Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Çöküş ve Parçalanma Arasında Sudan: Mevcut Sahneye Yönelik Bir Okuma!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Çöküş ve Parçalanma Arasında Sudan: Mevcut Sahneye Yönelik Bir Okuma!

Sudan'da sağlık altyapısının çökmesinden kötüleşen silahlı çatışmalara kadar ardı ardına gelen krizlerin tırmanmasının gölgesinde, ufukta daha da karanlık bir tablo beliriyor; bu tablonun özellikleri uluslararası siyasetin koridorlarında çiziliyor ve onun yerel araçları tarafından da uygulanıyor. Ancak gerçek şu ki olan bitenler, Batılı güçlerin çıkarlarına hizmet etmek amacıyla bölgenin yeniden şekillendirilmesi çerçevesinde, Sudan'ı parçalamak, servetini yağmalamak ve onu siyasi İslam projesinden uzaklaştırmak amacıyla sömürgecinin planının sistematik olarak uygulanmasıdır.

Sağlığın çökmesi, sadece ihmalin bir sonucu değildir, aksine Sudan halkının direnme gücünü zayıflatmak için kasıtlı olarak uygulanan bir politikadır. Hastaneler bombalanıyor, yardımlar siyasileştiriliyor ve herhangi bir bağımsız plan veya vizyonun tamamen yokluğunda salgın hastalıkların yayılmasına ve milyonlarca insanın ölümüne izin veriliyor. Rönesans Barajı krizi, ülkenin egemenliği veya onun su güvenliği gözetilmeksizin, Sudan'ın Amerika'nın doğrudan denetimiyle Yahudilerin çıkarlarının rehinesi olarak kalmasını sağlayacak şekilde yönetiliyor. İç savaşlar ise silah ve finansmanla beslenmekte ve yerel ajanlar aracılığıyla yönetilmekte olup, ordunun gücünü tüketmek ve sosyal dokuyu parçalamak hedeflenmekte, bu da insani gerekçeler altında uluslararası müdahaleye kapı aralamaktadır.

Bugün Sudan, egemen bir merkezden değil, birbiriyle çatışan nüfuz merkezlerinden yönetilmekte olup ordu, Hızlı Destek Güçleri ve silahlı hareketlerin hepsi, dışarıdan destek almaktadır. Bu çoğulculuk gelişigüzel değildir, aksine "sivilleri koruma" veya "devleti yeniden inşa etme" sloganları altında daha sonraki uluslararası müdahaleleri meşrulaştırmak için kullanılan "organize kaos" planının bir parçasıdır; asıl hedef ise Sudan'ı yeni sömürgeciliğin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmektir.

Ömer Beşir rejimi, İslamcı sloganlarına rağmen, ABD yaptırımlarının kalın bir sopa olduğu uluslararası sistemin bir parçası olmuştur; sonra da Batı ve Yahudi varlığıyla ilişkileri normalleştirmeye çalışmıştır. Böylece arkasında silahlı hareketlerle dolu ve güvenliğin ihlal edildiği tükenmiş bir devlet bırakmış, bu da onun düşüşünden sonra sömürgeci güçlerin siyasi sahneyi yeniden şekillendirmelerini kolaylaştırmıştır. Onun kurmuş olduğu en önemli araçlardan biri, orduya paralel bir güç olarak ortaya çıkan ve daha sonra çatışmada bağımsız bir aktör haline gelen Hızlı Destek Güçleriydi; bu da toplumun militarizasyonuna ve askeri kurumun parçalanmasına kapı aralamıştır.

Burhan da aynı yaklaşımı izlemiş, aksine “halk direnişi” ve “özel eylem taburları” gibi isimler altında yeni milisleri silahlandırarak bu yaklaşımı daha da derinleştirmiştir; ayrıca el-Cezire ve diğer yerlerde ordunun yanında savaşan Ebu Akile Keykil liderliğindeki “El-Cezire Kalkanı” güçlerinin kurulmasını da desteklemiştir;raporlar, Burhan'ın ayrım gözetmeksizin sivillere silah dağıttığını ortaya koymuş ve kendisi de bunu belgelenmiş açıklamalarla açıkça beyan etmişti;bu da El-Cezire'nin köylerinde kanlı çatışmalara yol açmış ve geniş çaplı bir iç savaşın kapılarını aralamıştır. Bu politikalar, özünde önceki rejimin politikalarından farklı değildir; aksine farklı araçlar ve yüzlerle de olsa aynı sömürgecinin gündeminin uygulanmasıdır.

Sudan, Amerika Birleşik Devletleri tarafından yönetilen ve yerel ajanlar tarafından uygulanan sistematik bir parçalanma sürecine doğru ilerlemektedir. Servetler, yabancı şirketlerle yapılan şüpheli anlaşmalar yoluyla yağmalanmakta ve ülke halkının yararlanamadığı ayrıcalıklara izin verilmektedir. Bu nedenle şerî bakış açısına göre köklü çözüm, rejime yama yapmakta veya bazı yüzleri diğer yüzlerle değiştirmekte değil, aksine Müslümanları birleştirecek, sömürgecinin ülkelerindeki ellerini koparacak, bağımlılığı pekiştiren ve servetleri yağmalayan uluslararası anlaşmaları iptal edecek, orduyu Batı'ya sadakat akidesi temelinde değil İslam akidesi temelinde yeniden inşa edecek, siyasi karar alma sürecini uluslararası hegemonyadan kurtaracak ve egemenliği toprağa ve halka değil, şeri hükümlere göre yeniden şeriata verecek Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak yoluyla sömürgeci sistemi kökünden söküp atmakta yatmaktadır.

Sudan'daki sahne, sadece bir iç kriz değil, aksine İslam ümmetini hedef alan küresel sömürgeci projesinin bir halkasıdır. Şeriata göre ümmetin görevi, bu projeyi başarısız kılmak ve Sudan'ı Batı'ya bağlı parçalanmış bir varlık olarak değil, birleşik İslam Devleti'nin bir parçası olarak yeniden inşa etmektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatem El-Attar – Mısır

Devamını oku...

“Her defasında Allah’tan korkmadan yaptıkları antlaşmayı bozdular.” [Enfal-56]

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ فِي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لاَ يَتَّقُونَ
“Her defasında Allah’tan korkmadan yaptıkları antlaşmayı bozdular.”
[Enfal-56]

Haber:

Yahudi varlığının Başbakanı Binyamin Netanyahu, 18/10/2025 Cumartesi akşamı yaptığı açıklamada, Gazze anlaşmasının ikinci aşamasının yürürlüğe girmesinin ardından savaşın sona ereceğini söyledi ve Netanyahu bir televizyon röportajında ​​şunları dile getirdi: “Savaş, tüm rehinelerin iadesi, Hamas'ın dağıtılması ve Gazze Şeridi'nin silahsızlandırılması gibi anlaşmanın şartlarının uygulanmasıyla sona erecektir.” Savaş dönemini, yarın hükümete sunacağı bir kararla özetleyeceğini ve savaşın adını “Diriliş Savaşı” adıyla değiştireceğini belirterek savaşın Orta Doğu'nun çehresini değiştirdiğini vurguladı ve şöyle devam etti: “Savaşın ikinci veya üçüncü gününde şöyle demiştim: Ortadoğu'nun yüzünü değiştireceğiz ve gerçekten de bunu yapıyoruz.” (Sky News Arabia)

Yorum:

Onlardan hiçbiri, Allah’ın yarattığı en korkak varlık olan Yahudiler tarafından soykırıma maruz kalan Gazze halkına yardım etmek için ordusunu harekete geçirmeye yönelik tarihi fırsatı değerlendirmedi; nitekim Allah Subhanehu ve Teala Yahudileri şöyle nitelendirmiştir: لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعاً إِلَّا فِي قُرًى مُّحَصَّنَةٍ أَوْ مِن وَرَاءِ جُدُرٍ بَأْسُهُم بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَعْقِلُونَ Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” [Haşr 14]Şimdi Gazze'deki halkımıza karşı yürütülen bu vahşi savaşta, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 68.000'den fazla şehit ve 18.000'den fazla yaralının olmasının ve 157'si çocuk olmak üzere 473 kişinin açlıktan ölmesinin ardından Yahudilerin abisi Netanyahu, Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek, rehineleri geri almak, Hamas'ı dağıtmak ve Gazze Şeridi'ni silahsızlandırmak istediğini açıklıyor. Çünkü o, cezalandırılmadan emin olduğu için edepsizlik yaptığı gibi ajan yöneticilerin, nasıl da asrın Firavunu Trump'ın önünde durmak için Mısır'daki Şarm el-Şeyh konferansına koştuklarını ve onun Gazze Şeridi'ndeki cihadi durumu ortadan kaldırmak için hazırladığı cehennem planını imzaladıklarını görmüştür; ama onlardan hiç birinin, ey kafirin oğlu cevap, duyduğun değil gördüğün olacaktır dediğini, ardından da Yahudi varlığının ortadan kaldırmak ve mübarek Mescid-i Aksa'yı Yahudilerin pisliğinden kurtarmak için ordusunu harekete geçirdiğini görmedik.

Bu, hak ile batıl, İslam ile küfür, İslam ümmeti ile diğer milletler arasındaki çatışma turlarından biri olup bu çatışma, şu veya bu grubun silahsızlandırılmasıyla sona ermeyecektir. Bu nedenle fikir sahiplerinin, alimlerin ve aşiret şeyhlerinin saflarını düzenleyerek, sadece Ortadoğu'nun değil, tüm dünyanın çehresini değiştirecek, Müslümanları tek bir siyasi liderlik altında birleştirecek, Yahudi varlığını ortadan kaldırıp onun kökünü kazıyacak, Müslümanların yağmalanmış zenginliklerini geri verecek ve İslam'ı dünyanın dört bir yanına taşıyacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlarla birlikte çalışmaları gerekir. Şöyle buyuran Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem doğru söylemiştir: لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزّاً يُعِزُّ اللَّهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلّاً يُذِلُّ اللَّهُ بِهِ الْكُفْرَMuhakkak ki bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.” 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Abdulhamid – Irak

Devamını oku...

Fikir ve Gerçeklik Arasında İki Devletli Çözüm!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Fikir ve Gerçeklik Arasında İki Devletli Çözüm!

Haber:

Erdoğan: Gazze anlaşmasının korunması kritik önem taşımaktadır... Ve kalıcı barış için temel şart iki devletli çözümdür. (Eş Şark)

Yorum:

İki devletli çözüme, fikrin sahibi ve destekçisi ABD başta olmak üzere dünyadaki çoğu ülke tarafından çağrıda bulunulmaktadır. Ancak akla gelen soru şudur: Bu fikrin hayata geçirilmesinin önündeki engeller nelerdir?Amerika bunu sahada uygulama konusunda ciddi midir? Bu fikir, Orta Doğu bölgesi, Müslüman ülkeleri ve Yahudi varlığı arasında çatışmayı körükleyecek ve Amerika'nın bölgede kalmasına ve kontrolünü sıkılaştırmasına olanak sağlayacak tartışmalı bir fikir olarak mı sunulmuştur?

İki devletli çözüm, iki devletli çözüm projesi karşısında başarısız olan ve direnemeyen İngiltere'nin tek devletli laik projesine karşı Amerika'da ortaya çıkan fikri bir temele dayanmaktadır.İki devletli çözüm, biri Filistin topraklarının %75'inde yer alan Yahudi varlığı için bir devlet ve Filistin'in geri kalan topraklarının %25'ini kapsayan bir devlet olmak üzere iki komşu devlet düşüncesine dayanmaktadır.Ancak bu projeyi engelleyen veya Amerikalıların kasıtlı olarak göz ardı ettiği hesaba katılmayan bazı engeller bulunmaktadır ki bunlar şunlardır:

Birinci engel: Akidevi boyut: Müslümanlar için Filistin bir vakıf arazisi olup ümmetin akidesiyle bağlantılıdır. Bir karış toprak parçası üzerinde bile olsa Yahudilerin varlığını kabul etmek, ister zorla olsun isterse hükmünü bilmemekten kaynaklansın kesinlikle haramdır. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in İsra’sını ve bunun yolcuların sadece kendisini ziyaret ettiği iki kıblenin ilki ve mescidinin üçüncüsü olan Mekke-i Mükerreme ile bağlantısını, burasının Müminlerin Emiri Ömer Faruk Radıyallahu Anh tarafından fethedildiği ve Ömer’in fethetmesinden bu yana topraklarının şehitlerin kanıyla sulandığı şeklindeki Filistin topraklarının hükmünü bilen birinin,  tek devlet projesini veya iki devlet projesini kabul etmesi veya onaylaması şüphesiz ki fasıklıktır ve bilinen bir münafıklıktır. İslam topraklarının hükmü şudur: bu toprakların bir karışı bile gasp edilmiş olsa, her bir Müslüman erkek ve kadının, bu yolda şehit olsalar bile burayı geri alıncaya veya istilacı ya da işgalciyi kovuncaya kadar cihad etmesi farz-ı ayn’dır.   

İkinci engel: Tarihi miras konusundaki anlaşmazlık: Yahudi varlığı ile Müslümanlar bu topraklar üzerinde anlaşmazlığa düşmüşler ve her iki taraf da bu topraklar üzerinde hakları olduğunu iddia etmiştir. Burası her iki taraf için de tarihi mirastır ve bu da her iki taraftan birinin sahiplenmesini engellemektedir.

Üçüncü engel: Hayatın dinamikleri: -Tartışmalı- bile olsa şayet Batı Şeria'nın geri kalan kısmında bir Filistin devleti kurulmuş olsa, temel dinamiklere sahip olmadan nasıl uygulanabilir olacak?

Dördüncü engel: Mescid-i Aksa: Yahudi varlığının sözde tapınaklarının üzerine inşa edildiğini iddia ettiği Mescid-i Aksa, ancak Mescid-i Aksa’nın ortadan kalkmasıyla inşa edilebilir. Bu tehdit tek başına bölgede bir patlamaya neden olacak ve iki devletli projenin gerçekleşmesinin önünde bir engel teşkil edecektir.

Tüm bu engeller ve demografik faktörler bilindiğinde bu projenin, çatışmayı ve anlaşmazlığı zirvede tutmak, bölgenin kartlarını Amerika'nın elinde kalmasını ve bunu istediği gibi düzenlemesini ve istediği zaman alevlendirmesini sağlamak ve ülkeleri onun emirlerine itaat eden bir sürü gibi arkasında toplamak amacıyla tasarlanmış sorunlu bir inşa projesi olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu nedenle bu sorun ancak köklü bir çözümle tedavi edilebilir ki bu çözüm, ümmetin ebedi projesi olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet projesini ikame etmek ve bu sayede İslami hayayı yeniden başlatmaktır ki böylece Yahudi varlığının ve Amerika'nın nüfuzu tüm Müslüman ülkelerden sökülüp atılabilsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

Batı'nın Projelerinden Biri De Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Batı'nın Projelerinden Biri De Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesidir!

Haber:

8 Ekim'de Anadolu Ajansı, “Türk Devletleri Teşkilatı 12. Devlet Başkanları Zirvesi'nin 6-7 Ekim 2025 tarihlerinde “Bölgesel Barış ve Güvenlik” sloganı altında Azerbaycan'ın Gebele kentinde düzenlendiğini” bildirdi.Teşkilatın başkanlığı Kırgızistan'dan Azerbaycan'a devredildi.Tüm üye ülkelerden üst düzey temsilcilerin ve gözlemcilerin katılımıyla gerçekleşen zirve, Teşkilatın tarihindeki en önemli zirvelerden biri oldu.

Zirvenin ardından liderler, 121 maddelik Gebele Deklarasyonu'nu kabul ederek, "Türk Devletleri + Teşkilatı" formatının kurulması, Türk Kültür ve Miras Merkezi'nin güçlendirilmesi ve Türk Akademisi'nin yeniden yapılandırılması konusunda anlaşmalar imzaladı.Türkmenistan, Türkiye Akademisi ve Türk Kültür ve Miras Vakfı'na gözlemci üye olurken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise Türk Devletleri Akademisi'ne gözlemci üye oldu.

Yorum:

Türk Devletleri Teşkilatı’nın kökenleri, 1992 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın girişimiyle Türk Dili Konuşan Devletler'in ilk zirvesinin Ankara'da düzenlenmesine dayanmaktadır.2021 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'da yaptığı açıklamada, Türk Devletleri Konseyi'nin isminin Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirileceğini duyurmuştu.

Bu ülkeler arasında işbirliği kurulmasının ardındaki ana fikir milliyetçiliğe dayanmaktadır; zira Türkçe konuşan halkların dili, birleştirici bir faktör olarak öne çıkmaktadır.Bu ise yeni bir fikir değildir; zira Arap Birliği'nde de benzer yönler görebiliriz; nitekim İngiltere bu fikri 1943'te önermiş ve birliğin kurulmasına ilişkin anlaşma 1945 yılında Kahire'de imzalanmıştır; işte o zamandan beri halkları, yöneticilerin ve sömürgecilerin zulmünün acısını çekmektedir.Yıllar geçtikçe bu ülkeler, yoksulluğun ve yıkımın pençesinde boğulmuştur. Zira ülkelerin imzaladığı hiçbir zirve veya anlaşma onlara bir refah ve barış getirmemiştir. Tam tersine bu ülkelerde, bitmek bilmeyen devrimler, darbeler ve savaşlarla bir gerginlik hali yaşanmaktadır. Türkçe konuşan halkların ülkelerinde de benzer durum söz konusudur.

Birincisi: Türkçe veya Arapça konuşan halkları birleştirme düşüncesi, ABD ve İngiltere tarafından temsil edilen Batı'nın, Müslümanlar üzerinde otoriter rejimler kurmak ve İkinci Raşidi Hilafetin kurulmasını engellemek yoluyla bölgedeki nüfuzunu korumak amacıyla İslam ülkelerini bölmek için kullandığı bir araçtır.

İkincisi: Milliyetçilik bağları, üç nedenden dolayı halkları birbirine bağlamaya uygun değildir: Zira bunlar akrabalık ve kabile bağları olup kalkınma yolunda ilerleyen halkları birleştirmeye uygun değildir.Çünkü bunlar, beka içgüdüsünden kaynaklanan duygusal bir bağ olduğu için, otorite sevgisine yol açmaktadır.Ayrıca bu bağlar, otorite peşinde koşan insanlar arasında çatışma ve çekişmeye neden olduğu için insani bir bağ da değildir. Bunu kanıtlayan şey ise, bugün sömürgecilerin çizdiği ulusal sınırların hâkim olduğu İslam ülkelerinin gerçekliğidir.

Üçüncüsü: Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) zirvesiyle ilgili olana gelince; Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından dünyada yeni bir uluslararası sorun ortaya çıktı ki bu sorun, ABD'nin Rusya'yı Orta Asya ve Kafkasya'daki nüfuz alanlarından çıkarma arzusuna dayanan Orta Asya sorunudur. Dolayısıyla Bağımsız Devletler Topluluğu, bir yandan Rusya'yı bu bölgelerden çıkarmak, diğer yandan da Müslümanları, Araplar, Türkler ve Farslar olarak etnik kökenlerine göre bölmek amacıyla Amerika’nın fikri ve siyasi manevralarının bir aracı olarak çalışmaktadır. Nitekim ABD, Ukrayna'da savaşın patlak vermesinin ardından Rusya'nın siyasi ve ekonomik zayıflığını istismar ederek Kafkasya ve Orta Asya'daki çatışmayı yoğunlaştırmaktadır.

Bunun en bariz örneği, 30 yıldan fazla süren Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmanın çözülmesidir. Zira Ağustos ayında Trump, Azerbaycan'dan Ermenistan üzerinden Türkiye'ye kadar uzanan Zangezur koridoru hakkında 99 yıllık bir anlaşma imzalamış ve bunu da “Uluslararası Barış ve Refah için Trump Rotası” olarak adlandırmıştır. Böylece bu koridor Türkiye'yi doğrudan Orta Asya ülkelerine bağlayacak ve Azerbaycan artık Avrasya'nın önemli bir ulaşım merkezi haline gelecektir.

Amerika, Zangezur koridorunu jeopolitik bir araç olarak kullanacaktır; çünkü bu koridor Orta Asya ülkeleri için yeni fırsatlar açmakta ve Rusya'nın güzergâhlarını atlayan alternatif enerji rotaları sunmaktadır.Amerika'nın Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini yoğunlaştırması ve Azerbaycan'ın Özbekistan'la birliğini kullanması, Rusya'yı bölgede zayıflatmaya yönelik doğrudan bir Amerikan saldırısı mesabesindedir.

Bu acı gerçeği ve sömürgecilerin İslam ülkelerinin kaynaklarını ele geçirmek için birbirleriyle çatışmalarının sebeplerini Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadislerinin birinde şöyle nitelendirmiştir: Zira İmam Ahmed ve diğerleri, Sevban Radıyallahu Anh’ın şöyle dediği bir hadisi rivayet etmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: يُوشِكُ الْأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الْأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا» فَقَالَ قَائِلٌ: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ: «بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمْ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ الْوَهْنَ» فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، وَمَا الْوَهْنُ؟ قَالَ: «حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِAç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir." Dediler ki: Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak ey Allah’ın Resulü? Dedi ki: “Bilakis sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer çöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacak, sizin de kalbinize vehn sokacaktır.” Dediler ki; "Vehn nedir, ey Allah’ın Rasulü? Dedi ki: “Dünyayı sevmek ve ölümü kerih-kötü görmektir."

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Eldar Hamzin

Devamını oku...

El Vakiye TV: Kuşkusuz Gazze’nin, Müslüman Askerlerin Bilek Gücüyle ve Yahudi Varlığının Kökünün Kazınmasıyla Değil de Önce Yerle Bir Edilip, Sonra da Trump’ın Planı ve İslam Coğrafyasındaki Yöneticilerin İhanetiyle Kısmen Özgürlüğüne Kavuşturulması

  • Kategori El Vakiye TV
  •   |  

El-Vakiye TV
Hizb-ut Tahrir Bildirisi:
Kuşkusuz Gazze’nin, Müslüman Askerlerin Bilek Gücüyle ve Yahudi Varlığının Kökünün Kazınmasıyla Değil de Önce Yerle Bir Edilip, Sonra da Trump’ın Planı ve İslam Coğrafyasındaki Yöneticilerin İhanetiyle Kısmen Özgürlüğüne Kavuşturulması En Büyük Felaketlerden Biridir


Sunan: Müh. Selahaddin Adada
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Müdürü

Bildiriyi Okumak İçin Tıklayınız

Pazar, 20 Rabiu'l Âhir 1447 Hicri - 12 Ekim 2025 Miladi

Daha fazlası için TIKLAYINIZ

el vakiye tv

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش
#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

el vakiye tv

Devamını oku...

Gabis’te Sadece Çevre Değil, İnsanlık da Katlediliyor, Gelecek Nesiller de Cezalandırılıyor!

Gabis şehri, sanayi kimya tesisinden kaynaklanan emisyonların yol açtığı çevre krizi nedeniyle büyük bir felaketle karşı karşıya. Kimya kompleksinin dumanı, kentin ciğerlerini sarıp nefesini usul usul söndürmektedir.

Halk, hayatlarını karartan o felaketi durduracak bir yönetici beklerken, karşılarında çocukların, kadınların ve yaşlıların barışçıl çığlığını bile bastıran bir güvenlik ordusu buldular! Güvenlik güçleri halkla göz yaşartıcı gazla müdahale etti!

Polis, Cuma gecesi 70’ten fazla kişiyi gözaltına aldı. Şafak sökerken bu sayı daha da arttı ve rejim güçleri bazılarını evlerinden zorla aldı. “Kirliliği Durdurun” kampanyası üyesi Hayreddin Dübeyye’nin anlattığına göre, kardeşlerimizin bir kısmı apar topar mahkemeye çıkarıldı, bir kısmı ise doğrudan hapse atıldı. İşte böylece, göstericilerin talebi, “kirliliği durdurun”dan “tutukluları serbest bırakın”a evirilmiş oldu!

Yaşanan bu son gelişmeler üzerine, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Medya Bürosu olarak biz, şu noktaların altını çiziyoruz:

1- Kirlilik yayan sanayi tesislerinin kapatılmasını isteyen protestocuların talepleri son derece meşrudur ve yönetimin bu talepleri derhal yerine getirmesi gerekir. Üstelik, bu tesislerin sökülmesine ilişkin bir karar zaten 2017 yılından beri mevcuttur. Dahası Gabis Yerel Meclisi de geçmişte bu tesislerin yaşamı doğrudan tehdit ettiğine dair uyarıda bulunmuştur.

2- Şiddet kullanımı ve gözaltılar, durumu daha da germekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu durum, yöneticilerimizin en temel görevleri olan halkı gözetme konusunda bile ne kadar aciz ve egemenlikten yoksun olduklarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Zira onlar, hemen otoritenin sopasını kullanmayı ve halkın onurlu bir yaşam konusundaki meşru haklarını inkâr etmeyi yeğliyorlar.

Ey yeşil Tunus halkı! Etrafımızı saran bu kirlilik, tek derdi kâr etmek ve daha çok üretmek olan açgözlü kapitalist sistemin doğal bir sonucudur. Bugün Gabis’te yaşananlar da bir istisna değil, sadece bir örnektir. Tıpkı Kayravan’daki fosil yakıt kirliliği, Duz’daki nükleer atıklar, Safakes’teki çöp sorunu ve yakın gelecekteki ‘yeşil hidrojen’ projeleri gibi.

Çevre meselesi, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafetin gölgesi altında esaslı bir şekilde çözülebilir ancak. Karar hürriyetine sahip, tüm faaliyetlerini Şer’i teraziyle tartan bu devlet, ülke ve kullar konusunda Allah’tan korkacak; bağımlılığı kemikleştiren, zenginlikleri talan eden ve kaynakları evlatlarımız ve çevremiz pahasına sömüren uluslararası antlaşmaları feshederek, sömürgeciliğin elini kökünden koparıp atacaktır.

Ebu Zer’den rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur:

عُرِضَتْ عَلَيَّ أُمَّتِي بِأَعْمَالِهَا حَسَنِهَا وَسَيِّئِهَا فَرَأَيْتُ فِي مَحَاسِنِ أَعْمَالِهَا الأَذَى يُنَحَّى عَنِ الطَّرِيقِ وَرَأَيْتُ فِي سَيِّئِ أَعْمَالِهَا النُّخَاعَةَ فِي الْمَسْجِدِ لاَ تُدْفَنُ“Ümmetimin iyi kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi işlerinin içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırılmasını da buldum. Kötü amelleri arasında da mescitte temizlenmeden bırakılmış balgamı gördüm.”

Devamını oku...

Siyaset Salonu Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu, değerli basın mensuplarını, siyasetçileri ve kamusal meseleler ile ilgilenen herkesi, düzenleyeceği Siyaset Salonu toplantısının yeni bölümüne katılmaya davet etmekten memnuniyet duyar. Programın bu haftaki konuğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcü Yardımcısı Sayın Muhammed Cami (Ebu Eymen) olacaktır. Söyleşinin başlığı ise şöyledir:

“Hükümetin Filistin meselesinin tasfiyesine ilişkin tutumu ve Şeriatın bu konudaki hükmü”

Oturumun moderatörlüğünü Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayeti Medya Bürosu üyesi İbrahim Müşrif yapacak.

Tarih: 03 Cumâde’l Ûlâ 1447 / 25 Ekim 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER