Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Asım Münir’in Kahire Ziyareti, Trump’ın Orta Doğu Planının Hayata Geçirilmesi İçin Atılmış Bir Adımdır

Yahudi varlığı ile normalleşmenin ardından onun İslam dünyasına pazarlanmasını ve mevcut tüm rejimlerin sözde İbrahim Anlaşmaları’na dahil edilmesini öngören Trump’ın Orta Doğu vizyonunu hayata geçirmek için, Müslüman dünyasındaki Amerikancı ajanlar arasında son zamanlarda bir yakınlaşma yaşandı. İşte bu çerçevede, Trump’ın en sevdiğim diktatör dediği Mısır Cumhurbaşkanı es Sisi, Kahire’deki El-İttihadiye Sarayı’nda, yine Trump’ın en sevdiğim mareşal dediği ve Gazze kasabı Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteren Mareşal Asım Münir’i kabul etti. Toplantıya Mısır Savunma Bakanı da katıldı. Kahire’deki Pakistan Büyükelçisi’nin de hazır bulunduğu görüşmede taraflar, ortak işbirliği ve bölgesel güvenliği güçlendirme konularını ele aldıklarını iddia ettiler.

Asim Münir ayrıca Mısır Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı ve Savunma ve Askeri Üretim Bakanı Orgeneral Abdül Mecid Şakir ile de görüştü. Görüşmede Mısır ve Pakistan orduları arasındaki askeri ilişkilerin güçlendirilmesi ele alındı. General es Sisi, bu kayda değer gelişmeden duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve rejiminin, ‘ortak çıkarlara’ yani Beyaz Saray’daki efendilerinin çıkarlarına hizmet etmek için bu işbirliğini güçlendirmeye devam edeceklerini vurguladı. Tabii ki bu işbirliği, Yahudilerin ve Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmek demektir. Görüşmede ele alınan ortak çıkarlar, iki taraf arasındaki askeri işbirliğinin güçlendirilmesiyle ilgilidir.

Filistin’i kurtarmak, Mescid-i Aksa’yı Yahudi pisliğinden temizlemek ya da Trump’ın yönlendirdiği ve Yahudilerin işlediği soykırımda ölen on binlerce şehidin intikamını almakla ilgili değildir. Hatta görüşmede ne Filistin ne de Mescid-i Aksa’nın adı bile geçmemiştir! Direnişle Yahudiler arasında sözde arabuluculuk yapan, Mısır’ın otellerini, direnişi yok etmek ve silahsızlandırmak için pazarlık yapan heyetlere ve başkanlara peşkeş çeken es Sisi’nin Mübarek Toprağın kurtuluşundan bahsetmesi hiç akla mantığı sığar mı?! Sınırsız Amerikan silahı ve desteğiyle Yahudi katliam makinesinin başladığı işi tamamlamak için işgalcilerin yerine uluslararası güçler gönderiliyorsa kurtuluştan bahsetmek mümkün mü? Son iki yıldır Gazze’deki mazlum kardeşlerimizi kurtarmak için kılını bile kıpırdatmayan Pakistan ordusunun, şimdi kalkıp Filistin halkına yardım etmesi düşünülebilir mi?

Tarafların “askeri tecrübe paylaşımı” laflarının amacı, Allah yolunda cihat ilan etmek ve Filistin’i kurtarmaktan ziyade Gazze’yi, Trump ve Arap/ Müslüman dünyasındaki uşakları için bir fesat yuvasına çevirmekten başka bir şey değildir. Nitekim tarafların, Yahudi varlığına karşı gerilimi tırmandırmaktan kaçınmak gerektiğini vurgulamaları ve bunu “terörizm ve aşırılıkla mücadele” olarak kodlamaları da bunu doğrulamaktadır.

Ey Kinane ve Pakistan ordusu içindeki samimi subaylar! Bilin ki, Filistinli Müslümanlara karşı devam eden soykırımın sebebi sizlersiniz. En güçlü Müslüman ordularının, kulları öldürülürken, katledilirken, işkence görürken, saldırıya uğrarken, aşağılanırken, aç bırakılırken ve yerlerinden yurtlarından edilirken, öylece durup izlediklerine Allah Subhânehu ve Teâlâ şahittir! Bu yüzden size soruyoruz: Daha kaç çocuğun açlıktan ölmesine, keskin nişancı tarafından vurulmasına göz yumacaksınız?! Daha kaç erkeğin işkence görmesine ve aşağılanmasına izin vereceksiniz? Daha kaç kadının Yahudi işgal güçlerinin saldırısına maruz kalmasına müsaade edeceksiniz? Dikkat edin ey İslam ümmetinin askerleri! Bizden önce nice kavim, zalim yöneticilerinin etkisiyle doğru yoldan sapmışlardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya isyan edenlere itaat etmeyin. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ve İbn Mâce de süneninde sahih bir isnatla rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَمَرَكُمْ مِنْهُمْ بِمَعْصِيَةِ اللهِ فَلَا تُطِيعُوهُ“Başınızdakilerden kim size Allah’a isyan etmeyi emrederse, sakın o hususta ona itaat etmeyin.” Müslümanların ilk halifesi Ebu Bekir Sıddık da isyankâr yöneticilere uyulması konusunda uyarmış ve şöyle demiştir: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz! Allah ve Rasûlü’ne isyan edersem bana itaat etmeyiniz!” Üstelik Ebu Bekir RadıyAllahu Anh sahabenin en hayırlılarından biriydi! En hayırlı sahabelerden biri olan Ebu Bekir de durum buyken, siz nasıl oluyor da Batı’ya uşaklık eden, Allah’ın buyruklarını hiçe sayan ve o yüce Sahabelerin tırnağı bile olamayan zalim yöneticilere boyun eğip halinizden memnun kalabiliyorsunuz?” Müslümanların başındaki mevcut yöneticilerin aldatmacaları, yalanları, komploları ve ihanetleri artık yeter! Onlar Ümmet’in sırtında bir yüktür ve onları derhal muhasebeye çekmelisiniz! Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için hemen Hizb-ut Tahrir’e nusret verin. Hilafet ümmetin askeri gücünü ve ekonomik kaynaklarını seferber edecek, azgın acımasız Yahudi varlığını ortadan kaldıracak ve dünyanın lider devleti olmak için Hilafetin bölgesel hegemonyasını pekiştirecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِن يَنْصُرْكُمُ اللهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” [Ali İmran 160]

Devamını oku...

Allah’ın, Rasûlü’nün ve Müminlerin Düşmanını Ağırlamak, İlahi Gazabı ve Felaketi Buyur Etmekle Birdir; Ey Malezya Başbakanı! Allah’tan Kork!

Hizb-ut Tahrir / Malezya, Başbakan Enver İbrahim’in, elleri Gazze’deki Müslümanların kanına bulanmış olan ABD Başkanı katil Trump’ı 47. ASEAN Zirvesi için Kuala Lumpur’a davet etmesini şiddetle kınıyor. Bu davet, ahlaki bir duruştan yoksun olması nedeniyle yalnızca utanç verici bir diplomatik hamle değil aynı zamanda bu ümmetin onuruna yapılmış büyük bir hakarettir. Kalbinde zerre kadar onur taşıyan her Müslümanın vicdanını kanatan bir ihanettir! En başta da Filistin halkına yapılmış bir ihanettir!

Filistin davasının savunucusu olduğunu söyleyen biri, Filistinlilerin katilini ve o Mübarek toprakların celladını nasıl olur da Müslümanların ülkesine davet edebilir? Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ve müminlerin düşmanı olan bir şahıs, resmi devlet protokolüyle ülkemizde nasıl ağırlanabilir? Müslümanların haysiyet ve onuru nerede? İslam’a bu denli düşman olan birine kırmızı halı sermek de neyin nesi?! Bu alçağın ne değeri var ki böyle resmî törenle karşılanıyor?! Bugün yeryüzünde, 67.000’den fazla Müslümanın katili ve Mübarek Toprak Filistin celladı olan bu adamdan daha aşağılık bir Allah düşmanı olabilir mi?! Trump sıradan küstah bir kâfir değil, kan dökmekten zevk alan bir zalimdir! Gazze’de masum Müslümanların kanının dökülmesine sebep olmuş ve bununla övünen biridir. Onun talimatıyla, tüm Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs, yasa dışı Yahudi varlığının başkenti olarak kabul edilmiştir. Onun imzasıyla, Filistinlilerin haklarını görmezden gelen ve Filistin’i yok etmeyi amaçlayan ‘Yüzyılın Anlaşması’ denen kötü niyetli plan uygulanmaya konulmuştur. Ve şimdi de, yine, üzerinde zerre kadar meşru hakkı bulunmayan bir toprak için sözde bir “Barış Planı” açıklıyor. Peki, halkı Kelime-i Şehadet getiren bir ülkeye böyle bir adamı davet etmek ve onu ağırlamak yakışık alır mı?

Malezya Başbakanı, bu rezaleti ASEAN başkanlığı kılıfıyla örtbas etmeye çalışıyor. Açıkça soruyoruz: ASEAN başkanının böyle bir davet yapma mecburiyeti mi var?! Aksine Trump gibi suçlu birini davet etmemek, bir dereceye kadar haysiyet ve cesaretin göstergesi olabilirdi. İleri sürülen mazeretler ne olursa olsun, bu eylemin Amerika’ya boyun eğmekten ve korkudan kaynaklandığı gerçeğini gizleyemez. Oysa gerçek teslimiyet ve saygı yalnızca Allah’a aittir, düşmanlarına değil.

Daha da utanç verici olan ise Trump’ın katılımıyla ona Filistin’le ilgili bir mesajın doğrudan iletilebileği iddiasıdır. Bu o kadar ironik bir durum ki, bu, sürüyü parçalayan kurda, koyunlara merhamet etmesini öğütlemek gibi bir şeydir! Ne kadar ahmakça! Filistin’i yerle bir eden celladın kendisinden nasıl çözüm beklenebilir?! Baş düşmanımıza derdimizi anlatıp ondan çözüm kabul etmek de neyin nesi?! Gerçekten akıl alır gibi değil!

Ey Malezya Başbakanı! Aklını başına al! Katil ve cellat Trump, Filistin sorununu çözemez ve asla çözmeyecektir! Siz ve diğer tüm Müslümanların yöneticileri Filistin meselesini çözebilir. Çözüm, Yahudi varlığını kökünden yok etmek için ordularınızı harekete geçirmektir. Ama ne yazık ki bunu yapmıyor ve bunun yerine Filistinlileri Trump’ın insafına terk ediyorsunuz!

Aslında, Trump’ı bu ülkeye davet etmek sadece Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın gazabını nail olmamızı sağlamakla kalmıyor aynı zamanda ulusal egemenliğimizi de tehlikeye atmaktadır. O katil buraya ayak bastığı anda, polisimiz, askerimiz, güvenlik birimlerimiz bizim emrimizden çıkacak; 67.000’den fazla Müslümanın katilini korumak, ona toz kondurmamak için seferber olacaktır! İşte bu, büyük bir zillettir. Bu, çocukların, kadınların ve yaşlıların katili olarak nitelenen bir kişiye protokoler olarak ‘kraldan bile üstün’ bir muamele gösterilmesi anlamına geliyor. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” [Maide 51]

Ey Malezya Başbakanı! Şunu bilin ki, Trump’ı davet ederek, onunla aynı masaya oturup fotoğraf çektirerek zerre kadar onur kazanamazsınız! Çünkü bütün şeref ve onur yalnızca Allah’a aittir. Allah’ın düşmanlarına yaranmaya çalışanlar yalnızca haysiyetsizlikle karşılaşacaklardır. Allah’ın düşmanlarının gözüne girmeye çalışanlar bilsin ki iman edenlerin gözünden düşecektir. Allah katındaki rezil ve rüsvalığı ise çok daha büyük olacaktır!

أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعاً“Onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa 139]

Üstelik Trump’ı davet etmekle Netanyahu’yu davet etmek arasında pratikte hiçbir fark yoktur; zira her ikisi de fiilen Kafir Harbi devlettir. İslam’ın, Allah’ın, Rasûlü’nün ve İnananların can düşmanıdır. İkisi de pis suçlulardır, Müslümanların yöneticilerinden kıymet ve itibar gördüğü için Trump kendini bir şey sanıyor; Onu bu şekilde yücelten Müslümanların yöneticileri ne kadar da alçaktırlar.

Hizb-ut Tahrir, Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i yeniden kurmak için çalışmaktadır. Hilafet, Amerika’ya ve Yahudi varlığına dostluğun ve düşmanlığın ne demek olduğunu öğretecektir. O zaman Allah düşmanları, ahiretten önce bu dünyada zilleti gerçekten tadacaklardır. Ahiretteki zilletleri ise çok daha büyük olacaktır.

Devamını oku...

Pakistan’daki Yöneticiler, Müslüman Halk Arasında Yükselen İslami Uyanıştan Endişe Duymakta ve Bu Uyanışı Engellemek Amacıyla Ulusal Eylem Planı çerçevesinde Pakistan’ı Otoriterleşmeye Götüren Politikalar Geliştirmektedirler; Ancak Bu Çabalar Başarıs

Yöneticilerin TLP gösterisine yönelik saldırgan ve acımasız tavrı, Pakistan’daki dindar çevrelerde büyük bir rahatsızlık yarattı ve her şuurlu Müslümanı dehşete düşürdü! Ancak yöneticilerin bu demir yumrukla müdahalesi, tekil veya kendine özgü bir olay değildir; aksine, son zamanlarda attıkları bir dizi adımın devamıdır. Bu adımlar, özellikle Pakistan yöneticilerinin, Arap ve diğer Müslüman ülke liderleriyle birlikte Trump’ın planını uygulamayı kabul etmesiyle daha da sertleşti. Bilindiği gibi söz konusu planın hedefi, Yahudi varlığını Filistinli Müslümanların direnişinden korumaktır. Pakistanlı Müslümanların Trump’ın 20 maddelik planını reddetmesi üzerine yöneticiler hemen bir korku imparatorluğu kurmaya kalkıştılar! Bu çerçevede aralarında Hizb-ut Tahrir’in yiğit evlatları da olmak üzere ülkenin dört bir yanında Filistin yanlısı faaliyetlerde bulunan genç aktivistleri gözaltına aldılar, zorla kaybettirdiler! Çünkü bu gençler yaptıkları davet faaliyetleriyle Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin Yahudi varlığını ortadan kaldırması ve Mescid-i Aksa’yı kurtarması yönündeki talebi ümmetin sesi ve talebi haline getirmiştiler.

Bu süregelen baskı ve zulüm politikasını örtbas etmek için Pakistan yöneticileri, bugünlerde TLP’nin geçmişte sınır aşıp şiddet eylemlerine başvurduğu gerekçesinin arkasına sığınıyorlar. Oysa gerçekte bu bütün durumun asıl suçlusu yöneticilerin ta kendileridir; onların izlediği politikalar nedeniyle on milyonlarca Pakistanlı, kutsal değerler konusunda endişe ve kaygı duymaya başlamıştır. Bugünkü Pakistan yöneticilerinin tutumu, halk talep etmeden bile İslam’ı uygulayan şanlı Hilafet Devleti’nin tavrıyla asla kıyaslanamaz! Bu yüzden halk o devleti kendi devleti bilmiş, İslam’ın hedefleri uğruna onunla omuz omuza vermiş ve meydanlara inmeye gerek bile görmemiştir!

Pakistan’ın kurulduğu günden beri yönetici eliti, Pakistanlı Müslümanların İslam adına kandırıldıklarını ve laik bir devlet kurmak için kurban edildiklerini biliyorlardı! İşte bu dinin dışlanmışlığını ve kolektif amaç eksikliğini örtbas etmek için Pakistan devleti laikliğin üzerine ikiyüzlü bir İslami makyaj yaptı! Sömürgeci efendileri de, o günkü siyasi çıkarları gereği, bu uşak yöneticilerin bazı İslami yasaları uygulamasına göz yumdu! Ne var ki, son otuz yıldır Pakistan ve tüm İslam dünyasında yükselen İslami uyanış ve Gazze katliamına gösterilen canice kayıtsızlık, yöneticilerin o sahte İslam maskesini düşürdü. Artık Müslümanları ikna edemez hale gelmişlerdir. Bu durum her geçen gün Pakistan’ın dış politikasını Amerika’nın istekleri doğrultusunda değil de İslam’ın emirleri temelinde şekillendirilmesi gerektiği yönünde üzerlerindeki baskıların artmasına yol açmıştır.

Pakistan Müslümanları, kahraman ordularının Trump liderliğinde Siyonist varlığa kalkan olduğunu değil de ona karşı cihat ilan etmesini, onu kökünden kazımasını ve Beytü’l-Makdis’i özgürleştirmesini istemektedir! Peki halkın bu haklı talebi karşısında Pakistan yöneticileri ne yapıyor? Laikliğin kurucusu Mustafa Kemal’in, Âl-i Suud’un ve Hüsnü Mübarek’in izinden giderek “demir yumruk” politikası benimsiyorlar! Ama Allah’ın zalimleri nasıl yerle bir ettiğini unutuyorlar!

Pakistan’daki yöneticiler, Pakistan Müslümanlarıyla amansız bir çatışma halindedirler. Pakistanlıların görüş ve İslami duygularını, devletin seküler görüşüne uygun hâle getirmek amacıyla zor kullanmakta ve taktiksel baskı yöntemlerine başvurmaktadırlar. İşte bu nedenle halkın İslam’ın tam olarak uygulanmasını talep etmesini engellemek amacıyla dindarlığı şeytanlaştırmakta ve aşırılık damgası vurmaktadırlar! Madrabaz siyasi çevrelerde görülen yöntemlere benzer şekilde, Pakistan Müslümanlarını İslam’a olan derin bağlılıklarından dolayı utandırmak ve dindarlığın olumsuz sonuçlar doğuracağı algısını yerleştirmek için dini çevrelerden bazı figürleri rüşvet yoluyla devşirdiler, diğerlerini ise kendi ajandalarına hizmet etmeleri için tehdit ettiler, gözdağı verdiler. Halkın İslam’ı uygulama hedefinden şaşması ve İslam konusunda kafa karışıklığı yaşamasını sağlamak için eğitim müfredatını kasten çarpıtarak insanların kafasını İslam konusunda bulandırdılar! Liberal medya politikalarıyla da insanları materyalizme, hazcılığa ve laik bir yaşam tarzına yönlendirerek onları İslami hayat tarzından uzaklaştırmaya çalıştılar. Uyguladıkları kapitalist politikalarıyla da Pakistan’ın büyük bir kısmını yoksulluk çarkında ezdiler; onları günlük geçim derdine hapsettiler, böylece politika üretiminin güçlü laik siyasi seçkinlerin kontrolünde kalmasını ve rahatsız edilmeden sürmesini sağladılar.

Artık tam anlamıyla kötülüğün ta kendisi oldular. Kötülük üretir, kötülüğü besler ve kendi kişisel çıkarları uğruna Pakistan’ı bir kötülük ateşine atar hale geldiler. Trump’ın barış planına karşı gelebilecek her türlü direnişi önlemek amacıyla da Pencap’ı adeta bir katliam alanına çevirdiler. Daha önce de Afganistan’daki ABD işgal güçlerine karşı bölgede var olan direnişi ezmek için tüm kabile bölgelerini bir ölüm tarlasına dönüştürmüşlerdi; Belucistan Müslümanının maruz kaldığı zulümleri dindirmek şöyle dursun, daha da katmerleştirdiler ve Belucistan’ı düşman güçlerin karanlık operasyonları için verimli bir zemin haline getirdiler. Bu yüzden bu yöneticiler, Pakistan Müslümanlarının hayatının her alanını saran adeta bir kanser gibidirler.

Bu yüzden, tüm dini liderler ve alimler yüzeysel taleplerle yetinmemelidir. Aksine, bu yöneticileri ortadan kaldırmak için birleşmeli ve sorunu kökünden çözmek, kötülüğü bitirmek ve bölge Müslümanlarının İslam’ın adil düzeni altında barış ve güven içinde yaşamasını sağlamak için İslam’ın Hilafet sistemini kurmaya çalışmalıdırlar. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ أَوْ لَيُسَلِّطَنَّ اللَّهُ عَلَيْكُمْ شِرَارَكُمْ ثُمَّ يَدْعُو خِيَارُكُمْ فَلَا يُسْتَجَابُ لَكُمْ“Vallahi! Ya marufu emreder, münkerden nehyedersiniz ya da Allah sizin kötülerinizi size musallat eder de sonra içinizdeki iyiler dua eder ama size icabet edilmez.” [Taberani] Çeyrek asırdır Hizb-ut Tahrir’in yiğit gençleri, Pakistan’ın İslami topraklarında Hilafet’in yeniden kurulması için mücadele etmektedir! Haydi siz de Hizb-ut Tahrir gençlerinin bu samimi ve şerefli mücadelesinin kolu kanadı olun!

Devamını oku...

Milislerin Türetilmesi: Savaş Atmosferinde Görünen Ve Görünmeyen Yüzler

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Milislerin Türetilmesi: Savaş Atmosferinde Görünen Ve Görünmeyen Yüzler

Sudan'ı kasıp kavuran savaşın ortasında, askeri destek kisvesi altında kullanılan ve bünyesinde ulusal parçalanma ve bölünme tohumlarını da barındıran en tehlikeli araçlardan biri olarak milislerin türetilmesi olgusu ortaya çıkmıştır. Bu olgu yeni ortaya çıkmış bir olgu değildir; aksine daha önce destek gücü olarak başlayıp sonrasında paralel bir güce dönüşen ve devlete karşı bir isyanla sonuçlanan Hızlı Destek Güçleri ile birlikte uygulanan yaklaşımın bir uzantısıdır.

Birincisi: Orduya bağlı ve orduyu destekleyen milisler – Yasa dışı gücün haritası

Son yıllarda Sudan Silahlı Kuvvetleri'nin resmi kanallarından geçmeden çeşitli isimler taşıyan ve rütbe ve madalyalarla ödüllendirilen çok sayıda düzensiz askeri oluşumlar ortaya çıkmıştır. Bu oluşumların en öne çıkanları şunlardır: Vatan Kalkanı Güçleri, Onur Güçleri, Karar Tugayları, Yeni Mücahit Güçleri, Sivil Destek Güçleri ve Özel Koruma Kuvvetleri. Tüm bu milisler ayrı ayrı yönetilmekte ve Silahlı Kuvvetler Kanunu'na tabi olmaksızın kendilerine ayrıcalıklar ve askeri rütbeler verilmektedir; bu ise askeri hiyerarşi ve disiplinin açık bir ihlali olup savaş kararı alma birliğini de tehdit etmektedir.

Orduyla ittifak halindeki milislerin yapısı – ayrıntılı bir saha gerçekliği

Bu oluşumlara ek olarak son çatışma sırasında yeni, daha örgütlü ve etkili milis güçleri ortaya çıkmış olup bunların en öne çıkanları şunlardır:

1- El-Bara İbn Malik Taburu: Güney Savaşı sırasında Halk Savunma Kuvvetleri bünyesinde ortaya çıkmış ve 25 Ekim 2021 darbesinden sonra saflarını yeniden düzenlemiştir. Savaşçılarının sayısı 21 bini kişiyi aşmıştır. Üyelerine resmi askeri prosedürlerden geçmeden rütbe ve madalyalar verilmektedir. Hızlı Destek Güçleri’ne karşı savaşı "küfre karşı savaş" olarak gören akidevi bir söylem benimsemiştir.

2- Ebu Akla Kikal liderliğindeki Sudan Kalkanı; son savaş sırasında ortaya çıkmış ve kundaklama, yağma ve tutuklamalar gibi sivillere karşı ciddi ihlallerde bulunmuştur. Kendisi aşiret ve mezhep çatısı altında faaliyet göstermekte olup orduyu desteklediğini iddia etmektedir.

4- Ortak Kuvvetler: Yerel yönetimlerden ve orduyla ittifak halindeki kabilelerden oluşan unsurları içermektedir. Çocukların askere alınması ve insan hakları ihlallerine karışmıştır.

4- El Cezire Kurtuluş Hareketi: Hızlı Destek Güçleri'nin El Cezire bölgesini işgaline bir tepki olarak kurulmuş olup orduya destek vermesine rağmen net bir yasal desteğe sahip olmayan hareket, Sudan anayasasına göre bir milis gücü olarak kabul edilmektedir.

Yasa dışı rütbe ve nişaneler:

Bu milislere askeri rütbe ve nişanelerin verilmesi, Sudan askeri hukuku çerçevesi dışında gerçekleşmekte olup bu da bu güçlerin meşruiyeti ve birleşik ve disiplinli bir ordunun oluşumu üzerindeki etkileri konusunda yaygın tartışmalara yol açmıştır; bu da zihinlere Hızlı Destek Güçleri'nin deneyimini getirmektedir.

Bu milislerin finansman kaynakları:

- Paralel ekonomik ağlar ve özel güvenlik şirketleri aracılığıyla sağlanan ilan edilmemiş iç finansman.

- Yerel ajanlar aracılığıyla nüfuzlarını pekiştirmek isteyen bölge ülkeleri tarafından sağlanan dış destek.

- Kendisini finanse etme araçları olarak altın, petrol ve tarım gibi yerel kaynakların yağmalanması.

- Sadakat karşılığında siyasi güçlenme: Askeri liderliği destekleme karşılığında mali ayrıcalıklar ve mevkilerin verilmesi.

İkincisi: Hızlı Destek Güçleri senaryosunun yeniden üretilmesi- güçlendirme ve isyan.

Bugün yaşananlar, mali ve askeri olarak güçlendirilen, daha sonra kendi komutası altında bağımsız bir güce dönüşen ve isyanla sonuçlanan Hızlı Destek Güçleri deneyimini akla getiriyor. Bu model, özellikle yasal ve kurumsal denetimin olmaması durumunda yeni milislerin de aynı yolu izleyebileceği uyarısında bulunuyor.

Üçüncüsü: Milisleri üretmenin devletin geleceği açısından tehlikesi

- Askeri karar alma birliğinin parçalanması.

- Devletin itibarının zayıflaması.

- Savaş sonrası iç güvenliğin tehdidi.

Bütün bunlar, Sudan'ın birliğini tehdit eden ve kurumlarını zayıflatan, devletin çerçevesi dışındaki çok sayıda silahlı güçlerin doğrudan sonuçlarıdır.

Dördüncüsü: Ülkenin birliğini korumaya ilişkin şerî hüküm

Şerî açıdan; kanı korumak, namusu korumak ve şerî maksatları gerçekleştirmek de dahil olmak üzere ülkenin birliğini korumak şer’an vaciptir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلَا تَفَرَّقُواHep birlikte Allah'ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” [Al-i İmran 103] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْBirbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” [Enfal 46]

Âlimler, Müslümanların tek bir siyasi varlık altında birleşmesinin siyasi bir tercih değil, şer’an farz olduğuna karar vermişlerdir. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: فَمَنْ أَرَادَ أَنْ يُفَرِّقَ أَمْرَ هَذِهِ الْأُمَّةِ وَهِيَ جَمِيعٌ فَاضْرِبُوهُ بِالسَّيْفِ كَائِنًا مَنْ كَانَHer kim bu ümmet derli toplu iken onun işini dağıtmak isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onun boynunu vurun.” [Sahih-i Müslim]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatem El-Attar – Mısır

Devamını oku...

Kendilerini Esaretten Kurtaracak Bir Çobanı (Yöneticisi) Olmayan Esir Kadınlar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kendilerini Esaretten Kurtaracak Bir Çobanı (Yöneticisi) Olmayan Esir Kadınlar!

Haber:

Filistin Esirler Kulübü, işgal güçlerinin aralarında iki kız çocuğu ve Gazze'den bir kadının da bulunduğu 49 Filistinli kadını tutuklamaya devam ettiğini ve bu kadınların, işgal cezaevleri ve sorgu merkezlerinde örgütlü ve sistematik bir baskıyla karşı karşıya kaldığını vurguladı. Filistin Ulusal Kadınlar Günü olarak bilinen gün vesilesiyle yaptığı bir açıklamada kulüp, Filistin halkının tarihindeki en kanlı bir aşama olan soykırım savaşının patlak vermesinden bu yana bu suçların hızının benzeri görülmemiş bir şekilde arttığını ve bunun etkilerinin kadın mahkumların gerçekliği üzerinde sert bir iz bırakmaya devam ettiğini söyledi.

Yorum:

7 Ekim 2023'ten bu yana, Batı Şeria, Kudüs ve 1948'de işgal edilen topraklarda 595'ten fazla kadın tutuklama vakası kaydedilirken Gazze'de tutuklanan kadınların sayısı hakkında kesin istatistikler mevcut değildir. Kadınların rehin alınıp tutuklanması politikası, savaş sırasında tehlikeli bir tırmanışa tanık olmuştur; zira işgal, kadın tutukluların ailelerine baskı yaparak teslim olmalarını sağlamak için bu yöntemi kullanmaktadır. Bu politika, tutuklu ve şehit eşlerinin yanı sıra yetmiş yaş üstü yaşlı anneleri de kapsamakta olup bu politikaya, kadın tutukluların kocalarını veya tutuklu oğullarını öldürme tehditlerinin yanı sıra istismar, evlerin yıkılması, mallara el konulması ve çocukların korkutulması da eşlik etmektedir.

Soykırım savaşını izleyen aşama, kadın tutukluların şartlarında zulüm ve seviye bakımından köklü değişiklikler getirmiş ve buna bir dizi baskıcı suçlar eşlik etmiştir;bu suçların en önemlisi, “kadın tutukluların tanıklıklarına göre” en temel yaşamsal ihtiyaçlardan bile yoksun olan pis hücrelerde tutulmalarıdır. Bu hücrelere yönelik tekrarlanan baskınlar, çıplak arama, kısıtlama, dayak, taciz, tecavüz tehditleri, aşağılayıcı bir şekilde cezaevi avlusuna zorla çıkarılma, aşağılayıcı pozisyonlara zorlanma, bozuk yiyecekler ve kullanılamaz durumdaki eski yatakların verilmesi ve tutukluların hijyenik ped ve giysi gibi en temel ihtiyaçlarının toplu cezalandırma aracına dönüştürülmesi de söz konusudur. Ayrıca serbest bırakılan eski kadın mahkumların ve halen tutuklu olan diğerlerinin belgelenmiş tanıklıklarında geçtiği gibi yaz aylarında havalandırma ve kış aylarında ısınma imkanlarından mahrum bırakılıyorlar, aile ziyaretleri ve avukat görüşmeleri yasaklanıyor ve sürekli toplu tecrit uygulanıyor.

Kayda değerdir ki bu aşamada tutuklamaların en önemli nedenlerinden biri, düşünce ve ifade özgürlüğünün ya da işgalcinin iddia ettiği gibi sosyal medya üzerindeki kışkırtmanın akabinde gerçekleşmesidir; zira bugün kadın mahkumların çoğu kışkırtma suçlamasıyla tutuklu bulunmakta ve bunlardan 12'si idari gözaltında tutulmaktadır. Diğerleri ise gizli dosyalar bahanesiyle idari gözaltında tutulmaktadır.

İşte bu, kadınlara, çocuklara ve erkeklere karşı en ufak bir insanlık kırıntısı bile göstermeden her türlü şiddet ve işkenceyi uygulayan zalim bir işgaldir;siyasetçiler ve liderler ise, oturup izliyorlar ve dünyayı da en ufak bir kötü muameleye maruz kalmayan birkaç Yahudi esirle meşgul ediyorlar.Bunlar yaşanırken ajan otorite ise bu esirleri serbest bırakmak için çalışmak yerine, kadınları ve toplumu yozlaştıran planlar yapmakla, kendisinin ve üyelerinin yolsuzluğunu örtbas etmekle, onurlu insanları ve hakkı söyleyenleri takip etmekle, seslerini kızmak için onları hapse atmakla ve Yahudilerin politikasından çok da farklı olmayan bir baskı politikası izlemekle meşguldür; her ikisinin hedefi de aynı olup bu da, Filistin davasını tasfiye etmektir.

Ancak Rabbul İzzeti aziz Kitabı’nda şöyle buyurmaktadır: وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.” [Enfal 30]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

İslam’da Siyasi Partilerin Kurulması ve Feshedilmesi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İslam’da Siyasi Partilerin Kurulması ve Feshedilmesi!

Haber:

İçişleri Bakanlığı Cuma günü, Tehrik-i Lebbeyk Pakistan'ın (TLP) yasaklandığını duyurarak, federal hükümetin bu dini siyasi partinin terörizmle bağlantılı olduğuna inanmak için "makul gerekçelere" sahip olduğunu söyledi.

Yorum:

1857 Devrimi, Hint alt kıtası halkına, iktidar sahiplerine karşı ayaklanma konusunda bir uyarı örneği olmuştur. Bu örneği İngilizler koydu ancak bugüne kadar yöneticiler onu izlemeye devam ediyor. Pakistan, kuruluş öncesinden bu yana milliyetçi ve dini fikirler arasında süregelen bir çatışmanın içindedir. Ancak kısa süre içinde liderlerinin öncelikle Hinduların egemen olduğu bir hükümet kurmak için çalıştıkları ve bunu da vatancı bir hareket olarak sundukları ortaya çıktı.Muhammed Ali Cinnah, Muhammed Ali Cevher, Mevlana Ebu Kelam Azad ve Hüseyin Şehid el-Sahrurdi gibi Müslüman liderler, bu partiyle çalıştılar;çünkü ayrılık fikri hiçbir zaman bir çözüm olarak ortaya çıkmamış ve her zaman gördükleri gibi birleşik bir alt kıtaya inanmışlardır.

Ancak zaman geçtikçe Kongre Partisi'nin Müslümanları göz ardı ederek çoğunlukla Hinduların çıkarlarına hizmet ettiğini fark ettiler. Buna bir tepki olarak Müslümanların haklarını korumak için, Tüm Hindistan Müslüman Birliği adında yeni bir parti kuruldu. Ancak bu parti, kendi tanımını Müslümanların bekası ve kalkınmaları şeklinde yapan insan aklının bir ürünüdür. İslam’ın, tüm fikirlerin İslam akidesi üzerine inşa edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu taviz, ne İslam'a ne de modern dünyaya ait olmayan eksik bir çözüme yol açmıştır. Kuruluşundan yaklaşık 40 yıl sonra birlik, temel hedefine ulaşmıştır ki o da, Hindistan Müslümanları için bağımsız bir vatan kurmaktır.Nihayetinde milliyetçi fikirler galip gelmiş ancak bu fikirler, Müslüman halkın desteğini kazanmak için dini duygularla maskelenmiştir.

Pakistan Müslümanları olarak bizler, bugüne kadar milliyetçi fikre tamamen boyun eğmenin acısını çekiyoruz.Miras kalan İslami duygu bizde o kadar kök salmış ki, bizim Filistin için gösteri yapmamıza bile izin vermiyor, bu da onun istismar edilme fırsatını artırıyor.Siyaset, kamunun işlerinin gözetilmesi ve özen gösterilmesi olup İslam'da siyasi parti, mümin bir gurubun, tamamı hayır olan İslam temelinde bir araya gelmesi ve siyasi bir akide ve hayatı yöneten bir nizam olarak İslam'a davet etmesidir.

Siyasi partilerle ilgili olarak, Hizb-ut Tahrir tarafından hazırlanan anayasa tasarısında şu metin geçmektedir: “Esasının İslami akide olması ve benimsediği hükümlerin şerî hükümler olması şartıyla, yöneticileri muhasebe etmek veya ümmet yoluyla yönetime ulaşmak üzere siyasi parti kurmak Müslümanların hakkıdır. Parti kurulması için hiçbir izne ihtiyaç yoktur. İslam esası dışındaki her türlü kitleleşme ise yasaklanır.”Ayrıca Müslüman herhangi cemaatin, akide ve nizam olarak İslam esasından başkası üzerine kurulması caiz değildir. Oysa Pakistan Anayasası'nın 17. Maddesi uyarınca, Pakistan'ın egemenliği, bütünlüğü, kamu düzeni veya ahlakı yararına yasa tarafından getirilen makul kısıtlamalar gözetilerek her vatandaş dernek veya sendika kurma hakkına sahiptir.

Son dönemde terörle mücadele yasası kapsamında Tehrik-i Lebbeyk Pakistan'a (TLP) yönelik baskı ve yasaklama kampanyası, Pakistan hükümetinin siyasi partilere ilişkin standartlarının İslam'daki standartlardan farklı olduğunu ortaya koymaktadır. TLP, diğer dini siyasi cemaatler gibi seçimlere katılan ve parlamentoda koltuk sahibi olan siyasi bir cemaattir; bu da cemaatin rejime boyun eğdiğini ve İslam'da siyasi parti mefhumuna karşı olduğunu göstermektedir.

Bu nedenle hareketin gördüğü muamele, önce tanıyıp benimsedikleri, sonra da eleştirdikleri bir sistemden kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak, Filistin konusunda hükümetin politikasına karşı düzenlenen oturma eylemine tepki olarak, sokaklara çıkan takipçileri, 1857 isyanındaki protestocularla aynı muameleye maruz kaldılar. Bu, liderliğin bugün taşıdığı miras alınan İngiliz duygusunu göstermektedir. Bu da sorunun dini unsurda yattığını göstermektedir. Dini unsur, ulusal çıkarların politikasına tamamen gömüldüğünde, devlet tarafından kabul edilebilir hale gelecektir. Eğer Jamaat-e-Islami Pakistan hareketi bugün dini bakış açısını terk ederse, ismini olduğu gibi korusa bile, Pakistan'ın yöneticileri için zararsız hale gelecektir.

Siyasi partilerin, ne hükümet kurarak ne de onlara katılarak İslam'ı dışlayan laik bir yönetime katılmaları caiz değildir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَAllah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıklardır.” [Maide 47]

Bugün Pakistan'daki durum, bir asır önce ihtiyaç duyulan çözümü gerektirmektedir; bu çözüm ise Tüm Hindistan Müslüman Birliği'nin ortaya çıkmasıyla ya da bugün Tehrik-i Lebbeyk Pakistan hareketinin ortadan kalkmasıyla değil, aksine İslam'ın köklerine geri dönülmesi ve devletin, sadece Allah Subhanehu ve Teala'nın emirleriyle hükmedecek ve kuvvetlerine Kudüs topraklarını Yahudilerin pisliklerinden kurtarma görevini verecek bir Halifeye teslim edilmesiyle gerçekleşebilir.Bu sefer Müslümanlar için, sınırları, etnik kökenleri ve dilleri aşan bir kimlik olan İslam'daki köklü kolektif kimliklerine geri dönmeleri için bir dönüm noktası olabilir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” [Enbiya 92]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 28/10/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 28/10/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️ 29 Ekim Cumhuriyet Kutlamaları
◾️ PKK'nın Türkiye'den Çekilme Kararı
◾️ CHP'nin Yolsuzluk Davaları

H. 6 Cumade'l Ula 1447 - M. 28 Ekim 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

◾️"Söz Değil, İcraat Bekliyoruz!" Dedik
◾️Sumud, 57 Ülkenin Acziyetini Göstermiştir
◾️Trump'ın Gazze Planı

Devamını oku...

Büyük Finansal Aldatma!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Büyük Finansal Aldatma!

Bugün, ekonomik büyüme ufuklarını büyük zorluklarla karşı karşıya bırakan olağanüstü ve eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik ve jeopolitik çalkantılar içinde yaşıyoruz; bu durum, uluslararası finansal araçların bir bütün olarak zayıflığıyla örtüşmekte olup çatışmayı genel olarak insani ve ahlaki standartların açık bir ihlali haline getirecek ve bu da tek kutuplu bir dünyanın reddedilmesine yol açacaktır;bu ise Amerika'nın bugüne kadar dünyayı kontrol etmek için bir araç olarak dayattığı ekonomik sözleşmenin gerçekleşmesi ve bunun çözülmesi durumunda açıkça gerçekleşecektir. Tüm bunlar, dünyayı benzeri görülmemiş bir belirsizlik durumuna sürükleyerek cehennemin eşiğine getirmiş olup bu da federal para sahiplerini, şu günlerde iplerini örmeye çalıştıkları büyük bir aldatmaca yoluyla Amerika'dan borçlarını tahsil etmek için çalışmaya sevk edebilir. Bu olayı biraz kurgusal bir şekilde yorumlasam da, onlar şeytani bir zekaya sahipler ve kazananlar kendileri olduğu sürece kimin kaybettiğini hiç umursamazlar. Bu, herkese dikkatli olmaları konusunda uyaran bir okuma mesabesindedir. 

Aklımdan geçenleri açıklamak ve düşünceyi de anlayabilmeniz için bazı noktalara değineceğim.

Nitekim onlar, bazılarının teknolojik çağa ve bu asrın hızına ayak uyduracak yaklaşan bir finansal devrim olarak gördüğü dijital para birimlerini kullanmaya çalışıyorlar; bu nedenle kripto sistemini ve karmaşık matematiksel teknikler yoluyla finansal verileri manipülasyondan koruma sistemini açıklayacağım ki bu sistem üç temel üzerinde çalışmaktadır:

Birincisi: Blockchain (bilgileri depolama şekliyle tipik bir veri tabanından farklılaşan bir tür paylaşımlı veri tabanıdır), her transfer veya işlemi kamuya açık ve şeffaf bir şekilde kaydeden dijital bir blok zinciri olup bir dizi verileri, yani işlem verilerini (kim gönderdi, kime gönderdi ve ne kadar gönderdi) ve kaydın manipülasyona uğramadığından emin olmak için daha önceki blokla bağlantısının doğruluğunu kanıtlayan dijital imzayı içermektedir. 

İkincisi: Madencilik, işlemlerin gerçekleşmesi ve bunların bloklara eklenmesi süreci olup bu da aynı işten elde edilen bir ödül karşılığında yapılmakta ve bu ise karmaşık matematiksel denklemleri çözen güçlü bilgisayarlar kullanılarak gerçekleştirilmektedir.

Üçüncüsü: Merkeziyetsizlik, yani sistemi kontrol eden bir merkez bankası veya tek bir kuruluş yoktur; aksine (Bitcoin, Ethereum, Ripple, Solana, Cardano) gibi dünya çapındaki binlerce bilgisayar tarafından işletilmektedir.

Bu, ekonomideki küresel transferler mefhumunda bir devrim olarak kabul edilmektedir; çünkü geleneksel finansal sistem, tüm işlemlerde temel araç olarak kağıda, yani nakde ve bankalara dayanan bir sistemden ibaret olup bu da güven ve yükümlülüğe dayalı itibari paraya dayanmaktadır; bu sistem, 15/8/1971 tarihinde sona eren altın ve gümüş sisteminden sonra ortaya çıkmıştır ki bu da Nixon Şoku olarak adlandırılmış, küresel para sisteminde altından itibari paralara doğru köklü bir değişim olmuş ve tabii bu da Dolara bağlı tüm ekonomiler için bir şok olmuştur.

Geleneksel finansal sistem, para basan ve para politikasını (faiz, enflasyon, para basımı ve benzerleriyle) yöneten merkezi bir finansal aracıya, yani merkez bankasına dayalı olup ticari bankalar da, bireyler ve şirketler arasında aracı olan bir merkeze bağlıdır.

Bu sistemde devlet tam kontrole sahiptir; yani paranın hareketi, sıkı denetime tabi olan ve hesapları dondurma veya el koyma ya da yaptırımlar uygulama yetkileri olan kurumlar aracılığıyla gerçekleşmektedir; günümüzde uluslararası transferlerin yavaş olduğu ve komisyonlarının da yüksek olduğu kabul edilmekte olup her zaman verileri kontrol eden bir aracı bulunmakta ve paranın sahibi, bankaya veya hükümete başvurmadan parasını kendisi takip edememektedir; dolayısıyla o, büyük ölçüde borç ve kredilere bağımlıdır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi dijital sistem, (blok zinciri, yapay zeka, şifreli dijital para birimleri, elektronik cüzdanlar ve benzerleri) gibi teknolojilere dayanan dijital bir teknoloji olup bu sistem, aracının varlığını ortadan kaldırmaktadır, yani bir kişi dağıtılmış ağ yoluyla tüm işlemleri kontrol eder, tüm işlemler kaydedilir ve bunlar herkes tarafından görülebilir; bu da sahtecilik veya manipülasyonu zorlaştırır. Bu işlem, coğrafi veya bankacılık kısıtlamaları olmaksızın saniyeler veya dakikalar içinde gerçekleşmekte olup komisyon ise geleneksel yöntemlere kıyasla daha düşüktür ve tüm bunlar da günümüzün gereksinimleri ve teknolojik gelişmelerle uyumludur.

Yukarıda geçenlere bakıldığında, iki sistem arasında büyük bir farkın olduğunu görmekteyiz; dijital sistem, çağa ve gelişmelere uygundur, modern teknolojilere ayak uydurabilir, ihlallere karşı duyarlıdır, üzerinde bir denetim yoktur ve piyasaya bağlı olarak dalgalanır, hükümet tarafından kontrol edilmez ve faiz önlenebilir ve akıllı kodlarla değiştirebilir, ancak güvenlik açısından zayıftır, yani bugüne kadar hiçbir referansı yoktur; (bir iletim hatası durumunda kodun sahibi paranın sahibi olup herhangi bir şeyin meydana gelmesi durumunda bunu benimseyen ve kayıpları tazmin eden resmi bir kurum yoktur).

Dolayısıyla dünyadaki ekonomilerin çoğunun, hükümet kontrolü ve güvenliği ile dijital durumla uyumlu bir şekilde iki sistemi entegre etmeye çalıştığını görmekteyiz; bu nedenle DIGITAL MARKETS 50'nin 7 Ekim 2025 tarihinde resmi olarak onaylandığını ve bunun S&P GLOBAL ve tokenleştirme konusunda uzmanlaşmış bir şirket olan DINARI'nin işbirliği ile yayınlanan yeni bir finansal endeks olduğunu görmekteyiz. Yani bu, borsada işlem gören 15 dijital para birimini ve 35 şirketi bir araya getiren bir endeks olup bu endeksin yayınlanmasının nedenleri şunlardır:

- Yatırımcıların dijital varlıklarda çeşitlendirme talebi.

- Yatırımcıların geleneksel piyasalarda blockchain ve kripto para birimlerini tek bir pakette işlem görebilecek şekilde kullanmasını kolaylaştırmak.

- Endeksin oluşumu için net kuralların konulması (yani kanunların ve şartların konulması); örneğin listeye dahil edilen hisse senetlerinin belirli bir piyasa değerine sahip olması gerektiği gibi dijital para birimlerinin de belirli bir rakamı aşan bir piyasa hacminin olması gerekir.

- Dijital varlıkların finansal piyasaların temel bir parçası haline geldiğinin kabul edilmesi.

Şimdi bahsedeceğim şey, teorik olarak mümkün olan bir senaryo olup bazı ekonomistlerin ve analistlerin zihninde yer aldığını düşünüyorum; çünkü Amerikan (Federal) borç sahiplerinin doğasıyla tutarlı gizli bir stratejik mantık içermektedir ve bu senaryo aşağıdaki şekildedir:

Birinci aşama: Amerika gizlice kripto para piyasasına sızmakta olup bu fiilen tamamlanmış bir aşama olabilir; çünkü birçok dijital para birimi vardır ve bunları kimin ortaya çıkardığını veya kime ait olduğunu bilmiyoruz; dolayısıyla bu para birimleri, dijital pazardaki işlemlerin büyük çoğunu gizlice destekledikleri dijital para birimi üzerinden gerçekleşmesi için nispeten ABD doları ve ABD banka havalesi sistemiyle bağlantılı hale gelmeye başlayacak, yani Amerika, küresel dijital likidite arterini kontrol ettiği halde bu dijital para birimlerini kontrol ediyormuş gibi görünmemeye özen gösterecektir.

İkinci aşama: Kurumsal yatırıma kapıların açılması; bu, trilyonlarca Dolarlık dijital para birimini kripto piyasasına çekecek, ardından çoğu dijital para biriminin fiyatları yükselecektir; böylece bunlara, yüksek kârlar sağladıkları ve Amerika dışından dünya çapındaki dijital pazara likiditenin akışını sağladıkları için altın ve tahvillere alternatif yatırım varlıkları olarak bakılacaktır.

Üçüncü aşama: Amerika, somut ekonomik değeri olan gerçek varlıkları (gayrimenkul, altın ve benzerleri) kendisinin türetip kontrol ettiği dijital paralarla değiştirmekte ve bu paralar yatırımcıların eline geçtiğinde, Amerika hiçbir yasal yükümlülük altına girmeden dijital bir token karşılığında gerçek küresel değerin bir kısmını hasat etmiş olacaktır; işte o zaman yatırımcıları koruma ve kara para aklamayla mücadele bahanesiyle yasalar ve düzenleyici baskılar başlayacak, bu da kripto para piyasasındaki çoğu dijital para biriminin %90 oranında çökmesine yol açacaktır.

Sonuç olarak dünya genelindeki yatırımcılar milyarlarca veya trilyonlarca Dolar kaybedecekler ve bu trilyonları Amerika, yani Federal Rezerv elde edecektir; çöküş tamamlandıktan sonra Amerika, piyasa düzenlemesi ilan edecek ve kısmen altına dayalı resmi bir dijital ABD Doları çıkaracaktır; bu ise ons başına 42 Dolar olan altın rezervinin o andaki yeni piyasa fiyatı üzerinden yeniden değerlendirilmesinden sonra olacak ve Federal Rezerv, bu Doların kendisi tarafından garanti edildiğini duyuracaktır.

Bu yeni elektronik Dolar, Federal Rezerv tarafından yönetilecek ve uluslararası işlemlerde kullanılarak kripto para piyasasında güvenli elektronik para birimi haline gelecek; böylece Federal Rezerv, yeni Dolarla dünyayı tekrar kontrol edeceği gibi aynı şekilde tüm dünya pahasına borcunu da geri almış olacaktır.

ABD Merkez Bankası'nı bu etik olmayan adımı atmaya iten şey, küresel ekonomik durumun çöküşü ve bugün ekonomik durumun giderek para politikası pusulasını kaybettiğini görmemizdir; zira enflasyonla mücadele sadece faizle çözülemez ve ekonomik istikrara ulaşmak için tekrarlanan geleneksel yöntemlerle alınan çözümler, hızla değişen bir çağda faydasızdır; bu ise kesinlik ve güvenden yoksun piyasalar ortaya çıkarmış ve para politikası, çözümlerden yoksun, yavaş ve yükü ağır olan geleneksel finansal modelin kısıtlamalarından kurtulmaktan aciz kalmıştır.

Bu da Doların küresel rezerv para birimi rolünden herkes üzerinde yüksek baskı aracı haline gelmesine neden olmuştur; zira ABD Başkanı Trump'ın iktidara gelmesinden bu yana uyguladığı mali ve ticari politikalar, Doları destekleme bahanesiyle tüm dünyaya ilan ettiği sert ticaret savaşları, enflasyonun tüm dünyaya ihraç edilmesine ve küresel piyasalardan likiditenin çekilmesine yol açtığını görmekteyiz; bu da dünyanın, borçlarını ödeme ve temel hizmetler için acil finansman sağlama tuzağına düşmesine neden olmuş; bu ise gelişmekte olan ekonomilerin helak olmasına ve şu anda görülmemiş büyük bir yıkıma yol açmıştır; üstelik diğer ülkelerden gelen karşıt tepkilerinden bahsetmiyorum bile.

Küresel ticaret sistemi ve kurallarının, bugün açık bir şekilde çöktüğünü görüyoruz:

*Özenle inşa edilmiş küreselleşmenin, kapalı ticaret bloklarına ve jeopolitik gerilimlere dönüşmesi, şirketleri konumlanmaya ve çok yüksek faturalar ödemeye mecbur bırakmıştır.

* Para politikalarında hızlı bir dönüşüm olduğuna dair açık işaretler yoktur; çünkü piyasaların tedavülden doğan likidite yaratma kabiliyeti azalmış ve istikrarsızlık durumları nedeniyle hisse senedi, emtia ve döviz piyasalarına yüksek likidite pompalanmasına güvensizlik olmuştur.

Bugün yaşadığımız olaylar, kapitalist felsefenin temellerinin çöküşü olup daha önce de finansal çöküşten bahsetmiştik; şimdi biri karşımıza çıkıp bu beklentiyi yalanlıyor. Bugün yaşananlara gelince; küresel finansal çöküşün kaçınılmaz olduğunu kesin olarak göstermektedir; aksine bu herhangi bir çöküş gibi değildir. Dolayısıyla bu, 2008 mortgage krizine veya 2020 koronavirüs pandemisinin olağanüstü durumuna benzememekte, aksine yaklaşan düşüş en yüksek zirveden en derin uçuruma doğru olacaktır. Bugün bir durgunluk dönemine girmiş bulunmaktayız ve bunu hemen bir çöküş dönemi izleyecektir ki bundan bir kaçış yoktur; işte size bazı göstergeler:

# Amerika Birleşik Devletleri, kademeli faiz indirimleri yoluyla yaklaşan resesyonu hafifletmek için harekete geçmiştir ancak dünya çapında tüketimin azalması nedeniyle şirketlerin genişleme planlarını yeniden yapılandırdığını görmekteyiz.

# Çin, ticaret savaşı, jeopolitik değişim ve zayıf enerji erişimi bir yana özel yatırımların gerilemesi ve ihracat zincirlerinde yaşanan keskin yavaşlama nedeniyle ekonomik ivmesini kaybetmektedir.

#Avro Bölgesi, 2024'te %1'i, 2025'te ise %1,2'yi geçmeyecek bir büyümeyle daha belirgin bir resesyon yaşıyor; zira AB ekonomisine gölge düşüren savaşlar, silahlanma sorunu, enerji erişiminin zayıflaması ve enerji ihracat bölgesinde değişimlerin yaşanmasıyla birlikte artık onun sonunun eşiğindeyiz.

#Gelişmekte olan piyasalar ise hayal kırıklığı yaşıyor ve likidite eksikliği, görülmemiş düzeydeki enflasyon ve onu diğerlerinden önce çöküşe sürükleyen dış borçlar nedeniyle büyük bir mücadele veriyor.

# Dünya Ticaret Örgütü ve Uluslararası Para Fonu gibi uluslararası hükümet kurumlarına duyulan güven eksikliğinden dolayı bu kurumlar, kurulma amaçlarının uygulanması üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir.

Bugün yaşadığımız sıkıntılar, mevcut durumun yanlış okunmasından veya aşamanın istikrarsız olmasından ya da ekonomik sisteme musallat olanların kötü uygulamasından kaynaklanmıyor, aksine bu, kendi ölüm tohumlarını içinde barındıran kapitalist finansal sistemin çöküşünün bir hikayesidir; zira uzun yıllar boyunca, tekel, tefecilik ve diğer insanlık dışı yasaların rehberliğinde sırf açgözlülük ve faydacılık sistemiyle hakimiyet kurmuştur.

Bugün bizler, onarılamaz bir uçurumun, dahası tam bir ölümün ve yeni bir ekonomik sistem arayışının eşiğindeyiz; gerçek şu ki, kapitalist ideoloji bir bütün olarak ölmüştür ve geriye kalan tek şey, yeni bir dünya sisteminin ortaya çıkması ve kapitalizmin ölümünü ilan edilmesi ve onu sonsuza dek gömmek için cenazesinin hazırlanmasıdır.

Bunu düzeltebilecek tek şey, kapitalizmin ortaya çıkma olasılığına karşı savaştığı İslam ideolojisidir; zira Rabbani sistem, insan ilişkilerini düzenlemek için konulmuş olup adalet, eşitlik ve insan hayatının korunmasına dayalı hile ve aldatma araçlarının olmadığı ekonomik bir sistem içermektedir; zira dünyaya ve ekonomisine istikrar, kararlılık ve güveni geri getirmenin tek yolu altın ve gümüş sistemine geri dönmektir.

Bu dijital para birimleri hakkında şerî bir görüş mevcut olup burada sadeceHizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta’nın 18/12/2017 tarihinde dijital para birimleri hakkında yayınlanan soru-cevaptan bazı sözlerini aktarmak istiyorum:

(Kaynağı bilinmeyen, garantörü olmayan, sahtekarlık ve dolandırıcılık eylemlerine konu olan, başta Amerika olmak üzere sömürgeci Kapitalist ülkelerin bu meseleleri insanların servetlerini yağmalamak için istismar ettiği hegemonik meçhul bir paradır… Bu nedenle onun satın alınması caiz değildir. Zira tüm meçhul metanın alım ve satımını nehyeden şerî deliller vardır ve bu delillerden biri de şudur: 

Müslim Sahih’inde Ebi Hureyra’nın şöyle dediğini tahric etmiştir:نَهَى رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ بَيْعِ الْحَصَاةِ، وَعَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ “Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hasa ve ğarar satışından nehyetmiştir.”

Ayrıca Tirmizi, Ebi Hureyra’dan şunu tahric etmiştir… “Hasa satışı”, bir kişinin diğer kişiye, attığım taşlar bu elbiselerden hangisinin üzerinde düşerse (şu fiyata) sana sattım veya bu arazinin buradan bu (attığım) taşların ulaştığı yere kadar olan kısmını (şu fiyata) sana sattım demesi gibidir… Dolayısıyla meçhul satıştan nehyedilmiştir… ”Ğarar satışı”, yani malum değil meçhuldür. Çok suda balığı satmak, hayvanın memesindeki sütü satmak, hayvanın karnındaki yavrusunu satmak ve bunun benzerleri gibi. Tüm bunların satışı batıldır. Çünkü ğarardır (meçhuldür). 

Bundan dolayı ğarar veya meçhul satışın haram olduğu açığa çıkmış olup Bitcoin’in vakıası buna intibak etmektedir. Zira o, kaynağı meçhul olan bir metadır ve onu garantör olarak çıkaracak resmi bir kurum yoktur. Bu yüzden onun satılması ve alınması caiz değildir.) [Bitti]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER