Perşembe, 22 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İrade Yok! Partiler Koltuk Peşinde, Halkın Derdi Kimseyi İlgilendirmiyor

İktidar partilerinin 11 Kasım 2025’te yapılması planlanan seçimler için hazırlık yaptığı bir dönemde, 22 Ağustos 2025 Cuma sabahı özel birlikler, tanklar ve zırhlı araçlarla Süleymaniye merkezindeki Lalehzar Oteli’ne baskın düzenledi. Halk Cephesi Partisi Başkanı Lahur Şeyh Cengi’ni gözaltına almak amacıyla baskın düzenlendiği öğrenildi. Baskın sırasında, bir tarafta Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB) bağlı Terörle Mücadele güçleri, Komando özel kuvvetleri ve Asayiş güvenlik güçleri ile diğer tarafta Şeyh Cengi’nin korumaları arasında saatler süren şiddetli silahlı çatışmalar yaşandı. Çatışmaların sonunda Lahur Şeyh Cengi ve kardeşi Polad’ın gözaltına alındığı, olayda ölü ve yaralıların olduğu bildirildi.

Bu operasyon türünün ilk örneği değil, daha önce de benzer operasyonlar olmuştur. Nitekim bu olaydan sadece on gün önce, 12 Ağustos’ta, KYB’ye bağlı Asayiş güçleri, Yeni Nesil Hareketi lideri Şasivar Abdullah gibi önde gelen liberal muhalifleri tutuklamak amacıyla bir operasyon düzenlemişti. Eşzamanlı olarak, Süleymaniye Mahkemesi’nin “kamu güvenliğini ihlal etme” gerekçesiyle çıkardığı yakalama kararının ardından benzer sivil şahsiyetlere yönelik gözaltı operasyonları düzenlenmişti.

Süleymaniye’de yaşananlar, tüm Irak’ta yaşananların bir yansımasıdır. Bunun başlıca nedeni, yasa dışı kazançları normalleştiren ve kişisel çıkarları için ülkenin kaynaklarını kullanan gruplar arasındaki makam kavgası ve siyasi çekişmedir. Amaç, rakipleri zayıflatmak, etkisiz hale getirmek, hatta onları tasfiye etmek ve saf dışı bırakmaktır. Bu mücadelenin en belirgin yöntemi, “Baas Partisi’nden arınma yasası” veya “yolsuzluk” gibi hukuki mekanizmaların seçici bir şekilde uygulanmasıdır. Abdülgani el-Esedi’nin durumu bu dinamiğin en çarpıcı örneklerinden biridir. Daha önce devletin en kritik güvenlik kurumlarının başında olan bir ismin, seçimlere girmesi gerektiğinde aniden “sakıncalı” ilan edilmesi, Irak’ta hukukun üstünlüğünün değil, siyasi gücün üstünlüğünün geçerli olduğunu acı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu durum, devletin kurumsal yapısının nasıl aşındığının ve siyasi rekabetin ne denli yıkıcı bir hal aldığının bir göstergesidir. Bu durum, devletin kurumsal yapısının nasıl aşındığının ve siyasi rekabetin ne denli yıkıcı bir hal aldığının bir göstergesidir. Şimdi soruyoruz: Bu adam o makamları işgal ederken bu sözde kanunlarınız neredeydi?!

Tüm bu gelişmeler, Irak’ın kaos, korku ve endişe ortamında yaşadığı bir dönemde meydana gelmektedir. Ülkenin sözde egemenliği, Amerika’nın “Koordinasyon Çerçevesi” güçlerinin desteklediği Haşdi Şabi yasasının oylanmasını engellemeye yönelik müdahaleleri ve tehditleri nedeniyle ihlal edilmektedir. Parlamentoda çoğunluğa sahip olmalarına rağmen, Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin yasayı meclisten geçirmeye henüz cesaret edemediği ve kendi destekçilerinin duygularını istismar ederek topu muhalif taraflara atmaya çalıştığı görülüyor. Haber kaynakları, Milletvekili Hadi es-Selami’nin bir açıklamasını yayınladı. Selami, Haşdi Şabi Teşkilatı yasa tasarısının, iktidardaki Koordinasyon Çerçevesi’nin bir toplantısının ardından geri çekildiğini belirtti. Başbakanın toplantıda alınan bu kararı uyguladığını ve yasanın henüz meclise geri sunulmadığını ifade eden Selami, yasanın birinci ve ikinci okumaları tamamlanmış olmasına rağmen Koordinasyon Çerçevesi liderlerinde yasayı geçirme konusunda net bir irade eksikliği olduğuna dikkat çekti. Selami, bu durumun nedeninin “liderler arasındaki makam ve mevki anlaşmazlıklarına” dayandığını iddia etti.

Ey Irak Müslümanları! 2003’teki işgalden bu yana Irak’ı yöneten tüm hain hükümetler, egemenlikten ve ümmetin işlerini gütmekten vazgeçmişlerdir. Bu hükümetler, en alçakça ve en aşağılık yöntemlerle işgalciye hizmet etmekle, iktidar için birbirleriyle boğuşmakla ve ülkenin kaynaklarını ve zenginliklerini yağmalamakla meşgul olmuşlardır. Bu nedenle, bu pisliklerin (necislerin) kökünü kazımadan, ülkeyi onlardan temizlemeden, Amerikalı işgalcinin dayattığı bu kokuşmuş düzeni değiştirmeden ve onun enkazı üzerinde Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurmadan bizler için ne izzet ne de kurtuluş vardır!

İşte, halkına asla yalan söylemeyen Hizb-ut Tahrir, sizleri bu izzete ve bu onurlu hayata davet ediyor. Öyleyse Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emrine icabet edin.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden Bir Heyet, 24 Ağustos 2025 Pazar günü, Beyaz Nil Eyaletindeki İrşad ve Yönlendirme Müdürlüğü’nü Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden -Beyaz Nil’de Rabek şehrindeki- bir heyet, 1 Rabiu’l Evvel 1447 / 24 Ağustos 2025 Pazar günü İrşad ve Yönlendirme Müdürlüğü’ne bir ziyaret gerçekleştirdi. Hizb-ut Tahrir üyesi Dr. Ahmed Muhammed Fadl es-Seyyid başkanlığındaki ve yine parti üyesi Faysal Medeni’nin eşlik ettiği heyet, Beyaz Nil Eyaleti Sekreterlik Başkanı Şeyh Abdul Mahmud el-Mübarek ile bir araya geldi.

Tanışmanın ardından heyet başkanı, bu ziyaretin Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nin Darfur’un ayrılmasını önlemek amacıyla başlattığı kampanya kapsamında gerçekleştirildiğini belirterek, ülke bütünlüğünü tehdit eden bu planın ne denli tehlikeli olduğunu vurguladı. Ülke bütünlüğünün varoluşsal (hayat-memat) bir mesele olduğunu kaydetti.

Heyet ayrıca, partinin geçmişte Güney Sudan’ın ayrılma planını boşa çıkarmak için yürüttüğü kampanyayı hatırlatarak, bu ayrılığın Sudan’a getirdiği felaketlere ve Amerika’nın bu konudaki başarısına dikkat çekti. Heyet, Amerika’nın şimdi de Darfur’u ayırmaya çalıştığını ifade etti.

Görüşmede ayrıca El-Faşer, Dünliç, Kadugli ve Gazze’deki kardeşlerimize yönelik kuşatma ve aç bırakma silahı da gündeme getirilerek, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetin birliğine dair hadis-i şerifleri hatırlatıldı.

Görüşmenin sonunda Şeyh Abdul Mahmud el-Mübarek, heyetimizin söylediklerini canı gönülden destelediğini ifade ederek, ümmetin birliğini silahla dahi olsa savunacaklarını, minberlerin açık olduğunu ve cami imamlarıyla tüm tabanlarını bu varlık yokluk meselesi hakkında konuşmaya yönlendireceklerini ifade etti.

Devamını oku...

Yeni Bir İhanet: Lübnan Yönetimi, Yahudi Varlığı Vatandaşı Bir Mahkûmu Serbest Bıraktı!

Lübnanlı yetkililer, bugün 21 Ağustos 2025 Perşembe günü sürpriz bir kararla, Yahudi varlığıyla bağlantılı olduğu belirtilen Salih Ebu Hüseyin’i karşılıksız olarak serbest bıraktılar! Yetkililer, serbest bırakılan tutukluyu, işgal altındaki Filistin topraklarının Nakura sınırından Yahudi varlığına teslim ettiler.

Bu tahliye kararının, Amerikalı elçiler Barrack ve Ortagus’un Lübnan’a gerçekleştirdiği ziyaretin hemen ardından gelmesi dikkat çekti. Bu tahliye, Yahudi varlığının Lübnan’ın birçok şehir ve köyünü bombaladığı, çok sayıda Lübnanlıyı gözaltına aldığı, sınır köylerini işgal ettiği ve Gazze ile Batı Şeria’daki operasyonlarını sürdürdüğü bir zamana denk geldi.

Yönetimin bu ahmakça ve haince davranışı, hem şer’i ve siyasi anlamda bir suçtur hem de Amerika ve Yahudilerin emirlerine boyun eğmek ve onlarla işbirliği yapmak demektir. Dahası, bu eylem kanunen de bir suçtur. Zira Lübnan kanunları, Yahudi varlığı “düşman ve işgalci” olarak tanımlamaktadır. Hal böyleyken, gizlice ülkeye sızmış bir düşman casusu, nasıl olur da hiçbir yargı kararı ve yasal dayanak olmaksızın salıverilir?

Aslında bu son ihanete şaşırmamak gerek; zira bu ihanet, Lübnanlıların kanına girmiş katil ruhlu Yahudi ajanlarının serbest bırakıldığı ihanetler zincirinin sadece bir halkasıdır. İşin en acı tarafı ise, Lübnan yönetiminin bu tavrı sergilerken, diğer yanda uyduruk “terör” suçlamaları ve Şam devrimine destek verdikleri gerekçesiyle yüzlerce masum evladını ve Suriyeli kardeşlerini on yılı aşkın süredir mahkemeye bile çıkarmadan zindanlarda çürütmesidir. Bu ise, hem kendi evlatlarının hem de Suriye halkının onuruna apaçık bir saldırıdır. Ne acı bir tecellidir ki, bu ihanet kararının alındığı yönetimin başbakanı Selam, daha düne kadar Uluslararası “Adalet” Divanı’nda dokuz yıl boyunca yargıçlık yapmış, Cumhurbaşkanı da bu zulüm dosyalarını bitirme sözü vermiş biridir. Peki soruyoruz, casusu salıvermek, masumları özgür bırakmaktan daha mı öncelikli hale gelmiştir?!

Halbuki bu yönetime yakışan, casusları salıvermek değil; bir an evvel bu masumları serbest bırakmak, maruz kaldıkları eziyetler için onlara tazminat ödemek ve onlara bu zulmü reva gören zalimleri cezalandırmaktı.

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti olarak biz, Lübnan halkına şunları hatırlatıyoruz:

Lübnan’daki mevcut iktidar, İslam beldelerindeki diğer rejimlerin bir uzantısıdır. Bu rejimlerin tamamı meşruiyetini yitirmiştir; kafir Batı’ya ve onun coğrafyamızdaki maşalarına tabidirler. Tek kaygı ve dertleri, Batı’nın çıkarlarıdır, emirlerini uygulamaktır. Halkın menfaatleri ve güdümü zerre kadar umurlarında değil, İslam ideolojisini, akidesini veya hükümlerini minimum düzeyde bile dikkate almıyorlar.

Ey Lübnan halkı ve komşu ülkelerde yaşayanlar! Bu iktidardan ne adalet, ne himaye, ne de bir ilgi beklemeyin! Şundan emin olun ki, Lübnan için tek çözüm; aslına geri dönmesidir. Yani Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesi altında Bilad’uş-Şam’ın bir parçası olmasıdır. Hilafet, işlerinizi güdecek, üzerinizdeki zulmü kaldıracak, hakları sahiplerine iade edecek, Batı’nın iç işlerimize karışmasını engelleyecek, Yahudi varlığını yeryüzünden süpürüp atacak, ajanlığı önleyecek ve ihaneti haram kılacaktır. Hilafet Allah’ın yakında tahakkuk edecek bir vaadidir. İşte bizler onun için çalışıyoruz.

وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيباً“Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

Devamını oku...

Sudan'ın 1889 ile 2019 Yılları Arasında Doğrudan ve Dolaylı Olarak Sömürgeleştirilme Tarihi

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan'ın 1889 ile 2019 Yılları Arasında Doğrudan ve Dolaylı Olarak Sömürgeleştirilme Tarihi

Sudan'daki sömürgeciliğin arka plan tarihini ve aynı şekilde bizzat Sudan bölgesindeki yönetim tarihini anlamak bizim için önemlidir. Sömürgeci İngilizlerin 19. yüzyılda Sudan'ın bölünmesine yönelik çatışmaya teşvik eden şartları oluşturduğu söylenmektedir. 19. yüzyılın başlarına kadar bölge, Func Sultanlığı ve Darfur Sultanlığı da dahil olmak üzere küçük sultanlıklar silsilesi gibi hareket ediyordu. Osmanlı döneminde kırsal bölgelerdeki yönetim, hayatın tüm yönlerini kontrol etmeye çalışan bir tabiata sahip değildi. Bununla birlikte Mısırlı Mehmed Ali Paşa, sonunda Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılabilmek için otoritesini güçlendirmeye çabalayarak Sudan'ın tamamını kendi kontrolü altına almaya çalıştı. Dolayısıyla Sudan, yaklaşık 1882 yılına kadar “Osmanlı Mısır’ın” kontrolü altında kalmaya devam etti.

Daha sonra İngiltere Mısır'ı işgal etti ve 1882'de onu sömürgeleştirdi, ardından da 1899'da Sudan'ı sömürgeleştirdi. Bu durum kısmen, İngiltere ve Fransa arasında Afrika üzerinde yaşanan şiddetli sömürgeci rekabetten kaynaklanmaktadır. Afrika'ya yönelik rekabet, yeni sömürgecilik dönemi olan 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında ikinci sanayi devriminin tetiklemesiyle Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Portekiz ve İspanya gibi yedi Batı Avrupa gücü tarafından Afrika'nın büyük bir kısmının işgal edilip sömürgeleştirilmesi şeklinde gerçekleşti. Bu nedenle İngiltere, Hindistan ve Güney Afrika'daki sömürgelerine giden ticaret yollarından biri olan Mısır ve Nil Nehri üzerindeki kontrolünü güvence altına almaya hırs göstermiştir.

Sudan'ın stratejik önemi coğrafi konumundan açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Sudan, Afrika/Sahil geçiş bölgesinin bir parçasıdır (bu terim Sudan'ı kapsayabilir ancak daha çok, Nijer, Mali, Burkina Faso, Senegal ve Gine de dahil olmak üzere büyük kıtanın batısındaki bölgeyi ifade etmek için kullanılmaktadır) ancak aynı şekilde genel olarak Sahra Altı Afrika'nın da bir parçasıdır. Ayrıca Nil Havzası bölgesinin ülkelerinden biridir ve stratejik öneme sahip Kızıldeniz'in batı kıyı şeridinin bir parçasını oluşturmaktadır. Böylece Sudan'ın İngiltere için stratejik önemi ve ekonomik çıkarları için stratejik su yollarının güvenliğinin sağlanması, 1898 yılında 24.000 askerden oluşan İngiliz-Mısır kuvvetlerinin Sudan'ı işgal etmesine yol açan ana neden olmuştur. Sir Winston Churchill gibileri de dahil olmak üzere İngiliz imparatorluk kuvvetleri, Omdurman Savaşı'nda Sudan Halifesinin ordusuna karşı savaşmıştır. Bu ise Anglo-Mısırlı komutan Herbert Kitchener'in liderliği altında başkent Hartum'un ele geçirilmesini de içeriyordu. Anglo-Mısır kuvvetleri, Sudan kolonisi içindeki varlıklarını ve nüfuzlarını tam olarak pekiştirmeyi başarmışlardır; bunu da İngiliz tacı ve Mısır Hidivi'nin liderliği altındaki Anglo-Mısır'ın Sudan ile ortak ikili yönetimi otoritesini tesis eden birçok antlaşma ve idari politikalar sayesinde gerçekleştirdiler. Teorik açıdan Mısır yönetim rolüne ortak oldu ancak pratik olarak ikili yönetim yapısı içinde Sudan tamamen İngiliz kontrolü altındaydı. Yöneticiler ve müfettişler genellikle İngiliz subaylardı ancak teknik olarak Mısır ordusunda hizmet ediyorlardı; hükümet ve kamu hizmetindeki önemli şahsiyetler ise her zaman İngiliz üniversitelerinden ve askeri okullarından mezun olanlardan oluşuyordu. Nihayetinde bu, 1 Ocak 1956 yılında bağımsız ve egemen Sudan devletinin kurulmasına kadar İngiltere'nin Sudan'ı kontrol altında tuttuğu bir mekanizma haline gelmiştir. Öte yandan İngiltere 1916 yılında Darfur'u işgal etmiş ve başkent El Fashir'i ele geçirmiştir. Darfur Sultanı Ali Dinar, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlılara çok sadık bir sultan olarak bilinmektedir. O zamandan “bağımsızlığa” kadar Darfur, Sudan'a bağlı olarak kalmaya devam etmiştir. İngiltere 1953 yılında doğrudan kontrolünü bıraktı ancak İngiltere'nin daha önce işgal ettiği bölgelerde her zaman olduğu gibi çatışmalar devam etmiştir.

İngiltere bölgeyi etnik ve dini olarak klasik "böl ve yönet" yaklaşımıyla kontrol etmiştir. Kuzeydeki en çok sömürgeleştirilmiş topluluklara, batı ve güneydeki en çok Afrikalı topluluklar üzerinde otorite verilmiştir. Dolayısıyla İngiliz idareciler ülkeyi, Kuzey ve Güney Sudan olmak üzere iki ayrı bölgeye ayırmışlardır. “Güney politikası” olarak bilinen bir süreç sayesinde Güney Sudan, ekonomik olarak daha gelişmiş olan kuzeyden ayrı olarak yönetilmiştir. Ayrıca güneyde bulunan putperest dini inançların olduğu her yerde, Hıristiyan misyonerlik faaliyetleri kurulmuştur. Dolayısıyla 2011 yılında Sudan'dan ayrılan yeni Güney Sudan'ın nüfusunun %60'ı Hristiyan, %34'ü putperest ve %6'sı da Müslüman'dır.

Nitekim bu, son yirmi otuz yıl boyunca fay hatlarını oluşturan aynı kabilevi bölünmelerdir.

Graham Thomas'ın, 1990 yılında yayınlanan “Sudan: Hayatta Kalma Mücadelesi” başlıklı çalışmasına göre, “Kuzey ve güney arasındaki bölünmenin devamı, Kitchener'ın güney eyaletlerinin Hristiyanlığı benimsemesine izin verirken, Sudan'ın kuzeyinin Müslüman kalmaya devam etmesine karar vermesiyle daha da güçlenmiştir.” Güney politikası, Güney Sudan'da güneyli olmayanların hareketini kısıtlayan 1922 tarihli Kapalı Bölge Yasası ile aynı zamana denk gelmiştir.

1896'dan 1956'ya kadar süren İngiliz saldırganlığı ve sömürgeciliğinin akabinde, sonraki on yıllarda dolaylı siyasi ve kültürel sömürgeciliğe, yozlaşmış kapitalist değerlerin yayılmasına ve İngiltere ile Amerika arasında eski ve yeni sömürgecilik çatışmasına tanık olunmuştur.

Sonuç olarak Sudan, 1956'daki bağımsızlığından bu yana, Amerika ve İngiltere'nin etnik ve siyasi bölünmeleri derinleştiren yoğun silah enjeksiyonları nedeniyle, sürekli bir çatışma ve şiddet hali içinde kalmıştır.

Özellikle Amerika, 1969'daki Numeyri darbesinden bu yana birçok darbeyi gerçekleştirmek için orduyu kullanmıştır. Zira Sudan, 1972'den bu yana Amerika ile güçlü bir siyasi ittifakla birlikte Amerikan nüfuzu altındadır. Nitekim Başkan Cafer Numeyri, 1979 ile 1985 yılları arasında beş kez özel ziyaret ve bir kez resmi iş ziyareti için Amerika'yı ziyaret etmiştir. Dolayısıyla o, iki Sudan devlet başkanından Amerika’yı ziyaret eden tek kişiydi.

1979 yılında Amerikan petrol şirketi Chevron, Yukarı Nil'in Bentiu bölgesinde petrol yatakları keşfetmişti. Numeyri ise o dönemde güneyin petrole sahip olduğunu inkar etmişti.

Sudan'ın petrol serüveni, kuzey ile güney arasında çıkan ve 1972'de Addis Ababa Barış Anlaşması'yla sona eren ilk iç savaştan kısa bir süre sonra Amerikan petrol şirketi Chevron ile başlamıştır. Cafer Numeyri'nin (1969-1985) Amerikan ajanı olarak görev yaptığı dönemde, doğal olarak ABD ile diplomatik ilişkilerin güçlendirilmesini memnuniyetle karşılamıştı. 1982 yılında Sudan, Sahra Altı Afrika'daki herhangi bir ülkeden daha fazla yani 160 milyon ABD Doları ABD yardımı ve 100 milyon ABD Doları da askeri yardım almıştır. 1983 yılında Numeyri'nin ABD'yi ziyareti sırasında Ronald Reagan, Sudan'ın ABD'nin nüfuzu altında olmasının önemi vurgulayarak şöyle demiştir: “Sudan'ın özel sektörünü canlandırma ve ekonomik ilerlemeyi engelleyen hükümet politikalarını reform etme çabalarını takdir ediyoruz. Ekonomik kalkınma Sudan halkı için son derece önemli olup bu çabada ABD, dostuna yardım elini uzatmaktan mutluluk duyar.”

Amerika'nın, Obama dönemi olan 2011 yılında Güney Sudan'ın ayrılmasının ve Güney Sudan devletinin kurulmasının uygulanmasına liderlik ettiği bilinmektedir. Bu ise ABD'nin, tüm isyancıları ve hareketlerini tek bir hareket altında birleştirmeye çalışan ajanı John Garang'ın liderliğinde 1983 yılında Sudan Halk Kurtuluş Ordusu adlı ayrılıkçı bir hareket kurmasının ardından gerçekleşmiştir.

Ulusal Ümmet Partisi'nin başkanı Sadık el-Mehdi, İngiltere'ye olan sadakatiyle bilinmektedir. Dolayısıyla 1986 ile 1989 yılları arasında Sudan hükümetine başkanlık etmiş ve Beşir'in darbesiyle devrilmişti. Nitekim 2005 yılında, Beşir rejimi ve Sudan Halk Kurtuluş Hareketi kapsamlı bir barış anlaşması imzalamıştır. Barış görüşmeleri ise, Kenya liderliğindeki Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi'nin (IGAD) himayesinde ve ABD, İngiltere ve Norveç'ten oluşan "Troyka’nın" desteğiyle yirmi birinci yüzyılın ilk on yılının başlarında başlamıştır. Nitekim Kapsamlı Barış Anlaşması, tek devlet ve iki sistemden oluşan bir yönetim kurmuştur; zira Kuzeyde İslam şeriatı uygulanırken, güney ise laik olarak kalmaya etmiştir; bu da sonunda 2011 yılında Güney Sudan'ın bağımsızlığına yol açmıştır. Bir yıl sonra da Doğu Sudan Barış Anlaşması imzalanmıştır. Böylece 1989'dan 2019'a kadar, ülkede Amerikan nüfuzunu pekiştirmek ve ardından güneyi bölme düşüncesini hayata geçirmek için Ömer El Beşir ve yandaşlarını iktidara getiren Amerika olmuştur. Böylece kuzeyi ve güneyi ile Sudan, tamamen Amerikan nüfuzu altına giren bir bölge haline gelmiştir.

Bununla birlikte Avrupa, özellikle de Sudan'daki eski nüfuzu ve ülkedeki ajanları nedeniyle İngiltere, Sudan'daki nüfuzunu geri kazanmak veya en azından Amerika ile paylaşmak için mümkün olduğunca müdahale etmeye çalışmıştır. Örneğin 1983 yılında Amerika, John Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'ni kurduğunda, İngiltere bu harekete adamlarını sızdırmaya çalışmıştır. Nitekim bu süre zarfında, İngiltere'de Bradford Üniversitesi'nde endüstri mühendisliği ve stratejik planlama okuyan Riek Machar, Sudan'a dönerek Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'ne katılmıştır. Ancak o dönemde onunla Sudan Halk Kurtuluş Hareketi lideri John Garang arasında bir çatışma ve kavga olmuş, bu da onu 1991 yılında hareketten ayrılmaya zorlamıştır. John Garang’ın, Riek Machar'ı İngiliz ajanı olmakla suçlamasının yanı sıra Riek Machar'ın eşi Emma Macon da bir İngiliz olup UNICEF tarafından finanse edilen İngiliz/Kanadalı bir yardım kuruluşu olan Street Kids International'ın çatısı altında çalışıyordu. Ayrıca John Garang onu İngiliz istihbaratıyla çalışmakla suçlamış ve Garang, kendisiyle Machar arasındaki savaşa “Emma Savaşı” adını vermişti. Nitekim 1993 yılında Nairobi'de geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Daha sonra Machar, Garang'ın hareketinden ayrılmanın ve birçok ayrılıkçı hareketin arasından başka bir ayrılıkçı hareket kurmanın bir yolunu aramaya başlamış olup özellikle 1997 yılında Ömer El Beşir ile bağımsız bir ayrılıkçı olarak görüşmelere başlamış ancak bunu gerçekleştirmede başarısız olmuştur. Dolayısıyla Garang'ın liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ordusu, en önde gelen ve en etkili bir hareket olarak kalmaya devam etmiş ve bunun sonucunda Machar, İngilizlerin teşvikiyle bu harekete geri dönmeye çalışmıştır. Nitekim kabilesi “Nuer”ün büyük nüfuzu nedeniyle Amerika, onun İngiliz ajanı olduğunu bilmesine rağmen geri dönmesini onaylamıştır. Dolayısıyla Amerika, onu kontrol altına alması ve kendi liderliği altında tutması için Garang'a onun geri dönmesini kabul etmesi için talimat vermiştir; çünkü Amerika, onun arkasında duran kabilenin güneydeki en büyük ikinci kabilenin olması nedeniyle onun ağırlığını biliyordu. Ancak hareket içindeki anlaşmazlıklar devam etmiş ve Garang, hareketin ikinci adamı olarak onu atamamayı tercih etmiş, aksine daha düşük rütbeli Salva Kiir'i atamıştır.

Güney Sudan'ın şu anki başkanı Salva Kiir Mayardit, Amerika'nın gerçek bir ajanı olup liderliğine yönelik her türlü muhalefet susturulmuştur. Bununla birlikte 2011'den 2013'e kadar yardımcısı olan Riek Machar, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nde varlığını sürdürerek onları kontrol altına almayı ve kendi denetimi altına sokmayı hedeflemişti; çünkü farklı hareketler halinde kalmaları durumunda, kontrolü dışındaki bu hareketler rakip Avrupa ülkeleri, özellikle İngiltere için bir kapı olacak, dolayısıyla bu da Amerika'nın projeleri için bir engel teşkil edecekti.

Sudan'ın şu anki sorunlarının çoğu, İslam hadaratının dünyada ve bölgedeki yokluğunun bir sonucu olarak görülebilir. Bunun ise insanlık acılarıyla doğrudan bir ilgisi vardır. Ancak yine de gelecek olumlu olabilir. Dolayısıyla İslam ve Hilafet Devleti'ni bir çözüm olarak düşünmemiz bir hayal ürünü değildir. Aksine bunun gerçek bir hırs olması gerekir. Örneğin Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye girmeden önce, Yesrib -Evs ve Hazrec- kabileleri yıllardır savaş halindeydiler. Beni Nadir ve Beni Kureyza gibi bölgedeki diğer kabileler ise, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için onları birbirlerine düşürüyordu ancak Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelişi bunu değiştirmiştir. Zira İslam bir sistem olarak kurulmuş olup bu sistemden merhamet yayılmaktadır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala bizlere, Allah'ın sağlam ipi olan İslam'a sımsıkı sarılmamızı ve parçalanmamamızı hatırlatmıştır; çünkü onların aralarındaki ayrılık ateş çukurunun kenarı mesabesinde olup bundan kurtulmanın tek yolu İslam hidayetini ikame etmektir.وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُم عَلَى شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعلَّكُمْ تَهْتَدُونَHep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” [Al-i İmran 103]

Kapitalizmin gölgesinde Sudan, diğerlerinden daha fazla acı çekmekte olup İslam'ın gölgesinde kelimenin tam anlamıyla refah içinde yaşamıştı ve kesinlikle yeniden bu refaha kavuşması mümkündür.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sureyya Emel Yesna

Devamını oku...

Geriye Sizi Kullanmadık Bir Tek Mutant Yahudi Varlığı Kalmıştı Ey Yemen Halkı! Hala Akletmeyecek Misiniz?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Geriye Sizi Kullanmadık Bir Tek Mutant Yahudi Varlığı Kalmıştı Ey Yemen Halkı! Hala Akletmeyecek Misiniz?!

Haber:

Yahudi Donanması'nın eski komutanı Tümgeneral Eliezer Chini Marom, Yemen'in yükselen yetenekleri konusunda artan endişesini ortaya koyarak, varlığının “Yemenlilerin füze üretme kabiliyetine sahip olduğunu” her zaman hatırlaması gerektiğini vurguladı.İbranice radyo istasyonu 103 FM ile yaptığı röportajda, Yemen'e karşı doğrudan bir cephe açmanın gerekliliğine atıfta bulunarak, “şimdi Yemen sahasıyla ilgilenilmesi” gerektiğini vurguladı.

Eliezer, Aden'deki koalisyon yanlısı hükümetin Husilerle tek başına başa çıkmaya hazır olmadığını kabul etti ancak yerel güçlerin harekete geçirilmesinin mutlaka ele alınması gereken bir seçenek olduğu konusunda ısrar ederek varlığının bu yöndeki çabalarının sınırlı olduğuna işaret etti.

Yorum:

Yemen halkını bugünkü parçalanma ve bölünme durumuna ulaştıran şey, Yemen üzerindeki uluslararası çatışmadır;bu ise Allah'ın onlara emanet ettiği risaletlerinin cahili olmalarının, aynı şekilde kendi aralarında savaşmanın haram olduğunu bilmemelerinin ve akıllarını, kendilerini çarpık iktidar koltuklarına getirenlere hizmet etmekten ve koltuklardaki bekalarını korumaktan başka bir şey bilmeyen liderlerine teslim etmelerinin bir sonucudur; bu da düşmanlarının onları, doğrudan ya da dolaylı olarak kendileriyle yakında ve uzaktan hiçbir ilgisi olmayan bir çatışmanın araçları ve yakıtları haline getirmelerine neden olmuştur.

Sonra bugün maymunların ve domuzların kardeşleri gelmiş, dün iman ve hikmet sahibi olanların ve dinin ilk günlerinde onu destekleyen ve Sevgili Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in günlerinde davet ve cihad yoluyla dünyaya dini taşıyanların torunlarını, kör bayraklar altında aynı akideye sahip insanlar arasındaki iç savaşın yakıtı olarak kullanmak, böylece onların dünya ve ahiretlerini kaybetmelerini istiyorlar.

Allahu Teala'yı razı etmek ve Beytu'l Makdis'i ve işgal altındaki diğer Müslüman toprakları Yahudilerden kurtarmak isteyen kimsenin, yapay sınırlara razı olan çok sayıda devletler, düşmanları tarafından ümmete dayatılan ithal sistemler, kışkırtıcı ırkçı söylemler, İslam akidesine sahip kardeşlerimizi öldüren, yok eden ve yerlerinden edenlerle normalleşme ve tek endişesi bu dünya ve onun sahte süsleri olan Ruveybida yöneticilere boyun eğmek için değil ümmeti tek bir sancak, tek bir yönetici ve tek bir devlet altında birleştirmek için hazırlık yapıp çalışması gerekir.

Yemen halkının görevi, bir araya gelmeleri, dinlerini anlamaları ve kardeşlerine, gür bir sesle hak ve adalet devleti olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için kendileriyle birlikte çalışmak için çağrıda bulunanlarla birlikte çalışmalarıdır kiböylece o devletin gölgesinde onurlu bir hayat yaşasınlar, kıyamet gününde Allah Azze ve Celle'nin huzuruna kendilerinden razı olunmuş bir şekilde çıksınlar ve genişliği gökler ve yer kadar olan muttakiler için hazırlanan cennette O'nun rahmetine nail olanlardan olsunlar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER