en büyük altın üreticilerinden biri olup maden zenginlikleri arasında krom, mangan, çinko, demir cevheri ve uranyum bulunmaktadır. 2011 yılında Güney Sudan'ın ayrılmasına ve petrol yataklarının büyük bir kısmını kaybetmesine rağmen Sudan, özellikle doğu bölgelerde ve sınır boyunca önemli miktarda petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir.

Ayrıca Sudan, tarıma elverişli geniş arazilere sahiptir ve bünyesinde Mavi ve Beyaz Nil nehirlerini barındırmaktadır; bu da ona tarım ve gıda üretimi alanında muazzam bir potansiyel sağlamaktadır. Sudan, uzun zamandır Afrika ve Arap dünyasının “gıda sepeti” adayı olarak görülmektedir. Zira uygun altyapı ve iyi yönetimle birlikte Sudan, bölgedeki gıda güvenliğinin sağlanmasında önemli bir rol oynayabilir.

Sudan'ın stratejik önemi, coğrafi sınırları ve zenginliklerinin ötesine geçerek Afrika ve Arap dünyasında daha geniş bir etki alanını kapsamaktadır. Ayrıca Sudan, Arap Kuzey Afrika ile Sahra Altı Afrika'daki Müslüman çoğunluğa sahip bölgeler arasında kültürel ve ekonomik bir köprü oluşturmaktadır. Bu konum Sudan'ı, bölgesel diplomasi ve ekonomik entegrasyon veya siyasi birliği amaçlayan büyük projelerde önemli bir aktör haline getirmektedir.

ABD, Çin ve Rusya gibi küresel güçler ile aynı şekilde Körfez ülkeleri ve Türkiye gibi etkili bölgesel ülkeler, gerek askeri iş birliği gerek ekonomik yatırımlar, gerekse siyasi ittifaklar yoluyla Sudan'a büyük bir ilgi göstermektedir. Kızıldeniz koridoru giderek artan askeri bir karaktere sahne olup Sudan genellikle bu rekabetin merkezinde yer almaktadır. Ayrıca Sudan, limanları, iklimi ve toprakları sayesinde, özellikle küresel jeopolitik dönüşümlerin ve bazı bölgelerdeki Batı'nın hegemonyasının gerilemesinin gölgesinde, nüfuzunu genişletmek için stratejik fırsatlar sunmaktadır.

Sudan'ın stratejik ve ekonomik önemi, Hilafetin bir parçası olduğu dönemde bile açıktı. Dolayısıyla Osmanlı Hilafeti döneminde Sudan, İslam dünyasının en önemli cephelerinden birini oluşturuyordu. Ayrıca Kızıldeniz'deki limanları, Afrika ile Arap Yarımadası arasındaki ticaret ve hac seyahatlerinin hareketinde büyük öneme sahipti; zira İslam ümmetinin dört bir yanındaki hac yollarının ve ekonomik alışverişin kolaylaşmasına katkıda bulunmaktaydı.

Sudan'ın verimli toprakları ve maden zenginlikleri, yerel kalkınmayı desteklemiş ve bölgesel ticareti güçlendirmiştir; ayrıca Hilafete entegre olması, onun İslam'ın ekonomik ve hukuki sisteminden yararlanmasına ve ona katkıda bulunmasını imkan vermiştir. Bu dönemde İslami yönetim, İslam şeriatını uygulayarak ve adalet ve istikrar mefhumlarını güçlendirerek İslam sancağı altındaki farklı ırk ve kabileleri birleştirmiştir. Sudan'ın Hilafetin güney sınır bölgesi olarak konumu, Afrika'nın Sahra Altı bölgesinde İslam davetinin yayılmasının başlangıç noktası olmasını sağlamış, bu da İslam ülkesinin fikri ve ruhi birliğini güçlendirmiştir.

Sudan'ın stratejik konumundan doğal kaynaklarına kadar sahip olduğu muazzam potansiyellerin tamamı, ancak İslami bir devlet olan Hilafet Devleti’nin gölgesinde doğru ve adil bir şekilde kullanılabilir. Ayrıca sadece Kur’an ve sünnete dayalı İslam sisteminin uygulanmasıyla, Sudan'ın servetleri, konumu ve nüfuzu, halkının ve tüm İslam ümmetinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönetilebilir. Sudan'ın tekrar ederek yaşadığı siyasi istikrarsızlık, ekonomik çöküş, dış müdahaleler ve iç bölünmeler, Hilafet Devleti'nin yokluğunun doğrudan bir sonucudur. İslam şeriatıyla hükmeden birleşik bir liderlik olmadan Sudan, yabancı güçlerin sömürüsüne, seküler, kabileci ve doktrinel akımlarının oyunlarına maruz kalmaya devam edecektir. Hilafete gelince; Sudan'ın egemenliğinin korunmasını, halkının tek bir akide altında birleşmesini, stratejik konumunu ve doğal kaynaklarının, sömürgecinin hegemonyadan ve iç kaostan uzak bir şekilde tüm İslam ümmetinin kalkınması yönünde yönlendirilmesini sağlayacak olan Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Sümeyye Binti Hayyat

Devamını oku...

“Büyük İsrail” ve Kibirli ve Hain Yahudi Varlığıyla Normalleşme Denklemi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

“Büyük İsrail” ve Kibirli ve Hain Yahudi Varlığıyla Normalleşme Denklemi!

Haber:

İbrani kanal i24 News ile yaptığı röportajda Netanyahu, Filistin'den Ürdün, Mısır, Suriye ve Lübnan'a, oradan da Suudi Arabistan ve Irak'a uzanan yayılmacı bir vizyonla bağlantılı “tarihi ve manevi bir misyon” içinde olduğunu söyledi ve bunu nesillerden gelen bir mesaj olarak nitelendirdi.Röportajda, Filistin topraklarını ve Arap ülkelerinin bazı bölgelerini gösteren bir harita aldığı ve bunu şiddetle onayladığı ortaya çıktı. (Shehab)

Yorum:

Netanyahu, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak'ın büyük bir kısmı, Kuveyt, Arap Yarımadası ve Nil Nehri'ne kadar Mısır'ın doğu kısmını yutmak için büyük projesinin ortaya koyduğunu ve yedi Arap ülkesini siyasi haritadan sildiğini, Birleşmiş Milletler ve tüm uluslararası kuruluşlardan üyeliklerini düşürdüğünü ve küresel ve tarihi kayıtlardan sildiğini açıkça ilan ettiği halde neden diğer Arap ülkeleri onunla ilişkilerini normalleştirme ve diplomatik bağlar kurma konusunda ısrar ediyorlar?!Peki neden bu ülkeler hala diplomatik ilişkilerini sürdürmeye ve onunla ekonomik ve güvenlik alanında iş birliği yapmaya devam ediyorlar?!

Normalleşme veya diplomatik ilişkilerin kurulması aşağıdaki birkaç durumda gerçekleşebilir:

Birinci durum:Denk olanlar arasında olup bu denklik içinde, her iki taraf için de ticaret, bilimsel alışveriş, güvenlik ve benzerleri gibi birçok çıkarlar gerçekleşebilir;bu normalleşme, caiz olup olmamasıyla ilgili şeri kurallardan veya devletlerarası caiz olan ilişkide eşitlik olarak adlandırılan şeyden uzak bir şekilde ümmetin ihtiyaç duyduğu bu gayeler başka hiçbir yolla gerçekleştirilemiyorsa o zaman övülebilir, dahası vacip bile olabilir.

İkinci durum: Birisi güç, üstünlük, bilimsel ve askeri ilerleme ve jeopolitik etkiye sahip olan, diğeri ise tüm bu yönlerden daha zayıf olan iki çelişki arasındaki normalleşme ve siyasi ilişkiler; bu normalleşme, ya birincisinin genişlemesinden ya da eğer normalleşmeye devam etmezse çok şey kaybedecek ve bundan dolayı korku içinde olmaya devam edecek olmasından dolayı diğerini etkilenmesinden duyulan korkunun bir sonucu olur;işte bu nedenle kötülüğü uzaklaştırmak, zararı defetmek ve güvenliği sağlamak için normalleşme olabilir.Nitekim burada normalleşme, zorlama ve baskı yoluyla meydana gelmektedir;zira ilişkiler eşitsizdir ve çıkar dengesi diğeri dışında bir tarafa kaymış olup zayıf taraf bu ilişkileri sürdürmekte ısrarcıdır, hatta bunları pekiştirmeye ve kendi ülkesinin çıkarları için sunmaya çalışmaktadır; bu tür bir normalleşmeyi, yukarıda bahsedilen ülkeler arasındaki ilişkilerde görmekteyiz.

Üçüncü durum: Bu, iki taraf arasında gerçekleşmektedir; bu taraflardan biri, gerçeğe aykırı da olsa, kendisini mevcut güçlerden daha fazla güce ve nüfuza sahip bir efendi olarak görürken diğer taraf ise, güçlü tarafın varlığının bekası için gerekli olan şeyleri temin eden itaatkar bir köledir, yani diğer taraf ajan olmaktadır; ikinci tarafın varlığının gayesi, efendisinin hedeflerini gerçekleştirmek, ona hizmet etmek, onun adımlarını pekiştirmek ve amaçladığı gayeyi gerçekleştirmek için ona yardımcı olmaktır; dolayısıyla bu veya şu ajanın idare ettiği halklar için bunun hiçbir değeri yoktur. Kazançlı çıkmak, diplomatik ve ticari köprüler kurmak, toprakları, hava sahasını, kaynakları ve zenginlikleri açmak ve bu kibirli taraf (Yahudi varlığı) için iyi yaşam yollarını sağlamak da dahil olmak üzere normalleşme ve rekabet için koşturan ve yarışan bu varlıklarda gördüğümüz şey işte budur. Bu ülkelerin, kayda değer bir karşılık olmaksızın ona sunmak için yarıştıkları ve Müslümanlar halkların mahrum bırakıldığı tüm tavizlere ve cömertliğe rağmen o, tehditler savuruyor, uyarıyor ve tüm bu anlaşmaları ortadan kaldıran büyük projesini açıklıyor.

Yaşananlar, İngiltere ve Amerika gibi iki yüzü olan tek bir efendinin şu iki projesinin bir sonucu olarak yorumlanabilir; Sykes-Picot Anlaşması ve Balfour Deklarasyonu; zira bu iki proje Arap devletlerini ve Yahudi varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu anlaşmanın görevi, efendisine hizmet etmek, onun hayatta kalmasını ve bekasını sağlamak, bölgede onun adımlarını pekiştirmek, onu bu bölgede doğal ve kabul edilebilir bir varlık haline getirmek, akidevi, fikri veya sosyal engelleri ortadan kaldırmak ve onun bu topraklarda yerleşmesini sağlamak için kaldırılabilecek her şeyi kaldırmak için kölenin efendisi için olan görevi gibidir.Sonra bu varlıklar, askeri güçle bile olsa, harabelerinin üzerine saldırıp onları ele geçirerek görevlerini tamamlayacaklardır; zira birinci taraf, bu son adımın zeminini hazırladığından dolayı karşısında direniş unsularını bulmayacaktır; işte bundan dolayı bu mutant varlığın açıklaması gelmiştir.

Yok edilme ve ilhak tehdidiyle Arap ülkeleri, imzalanan antlaşmaları bekası için birleşirken, diğerleri Filistin halkının cihadını kınamak için koşturuyor, onlara destek vermiyor, aksine hiçbir maske veya kılıf olmadan güce gündüz onlara karşı komplo kuruyorlar; oysa Gazze'ye girip onun kontrolünü ele geçirmek için Arap güçleri oluşturmak ve eğitmek, efendi ile hizmetçi arasındaki normalleşmeden başka bir şey değildir.

Ümmet, şüpheye yer kalmayacak şekilde tehdit altındadır; zira ümmet, halkları ve çıkarları pahasına normalleşmek ve varlığın genişlemesi için köprüler kurmak için gece gündüz nefes nefese kalan ve çalışan rejimlerinden dolayı ciddi tehlike altındadır.

Peki hala siyah gözlükler takan ya da görmesini ve basiretini kör eden bir bandajla gözlerini bağlayanlar için bu denklemdeki düşman nerede;bu düşman, Sykes-Picot Anlaşması ile önceden yerleştirilip ümmeti yanıltmak ve onu dostun ve düşmanın kim olduğu mefhumundan uzaklaştırmak için gece gündüz çalışan zararlı devletçiklerin kurulması, sonra da bu düşmanın Arap varlıklardan oluşan diğer ajanların en yakını, en iyisi ve en sadığı olarak tasvir dilmesi ve bu nedenle de onunla normalleşmenin kaçınılmaz bir stratejik seçim olması değil midir?

Şüphesiz o, Sykes-Picot tiyatrosundaki sahnenin ritmini belirleyen ve ümmeti fikrinden, akidesinden, değerlerinden, yeteneklerinden ve gücünden mahrum bırakarak onu Yahudi varlığı için kolay bir av haline getiren iç düşmandır.

İşte vakıanın gerçeğinin anlaşılması burada yatmaktadır ki böylece ümmet, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak konumuna yakışır bir şekilde davranabilsin ve bağrına çöreklenen bu gerçekliği değiştirmek için ayağa kalkabilsin, dolayısıyla göklerin ve yerin sakinlerinin razı olacağı Allah Subhanehu'nun vaadi, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi ve farzların tacı olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetle bu vakıayı ortadan kaldırabilsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

İslam Ümmeti Yakın Bir Zamanda, Kendi Çıkarlarına Hizmet Eden ve Dininin Yüceliğini Gösteren Dürüst Bir Medyaya Kavuşacaktır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İslam Ümmeti Yakın Bir Zamanda, Kendi Çıkarlarına Hizmet Eden ve Dininin Yüceliğini Gösteren Dürüst Bir Medyaya Kavuşacaktır

Haber:

Gazze ve Sudan'da ortak noktalar ve neredeyse aynı olaylar yaşanıyor ancak dünya medyasının odak noktası Gazze olup Sudan'da yaşananlar ise standardın altında kalıyor.

Haber:

Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet Devleti'nin medya politikasının temel hedefi, İslam’ın ve hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Müslümanların çıkarlarına dayalı olacaktır;şöyle ki, İslam'ı, insanların zihinlerini harekete geçirip onu kabul etmeleri, incelemeleri ve üzerinde düşünmeleri için güçlü ve etkili bir şekilde sunacaktır.Nitekim Gazze olayları sırasında, Amerika, diğer küfür devletleri ve onlarla birlikte Müslümanların başındaki yöneticilerin zulmü ile Gazze halkının en ölümcül silahlarla bombalanmaya ve bunun sonucunda taşların ve ağaçların yıkılması, masum kanların akıtılması ve tüm ailelerin yok olmasıyla sonuçlanan hayal edilemez boyutlara ulaşan yıkımlara maruz kalmaları karşısında göstermiş olduğu efsanevi direnişin arasını karşılaştırdıktan sonra, çok sayıda insanın İslam'a girdiğini gördük.Aynı şekilde tekrarlanan ve sistematik olarak uygulanan, yerinden edilme ve son olarak acımasız ve merhametsiz bir şekilde ölümcül açlık politikası gerçekleşmiş ama buna rağmen onlar direnmeye devam etmişler ve sanki onların lisanı halleri şöyle diyordu:Asla boyun eğmeyeceğiz, pes etmeyeceğiz ve Allah'ın kazasına ve kaderine iman edenler olarak Allah'a olan ahdimiz üzere kalmaya devam edeceğiz.Müslüman ülkelerdeki zararlı yöneticilerin oynadıkları ve hala oynamaya devam ettikleri oyunlar hiç kimse için bir sır değildir; zira onlar, Batı'nın istediği zaman, istediği yere koyup oynadığı satranç taşları olmayı razı olsalar da, sonra Batı onlardan alabileceği her şeyi aldıktan sonra onları bir kenara fırlatıp atacaktır.

Sudan'daki durum da daha iyi değildir, aksine orada Gazze'de görmediğimiz bir zulüm vardır;zira iç göç ve komşu ülkelere sürülmelerinin yanı sıra buralarda maruz kaldıkları kasıtlı ihmal, onların aç kalmalarına ve ölümcül hastalıklara yakalanmalarına yol açmaktadır.En korkunç olanı ise, aslında onları savunmak için var olan ordu mensupları tarafından işlenen yaygın cinsel saldırılardır!Kendilerini korumaları ve savunmaları için orduya harcanması amacıyla, kıtlık ve aşırı yoksulluğa rağmen paraları ceplerinden zorla çalınan Sudan halkının görmesi gereken karşılık bu mudur?! Bakın işte onlar, tüm bu savaş ve dehşetten sonra, hâlâ bu korkunç felaketin yakında sona ereceğine dair kendilerine umut verecek belirli bir ufuk göremiyorlar.

Küresel stratejik konumuyla Sudan, geniş yüzölçümü ve zengin ve çeşitli kaynakları ile “dünyanın gıda sepeti” olarak adlandırılmıştı; ama Hilafet Devleti'nin yıkılmasının ardından Batı, “böl ve yönet” kaidesine göre onun mafsallarını kesmeye ve onu parça parça etmeye başlamış olup bunu da bu zenginliklerin gasp edilmesini kolaylaştırmak için yapmıştır. Nitekim her birini ayrı ayrı ele almak için Sudan Mısır’dan ayrılmış olup bu uydurma savaş ise, Güney Sudan'ın daha önce ayrılmasının ardından Darfur'un da ayrılmasını hedefleyen bu parçalamanın devamından başka bir şey değildir.

Tüm bunlardan dolayı her zaman olduğu gibi Hizb ut Tahrir Medya Ofisi, bu gerçeklere ışık tutmak ve Müslümanlar ve tüm dünya için resmi açıklığa kavuşturmak, kibirli Amerika'nın liderliğindeki kâfir Batı'nın çıkarlarına hizmet eden bu sistematik felaketlere dikkatini vermemiş olanların dikkatini çekmek ve bu sayısız ve ciddi şekilde çarpıtılmış çizgilerin karşına doğru çizgiyi koymak için çalışmaktadır.

Gerçekleri ve Hizb ut-Tahrir'in dünya çapında neler yaptığını öğrenmek isteyen herkes, “Hizb ut Tahrir'in Gazze'yi Desteklemek İçin Düzenlediği Küresel Faaliyetler!” hakkında Hizb-ut Tahrir'in Merkez Medya Ofisi'nin sayfasına bakabilir. Aynı şekilde Hizb ut Tahrir Merkez Medya Ofisi Kadın Kolları da “Sudan Savaşı: Bir Sömürgeciliğin, İhanetin ve Aldatmacanın Hikayesi” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır.

Allahu Teala'dan, Müslüman ordularının samimi subaylarının kalplerini ve zihinlerini açmasını, onların arasından İslam'a ve Müslümanlara destek verecek kimseler çıkarmasını, Allah'ın onların eliyle büyük bir fetih bahşetmesini diliyoruz ki böylece, ülkeyi ve onun içindeki kutsal yerleri, özellikle de Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için gerekli her şeyi yapacak ve Allah Subhanehu'nun yeryüzündeki iktidar vaadini gerçekleştirecek olan Hilafeti kurmaları için yönetimi ehil olan kimselere teslim edilsin; bu konuda öncü olanlara, onları takip edenlere, böylece onun askerlerinden ve şahitlerinden olanlara ne mutlu.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Raziye Abdullah

Devamını oku...

İnsanın Yaratılış Gayesi ve Bunun Cahili Olmanın Trajedisi

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İnsanın Yaratılış Gayesi ve Bunun Cahili Olmanın Trajedisi

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun; salat ve selam tüm Rasullerin ve Nebilerin efendisi Efendimiz Muhammed’in, O’nun Âli’nin, Ashabının ve kıyamet gününe kadar O’nun hidayetine tabi olanların üzerine olsun. İnsan, Allah’ın akılla şereflendirdiği bir mahluk olup Allah onu, diğer yaratılanlardan farklı kılmıştır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاًBiz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” [İsra 70] Dolayısıyla bu akılla şereflendirme, boşuna değildir; bilakis insanın teklif mahalli olması, kendi tercihlerinden sorumlu olması ve Allah’a, zorla veya baskıyla değil, kendi iradesi ve basireti ile ibadet etmekle emredilmiş olması içindir.

Bundan dolayı insanlara Allahu Teala'ya kulluğun anlamını öğretmek için semavi risaletler gelmiş olup tüm Nebiler ve Rasuller tek bir risaleti eda etmek için gelmişlerdir: وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولاً أَنْ اُعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَAndolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.” [Nahl 36]

1- İbadet

2- Yeryüzünde istihlaf/iktidar

3- İmar etmek

4- Davet ve şahitlik

Ümmet, İslam'ı uygulayan bir devletin gölgesinde yaşadığı, İslam risaletini dünyaya taşıdığı, insanları delil ve burhanla davet ettiği ve davetine azı dişleriyle sarıldığı sürece tamamlanmış olur; böylece din tamamen Allah'a ait olur ve insanın yaratılış gayesi de gerçekleşmiş olur.

Her insanın sorması gereken en büyük soru şudur: Niçin yaratıldık? Varlığımızın gayesi nedir? Ve bu hayatın amacı nedir? Ne yazık ki bugün insanların çoğu ıstılahların/terimlerin özünü idrak etmeden öğreniyorlar ve İnsanın yaratılış gayesinin ibadet, istihlaf/iktidar, imar etme ve İslam'a davet olduğunu biliyorlar... Ancak derinlemesine anlamadan veya vakıaya tatbik etmeden. Böylece bu mefhumlar, davranışlara dönüşmeyen ve yol göstermeyen boş sloganlara dönüşüyor!

Gerçek tehlike ise şudur: Bir şeyi lafız olarak bilmek, ama onun gerçeğinin ve içeriğinin cahili olmaktır; bu da toplumlarımızda kayboluşa, kargaşaya, psikolojik ve fikri karışıklıklara yol açmaktadır; çünkü neden var olduğunu bilmeyen insan, yönünü bilmeden yaşayacak ve kayboluşu onu batıl ve boş vadilerden birine sürükleyecektir.

Birincisi: İbadet – kulluk – Allah ile olan ilişkinin özü

Allah Subhanehu ve Teala, hayatı, insanı ve kainatı yarattığı gibi her şeyi de hikmetle yaratmıştır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِYedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” [İsra 44]

Dolayısıyla bu kainattaki her şey, yaratıcısına itaat edip tesbih eder; yani içindeki yaratıklar ve varlıklar da dahil bu büyük kainat, Allahu Teala'yı tesbih eder ve tesbih ederek O'na ibadet eder ama biz onu anlamayız; tıpkı Subhanehu'nun bize şöyle haber verdiği gibi: وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْO'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” [İsra 44] Yani güneş, ay, yıldızlar, hava ve su gibi var olan her şey, Allah'a itaatten kıl kadar sapmadan Allah'ın emrine ve O'nun kevni sünnetine göre hareket eder. لا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَNe güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” [Yasin 40]

Sen ey insan; sen, Allah'a ibadet etmek için yaratıldın ve bu ibadet, namaz ve orucu kapsadığı gibi çalışmayı, tutumu, hükmü, vela ve berayı (müminleri sevmek, onları dost edinmektir. Kâfirlere buğzetmek, onlara düşmanlık beslemek ve onlardan beri/uzak durmaktır) da kapsamaktadır...

İbadet, sadece zahiri ritüellerden ibaret değildir; aksine ibadet görünen ve görünmeyen sözler ve fiiller gibi Allah'ın sevdiği ve razı olduğu her şeyi kapsayan bir isimdir. Dolayısıyla ibadet, insanın hayatındaki tüm davranışlarını, yani muamelatlarını, ilişkilerini, ahlakını, nizamını, dostluğunu, düşmanlığını kapsamakta olup bunların hepsinin Allahu Teala’nın emirlerine göre olması gerekir.

İnsan, hayatında Allah'a kulluğunun esasına göre hareket ettiğinde, tüm söz ve fiillerini ibadet mefhumu dahilinde gerçekleştirdiğinde, en yüksek mertebelere yükselir ve kendisi için yaratılmış olduğu gayeyi gerçekleştirir: وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِBen, cinleri ve insanları ancak ve yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” [Zariyat 56]

Öyleyse bizim kaygımız; nefislerimizin arzusuna veya sadece kendi arzularını tatmin eden maddi medeniyetlerin bize dayattıklarına göre değil de yaratıcımızın bizden istediği şekilde Allah'a hakkıyla ibadet etmek olmalıdır. Zira ibadet sadece ritüel ve şiarlardan ibaret değildir, aksine Allah'a itaate ve O'nun şeriatına göre hükmetmeye dayalı olan kâmil bir yaşamdır. Dolayısıyla her kim ibadeti sadece camiyle sınırlandırırsa, Kur’an'ın mefhumundan uzaklaşmış olur.

İkincisi: İstihlaf –emaneti taşımak ve Allah'ın indirdiklerine göre hükmetmek

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً“(Hatırla ki Rabbin meleklere): Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.” [Bakara 30] Yeryüzünde Hilafet, insanın hayatın her alanında Allah'ın emrini uygulama, O'nun şeriatıyla hükmetme sorumluluğunu taşıması ve Batı'ya tabi olarak yaşamaması, küfür sistemleriyle yönetilmemesi, dini ve ümmeti pahasına yozlaşmış yöneticileri razı etmemesi anlamına gelmektedir.

İstihlaf, siyasi, ekonomik ve içtimai olarak akide üzerine bina edilen bir yönetim sistemi olup sadece insanın yeryüzünde var olması demek değildir. Bunlar, Ümmetin Hilafetin yıkılmasıyla kaybetmiş olduğu şeylerdir; böylece ümmet zayıflamış, dağılmış ve kanı ihlal edilmiştir.

Allah Subhnehu ve Teala insanı, Kendisine ibadet etmesi ve yeryüzünü imar etmesi için yarattığı gibi insanın var oluş gayesini de Allah’ın dinini ikamet etmek ve O’nun şeriatını uygulamak olarak belirlemiştir. Dolayısıyla bu gaye, Hilafetin kurulmasıyla tamamlanabilir; çünkü Hilafet, İslam'ın hükümlerini uygulayan ve insanların işlerini gözeten yürütme organıdır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِEy Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır.” [Sad 26] Dolayısıyla Allah Celle ve Âla, Davud Aleyhisselam'ı sadece bireysel ibadet için halife yapmamıştır, aksine hak ile hükmetmesi ve adaleti tesis etmesi için halife yapmıştır; bu da ancak dini ikame eden ve Allah'ın şeriatıyla hükmeden bir Sultan/otorite ile mümkün olabilir.

Hilafet, tüm Müslümanların genel başkanlığı olup içeride İslam’ı tatbik eder, dışarı da ise davet ve cihat yoluyla İslam’ı yayar; yani Hilafet, anlaşmazlıkları çözen, hadleri tesis eden ve eğitim, ekonomi, sağlık, siyaset ve diğer işleri gözeten bir sistemdir. Bu yüzden Hilafet olmadan adaletsizlik egemen olur, hak kaybolur, faiz, zina, cehalet ve yoksulluk yayılır, değerler çöker ve hatta ruhi açıdan bizzat ibadet bile, insanların işlerini gözeten ve insanların istikrar ve güvenliğini sağlayan devletin yokluğundan etkilenir. Nitekim Allahu Teala, İbrahim Aleyhisselam’ın lisanı üzerinden şöyle buyurmuştur: فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَArtık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” [İbrahim 37]

Üçüncü husus ise imar etmektir: İmar etmek, yeryüzünü ifsat etmek değil ıslah etmektir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَاO, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı.” [Hud 61] İmar etmek, sadece binalar inşa etmek değildir, aksine yeryüzünü iyi bir şekilde imar etmek, adaleti tesis etmek, değerleri yaymak ve kapitalist sistemle veya insan yapımı kanunlarla değil, Allah'ın şeriatıyla hükmetmektir.

Tüm imarlar, Allah'a itaat üzerine kurulmamışsa, zahiri olarak parlak gibi görünse de yıkılmaya mahkumdur. Allah Subhanehu ve Teala insanı, kendisine kul olması ve yeryüzünde halife olması için, yani yeryüzünü heva ve arzularına göre değil de Allah’ın metoduna göre imar etme görevini yerine getirmesi için yaratmıştır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَHani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Halbuki biz, seni övgüyle tesbih ve takdis ediyoruz” demişlerdi.” [Bakara 30] Dolayısıyla Melekler, insanlar ilahi bir metot ve davranışlarını düzenleyen bir sistem olmadan bırakılırlarsa, onların yeryüzünü fesat çıkaracaklarını ve kan döküleceklerini biliyorlardı; bugün somut bir gerçeklik olarak gördüğümüz şey işte budur.

Bu nedenle yaratılışın gayesi sadece ibadet değildir, aksine aynı zamanda İslam'ın hükümlerine göre, yani ıslah temelinde imar etmektir; bu ise ancak İslam'ı uygulayan bir devletin, yani Raşidi Hilafetin varlığıyla gerçekleşebilir. Zira Hilafet olmadan yeryüzünde ıslah gerçekleşmez, ibadet düzenli olmaz, kanlar korunmaz, namus muhafaza edilmez, aksine kaos egemen olur, yolsuzluk yaygınlaşır, haklar ihlal edilir ve toplumlar, güçlülerin zayıfları yuttuğu ormanlara dönüşür.

O halde yeryüzünü gerçek bir şekilde imar etmek ancak Hilafet ile olur; tıpkı ibadetin de ancak Hilafet ile düzenlenebileceği gibi. Zira Hilafet olmadan insanlık yozlaşır, çöküşe ve barbarlığa sürüklenir; bugün dünyanın durumu işte budur.

Dördüncü husus ise davet ve şahitliktir

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيراً وَنَذِيراًBiz seni, ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” [Sebe 28] Dolayısıyla Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in gönderilmesinin gayesi, tüm insanları Allah’ın dinine davet etmektir; aynı şekilde onun ardından İslam ümmetinin görevi de, İslam risaleti tüm dünya için olsun diye bu davete devam etmektir.

İslam'a davet etmek, tercihe dayalı bir görev değil, aksine risaletin esaslarından ve yaratılışın gayelerinden biridir; ayrıca insanlara delil sunmak, sadece onlara İslam davetini bildirmek için olur; dolayısıyla bu büyük görev, ancak dünyaya daveti taşıyan, cihatla İslam'ı yayarak dinin tamamen Allah'a ait olmasını, O'ndan başka kimseye ibadet edilmemesini ve yeryüzünde sadece O'na itaat edilmemesini sağlayan bir devlet tarafından yerine getirilebilir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداًİşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.” [Bakara 143] Milletlere yönelik bu şahitlik, bireysel sözlerle veya duygusal faaliyetlerle gerçekleşmez, aksine ordularını hak için, yani halkları işgal etmek için değil, aksine halkları insana ibadet etmekten kurtarıp insanın Rabbine ibadet etmesini sağlamak için gönderen Hilafet Devleti yoluyla İslam'ı pratik olarak taşımakla gerçekleşir.

Aynı şekilde devlet döneminde bunun sahada uygulanması için davetin yayılmasına, onu koruyacak güce, ona yardım edecek cihada ve delili ortaya koyan şehitliğe ihtiyaç vardır. Bu nedenle Allah yolunda cihad sadece savaşmak değildir, aksine İslam'ı dünyaya taşımanın, kalpleri ona açmanın ve insanları köleleştiren ve onları Allah'ın dininden alıkoyan batıl sistemlerin sahteliğini ortaya çıkarmanın pratik bir yoludur.

İslam ümmeti, İslam risaletini dünyaya tebliğ etmekle sorumludur; zira o, kapalı bir ümmet değil, aksine bir risalet ümmetidir. Ancak bu görevden geri durup dünyaya yönelir ve Batı'nın peşinde solursa, o zaman ümmet zelil olur, zelil ve zayıf bir duruma dönüşür; böylece Allah'ın rızasını kazanamadığı gibi düşmanları ona saygı da duymaz.

İnsanın yaratılış gayesi, felsefe ya da fikri bir lüks değildir, aksine en büyük varoluş meselelerinden biridir. Bu yüzden İslam'ın tüm hayata hükmetmek için geldiğini, ibadet edenlerin kalplerinde ya da Allah'a saygıdan kalbi ürperenlerin olduğu camilerde hapsolmak için gelmediğini anlamamız gerekir.

Eğer ümmet, Allah'ın emrettiği gibi bu gayeleri gerçekleştirmek için geri dönmezse, asla durumu değişmeyecek ve uykusundan da uyanmayacaktır. Dolayısıyla artık bu gayeleri derinlemesine yeniden anlamamızın ve bunları, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak köklü bir değişim yönünde bir bilince, davranışa ve harekete dönüştürmemizin zamanı gelmiştir.

Gayenin bilincinde olmak, yolun başlangıcıdır... Her kim gayeyi kaybederse, haklı olduğunu zannetse bile, dallarda ve kenarlarda kaybolup gider.

Peki insanlar, hükümleri bilmeden nasıl Allah'a hakkıyla ibadet edebilirler ki? İnsanlar aç olan ve kendilerini güvende hissetmeyen mazlumlarken nasıl namazlarında ihlaslı olabilirler ki? Ayrıca insanlar, kendilerine bahşedilen servet ve zenginliklerden mahrum bırakılmışken nasıl Allah'a şükredebilirler ki?

Bugün Müslümanların gerçekliği, kaybolmuşluk, yoksulluk ve yozlaşma olup en büyük şahitlik olan Hilafetin kaybolması da ibadetlerin kaybolmasına ve tüm yönleriyle hayatın ifsat olmasına yol açmıştır. Bu nedenle Hilafetin yeniden kurulması için çalışmak, siyasi bir lüks ya da örgütsel bir hırs değildir, aksine dinin ikame edilmesi ve ibadetin insanların gerçekliğinde Allah Subhanehu ve Teala'nın razı olacağı bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak için şeri bir farz ve kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Hilafet, sadece farzların tacı değildir, aksine tüm farzların koruyucusu olup Hilafet olmadan ümmet yok olur, ibadetleri yok olur ve dini yok olur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muammer El-Hamri – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER