Salı, 20 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Suudi Arabistan ve Pakistan Arasında Ortak Savunma Anlaşması ve Bunun Anlamı!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Suudi Arabistan ve Pakistan Arasında Ortak Savunma Anlaşması ve Bunun Anlamı!

17/09/2025 günü, Suudi Arabistan ile Pakistan arasındaki ortak stratejik savunma anlaşması duyuruldu.Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Pakistan Başbakanı Nevaz Şerif tarafından yayınlanan ortak açıklamada şöyle geçti: “İki taraf arasında imzalanan ortak stratejik savunma anlaşması, iki ülkenin güvenliğini güçlendirme ve bölgede ve dünyada güvenlik ve barışı sağlama yönündeki çabalar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.Bu anlaşma, iki ülke arasındaki savunma işbirliği yönlerinin geliştirilmesini, herhangi bir saldırganlığa karşı ortak caydırıcılığın güçlendirilmesini ve iki ülkeden birine yönelik herhangi bir saldırının her ikisine yönelik bir saldırı olarak kabul edilmesini amaçlamaktadır.”

Birçok kişi bu anlaşmanın anlamını sorgularken bazı Müslümanlar da bunun Yahudi varlığına karşı bir ittifak olduğunu zannetmekte ve bazıları da bunun Suudi parası ile Pakistan'ın nükleer gücü arasında, Müslümanlar için caydırıcı bir güç oluşturacak bir ittifak olduğunu yazmaktadır. Ancak aşağıdaki nedenlerden dolayı bunun doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır:

1- Suudi rejimi Amerika'ya tabi olup bunu kanıtlayan pek çok delil vardır ve bu delillerin en sonuncusu, bölgedeki diğer ülkelerle birlikte Gazze'deki savaşı durdurması için Amerika'ya yalvarmasıdır. Nitekim Amerika'nın emirlerine boyun eğmekte, Gazze halkına yardım etmemekte ve Gazze halkını, onları dilim dilim doğrayan, aç bırakan, evlerini, okullarını, hastanelerini başlarına yıkına ve bir yerden bir yere sürgün eden düşmana terk etmektedir.Dolayısıyla bu rejim, Amerika'nın emirlerine boyun eğerek Gazze halkını desteklemek için müdahale etmemiştir.

Son olarak bu rejim, Amerika Başkanı Trump'ın Gazze'deki savaşı sona erdirme planını memnuniyetle karşılamıştır; oysa bu plan, Yahudi varlığının, mücahitleri silahsızlandırma, Gazze'nin güvenlik kontrolünü Yahudilere bırakma, onun suçlarını örtbas etme ve bunların unutulmasına yol açma taleplerini karşılamaktadır.

Nitekim bu rejim, geçen Mayıs ayında Amerikan Başkanı Trump'ın Riyad ziyareti sırasında Amerika'ya olan desteğini açıklamış ve Amerikan ekonomisini ve silah ve füze geliştirme alanındaki Amerikan askeri projelerini desteklemek için Trump'a 600 milyar Doları aşan yüz milyarlarca dolarlık mali destek sağlamıştır ki bu paranın bir kısmı, Gazze'deki Müslümanları öldürmek için Yahudi varlığına gönderilen silahların bedelidir.

2- Pakistan rejimi de aynı şekildedir; zira o da Amerika'ya tabidir. Suudi Arabistan ve diğerleri ile birlikte Gazze'deki savaşı durdurması için Trump'a yalvaranlar arasında olup Trump'ın emirlerine boyun eğerek Gazze halkını desteklemek için harekete geçmemiştir. Ayrıca Trump'ın Gazze'deki savaşı sona erdirmeye yönelik son planını da memnuniyetle karşılamıştır.

Geçen Mayıs ayında Trump'ın, Hindistan ile çatışmaları durdurmasını talep ettiğinde onun emirlerine boyun eğmiştir; oysa bu, Hindistan'ın gücünü kırmak ve ardından Keşmir'i özgürleştirmek amacıyla harekete geçmek için bir fırsattı.

Nitekim Pakistan Başbakanı Nevaz Şerif, Trump'ın emirlerine uyacağını açıkladığı gibi Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı ve Pakistan ordusunun fiili komutanı Asim Munir de, Aralık 2023'te Amerika'yı ziyaret ettiği sırada ordu komutanlığını devraldıktan sonra ve aynı şekilde geçen Ağustos ayında yaptığı son ziyaretinde Amerika'ya olan sadakatini ilan etmiştir.Amerika'ya olan sadakatini teyit etmek için, Amerikan Başkanı Trump'ın İslam ümmetine karşı savaşa girdiği ve Gazze halkının soykırımına, yerlerinden edilmesine, evlerinin yıkılmasına ve oranın tatil beldesine dönüştürülmesine destek verdiği bir zamanda, Trump'ı Nobel Barış ödülüne aday gösterdiğini açıklamıştır.

3- Suudi Arabistan ve Pakistan rejimleri daha önce ABD'nin Afganistan'ı işgalini desteklemişler ve Amerika’ya teslim olana kadar da onun buradaki planlarını desteklemeye devam ediyorlar.Pakistan, Sovyet ve Amerikan işgali sırasında kendisine sığınan Afgan mültecileri sınır dışı etti, bu da Afganistan ile olan ilişkilerde gerginliğe yol açtı, hatta onunla sınır çatışmalarına bile girdi. Dolayısıyla kendi topraklarını, Amerika'nın Afganistan'a karşı harekete geçmesi için bir başlangıç noktası haline getirmiştir.

4- Bu nedenle Suudi Arabistan ve Pakistan rejimlerinin liderlerinin bu çerçevenin, yani Amerika'ya bağlılığın dışına çıkmaları, ardından Amerika'nın talimatı veya onayı olmadan ortak savunma anlaşması ilan etmeleri düşünülemez.

5- Bu ve mevcut şartlar ışığında, bunun anlamı aşağıdaki noktalarda anlaşılabilir:

a- Bu iki rejim, sanki Gazze halkını desteklemeye veya projesinde Suudi Arabistan'ın bir kısmını da kapsayan “Büyük İsrail” projesini gerçekleştirmek istediğini açıklayan Yahudi varlığına karşı koymaya hazırlanıyormuş gibi yaparak sıradan insanları aldatmaktadır. Yahudi varlığı, Yahudi esirlerin serbest bırakılması ve Hamas'ın Yahudilerin taleplerine boyun eğmesi için kendi topraklarını müzakerelerin yeri haline getirerek kendisine büyük hizmetler sunan Katar'a saldırdıktan sonra, bölgedeki tüm ülkelere tehditler yağdırmıştır.

b- Amerika, Pakistan'ın Hindistan ve Keşmir meselesiyle meşgul olmasını engellemek ve onun Orta Doğu meselesine odaklanmasını sağlamak istiyor.Böylece Çin'e karşı koyması için yönlendirdiği ajanı Hindistan'ı rahatlatacak, onun Keşmir üzerindeki kontrolünü tamamen genişletecek, Hinduları buraya yerleştirecek ve onun iki ülke arasındaki nehirleri kontrol etme projelerini güçlendirecektir.

c- Amerika, tüm İslam beldelerini kapsayacak şekilde George W. Bush'un başkanlığı döneminde başlatılan Büyük Ortadoğu fikri yeniymiş gibi Trump'ın yeni Orta Doğu fikrini ortaya atmıştır.Pakistan ve diğerleri de bu fikre ve bölgeye yönelik plana dahil olmuşlardır.Bu fikrin en önemlisi, Yahudi varlığının tanınması ve İbrahim Anlaşmaları kapsamında onunla ilişkilerin normalleştirilmesidir.Suudi Arabistan bu büyük ihanet anlaşmalarını kabul ettiğini açıkladığı anda Pakistan da buna dahil olacaktır.

d- Amerika'nın en önemli hedeflerinden biri de bölgede Yahudi varlığını pekiştirmektir; zira Yahudi varlığı, Amerika'nın bölgedeki üssü ve Amerika'nın nüfuzunu pekiştirmek ve ümmetin kurtuluşunu, onun kalkınmasını ve vaat edilen Hilafetinin kurulmasını engellemek için daha önce yaptığı gibi doğrudan savaşa girmeden saldırı yapabileceği bir koludur.Dolayısıyla Amerika, tüm Müslüman ülkelerinden, ümmetin bedenine yabancı olan bu varlığı hazmetmesini, onu tanımasını, onu meşru olarak kabul etmesini ve herkesin, Filistin devleti adı verilen silahtan arındırılmış bir Filistin varlığının kurulması gibi -ki bu, daha çok Filistin'in bir kısmı üzerindeki özerkliğe benzemektedir- boş vaatler karşılığında Yahudi varlığının iki kıblenin ilki ve Harameyn'in üçüncüsünün bulunduğu Müslümanlar için izzetli olan İslami toprağı gasp etmesini unutmasını istemektedir.Yahudi varlığının ise bunu reddettiği ve pratik olarak bunu imkansız hale getirdiği bilinmelidir; dolayısıyla Filistin devleti kurma projesi, bir hayal, insanları oyalama, onları saptırma ve Filistin'in kurtuluşu için sorumluluktan kaçma olarak kalmaya devam edecektir.

e- Anlaşma, ikisinden birine yönelik herhangi bir saldırının her ikisine yönelik bir saldırı olduğunu öngörmektedir; yani Yahudi varlığı herhangi bir bahaneyle Suudi Arabistan'a saldırırsa, Pakistan Suudi Arabistan'ı savunmak ve Yahudi varlığına saldırmak zorunda kalacaktır.Yahudi varlığı Pakistan'ın nükleer reaktörlerine saldırı düzenleyip nükleer gücünü yok etmeye çalıştığında da aynısı olacaktır. Amerika'nın desteklediği bu kibirli ve zorba varlık, güvenliği için tehdit olarak gördüğü her yeri vuracağını söyleyerek bölgedeki tüm ülkeleri tehdit etmiştir.Geçmiş tarihte Pakistan'ın nükleer gücüne saldırmakla tehdit ettiği de bilinmelidir.

Tüm bunlara dayanarak bu rejimlerden ve onların anlaşmalarından bu ümmet için hiçbir hayır umulmaz; bu yüzden bunun bilincinde olmak gerektiği gibi bu rejimleri değiştirmek içinde de çalışmamız gerekir; çünkü bu rejimler, ümmetin düşmanlarına teslim olmuşlar, dahası onlara hizmet ediyorlar, onları memnun etmek için çalışıyorlar, onları destekliyorlar ve düşmanların ümmete karşı işledikleri suçlara karşı sessiz kalıyorlar ki bu suçların en sonuncusu Gazze'ye yönelik saldırılarıdır.

Dolayısıyla çalışmanın, İslam beldelerini Allah'ın indirdikleriyle yönetecek tek bir devlet altında birleştirmeye odaklanması gerekir ki böylece yaklaşık 13 yüzyıl boyunca olduğu gibi Amerika'ya karşı durup onu bölgeden kovacak, Filistin ve Keşmir'i Yahudilerin ve Hinduların pisliklerinden temizlediği gibi diğer işgal altındaki ülkelerden de temizleyecek, her yerdeki Müslümanlara yardım edecek ve geride savunma, ekonomi veya ikili ilişkileri güçlendirme gibi anlaşmalar imzalayarak Müslümanları aldatan bölünmüş devletler bırakmayacak küresel süper bir güç haline gelebilsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur

Devamını oku...

Kindar Rusya ile İlişkiler! Bu Kavmin Nesi Var?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kindar Rusya ile İlişkiler! Bu Kavmin Nesi Var?!

Haber:

Genelkurmay Başkanı General Ali el-Nasan başkanlığındaki Suriye Savunma Bakanlığı'ndan resmi bir heyet, Rusya'nın başkenti Moskova'ya geldi ve burada Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Yunus Bek Yevkurov tarafından karşılandı.Bu ziyaret, iki ülkenin savunma bakanlıkları arasında koordinasyon mekanizmaları geliştirme ve ortak askeri işbirliğini güçlendirme çabaları kapsamında gerçekleşmiştir.

Bu ziyaret, Temmuz ayı sonunda Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Savunma Bakanı Murhef Ebu Kusra'nın katıldığı ve Rus üst düzey yetkililerle bir dizi görüşmelerin yapıldığı önemli Moskova ziyaretinden birkaç hafta sonra gerçekleşmiştir.Bu ziyaret, ekonomi, savunma, siyaset ve yeniden yapılanma dosyalarını ele alan geniş görüşmelere tanık olmuştur.

Şam'da Suriye Dışişleri Bakanı ile düzenlediği ortak basın toplantısında Novak, bir sonraki aşamanın iki ülke arasında “yeni bir sayfa açacağını” ve gelecekteki işbirliğinin karşılıklı saygı ve ortak çıkarlar temelinde olacağını vurguladı.Ayrıca kısa süre önce Şam'a gelen Rus heyetinde, özellikle ekonomi, savunma ve siyaset gibi hayati dosyaları içeren kapsamlı görüşmeler yapmak için bakanların, askeri yetkililerin ve diplomatların yer aldığını açıkladı.

Yorum:

Rusya’nın gerçekliğini tekrar hatırlatalım; çünkü unutkanlığın birçok kişinin zihnine musallat olduğu açıktır! 30 Eylül 2015 tarihinde tam da bu günlerde Rusya, rejimin yanında ve devrime karşı Suriye'ye doğrudan askeri müdahaleye başlamıştı.   İşte o aşamadan beri, öldürmek farklı bir renge dönüşmüş, kanın kokusu farklı bir tada bürünmüş ve hatta ülkenin özellikleri bile değişmiştir.Nasıl olmasın ki; zira Rusya, tüm gücüyle suçlu Esad'ın yanında durmak, hiçbir caydırıcı ve engelleyici olmadan bizi istediği gibi öldürmek, dahası rejime siyasi ve askeri destek ve koruma sağlamak için gelmiştir.

Kindar Rusya, evlatlarımızın birçoğunu öldürmüş ve ülkemizin büyük bir kısmını yok etmiştir.Soçi Rusyası, Astana Rusyası ve tuzak kuran, kindar ve suçlu Rusya... İdlib'in batı kırsalındaki Badama katliamını yapan Rusya, Cisr eş Şuğur kırsalındaki el-Hamama katliamını yapan Rusya ve Ayn Şib katliamını yapan da Rusya'dır...Devrimin beşiği olan bölgede düzenlediği 5.751 saldırı sonucunda sivil halkımızdan 4.073 kişiyi öldüren ve 8.431 kişiyi yaralayan da Rusya'dır.

Ey beyler! Katil İran ve Lübnan'daki partisi devrimi engellemekten aciz kalınca müdahale eden ve bölgedeki Amerika'nın ajanının devrilmesini önlemek için demir yumrukla gelen işte bu Rusya'dır.Peki nereye gidiyoruz beyler? Pusula yolunu mu kaybetti yoksa?!!

Rus uçaklarının yukarıdan lavlarını döktüğü siperlerin sahipleri sizler değil misiniz?! Defalarca çarpışan ve sizin onları onların da sizi öldürdüğü kişiler siz değil misiniz ve sizin hatlarınızı kırmaktan aciz kaldıklarında bizi ve halkımızı öldürenler de onlar değil midir?!

Batı'nın topraklarımızdaki nüfuzuna son verme sloganı, garip bir slogan değildir; zira yıllardır insanlar ülkelerin, projelerinin ve eylemlerinin oluşturduğu tehlikeyi idrak etmişler, bunun sloganını atmışlar, çözüm ve eylemlerinde buna çağrıda bulunmuşlardır. Peki o halde nasıl olur da bugün, onlarla yaptığımız toplantılarla bu nüfuzu pekiştirmek için çalışabiliriz?!Bu yüzden ülkemizden kökünden sökülüp atılması gerektiği gibi özellikle bedenimizde açtıkları yaranın boyutunu gördükten sonra her türlü ilişkiyi koparmamız gereken ilk kişiler onlardır. Ayrıca çocuklarımızın derisini yüzdüler; o halde siz nereye gidiyorsunuz?!!

Size karşı katliamlar işleyenlerle ilişkiler kurulması ciddi bir siyasi hatadır;zira bu, onun karşısında gücünüzü azaltır, ağırlığınızı zayıflatır ve onların gözündeki imajınızı zedeler. Nasıl olmasın ki; zira düşman sizi, öldürdüğü ve yerinden ettiği bir kurban olarak görüyorken sonra da sizi aynı masada kendisiyle otururken görüyor!Sakın bana ilişkilerin böyle döndüğünü, savaşın bittiğini, yeni bir aşamaya girdiğimizi ve dünyaya açılmamız gerektiğini söylemeyin! O zaman ben de size derim ki: Geçmişini unutan biri, mevcut durumda hiçbir şey başaramayacak ve geleceğe doğru da ilerleyemeyecektir. Zira geçmişi olmayanın bir geleceği de olmaz.

Rusya'nın eylemleri, tuzakları ve ihanetleri hakkında bahsettiğimiz onca şeyden sonra, “Allah geçmişi affetsin” diyebilir miyiz? Bizimle Rusya arasında olanlar sadece bir mahalle kavgası sorunu muydu?! Oysa kanlar, vücut parçaları ve kanla yazılmış bir tarih vardır. Bu, Rusya'nın bize ve devrimimize karşı yazdığı en karanlık bir tarihtir. O halde bunu göz ardı etmeyin; çünkü bir suçlu, katil ve katilin suç ortağıyla ilişkiden bahsetmenin hiçbir fikri kıymeti yoktur.

Bu tehlikeli bir kayma, felaketle sonuçlanacak bir adım ve daha fazla sonuçlara yol açacak bir eylemdir.Gelin şunu bir tavsiye ve hatırlatma olarak kabul edin: “Atana düşman olan biri, sana sevgi beslemez.”Seni öldüren kişi, senin için bir dost, destekçi veya koruyucu olmaz.Mucir veya Amer’in durumu gibi olmaktan sakının; yoksa aynı kaderi paylaşırız!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della

Devamını oku...

Gerçek Çıkış Yolu Hilafettir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gerçek Çıkış Yolu Hilafettir!

Haber:

ABD Başkanı Trump Pazar günü yaptığı açıklamada, Gazze savaşını sona erdirme planına ilişkin müzakerelerin son aşamada olduğunu söyledi ve Pazartesi günü Beyaz Saray'da Yahudi varlığının Başbakanı Netanyahu ile yapacağı görüşmede bir anlaşmaya varılacağını umduğunu belirtti. (El Cezire Net)

Yorum:

Trump'ın Gazze'deki savaşı sona erdirmek için hazırladığı 21 maddelik planın tamamı, Yahudi varlığının lehine olup Netanyahu'nun savaşı sona erdirmeye yönelik vizyonuyla uyumludur.Bu planın en dikkat çekici yanı, Yahudi güçlerinin Gazze'den kademeli olarak çekilmesi, Yahudi esirler dosyasının sonlandırılması veya ABD öncülüğünde geçici uluslararası güçlerin konuşlandırılması için bir takvimin belirlenmemiş olmasıdır.Gazzelilere yönelik bunca zulme rağmen Filistin devletine dair hiçbir metin bulunmamaktadır.

Amerikan politikası, Irak ve Suriye'de olduğu gibi felaketten önce değil, felaketten sonra planlar yapmaya dayanmaktadır. Böylece Amerikan başkanı, sadece bir kriz yöneticisi değil, büyük çözümler üreten bir adam olarak görünmektedir. Bu ise Washington Post'un sızdırdığı, Gazze'nin yeniden inşasına yönelik bir vizyon içeren bilgiyle teyit edilmiştir. Eğer sızdırılan bu bilgiler doğruysa, 5.000 dolar ve birkaç yıllık kira desteği karşılığında gönüllü yeniden yerleşim önerilmiş ve arazi sahiplerinin mülklerinin, yeniden geliştirme hakları ve önceden belirlenmiş diğer şartlar karşılığında dijital token (dijital jetonlara) dönüştürülmesi önerildi.

İslam ümmetinin ve Orta Doğu bölgesinin ana davası olan Filistin davasını sona erdirmeye yönelik tüm bu kurnazlık ve uluslararası dayanışma,Amerika'nın, bölgenin hain yöneticilerinin gözleri önünde Yahudi varlığının istikrarını ve pekişmesini sağlamak ve Filistinlilerin varlığını yavaş yavaş ortadan kaldırılmak içindir.

Ey İslam ehli: Filistin meselesi, kesinlikle bu mutant varlığı kökünden söküp atmak için ordularınızın harekete geçmesiyle çözülecek olup Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeye geri dönüp Allah'ın bize emrettiği şekilde İslami hayatı yeniden başlatmadığımız sürece izzetimizi ve onurumuzu yeniden elde edemeyeceğimiz.

Ey ordularımız: Zalimlerin zulmünden kurtulmayı arzulamıyor musunuz?O halde dininize yardım etmek için ayağa kalkın ve mutlu olun; çünkü ümmet sizi kucaklamaya ve size en değerli olanları vermeye hazırdır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ وَاللهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” [Muhammed 35]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dareyn Eş-Şanti

Devamını oku...

İşgalinin 76. Yıldönümünde Doğu Türkistan, İslam Ümmetinden Yardım İstiyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İşgalinin 76. Yıldönümünde Doğu Türkistan, İslam Ümmetinden Yardım İstiyor!

Haber:

1 Ekim, Çin'in Doğu Türkistan'ı işgalinin 76. yıldönümüdür.

Yorum:

Çin, 1949 yılında Doğu Türkistan'ı işgal etti ve o zamandan beri, terörle mücadele kapsamında olduğunu iddia ettiği suçları kınayan ve ortaya çıkaran binlerce sızdırılmış belgeye göre, Doğu Türkistan halkına karşı en iğrenç suçları işledi.

Çin, Uygurları gözaltına aldığı kamplar hazırlamış ve bunların rehabilitasyon, eğitim ve terörle mücadele kampları olduğunu iddia etmiştir.Ama bunlar, Türkistan halkının İslam kültüründen koparıldığı, ateizm ve komünizm kültürünün aşılandığı kamplardır. Dolayısıyla Çin, bu halkı ateist Çin'in bir parçası haline getirmek ve İslam'la mücadele etmek için çalışıyor.

Doğu Türkistan'da, bu uzun on yıllar boyunca Müslümanlar, kadınların tutuklanması, başörtülerinin çıkarılması, kadınlara saldırı ve tecavüz, zorla kürtaj ve kocalarından ve çocuklarından mahrum bırakılma gibi zulümlere maruz kalmışlardır.Çocuklar da, kendilerini ailelerinden mahrum bırakmayı, beyinlerini yıkamayı ve Çin'in ateist komünist kültürüyle aşılayarak rehabilite etmeyi amaçlayan Çin'in suçlarından kurtulamamıştır. Dolayısıyla Çin, gelmekte olan Müslüman nesli öldürüp onları İslam'la veya Müslümanlarla hiçbir bağı olmayan ateistlere dönüştürmeye çalışmaktadır.

Çin Komünist Partisi'nin “sosyalizmle uyumlu Çin İslam’ı” sloganı altında yürüttüğü kapsamlı planın bir parçası konumunda gelen yeni bir adımda, alimler ve vaizler tutuklanmış, Kur'an'lar yakılmış, camiler yıkılıp barlara ve gece kulüplerine dönüştürülmüştür. Ayrıca kamuya açık yerlerden Arapça kelimeler ve dini sembolleri de silmişlerdir.

On yıllardır direnen ve teslim olmayı reddeden bir halkın kimliğini ortadan kaldırmak için amansız bir şekilde çalışan Çin, Doğu Türkistan'ın evlatlarına zulmetme yöntemlerini iki katına çıkarmış ve onların İslam'dan dönmeleri için kullandığı işkence yöntemlerinde ustalaşmıştır.Karşılaştıkları şeylere rağmen bu halk, akide, sabır ve iman silahıyla bunlara karşı koymuştur. Bu halk, Kur'an'ları yakılan ancak evlatlarının kalpleri Kur'an'la dolu olan ve onu ezberleyen bir halktır.Avuçlarında her türlü zulüm ve baskıyla yanan kor bir ateşi tutar gibi dinlerine sımsıkı sarılan bu halk, yardım etmeleri ve kendilerini bu vahşi ejderhanın pençesinden kurtarmaları için İslam ümmetine haykırmaktadır. Peki kim icabet edecek ?

76. yıldönümünde, Uluslararası Doğu Türkistan Örgütleri Birliği, diğer 17 örgütle işbirliği içinde, işgal ve etnik temizliği şiddetle kınamak ve Çinli işgalciye karşı olduklarını vurgulamak amacıyla İstanbul'daki Çin konsolosluğu önünde kitlesel bir protesto gösterisi düzenlemiştir.Peki bu tür gösteriler, bu sessiz soykırıma bir son verecek mi?Ayrıca Çin, gösteriler veya ürün boykotlarından dolayı Türkistan halkının üzerinden elini çekecek mi?

Doğu Türkistan'da yaşananlar, “Rabbim Allah'tır” diyen bir halkın sessizce soykırıma uğramasıdır; bir de bu soykırıma, Gazze, Myanmar, Keşmir ve diğer Müslüman ülkelerde yaşananlar eklenmelidir.Bu, alçakların sofralarında yetimler gibi olan evlatları için ağlayanı olmayan ve dünyanın gözleri önünde İslam ümmetinin soğukkanlılıkla maruz kaldığı bir soykırımı anlatmaktadır.

Peki İslam ümmetinin evlatları, dinlerinin ve medeniyetlerinin kafir Batı ve avenelerinin hedefinde olduğunu fark etmeyecekler mi?Bunun Kafir Batı medeniyetinin, İslam medeniyetini yok etmek ve onu öldürmek için çaresizce çabaladığı medeniyetler savaşı olduğunu idrak etmeyecekler mi? Ey Allah'tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed'in Onun Rasulü olduğuna şahitlik eden ümmetin muhlis evlatları, sizler neredesiniz?Bu insanlar, gecelerini gündüzlerine katarak dininize komplo kurup onunla savaşırlarken, sizler neredesiniz?!Allah'ın dini için kıskançlık ne zaman damarlarınızda kaynayacak ve Allah'ın dinini yardım etmek, onun bayrağını dalgalandırmak ve onun düşmanlarından intikam almak için tek bir adam gibi ne zaman ayağa kalkacaksınız?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zinet es-Sâmit

Devamını oku...

İslam Sayesinde Sudan Halkı Tek Bir Potada Eritilmiş Ve İslam Devleti'nin Çatısı Altında Onurlu ve Adil Bir Hayat Yaşamışlardır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Sayesinde Sudan Halkı Tek Bir Potada Eritilmiş
Ve İslam Devleti'nin Çatısı Altında Onurlu ve Adil Bir Hayat Yaşamışlardır

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun 2024 yılı göstergelerine göre Sudan'ın nüfusu 49,4 milyondur ve nüfusun %96'sı Müslümanlardan oluşmakta olup Sudan'da küçük bir Hıristiyan topluluğu ve putperest dinlerini takip eden bireyler de yaşamaktadır. Sudan toplumu, 500'den fazla etnik gruptan oluşan Arap, Afrika ve Nubya kökenli kabilelerden oluşmaktadır; Araplar, nüfusun %70'ini oluşturan baskın etnik grup olup bunun yanı sıra Bejalar, Nubyalılar, Falata, Jabarta, Fur, Masalit ve benzerleri diğer gibi etnik gruplar da bulunmaktadır.Nitekim sömürgeciler bu çeşitliliği ve farklılığı, çatışmaları ve iç savaşları körüklemek için istismar etmişler ve planlarını uygulamak için kullanmışlardır; bu planlarının başında, özerklik, kendi kaderini tayin hakkı ve küçük etnik grupların hakları gibi temaları kullanarak Sudan'ı küçük devletçiklere bölmek gelmektedir; böylece kuzey güneyden ayrılmış ve şimdi de Darfur'un ayrılması konuşulmaktadır. Burada biz, Sudan toplumunun bileşenlerinin kökenlerine ve ayrıntılarına girme amacında olmadığımız gibi Sudan'ı parçalama mekanizması ve aşamaları hakkında konuşmayacağız; aksine burada bizim amacımız, bu farklı bileşenleri sadece İslam'ın tek bir potada eritebileceğini ve sadece Hilafet Devleti'nin onlara gözetim ve tabiiyet temelinde muamele etmeye ve onlar için adalet, eşitlik ve onurlu bir yaşam sağlamaya muktedir olduğunu açıklamaktır.

İslam'ın hükümleri, farklı, dahası savaşan halkları ve kabileleri bir araya getirerek onların kelimelerini birleştirmiş, saflarını eşit hale getirmiş ve onlardan gelişmiş bir ümmet ortaya çıkarmıştır; böylece onlar, tek bir Allah'a ibadet etmişler, tek bir kıbleye yönelmişler, (sayıca) onlardan en azı (bile) onların zimmetleri uğrunda koşmuş ve onlardan biri de, kanını dökmesinin ardından kendi kanını kardeşine feda etmiştir. Zira İslam, insanlar arasında ırk, renk veya cinsiyet temelinde bir ayrım yapmaz, aksine bakışını, insan olması bakımından insana odaklar; zira İslam nazarında insanlar eşit olup aralarındaki ayrım ise şekillerine, cinsiyetlerine veya ırklarına değil, onların amellerine dayanmaktadır ve aralarındaki üstünlüğün kriteri ise takva ve hayatlarında Allah'ın emirlerine ve yasaklarına bağlılıklarının boyutudur. Irk, renk ve cinsiyet gibi insanlar arasındaki farklılık hususuna gelince; bunlar, doğaldır ve Allah'ın ayetlerinden ve O'nun kudretinin alametlerindendir; dolayısıyla bunlara, olumsuzluk ve üstünlük bakışıyla bakılmaz. Nitekim Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13] Cabir İbn Abdullah Radıyallahu Anh’tan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: يَا أَيُّهَا النَّاسُ، أَلَا إِنَّ رَبَّكُمْ وَاحِدٌ، وَإِنَّ أَبَاكُمْ وَاحِدٌ، أَلَا لَا فَضْلَ لِعَرَبِيٍّ عَلَى أَعْجَمِيٍّ، وَلَا لِعَجَمِيٍّ عَلَى عَرَبِيٍّ، وَلَا لِأَحْمَرَ عَلَى أَسْوَدَ، وَلَا أَسْوَدَ عَلَى أَحْمَرَ إِلَّا بِالتَّقْوَى. أَبَلَّغْتُ؟ قَالُوا: بَلَّغَ رَسُولُ اللهِ. قَالَ: لِيُبَلِّغْ الشَّاهِدُ الْغَائِبَEy insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Beyaz derili olanın siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, siyah derili olanın da beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem, tebliğ ettim mi? diye sordu. Oradakiler, Allah’ın Rasulü tebliğ etti dediler. Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bunları, burada bulunan bulunmayana tebliğ etsin.

İslam, insanı insana bağlasın diye uygun sahih bir bağ belirlemiştir ki bu bağ, kendisinden insanın tüm hayatındaki sorunlara çözüm getiren ve tek bir toplumdaki bireylerin ilişkilerini düzenleyen bir nizamın kaynaklandığı akide bağıdır; dikkat edin bu, İslam akidesi bağı olup vatancılık, milliyetçilik veya cahiliye kabileciliği ve asabiyeti bağı değildir; zira bu konuda Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌ Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” Bu bağ sayesinde Suheyb er-Rumi, Bilal Habeşi, Selman-ı Farisi ve Ebu Bekir Arabi el-Kureyşi kardeş oldukları gibi bu bağ sayesinde İslam, birbirleriyle savaşan ve birbirlerine kin ve nefret besleyen Evs ve Hazrec kabilelerinin arasını birleştirmiştir; böylece onlar, birbirlerine sevgi besleyen kardeşlere dönüştüler, dinin Ensarları oldular ve Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e nusret verme ve İslam Devleti'ni kurma şerefine nail oldular. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَكِنَّ اللهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌSen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” [Enfal 63]

İslam'ın teşrî/yasamayla ilgili getirdiği bu hükümlerin, Hilafet Devleti'nde uygulanması garanti altına alınmış olup Hilafet Devleti'nde, bugün olduğu gibi azınlık veya çoğunluk nitelendirmesi yoktur. Zira İslam, kendi sistemi uyarınca yönetilen topluma, mezhep veya cinsiyete bakılmaksızın sadece insan olarak bakar ve İslam Devleti'nde sadece tabiiyet, yani devlette ikamet etme ve ona bağlılığı şart koşulur. Dolayısıyla Hilafet Devleti, tüm insanlara sadece insan olarak bakar ve tabiiyet taşıdıkları sürece onları tebaası olarak kabul eder ve İslam Devleti'nin iç politikası, ister Müslüman olsun ister gayrimüslim olsun tabiiyet taşıyan herkese, İslam şeriatını uygular. Dolayısıyla da tabiiyet taşıyan herkes, ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun İslam Devleti'nin tebaasıdır ve şeriata göre onların devlet üzerinde hakları olduğu gibi onların da devlete karşı hak ve yükümlülükleri vardır; böylece devlet, Müslüman ve gayrimüslim arasında bir ayrımı yapmaksızın, onların himayesinden, korunmasından, mallarının ve namuslarının korunmasından, güvenlik, geçim, refah, adalet ve huzurun sağlanmasından sorumludur; yani hepsi, bir tarağın dişleri gibi devlet önünde eşittir.

Nitekim İslam, zimmet ehli için de birtakım hükümler getirmiştir ki bunlardan bazıları şunlardır; zimmet ehli, dinleri hakkında fitneye düşürülmezler, İslam'a girmeye zorlanmazlar, aksine inandıkları, ibadet ettikleri ve yedikleri şey üzere bırakılırlar, aralarındaki evlilik ve boşanma meseleleri kendi dinlerine göre fasledilir, cihat ve zekat gibi Müslümanların mükellef oldukları hiçbir şeyden mükellef tutulmazlar, savaşmaya zorlanmazlar ancak onlardan Müslümanların ordusunun içerisinde savaşmak isteyen kimsenin kendi tercihiyle savaşması caizdir ve bu zimmiler, Allahu Teala'nın şu kavlinden dolayı cizye öderler ve bu para miktarı, ödeme gücü olan baliğ erkeklerden alınır: حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ Elleriyle cizye verinceye kadar.” [Tevbe 29] Burada el, güçten kinaye olup kadınlardan ve çocuklardan (cizye) alınmaz; eğer zimmi fakirleşirse, cizye ondan düşer ve devlet onun masraflarını Beytu’l Mâl’den karşılar. Yani zimmet ehline güzel bir şekilde muamele edilir ve onlara, yönetici ve kâdının önünde, işlerin gözetilmesinde, muamelatların ve ukubatların uygulanmasında, herhangi bir ayrım olmaksızın Müslümanlara bakıldığı gibi bakılır ve Müslümanların boyun eğdiği gibi onlar da İslam'ın hükümlerine boyun eğerler; zira onlar İslam Devleti'nin tebaası olup diğer tebaalar gibi onlarında tabiiyet hakkı, korunma hakkı, geçiminin sağlanması hakkı, iyi muamele hakkı, nezaket ve şefkat hakkı vardır ve adalet konusunda Müslümanların lehine olan onların da lehinedir ve adalet konusunda Müslümanların aleyhine olan onların da aleyhinedir. Yani Müslümanlara karşı adaletli olmak vacip olduğu gibi onlara karşı adaletli olmak da vaciptir. Kadın olsun erkek olsun veya Müslüman olsun gayrimüslim olsun tabiiyet taşıyan ve yeterliliğe sahip olan herkes, herhangi bir daire veya idarenin müdürü olarak atanabilir ve orada görevli olabilir; ayrıca zimmet ehli, yöneticilerin zulmü veya İslam’ın hükümlerinin kötü uygulanması hakkında şikayette bulunmak için ümmet meclisinde bulunabilirler.

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İslam Devleti'ni kurmasından bu yana İslam devletinin tarihine baktığımızda, gayrimüslimlerin İslam'ın yönetiminin gölgesinde izzetli ve onurlu bir şekilde yaşadıklarını görürüz. Çünkü İslam'ın yönetimi onlara tabiiyet ve gözetim açısından bakmakta olup İslam Devleti'nin altında birinci veya ikinci derece tabiiyet diye bir şey yoktur. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine-i Münevvere'de kurduğu ilk İslam Devleti kurulduğu anda bir çeşitlilik egemendi; çünkü İslam Devleti'nde muhacirler ve ensarlar olduğu gibi tebaası arasında Araplar, Araplar olmayanlar, Müslümanlar ve gayrimüslimler de vardı. Daha sonra İslam Devleti Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatta olduğu dönemde tüm Arap Yarımadasını kapsayacak şekilde genişledi, Raşid Halifeler ile onlardan sonra gelen Emeviler, Abbasiler ve Osmanlı dönemlerinde genişlemeye devam etti. Böylece çeşitlilik daha arttı; zira kabilelerden ve halklardan insanlar İslam'a girdiler ve Arap Yarımadasında bilinmeyen birçok dinin mensupları onun otoritesine boyun eğdiler ama ırk, renk, dil, kültür ve din farklılıklarına rağmen onların arasındaki ilişki ve devletle olan ilişkileri, genellikle uyum, anlaşma ve hüsnü muaşeret ilişkisiydi. Tarih kitaplarında da belgelendiği gibi İslam Devleti'nin zimmilere karşı gösterdiği birçok iyilik tanıklıkları vardır; örneğin Amr ibn Âs'ın Kıptilerle olan kıssası gibi; nitekim iyiliğin bir sonucu olarak onlar, İslam Devleti'nde yaşamayı tercih ettiler ve oraya sığındılar. Dahası kendi ciltlerinden olanlara karşı İslam Devleti'nin yanında yer aldılar; zira Haçlı Seferleri sırasında Doğu'daki Hıristiyanlar, Haçlıların onları kazanmaya ve İslam Devleti’ne karşı kışkırtmaya çalışmasına rağmen Müslümanların yanında yer aldılar ve Haçlılara karşı Müslümanlar birlikte savaştılar. Öyle ki Haçlılar, Müslümanları yenmek için güvendikleri kartlardan birini kaybetmiş oldular.

Buradan da ortaya çıkmaktadır ki; ırklarındaki ve dinlerindeki farklılıklara rağmen Sudan halkını, daha önce erittiği gibi tek bir potada eritme gücüne sahip olan sadece İslam’dır. Dr. Salah İbrahim İsa, “İslam’ın Sudan’a Girişi ve İnançların Düzeltilmesi Üzerindeki Etkisi” adlı kitabında şöyle diyor: “Bugün coğrafi olarak bilinen Sudan, Müslümanların girmesinden önce siyasi, kültürel veya dini açıdan tek bir varlık oluşturmuyordu; zira çeşitli etnik gruplar ve milletler ve farklı inançlardan oluşuyordu. Nubyalıların bulundukları Kuzeyde, Ortodoks Hristiyanlık bir din olarak yayılmıştı ve Nubya dili, farklı lehçeleriyle siyaset, kültür ve konuşma dilini oluşturuyordu. Doğu'da ise, Beja kabileleri yaşıyordu; bu kabileler, (Nuh'un oğlu Hâm'a nispet edilen) koruyucu kabilelerdi ve kendilerine özgü bir dili, ayrı bir kültürü ve kuzeydekinden farklı bir inancı vardı. Nitekim güneye doğru yöneldiğimizde, kendine özgü özellikleri, dilleri ve putperest inançları ile Zenci kabilelerinin olduğunu görüyoruz. Batı'da da durum aynıydı. Müslümanların Sudan'a gelmesi, bu bölgenin kimliğinde büyük bir değişime yol açarak dini ve kültürel özelliklerini değiştirdi ve İslam, bölgedeki çoğu halk arasında baskın bir din haline geldi. Kur’an dili, onların arasında ortak bir payda haline geldi. Böylece aralarında dini, siyasi ve içtimai düzeyde bir birlik oluştu; zira 652 yılında Müslümanlar ve Nubyalılar arasında göç için Bakt anlaşmasının ardından Müslümanlar gruplar ve bireysel olarak Sudan'a göç etmeye başladılar, beraberlerinde İslam'ı ve Arapça dilini de taşıdılar, mera ve ticaret arayışında olan Müslümanlar ülkenin yerli halkıyla kaynaştılar ve bölgede belirgin bir iz bıraktılar; zira bölge halkı, Hristiyanlık veya putperestlikten İslam'a geçti ve böylece Müslümanlar sayesinde bozuk inançlardan tevhid inancına, acem dillerinden Arapçaya geçtiler.” Bu da Hilafetin, herhangi bir ayrımcılık veya ayrım yapılmaksızın devletin tebaaları olarak onlara, onurlu bir yaşam, adalet ve istikrarı sağlamayı garanti eden siyasi bir sistem olduğunu ortaya koymaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Munasıra

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 01/10/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 01/10/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️ "Söz Değil, İcraat Bekliyoruz!" Dedik
◾️ Sumud, 57 Ülkenin Acziyetini Göstermiştir
◾️ Trump'ın Gazze Planı

H. 08 Rabiu'l Sani 1447 - M. 01 Ekim 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

◾️"Söz Değil, İcraat Bekliyoruz!" Dedik
◾️Sumud, 57 Ülkenin Acziyetini Göstermiştir
◾️Trump'ın Gazze Planı

Devamını oku...

Trump’ın Planı Barbarca Bir Askeri İşgaldir ve Bu Planı Onaylayan Yöneticilerin Derhal Değiştirilmesi Elzemdir

Gazze’de iki yıldır süren soykırım savaşının gölgesinde, ABD Başkanı Donald Trump, 29 Eylül Pazartesi günü Beyaz Saray’da, cani Binyamin Netanyahu ile kameraların karşısına geçti. Düzenlenen ortak basın toplantısında, Trump Gazze’deki savaşı bitirmeyi ve Orta Doğu’ya sözde bir ‘kalıcı barış’ getirmeyi amaçlayan ayrıntılı bir planı açıkladı. Trump, düzenlenen basın toplantısında, “Bugün sadece Gazze için değil, Filistin meselesi için kapsamlı bir çözüm üzerinde çalışıyoruz.” dedi. Planının en öne çıkan maddeleri arasında, ‘Gazze Şeridi üzerinde Barış Konseyi adında yeni bir uluslararası denetim organının kurulması’ girişimi yer alıyor. Hatta daha da ileri giderek, ‘Bu konseye bizzat Gazze’de, Tony Blair ile birlikte ben başkanlık edeceğim’ dedi. “Arap ve Müslüman ortaklarımız Gazze için sorumluluk almaya hazır’ diyerek onları da bu plana dahil etti ve son olarak “Finansman şart, herkes için daha güvenli bir gelecek kuracağız” diyerek maliyeti de onlara yükleyeceğinin sinyalini verdi.

Dün itibarıyla, Katar, Ürdün, BAE, Endonezya, Pakistan, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır dışişleri bakanları ortak bir açıklama yayınladı. Açıklamada, Başkan Trump’ın Gazze’deki savaşı sonlandırmaya yönelik samimi gayretlerinin memnuniyetle karşılandığı belirtildi. Açıklamada bakanlar, anlaşmayı tamamlamak ve uygulanmasını garanti altına almak için Amerika ve ilgili taraflarla pozitif ve yapıcı bir şekilde işbirliği yapmaya hazır olduklarını teyit ettiler. Ayrıca, Trump’ın barışa bir yol bulma yeteneğine güvendiklerini vurguladılar ve bu bağlamda Trump’ın savaşı sona erdirmeyi içeren önerisini memnuniyetle karşıladıklarını belirttiler.

Aslında Trump’ın bu planı, Amerika’nın Yahudi varlığını bölgede kalıcı kılmak ve Filistin davasını tasfiye etmek için çalıştığı sömürgeci projelerinden sadece biridir. Trump’ın bu planı Batı’nın geçmişte sunduğu tüm diğer çözüm projelerini andırıyor. On yıllar boyunca Yahudi varlığının daha da genişlemesi ve Filistin halkına yönelik katliam, yıkım ve tehcir saldırganlığının aralıksız devam etmesi aradaki tek farktır. Yöneticilerin ihaneti ve iki devletli çözüm denilen şey de, Yahudi varlığını tanımayı ve onun güvenliğini ve istikrarını korumayı hedeflemektedir. Netanyahu’nun bile tenezzül etmediği o uluslararası Filistin devleti masalı ise, artık ucube bir özerklikten başka bir şey değildir!

Trump’ın toplayıp övgüler yağdırdığı ve özellikle de planını uygulamak için gösterdikleri işbirliklerinden dolayı methiyeler dizdiği Müslümanların yöneticilerine gelince, onlar artık zillet ve ihanet şerbetini içmiş, tadına doyamaz olmuşlardır! Gazze halkını yüzüstü bırakan ve onlara yardımdan kaçınanlar da onların ta kendileridir. Bölgeyi boyunduruk altına almak için Amerika ve Yahudi varlığı ile özdeşleşmeyi ve ülkelerini, halklarını ve ordularını ümmetin en azılı düşmanlarının hizmetine sunmayı kendilerine görev edinenler de onların ta kendileridir.

Kral’ın Trump’la görüştükten sonra eski başbakanları toplaması, Ürdün’ü korumak için değildir. Bu toplantı bir danışma veya şeffaflık adımı değil, tam tersine onlara Trump’tan aldığı emirleri dikte etmek içindir. Kral, Trump’ın planı üzerinde büyük ölçüde anlaşıldığını söyleyerek, onlardan da bu çizgide yürümelerini istedi. Bu korkakça tavır, Ürdün halkının, Amerika’nın zillet dolu çözümlerini reddeden ve bunu sokaklarda yürüyüşlerle, kahramanca eylemlerle haykıran onurlu duruşundan ne kadar korktuklarını gösteriyor.

Meseleye bilinçli bir gözle bakıldığında, İslam ümmetinin bugün çektiği tüm sıkıntıların temel nedeninin ne olduğu açıkça görülür. Sömürgeci ve kâfir Batı’nın kurduğu bu küçük ulus-devletlerde yaşanan işgallerin, katliamların, sürgünlerin, yağmanın, aşağılanmanın ve en önemlisi de İslam’ın yönetimden uzaklaştırılıp Allah’a isyan edilmesinin sebebi, İslam Devleti’nin yokluğudur. Halife bir kalkan gibidir; onunla korunulur, arkasında savaşılır. İşte bu yüzden, Müslümanların, kendilerine onurlarını, saygınlıklarını, kendi toprakları ve iradeleri üzerindeki egemenliklerini geri getirecek olan bu devleti kurmayı en öncelikli ve en hayati davaları haline getirmeleri kaçınılmazdır.

Amerika’nın sözde Orta Doğu için hazırladığı çözümler, bizim için bütünüyle ve her detayıyla kabul edilemezdir. Zira bu çözümlerin amacı, Filistin ve tüm İslam coğrafyası üzerinde hegemonya kurmaktır. Üstelik bu çözümler, dinimizde de en büyük haramlardandır! O bozguncuların, o sırtlanların ‘Bizim Amerika’ya ve onun maşasına gücümüz yetmez’ demelerinin ise zerre kadar hakikat payı yoktur!

أَلَيْسَ اللهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ وَمَن يُضْلِلِ اللهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ“Allah, kuluna yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.” [Zümer 36] Tek başına savaşan Gazze bile Amerika ve Yahudilere kafa tutmuştur! Şu halde, idrak edilmesi gereken gerçek şudur ki, tek çözüm, bu piyon yöneticileri devirmek ve onların tahtlarının yıkıntıları üzerine tek bir İslam Devletini kurmaktır. Bunun dışındaki her şey beyhudedir ve şer’i çözümden uzaklaşmadır. İslam ümmetinin çektiği acıların uzatılmasından başka bir şey değildir. Hilafet, merkezi davadır, Allah’ın vaat ettiği zafere ve egemenliğe giden tüm kapıları açacak anahtardır.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ“Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” [Ali İmran 173]

Trump’ın Planı Barbarca Bir Askeri İşgaldir ve Bu Planı Onaylayan Yöneticilerin Derhal Değiştirilmesi Elzemdir

Gazze’de iki yıldır süren soykırım savaşının gölgesinde, ABD Başkanı Donald Trump, 29 Eylül Pazartesi günü Beyaz Saray’da, cani Binyamin Netanyahu ile kameraların karşısına geçti. Düzenlenen ortak basın toplantısında, Trump Gazze’deki savaşı bitirmeyi ve Orta Doğu’ya sözde bir ‘kalıcı barış’ getirmeyi amaçlayan ayrıntılı bir planı açıkladı. Trump, düzenlenen basın toplantısında, “Bugün sadece Gazze için değil, Filistin meselesi için kapsamlı bir çözüm üzerinde çalışıyoruz.” dedi. Planının en öne çıkan maddeleri arasında, ‘Gazze Şeridi üzerinde Barış Konseyi adında yeni bir uluslararası denetim organının kurulması’ girişimi yer alıyor. Hatta daha da ileri giderek, ‘Bu konseye bizzat Gazze’de, Tony Blair ile birlikte ben başkanlık edeceğim’ dedi. “Arap ve Müslüman ortaklarımız Gazze için sorumluluk almaya hazır’ diyerek onları da bu plana dahil etti ve son olarak “Finansman şart, herkes için daha güvenli bir gelecek kuracağız” diyerek maliyeti de onlara yükleyeceğinin sinyalini verdi.

Dün itibarıyla, Katar, Ürdün, BAE, Endonezya, Pakistan, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır dışişleri bakanları ortak bir açıklama yayınladı. Açıklamada, Başkan Trump’ın Gazze’deki savaşı sonlandırmaya yönelik samimi gayretlerinin memnuniyetle karşılandığı belirtildi. Açıklamada bakanlar, anlaşmayı tamamlamak ve uygulanmasını garanti altına almak için Amerika ve ilgili taraflarla pozitif ve yapıcı bir şekilde işbirliği yapmaya hazır olduklarını teyit ettiler. Ayrıca, Trump’ın barışa bir yol bulma yeteneğine güvendiklerini vurguladılar ve bu bağlamda Trump’ın savaşı sona erdirmeyi içeren önerisini memnuniyetle karşıladıklarını belirttiler.

Aslında Trump’ın bu planı, Amerika’nın Yahudi varlığını bölgede kalıcı kılmak ve Filistin davasını tasfiye etmek için çalıştığı sömürgeci projelerinden sadece biridir. Trump’ın bu planı Batı’nın geçmişte sunduğu tüm diğer çözüm projelerini andırıyor. On yıllar boyunca Yahudi varlığının daha da genişlemesi ve Filistin halkına yönelik katliam, yıkım ve tehcir saldırganlığının aralıksız devam etmesi aradaki tek farktır. Yöneticilerin ihaneti ve iki devletli çözüm denilen şey de, Yahudi varlığını tanımayı ve onun güvenliğini ve istikrarını korumayı hedeflemektedir. Netanyahu’nun bile tenezzül etmediği o uluslararası Filistin devleti masalı ise, artık ucube bir özerklikten başka bir şey değildir!

Trump’ın toplayıp övgüler yağdırdığı ve özellikle de planını uygulamak için gösterdikleri işbirliklerinden dolayı methiyeler dizdiği Müslümanların yöneticilerine gelince, onlar artık zillet ve ihanet şerbetini içmiş, tadına doyamaz olmuşlardır! Gazze halkını yüzüstü bırakan ve onlara yardımdan kaçınanlar da onların ta kendileridir. Bölgeyi boyunduruk altına almak için Amerika ve Yahudi varlığı ile özdeşleşmeyi ve ülkelerini, halklarını ve ordularını ümmetin en azılı düşmanlarının hizmetine sunmayı kendilerine görev edinenler de onların ta kendileridir.

Kral’ın Trump’la görüştükten sonra eski başbakanları toplaması, Ürdün’ü korumak için değildir. Bu toplantı bir danışma veya şeffaflık adımı değil, tam tersine onlara Trump’tan aldığı emirleri dikte etmek içindir. Kral, Trump’ın planı üzerinde büyük ölçüde anlaşıldığını söyleyerek, onlardan da bu çizgide yürümelerini istedi. Bu korkakça tavır, Ürdün halkının, Amerika’nın zillet dolu çözümlerini reddeden ve bunu sokaklarda yürüyüşlerle, kahramanca eylemlerle haykıran onurlu duruşundan ne kadar korktuklarını gösteriyor.

Meseleye bilinçli bir gözle bakıldığında, İslam ümmetinin bugün çektiği tüm sıkıntıların temel nedeninin ne olduğu açıkça görülür. Sömürgeci ve kâfir Batı’nın kurduğu bu küçük ulus-devletlerde yaşanan işgallerin, katliamların, sürgünlerin, yağmanın, aşağılanmanın ve en önemlisi de İslam’ın yönetimden uzaklaştırılıp Allah’a isyan edilmesinin sebebi, İslam Devleti’nin yokluğudur. Halife bir kalkan gibidir; onunla korunulur, arkasında savaşılır. İşte bu yüzden, Müslümanların, kendilerine onurlarını, saygınlıklarını, kendi toprakları ve iradeleri üzerindeki egemenliklerini geri getirecek olan bu devleti kurmayı en öncelikli ve en hayati davaları haline getirmeleri kaçınılmazdır.

Amerika’nın sözde Orta Doğu için hazırladığı çözümler, bizim için bütünüyle ve her detayıyla kabul edilemezdir. Zira bu çözümlerin amacı, Filistin ve tüm İslam coğrafyası üzerinde hegemonya kurmaktır. Üstelik bu çözümler, dinimizde de en büyük haramlardandır! O bozguncuların, o sırtlanların ‘Bizim Amerika’ya ve onun maşasına gücümüz yetmez’ demelerinin ise zerre kadar hakikat payı yoktur!

أَلَيْسَ اللهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ وَمَن يُضْلِلِ اللهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ “Allah, kuluna yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.” [Zümer 36] Tek başına savaşan Gazze bile Amerika ve Yahudilere kafa tutmuştur! Şu halde, idrak edilmesi gereken gerçek şudur ki, tek çözüm, bu piyon yöneticileri devirmek ve onların tahtlarının yıkıntıları üzerine tek bir İslam Devletini kurmaktır. Bunun dışındaki her şey beyhudedir ve şer’i çözümden uzaklaşmadır. İslam ümmetinin çektiği acıların uzatılmasından başka bir şey değildir. Hilafet, merkezi davadır, Allah’ın vaat ettiği zafere ve egemenliğe giden tüm kapıları açacak anahtardır.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ “Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” [Ali İmran 173]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER