Perşembe, 22 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sudan: Dünyanın Gözünden Kaçan Yüzyılın Trajedisi

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan: Dünyanın Gözünden Kaçan Yüzyılın Trajedisi

Tebaasının koruyucusu olan İslam Devleti ortadan kalkınca Müslümanlar, dünyanın çeşitli yerlerinde sefalet, ıstırap ve felaketler içinde yaşamaya başlamışlardır; bu yerlerden biri de Sudan’dır. Zira Sudan, iki yıldır ordu ile Hızlı Destek Güçleri arasında devam eden kanlı savaşın sonucunda modern tarihin en kötü insani felaketlerinden birini yaşamakta olup bu çatışmalar, kimsenin bahsetmediği ve durdurmaya çalışmadığı korkunç trajedilere yol açmıştır. Yani medya tarafından gündeme getirilmeyen ve devlet ya da kurumlar tarafından da iç yüzü ortaya çıkarılmayan unutulmuş bir savaş.

Zira halklar, toplu katliamlar, zorla yerinden edilme ve mültecilik, kıtlık, hastalıklar, cinsel şiddet ve diğer felaketler gibi ağır ihlallere maruz kalıyorlar ama denetleyen ya da hesap soran hiç kimse yok!

Savaşan her iki tarafının da işlediği korkunçluklarla birlikte, özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılar arasında şok edici sayıda ölü ve yaralı olduğu tahmin edilmektedir; zira ölü sayısı en az 150.000 kişi olarak tahmin edilirken bunların 60.000'den fazlası çatışmanın ilk 14 ayında sadece Hartum eyaletinde hayatını kaybetmiştir.

Yaralıların sayısı 70.000'i aşmasının yanı sıra sağlık sisteminin çökmesi, sağlık kurumlarının %70-80'inin faaliyetlerini durdurması nedeniyle tıbbi bakım alınmasında büyük zorluklar yaşanmasıyla birlikte kolera, kızamık ve ishal gibi hastalıklar yaygınlaşmaktadır. Aynı şekilde eğitim de çökmüştür; zira bugün Sudan'da yaklaşık 20 milyon çocuk okula gitmemektedir.

Birçok bölgede aralarında çocukların da olduğu korkunç katliamlara, soğukkanlılıkla gerçekleştirilen infazlara, kaçırma ve işkence olaylarına tanık olunmuştur; bu bölgeler arasında binlerce sivilin ölümüne ve yüz binlerce kişinin yerinden edilmesine yol açan Vad en-Nura, el-Hilaliya, Jalqani, el-Sariha, Tambul, Zamzam kampı, Kuzey Darfur köyleri, el-Cüneyna, Ardamta ve ülkenin ortasındaki Beyaz Nil eyaletindeki köylerdeki katliamlar da yer almaktadır. Bunlara, kadınlara, kız çocuklarına ve hatta çocuklara yönelik cinsel şiddet ve toplu tecavüz suçları da eklenmelidir.

Bu savaş, Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü'ne göre 14 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine neden olmuştur; bunların 11 milyondan fazlası Sudan içinde yerinden edilmiş durumda olup 3 milyondan fazla mülteci ise Mısır, Etiyopya, Orta Afrika, Güney Sudan, Çad ve hatta Ürdün gibi komşu ülkelere kaçmışlardır.

Ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin %53'ünü çocuklar oluşturmaktadır; bu da Sudan'ı dünyadaki en büyük ülke içi göç krizi yaşayan ülke haline getirmektedir; zira yerinden edilmiş kişiler, yaklaşık 50 milyonluk Sudan nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. Mülteci kampları temel hizmetlerden yoksundur; zira mülteciler gıda, temiz su ve sağlık hizmetleri eksikliğinin acısını çekmektedir. Ayrıca bu kamplar, sık sık saldırılara maruz kalıyor ve bu da yerinden edilmiş kişilerin acılarını daha da artırıyor.

Tüm bunlar, özellikle her iki tarafın da kontrol ettikleri bölgelere gıda girişini engelleyerek açlığı bir savaş silahı olarak kullanması nedeniyle, ciddi bir gıda krizine yol açmıştır; zira yaklaşık 25 milyon kişi, -yani nüfusun yaklaşık yarısı-, özellikle mülteci kamplarında olanlar gıda yardımlarına ihtiyaç duymaktadır. Yüzbinlerce çocuk ciddi beslenme yetersizliğinin acısını çekmekte olup bunların çoğu ölüm riski altındadır. Nitekim raporlar, Sudan'da yaklaşık 3,7 milyon çocuğun yetersiz beslenmenin acısını çektiklerine, bu durumun devam etmesi halinde bu sayının artacağına ve yaklaşık 220.000 çocuğun şiddetli yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetme olasılığının olduğuna işaret ediyor.

Yani tarım arazileri, su kaynakları ve hayvancılık açısından dünyanın gıda sepeti olarak kabul edilen Sudan'da halk açlık, yoksulluk, hastalık ve yerinden edilmenin acısını çekmekte olup ordu ile Hızlı Destek Güçleri arasındaki lanetli savaşın sonucu olarak her açıdan en büyük insani felaketle karşı karşıya kalmıştır; bu savaş ise efendileri Amerika'nın Sudan ve onun servetleri üzerindeki emellerinin gerçekleşmesinin devam etmesi için yapılmakta olup bunun bedelini de sadece felaketle karşı karşıya kalan Sudan halkı ödemektedir.

Bu savaş, mevcut sömürgecinin emelleri devam ettiği ve Ruveybida yöneticiler halklarının göğüsleri üzerine çöreklendikleri sürece Sudan ve diğer Müslüman ülkelerde devam edecektir. O halde ey insanlar, onları kaldırıp atmak ve Sudan ve tüm Müslüman ülkeleri tüm şekil ve yöntemleriyle sömürgecinin boyunduruğundan kurtarmak için Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmak için çalışın. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنْفُسِهِمْBunun sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez.” [Enfal 53]

İbn Mace, Abdullah ibn Ömer Radıyallahu Anh senediyle şunu rivayet etmiştir:Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yüzünü bize doğru çevirerek şöyle buyurdu: يَا مَعْشَرَ الْمُهَاجِرِينَ: خَمْسٌ إِذَا ابْتُلِيتُمْ بِهِنَّ، وَأَعُوذُ بِاللهِ أَنْ تُدْرِكُوهُنَّ؛ لَمْ تَظْهَرْ الْفَاحِشَةُ فِي قَوْمٍ قَطُّ حَتَّى يُعْلِنُوا بِهَا إِلَّا فَشَا فِيهِمْ الطَّاعُونُ وَالْأَوْجَاعُ الَّتِي لَمْ تَكُنْ مَضَتْ فِي أَسْلَافِهِمْ الَّذِينَ مَضَوْا، وَلَمْ يَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِلَّا أُخِذُوا بِالسِّنِينَ وَشِدَّةِ الْمَئُونَةِ وَجَوْرِ السُّلْطَانِ عَلَيْهِمْ، وَلَمْ يَمْنَعُوا زَكَاةَ أَمْوَالِهِمْ إِلَّا مُنِعُوا الْقَطْرَ مِنَ السَّمَاءِ، وَلَوْلَا الْبَهَائِمُ لَمْ يُمْطَرُوا، وَلَمْ يَنْقُضُوا عَهْدَ اللهِ وَعَهْدَ رَسُولِهِ إِلَّا سَلَّطَ اللهُ عَلَيْهِمْ عَدُوّاً مِنْ غَيْرِهِمْ فَأَخَذُوا بَعْضَ مَا فِي أَيْدِيهِمْ، وَمَا لَمْ تَحْكُمْ أَئِمَّتُهُمْ بِكِتَابِ اللهِ وَيَتَخَيَّرُوا مِمَّا أَنْزَلَ اللهُ إِلَّا جَعَلَ اللهُ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْEy Muhacirler sizlerin şu beş duruma yetişmenizden Allah’a sığınırım....Bir toplumda fuhuş ortaya çıkarda aleni yaparlarsa Allah onları önceki geçmiş milletlerde bulunmayan çaresiz hastalıklar ve acılara müptela eder.Bir toplum ölçü ve tartıyı eksik yaparsa kıtlık dar geçim ve yönetici zulmü ile müptela olur.Bir toplum mallarının zekatını vermezse gökten inen yağmurları kesilir, hayvanları olmasa hiç yağmur yağmazdı.Bir toplum ahdi bozarsa Allah onlara başka milletlerden düşman musallat eder, onlar da ellerindekilerin bazısını alırlar.Yöneticileri Allah’ın Kitabı’nda indirdikleriyle amel etmezse Allah onları birbirine düşürür.” Vallahi, Allah'ın şeriatı ve dini ile hükmeden koruyucu ve lider olan Hilafet güneşinin kaybolmasından bu yana İslam ülkelerindeki durumumuz ve halimiz işte budur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Tarık Eyüp'ten Enes Şerif ve Arkadaşlarına Kadar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tarık Eyüp'ten Enes Şerif ve Arkadaşlarına Kadar!

Haber:

Pazar-Pazartesi gece yarısından önce, beş El Cezire süvarisi, nabızlarını durduran ve kameralarını yok eden ancak izlerini veya seslerini Gazze'nin hafızasından silemeyen işgalin hain bir bombardımanın hedefi olmalarının ardından Gazze Şeridi'nde hayatını kaybetti.

Enes Şerif, Muhammed Kurayka, İbrahim Zahir, Mümin Aliwa ve Muhammed Nevfel, Gazze'nin sesini dünyaya duyurmak ve işgalin suçlarını ifşa etmek için çalışan beş kişi, bugün kayıp ve acının sembolleri ve özgür konuşma uğruna fedakarlık yapan ikonlar haline geldiler. (El Cezire)

Yorum:

2003 yılında Amerika, Irak savaşının en yoğun olduğu dönemde El Cezire muhabiri Tarık Eyüp'ü öldürdü ve o, Irak ya da başka bir yerde öldürdüğü son gazeteci değildi. Aynı şekilde Yahudi varlığı da onlarca yıl boyunca muhabirlik ve gazetecilik yapan kişileri öldürdü ve 7 Ekim 2023'ten düne kadar 230'dan fazla gazeteciyi öldürmesiyle zirveye ulaştı.Bu sefer Yahudi varlığı, hiç utanıp haya etmeden Enes Şerif ve arkadaşlarını öldürdüğünü açıkça itiraf etti.Gazze halkını yaklaşık iki yıldır sabah akşam öldürüp aç bıraktıkları halde milyarlarca insan onları durduramadı. Peki onları, sömürgeci kafire sadakat gösteren, dahası komplo kuran ve Yahudi varlığını destekleyen korkak yöneticiler mi durduracak?! Ya bir başka gazeteci öldürülürse ne olacak? Onların lisanı halleri şöyle diyor: İşte yaslı Gazze'nin acılarını aktararak bizleri ifşa eden bir sesi daha ortadan kaldırdık.

Enes Şerif (Allah rahmet eylesin) son vasiyetinde şöyle diyor: “Ağrıyı, kaybı, acıyı defalarca tattım ama yine de gerçeği, tahrif etmeden ve çarpıtmadan olduğu gibi aktarmaktan bir gün bile vazgeçmedim...”

Hiç şüphe yok ki gazetecilik mesleği, olayları olduğu gibi aktarmak ve gerçekleri insanlara görüntü, ses veya metin olarak sunmak açısından çok önemli bir meslektir.

Müslüman bir gazeteci, ilke olarak gerçeğe ve hakka bağlı olmalı, dalkavukluk ve yağcılık yapmamalı, ikiyüzlü davranmamalı, gerçeklikleri yok etmemeli, olayları gizlememelidir, aksine işinde İslam ideolojine bağlı olup rolünün ve görevinin bilincinde olmalıdır.

Günümüz dünyasında gerçeklere ulaşmak zor bir hale geldiği gibi yalan, ikiyüzlülük ve aldatma, her ne kadar yalan iftirayla tarafsız olduklarını iddia etseler de genel olarak medya organlarında egemen bir hale gelmiştir.Neredeyse tüm medya kuruluşlarının, gerçekleri gizlemeyi ve insanların zihinlerini manipüle etmeyi hedefleyen karmaşık bir sisteme boyun eğdiğini ve bağımlılığın, bu medya kuruluşlarında çalışanları, onun politikasını takip etmek ve hedeflerini gerçekleştirmek için çalışmak zorunda bıraktığını ve bu bağlamdan çıkan birini bulmanın çok nadir olduğunu görürsünüz.

Artık her gazeteci ve medya mensubunun, Rabbine kavuşacağının farkına varmasının zamanı gelmiştir;bu yüzden ya ümmetin yanında yer alıp onun sorunlarını benimseyecek ya da gerçekleri çarpıtan, onları gizleyen ya da önemsiz sorunları öne çıkararak önemli sorunları ve olayları örtbas eden yalancı, ikiyüzlü ve aldatıcı bir sisteminin elindeki uysal bir araç olacaktır.

Allah Enes ve arkadaşlarına rahmet eylesin ve onlardan önce vefat edenlere de rahmet eylesin ve Ruveybida yöneticilerin ve bu yöneticilere tabi olan profesyonel yalancı medyanın kendilerine yardım ettiği ufukların ötesinden gelen sapkınların üzerine üşüştüğü Gazze'deki halkımıza da Allah rahmet eylesin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hüsameddin Mustafa

Devamını oku...

İki Devletli Çözüm, Filistin Meselesine Yönelik Sömürgeci Bir Çözümdür!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İki Devletli Çözüm, Filistin Meselesine Yönelik Sömürgeci Bir Çözümdür!

Haber:

Gazze hala yanarken, her gün onlarca insan bombardıman ve açlık nedeniyle hayatını kaybederken, Batı Şeria'da barbar işgalcinin eliyle şiddet tırmanırken, özellikle bazı Batılı ülkeler, bölgede on yıllardır süren çatışmanın çözümüne zemin hazırlayacağını iddia ettikleri iki devletli çözüme yönelik çabalarını yeniden hızlandırdı.Zira Fransa, İngiltere ve Kanada gibi ülkeler, belirli şartların yerine getirilmesi halinde Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladılar.Ayrıca temmuz ayında New York'taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi'nde Fransa ve Suudi Arabistan'ın başkanlığında düzenlenen üst düzey uluslararası konferansta, iki devletli çözümü gerçekleştirmek için somut adımlar atılması gerektiği tartışıldı.Konferans, bu hedefi destekleyen yedi sayfalık bir bildiri ile sonuçlandı ve bu hedef, Arap Birliği ve Avrupa Birliği üye ülkeleri tarafından da desteklendi.

Yorum:

Filistin meselesine yönelik iki devletli çözüm, sömürgeci Amerika’nın çözümü olup bu çözüm, çeşitli sömürgeci devletlerin, kan dökücü vahşi Yahudi varlığını destekleme ve pekiştirme rolünden uluslararası kamuoyunun dikkatini başka yöne çekmeye ve kendilerini barış elçisi olarak göstermeye çalışmak için her seferinde ortaya çıkardıkları bir çözümdür; bu ise gerçeklerden çok uzak bir şeydir.Bu durumda, sömürgeci güçlerin Filistin devletini tanımaya yönelik çağrıları, Gazze halkına yönelik bu soykırımda işgale silah sağlamak yoluyla sürekli olarak işledikleri suçlara karşı yerel ve uluslararası öfkeyi başka yöne çekmeye çalıştıkları bir sis perdesinden başka bir şey değildir.Yine bu, sahada hiçbir şeyi değiştirmeyen diplomatik bir tiyatrodan başka bir şey değildir!

Bu sömürgeci hükümetler, Filistin devletinin Yahudi devleti ile barış içinde yaşayacağı varsayılan iki devletli çözümün uygulanmasının, tamamen hayal ürünü, pratiği olmayan ve gerçeklikten kopuk bir fikir olduğunu çok iyi biliyorlar.Aslında bu durum, diplomatik çevreler arasında açıkça alay konusu haline gelmiştir; zira diplomatlar, 200'den fazla yerleşim yeri ve yaklaşık 700 bin yerleşimcinin dahil olduğu ve işgalci tarafından tamamen tahrip edilmiş işgal altındaki Batı Şeria’nın kendisinden ayrıldığı Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi'nde devlet kurmanın bir yolu olmadığını bilmektedirler.Ama yine de, sanki Yahudi varlığının Filistin halkına karşı onlarca yıldır uyguladığı zulmü, toprak gaspını, toplu katliamları, hapis cezalarını ve etnik temizliği ortadan kaldıracak sihirli bir değnekmiş gibi iki devletli çözüm fikrini sallamaya devam ediyorlar!

Ayrıca iki devletli çözüm çağrıları, Yahudi varlığının Filistin halkına karşı devam eden suçlarına son vermeyeceği gibi "Büyük İsrail"i kurma ve tüm mübarek toprakları ele geçirme yönündeki yayılmacı hedefini de durdurmayacaktır.Bu, Yahudi varlığının politikası için açık bir yoldur. Aslında Yahudi hükümeti, Kudüs'ün doğusunda yer alan "Maale Adumim" adlı büyük yerleşim birimini Kudüs’e bağlayacak olan E1 bölgesinde binlerce yeni konut birimi inşa etme planını tartışıyor. Bu da 4.000'den fazla yerleşim birimi inşa etmek için yaklaşık 3.000 dönüm arazinin çalınmasına yol açacağı gibi Batı Şeria'nın daha fazla bölünmesine, parçalanmasına ve izole edilmesine de yol açacaktır. Ayrıca Netanyahu, Gazze Şeridi'ni işgal etme planlarını da açıklamıştır.

O halde iki devletli çözümün sadece bir hayal olduğu gayet açıktır! Nitekim insan hakları avukatı Rabea Eghbariah şöyle diyor: “Gerçek şu ki, iki devletli çözüm artık bir yanılsamaya dönüşmüş olup yerleşik tek devletli gerçekliği gizlemek için tekrarlanan bir slogan haline gelmiştir. Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadar “İsrail”, Filistin halkının tamamının hayatını, eşit haklar ve eşit temsiliyet olmadan ve Yahudilerin üstünlüğünü korumak için inşa edilmiş bir sistemle kontrol etmektedir.”

Peki o zaman Filistin devleti nasıl olacak?Gerçek bir egemenliği olmayan, tutunacağı bir toprak parçası olmayan,ekonomik sürdürülebilirliği olmayan,suları ve hava sahası üzerinde kontrolü olmayan, kendisini düşmanlarından koruyacak bir ordusu olmayan ve dünyaya hiçbir uluslararası hukuku, anlaşmayı, ahlaki standartları veya devletlerin egemenliğini umursamadığını kanıtlamış suçlu bir işgalci varlık tarafından çevrelenmiş bir devlet olacaktır! Diğer bir ifadeyle anlamsız bir devlet olacaktır! Bir de buna, iki devletli çözümü kabul etmenin, mübarek toprakların %20'si veya daha azı üzerinde bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etmek anlamına geldiği de eklenmelidir! Bu da Yahudi varlığının Filistin topraklarını çalmasını, etnik temizliğini, Filistin halkını kitlesel olarak yerinden etmesini, toprak üzerindeki kontrolünü genişletmek için terörizmi, katliamları, tutuklamaları ve ev yıkımlarını kullanmasını ve suçlu işgalin kalıcı sınırlarını tanıyarak var olma hakkını kabul etmek anlamına gelmektedir. Peki bu nasıl adil, ahlaki ve doğru olabilir ki?!Dolayısıyla iki devletli çözüm, sömürgeci güçlerin Müslümanları Yahudi varlığını kabul etmeye, işgal ettikleri Müslümanların topraklarını terk etmeye ve on yıllardır süren iğrenç işgal suçlarını görmezden gelmeye zorlamak için kullandıkları alaycı bir araçtan başka bir şey değildir!

Filistin'in tamamen kurtarılmasından daha azını kabul etmek, Allah'a, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ve dinimize bir ihanettir.Ayrıca mübarek toprakları diğer Müslüman ülkelerle birleştirecek, Allah'ın şeriatı ve nizamı ile hükmedecek bir devletin de olması gerekir.Bu devlet, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafettir; zira asırlardır yaptığı gibi, adaleti sağlamaya, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin tebaasının haklarını ve onurunu korumaya, yönetimi altındaki herkes için barış ve güvenliği tesis etmeye muktedir olan sadece Hilafettir. Bu nedenle Müslümanlar olarak bizim, her türlü sömürgeci vehimleri reddedip bu soykırımı sona erdirecek, Filistin halkına adalet getirecek ve tüm topraklarımızı kurtaracak olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurma davetine cevap vermemiz gerekir!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasulü’nün çağrısına icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esma Sıddık

Devamını oku...

Sebeb ve Müsebbibler (Sebep-Sonuç İlişkisi)… Sonuçlar Bizim Elimizle Gerçekleşebilir Mi?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sebeb ve Müsebbibler (Sebep-Sonuç İlişkisi)… Sonuçlar Bizim Elimizle Gerçekleşebilir Mi?

(Örneğin Zafer)

Sebepler ile müsebbiblerin ve sebepler ile sonuçların veya sebebiyet yasası olarak adlandırılan şeyin arasındaki ilişkinin araştırılması; bu ilişki sabit ve değişmeyen bir ilişki mi yoksa değil mi? Bu, düşünce sahiplerinin ve fikrî ve şerî araştırmacıların uzun zamandır üzerinde durduğu bir konudur. Pratikte tüm insanlar arasında kabul edilen şey, bu ilişkinin apaçık ve kesin olduğudur. Bu bağlantı, Allah Subhanehu ve Teala'nın kaderi ve O'nun eşyalar ile insanlar arasındaki değişmeyen sünnetidir.

Bu bağlamda “sebep” lafzı iki anlamda kullanılmaktadır: birincisinde kastedilen mana, akliyat (akli şeyler) ve mahsûsatlardır (hissedilen şeylerdir), yani bir şeyin, kendisinden kaynaklanan başka bir şeyin sebebi olmasıdır; tıpkı camın, sert bir şeye çarptığında kırılması, ipe asılan bir şeyin ipin kopmasıyla düşmesi veya kapalı bir cismin, içindeki basıncın devam etmesiyle patlaması gibi. İşte bu çarpma, kopma veya baskı, bir sonucun veya müsebbibin (sebeple meydana çıkanlar, neticeler) akli sebebidir ki bu da kırılma, düşme veya patlama olup sebep meydana geldiğinde ve meydana gelmesiyle, yani olduğunda ve olmasıyla birlikte kesinlikle müsebbible (sebeple meydana çıkan) sonuçlanır. Sebep lafzı, aynı şekilde fıkıh usulünde şer'i ıstılah manasında da kullanılmıştır; bu da oruç veya bayramın farziyetini ispatlamak için Ramazan hilali veya Şevval hilalinin görülmesi ya da akşam namazının farziyetini ispatlamak için güneşin kaybolması gibi. Dolayısıyla bu, olduğunda oruç, bayram veya akşam namazının hükmünün ispat edildiği, olmadığında ise edilmediği anlamındaki sebeptir. Yani hükmün, sebeple değil şerî deliliyle ispat edilmesidir; çünkü bu, akli bir sebep değildir. Bu nedenle akliyetlerde sebebin, olduğunda ve olmasıyla birlikte müsebbibin (sebeple meydana çıkan) ispat edildiği söylenir. Bu araştırmada murat edilen, akliyat ve mahsusatlardaki (hissedilen somut şeyler) sebep olup bu da kendisiyle hedefe ulaşılması istenen amel veya amellerdir ve murat edilen hedef ise müsebbib veya sonuçtur.

Sebep ve müsebbiblerin araştırılması, her bir sebep ve müsebbib ya da sebep ve onun sonucu olduğu zannedilen şeyler için geneldir. Örneğin eğitim, sonucunda istenilen ve arzu edilen başarının sebebi olduğu gibi tarım da, sonucunda istenilen ve arzu edilen hasadın sebebidir. Ayrıca savaş ve savaşmak için hazırlık yapmak, kendisiyle zafer, nüfuzu yaymak, otorite ve düşman terörü gibi sonucun kastedildiği bir sebep olurken, ukubatlar ise muhalefetleri önlemek akli, maddi ve pratik sebep olmasının yanı sıra İslam Devleti'ni kurmanın şerî metodu ise, hedeflenen sonuç olan devletin kurulması için maddi ve pratik bir sebep olmaktadır. Dolayısıyla sebepler ve mesebbibler konusu genel olup tüm bu meseleler veya örnekler bu konunun kapsamına girmektedir.

Bu araştırma, bu konular için genel olduğuna göre, sebep, müsebbib, sonuç veya hedef olarak bunlardan herhangi birine intibak edecek olan, diğerlerine de intibak edecektir. Bunun hakkında en sık dile getirilen ve sorulan, gerçekleştirilen amellerin bir sonucu olması vasfıyla zaferdir.

Eğer sebep ile müsebbib arasındaki ilişki kaçınılmazsa -ki öyledir- bu, sebeplere bağlanmanın kaçınılmaz olarak sonuçlara yol açacağı anlamına gelmektedir. Yani zaferin sebeplerine bağlanmak, kesinlikle zafere yol açacaktır; peki bu doğrumu dur? Zaferin sebepleri onu hedefleyenlerin elinde olduğuna göre bu, sonuçların da aynı şekilde onların eliyle olacağı anlamına gelmektedir; peki bu doğru mudur? Bu sorular, araştırmanın gerekliliklerinden bazılarıdır.

Aynı şekilde bunun gerekliliklerinden biri de, zafer ile onun sebepleri arasındaki bağlantının kaçınılmazlığının tespit edilmesinin ardından, bu gerçek ile subuti kati şeri nâsslar arasında uzlaşma olmalıdır ki delaleti kati olan zaferin, Allahu Teala’nın şu kavlinden dolayı sadece Allah katından olmasıdır: وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ "Zafer ancak Aziz ve Hakim olan Allah'ın katındadır." [Al-i İmran 126] Ve şu kavlinden dolayı: إِن يَنصُرْكُمُ اللهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ "Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160] Ve şu kavlinden dolayı: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْEy iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz/sizi sabit kılar.” [Muhammed 7] Bazı gözlemciler bu durumda bir çelişki olduğunu düşünerek, bu hakikati sorgulamaya veya bunun hakkında şüpheye düşmeye başladılar. Başka bir deyişle şu sorular ortaya çıktı: Zaferin gerçekleşmesi, sadece maddi sebebiyet yasasına binaen sebeplere mi bağlıdır, yoksa ister sebeplere bağlanma olsun isterse olmasın sadece Allah katından mıdır? Başka bir deyişle: Zaferin maddi sebeplerinin olması ve sebeplere bir şekilde bağlanıldığında kaçınılmaz bir sonuç vermesi ile zaferin sadece Allah katından olması arasında bir çelişki var mıdır? Sebeplere bağlanıldığında zaferin mutlaka ve her zaman meydana geldiği söylenirse, o zaman bu, zaferin Allah katından olduğunu belirten nâsslarla çelişir mi? Zaferin Allah katından olup sebeplere bağlı olmaksızın onu dilediğine verdiğini söylemek, hazırlık yapma emrinin sadece ibadet niteliğinde şerî bir teklif olduğu ve zafer üzerinde olumlu veya olumsuz bir etkisi olmadığı ve sebebiyet yasasıyla çeliştiği anlamına gelir mi? Böylece ortaya çıkan ve soru işaretleri uyandıran sorunlar netleşmiş oldu. Sorun şu ki, sebep ile müsebbib arasındaki ilişki kesin bir hakikat ve zaferin Allah katından olduğuna dair nâssların de aynı şekilde kesin bir hakikat olup hakikatler birbiriyle çelişmezler. Peki bunun tefsiri nedir? Bu sorun nasıl çözülür, bu iki hakikat arasındaki çelişki nasıl giderilir ve bu ikisinin uzlaşısı nasıl ortaya çıkarılır?

Öncelikle cevap, ister akli hakikatler ve kendi arasındaki şeyler olsun, ister şerî hakikatler ve kendi arasındaki şeyler olsun, isterse şerî ve akli hakikatler ve ikisi arasındaki şeyler olsun hakikatler birbiriyle çelişmez ve birbirine aykırı değildir; zira bunları hepsi hakikatlerdir. Eğer aralarında herhangi bir çelişki görülürse, bu hakikat değildir, aksine bilgi, inceleme ve dikkatli bir bakışla ortadan kalkacak olan bir karışıklıktır. Bu nedenle hakikat değil, görünür bir çelişki olarak adlandırılır.

Bu nedenle sebebiyet yasası veya sebepler ve sonuçları arasındaki kaçınılmaz ilişki ile zaferin sadece Allah katından olduğu hakikati arasında bir çelişki yoktur. Eğer sebep tamamen gerçekleşirse, müsebbib veya sonuç da kaçınılmaz olarak meydan gelir ve Allah da eşyaları ve sünnetlerini bu şekilde takdir etmiştir. Şayet sonucun meydana gelmediğini gördüğümüzde bu, yasanın ihlali anlamına gelmez, aksine sebebin gerçekleşmediği veya tam olarak gerçekleşmediği anlamına gelir. Failin, öyle olmadığı halde yaptığının bir sebep olduğunu zannetmesi gibi bir hata da olabilir. Ya da sebebi ortadan kaldıran veya ona mani olan ve engeller mesabesinde olan olaylar da olabilir ki bu çokça vuku bulmaktadır. Veya sebeplere bağlanmada eksikliğin ve yetersizliğin olması; bu da sonucu, kesin değil, olası bir hale getirmektedir. Kuvvetle muhtemel, sebeplere bağlanmanın ölçülü olmasıdır. Bu durum daimi olmalıdır; zira ilmi ve konumu ne olursa olsun herhangi birinin sebeplere tam olarak bağlanması imkansızdır; çünkü sebepleri tam olarak bilemeyeceği gibi onun hakkında bildikleri her şeye de bağlanamayacak olmasının yanı sıra meydana gelen olayları ve değişiklikleri de bilemez; bu da sebeplere bağlanmanın eksik olmasına ve tam olarak bağlanmanın imkansız olmasına neden olacaktır.

Bu nedenle sonucun gerçekleşmesindeki hata veya kusur, sebeplerin müsebbilere bağlantısı yasasındaki bir kusurdan kaynaklanmamakta, aksine sebeplere bağlanmadaki hata ve eksiklikten kaynaklanmaktadır. Bu eksiklik, idrak edilen veya imkan dahilinde olmayan sebeplerinin varlığına ek olarak, sonuçların da garanti olmamasına neden olmaktadır. Bu nedenle sonuçların Allah Subhanehu’nun elinde olduğu ve ne kadar sebeplere bağlanırsa bağlansın çalışanın elinde olmadığı kesindir. Dolayısıyla insan, sonuca ulaştıracağına inandığı sebeplere bağlanmaya çalışır ve bunu yaptığında da ancak bunlardan algıladığı kadarına ve algıladığından da yapabileceği kadarına bağlanabilir. Dolayısıyla insanın algısı sınırlı ve eksik olduğu gibi aynı şekilde gücünün de sınırlı ve eksik olmasından dolayı, sonucun veya hedefin gerçekleşmesi onun elinde değil, aksine Allah Subhanehu'nun ilminde ve sadece O'nun elinde olacaktır.

Şöyle denilebilir: Ancak ister duvarın yıkılması ve cinayetin işlenmesi gibi basit bir amel olsun, isterse modern ve gelişmiş sanayiler gibi birçok adım ve aşamalara sahip olan ameller gibi karmaşık olsun, birçok amelde sonuçların gecikme olmadan gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Cevap şudur: talep edilen hedefin sebepleri veya kendisine ulaşılmak istenen sonucun sebepleri ne kadar yakın, karmaşıksız, anlaşılabilir ve kendisine ulaşılabilir ise, sebeplere bağlanma olasılığı bir o kadar arttığı gibi sonucun gerçekleşmesi de artar ancak bunlar, tamamlanmaya ulaşmayacaktır. Çünkü insanın idrakinin ve gücünün dışında her zaman bir şeyler vardır. Zira meydana gelen birtakım engeller veya manialar vardır ki bunlar, unutkanlık veya ölüm, karşıt amellerin meydana gelmesi veya deprem, rüzgar, salgın hastalıklar ve benzerleri gibi doğal afetlerin meydana gelmesi gibi sebeplere bağlanmanın tamamlanmasını engellemektedir. Dolayısıyla sebeplere bağlanmak kesinlikle sonuca götürür; ancak peygamber bile olsa insana ne kadar bilgi ve güç verilirse verilmiş olsun, sebeplere yüzde yüz tam olarak bağlanması imkansızdır.

Mesele, Allahu Teala'nın şu kavlinden dolayı daha da açık bir hale gelmektedir: إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ Şüphesiz ki bir kavim, kendi nefsini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez.” [Rad 11] Dolayısıyla bu nâss, insanları değiştirenin Allah Subhanehu olduğunu ve insanlar nefislerindeki değiştirinceye kadar onları değiştirmeyecek olanın da aynı şekilde Subhanehu'nun olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca bu da dikkat çekicidir; çünkü eğer onlar nefislerinde olanı değiştirirlerse, işte o zaman değişirler ve değişim meydana gelir. Peki neden Allahu Teala, bunun ardından onların halini değiştireceğini söylüyor? Cevap; daha önce de belirtildiği gibi değişimin sebeplerinden bir kısmının insanların elinde olduğu gibi bir kısmının da insanların idraklerinin ve güçlerinin dışında olmasıdır. Bu yüzden onların ellerinde olanları değiştirmeleri gerekir; eğer bunu yaparlarsa, o zaman Allah Subhanehu ve Teala ellerinde olmayanları değiştirir ve arzu edilen değişim gerçekleşir.

Örnek olarak savaşta zafer ele alınırsa, yukarıda geçenler daha net ortaya çıkacaktır. Zira zafer, hazırlık, planlama, savaş ve benzerleri gibi sebeplerle ulaşılan, hedeflenen bir sonuçtur. Bu yüzden zaferin sebeplerine bağlanmak, onun gerçekleşmesi için gereklidir. Ancak sebeplere bağlananlar, fikri, maddi ve askeri olarak ne kadar güçlü ve ne kadar analiz ve planlama yeteneklerine sahip olurlarsa olsunlar, zaferin tüm sebeplerini veya sebebini tam olarak kuşatamayacaklar ve hazırlık eksik olarak kalmaya devam edecektir. Buna düşmanın da planlar yaptığı ve sebeplere bağlandığı eklenmelidir. Aynı şekilde buna, ihlalin, ihanetin, darbenin, suikastların, liderlerin ölümünün ve hastalıkların yayılmasının meydana gelmesi veya doğal afetlerin ve benzerlerinin meydana gelmesi gibi sadece Allah'ın bildiği olağanüstü durumlar da eklenebilir. Bunlar, zaferin sebeplerini kuşatmanın imkansız olduğunu ve kendisine bağlanılan sebeplerin beşeri veya doğal sebeplerle devre dışı kalabileceğini gösteren gerçek örneklerdir. Bu da gösteriyor ki hissedilen vakıalar, zafer de dahil sonuçların ve hedeflerin, sadece Allah katından olduğuna delalet etmektedir. Böylece söz konusu çelişki ortadan kalkmakta ve bunun zahiri ve hayali bir çelişki olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu konuyla ilgili başka hususlar da vardır ki bunlardan biri de, örneğin yardımın Allah katından olmasıdır; eğer kâfirler, kendileri gibi kâfirlere veya Müslümanlara galip gelirse, o zaman onlara zafer veren Allah mı oluyor? Bunlardan biri de ayetlerin, Allah'ın müminlere yardım etmesinin, onların da O'na yardım etmelerinin şart olduğuna ve O'na yardım ettikleri takdirde onlara yardım edeceğine delalet etmesidir. Müminlerin Allah Subhanehu'ya olan yardımı, O'na ibadet edip itaat etmeleridir. Peki bu şart, onlar Allah'a isyan ettikleri takdirde, O'nun onlara yardım etmeyeceği anlamına mı gelmektedir? Ayrıca bunlardan biri de, sonuçların bizim elimizde değil de Allah Subhanehu'nun elinde olduğunu söylemek, insanlar ve mükellef olanların, yenilgilerden veya hedefleri gerçekleştirmede başarısız olmalarından sorumlu olmadıkları anlamına mı gelmektedir?

İlk sorunun cevabı, Allahu Teala'nın şu kavlidir: وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ "Zafer ancak Aziz ve Hakim olan Allah'ın katındadır." [Al-i İmran 126] Dolayısıyla zafer, onun sadece Allah katından olduğuna hasredilmiş olup bu, ister müminlerin zaferi isterse de kâfirlerin zaferi olsun, her zafer için geneldir. Bu da Allah Subhanehu ve Teala'nın hem müminlere ve ibadete bağlı olanlara yardım ettiği, hem de mümin olmayanlara, ibadet etmeyenlere ve itaatkâr olmayanlara yardım ettiği anlamına gelmektedir.

Bu da şu soruyu akla getiriyor; eğer asi olanların, kâfirlerin ve benzerlerinin zaferi Allah Subhanehu'dan geliyorsa, o zaman bu, müminlerin imanına ve Allah'ın onlara yardım etmeyi, onların da Kendine yardım etme şartına delalet eden ayetlerle çelişmiyor mu? Tıpkı Allahu Teala’nun şu kavli gibi: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْEy iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder.” [Muhammed 7] Ve şu kavli gibi: إِن يَنصُرْكُمُ اللهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160] Ve şu kavli gibi: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ "Mü’minlere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum 47] Bir şartın yokluğunun, yokluğu gerektirdiği bilinmektedir. Peki Allah'ın günahkârlara ve kâfirlere yardım ettiğini söylemekle iman ve itaatin Allah Subhanehu'nun yardımını nail olmak için şart olduğu söylemek arasında bir çelişki yok mudur?

Cevap, bu nâsslar arasında kesinlikle bir çelişki yoktur. Zira Allahu Teala’nın, وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ"Zafer ancak Allah'ın katındadır." [Al-i İmran 126] kavli, ister kafirler ister müminler olsun tüm zafer için geneldir. Nitekim bu genel olan delile ek olarak, konuyla ilgili genel olanı teyit eden özel bir delil de gelmiştir. Bu da Allahu Teala'nın, Perslere karşı Rumlara verdiği zaferdir; zira Allahu Teala, Rumların galip geleceğini ve bunun Allah'ın onlara yönelik yardımı olacağını haber vermiştir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ يَنصُرُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-5] Rumların kâfir oldukları, yani iman ve itaat şartının onlarda hasıl olmadığı bilinmektedir. Bu söz sabittir. Ayrıca nâsslar, Allah'ın müminlere yardım etmesinin, onların da Allah'a yardım etmeleri şartına delalet etmektedir. Zira Allahu Teala’nın, إنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ “Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder.” [Muhammed 7] şeklindeki kavlinin, buna yönelik delaleti katidir. Ancak bu, itaatsizliğin Allah’ın yardım etme olasılığını ortadan kaldırdığı anlamına gelmez. Bunun açıklaması, bu şartın zafer elde etmek için bir şart olmadığı, aksine onların O'nun yardımını hak etmeleri nedeniyle Allah'ın onlara yönelik zaferinin kaçınılmaz bir şart olduğudur. Yani Allah Subhanehu ve Teala, müminlerin imanını ve onların O'na yardım etmesini, O'nun da onlara yardım etmeyi kendine vacip kılmasıdır. Zira bu, Allah'ın bir vaadi ve müminlere bir lütuf olarak kendi üzerine yazdığı bir ahdidir. Tıpkı Allahu Teala’nın şu kavli gibi: وَعْدَاً عِلِيْهِ حَقَّاً فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللهِ(Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır!” [Tevbe 111] Ve şu kavli gibi: كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَRabbiniz kendine, merhamet etmeyi yazdı.” [En’am 54]Buradaki aynı durum, zafer meselesi için de geçerlidir; bunu da Allahu Teala’nın şu kavli teyit etmektedir: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ İnanan kimselere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum 47] Dolayısıyla bu, Allah'ın bir vaadi, yani O'nun bir ahdi veya Subhanehu'nun, eğer böyle yaparsanız, size yardım ederim şeklinde kendi nefsine yazdığı bir vaadidir. Allahu Teala’nın, إنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ “Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder.” [Muhammed 7] kavlindeki şart, Allah'ın onlara yardım etmesi için bir şart değildir, aksine Allah'ın onlara yardım edeceğine dair ahdinin ve vaadinin meydana gelmesi için bir şarttır. Şüphesiz Allah, vaadinden ve ahdinden asla dönmez. Buna göre iman veya itaatin ortadan kalkmasıyla, Allah'ın yardımı ortadan kalkmaz, ancak O'nun yardım etme vaadini ortadan kaldırır. O zaman istediğini yapar; yani yardım eder ya da yardım etmez, bu gruba veya şu gruba yardım eder, bu grubu ya da şu grubu yardımsız bırakır. Tıpkı Allahu Teala’nın, Rum suresinde şöyle buyurduğu gibi: يَنصُرُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُAllah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 5] Ama eğer onların imanları ve (ibadete) bağlılıkları gerçekleşirse, o zaman Allah Subhanehu'nun onlara yardımı vacip olur.

Başarısızlık, yenilgiler veya zaferin gerçekleşmemesinden sorumlu olma meselesine gelince; bunun cevabı, bunların hepsinin sonuçlar olup sonuçların sadece Allah'ın elinde olduğu ve insanların elinde olmadığıdır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: لَا يُكَلِّفُ اللهُ نَفْسَاً إِلّا وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.” [Bakara 286] Bu nedenle amelleri yerine getirenlerden sonuçlardan dolayı sorumlu tutmak doğru değildir, ancak sonuçlara yol açacak sebeplere bağlanmaları konusunda sorgulanmaları ve bu konuda muhasebe edilmesi doğru olur ve gereklidir. Ayrıca bunlara bağlanmada gösterdikleri ihmal, eksiklik veya hatadan dolayı da muhasebe edilirler. Çünkü sonuçlara, kendilerine bağlanılan sebeplerden dolayı ulaşılır. Dolayısıyla teklif (yükümlülük), sonuçlara değil, sebeplere aittir. Bu nedenle tekliflerde örneğin “muzaffer olun” ifadesini görmüyoruz ancak şu ifadeleri görüyoruz: وأعِدُّوا “Hazırlayın” [Enfal 60], انْفِرُوا "Sefere çıkın." [Tevbe 38], قَاتِلُوا "Savaşın." [Tevbe 123], اقْتُلُوهُمْ "Onları öldürün." [Nisa 89], فَضَرْبَ الرِّقَابِۜBoyunlarını vurun.” [Muhammed 4] ve فَشُدُّوا الْوَثَاقَ “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın).” [Muhammed 4] Eğer bir şeyin sonucu emir olarak gelirse, onun sonuçtan sebeplere yönlendirilmesi gerekir. Örneğin şeriat, Müslümanlara sevgiyi emreder, ancak sevgi kişinin yapması için takdir edilmiş bir amel olmadığı gibi örneğin satış, savaş, namaz veya konuşma gibi de değildir, ancak sebepleri ile meydana gelen bir sonuçtur. Bu nedenle Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların birbirlerini sevmelerine yol açan sebepler mesabesinde olan karşılıklı selamlaşma ve hediyeleşme gibi bazı fiilleri tavsiye etmiştir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لا تَدْخُلُونَ الجَنَّةَ حتَّى تُؤْمِنُوا، ولا تُؤْمِنُوا حتَّى تَحابُّوا، أوَلا أدُلُّكُمْ علَى شيءٍ إذا فَعَلْتُمُوهُ تَحابَبْتُمْ؟ أفْشُوا السَّلامَ بيْنَكُمْİman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size yapmanız halinde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi göstermeyeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yaygınlaştırınız.” [Müslim’in lafzıyla Şeyhan rivayet etmiştir.] Buhari'den de şöyle rivayet edilmiştir: تهَادُوا تَحَابُّواBirbirinize hediye veriniz ve birbirinizi seviniz.

Hesap verebilirlik ve muhasebe meselesinde, sonuçlara değil de sebeplere bağlanılması gerektiğine kısaca değinmek istiyorum; Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte meydana gelen vakalara bakmak ve bunlar üzerinde tedebbür etmek, tamamen yukarıda geçenlere delalet etmektedir. Örneğin Müslümanlar, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in komutasında oldukları halde Uhud savaşında yenilgiye uğradılar; bu sonuçtan dolayı onu muhasebe etmek veya ihmalkarlığı sebebiyle onu suçlamak mümkün değildir; çünkü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisine vahyedilen masum biridir. Sadece onun mümkün olan en iyi şekilde sebeplere bağlandığı söylenebilir. Aynı şey Huneyn gazvesi için de söylenebilir; zira Müslümanlar, muzaffer olmadan önce savaşın başında yenilgiye uğradılar. Bedir savaşına gelince; Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ordugahını kurmak için bir yer seçti ve bu, sebeplere bağlanmaktır; ancak Hubab ibn Münzir Radıyallahu Anh, zaferin gerçekleşmesi için bu yerden daha iyi bir yer olduğunu söyleyerek görüşünü bildirdi, Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onun görüşünü aldı ve yerini değiştirdi. Bu da sebeplere bağlanmaya eksiklik ve hatanın girebileceğine ve çabanın girebileceğine ve tavsiye ve muhasebenin gerekli olduğuna delalet etmektedir. Sonuçların aksine; zira gerek Uhud'daki yenilgiden gerekse Huneyn savaşının başlangıcında meydana gelenlerden dolayı muhasebe meydana gelmemiştir. Ayrıca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hendek savaşında, hendeği kazmasına ve elinden geldiğince hazırlık yapmış olmasına rağmen, neredeyse tavizler verecekti; ama bu tavizler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in elinde olmayan olası bir yenilgiyi önlemek için almak istediği, kendi elinde olan bir sebepti. Ancak sahabeler sebep konusunda onunlar tartışlar; bu yüzden o da fikrini değiştirdi.

Yukarıda verilen birçok örnek, insanların sebeplere bağlanmasının kesin sonuçları gerçekleştirmeyi tamamlamadığına delalet ettiği gibi sonuçların sadece Allah'ın elinde olduğuna ve muhasebenin, sonuçlar üzerinde değil de sebeplere bağlanma üzerinde olduğuna da delalet etmektedir. Buradan ortaya çıkmaktadır ki, sebeplere bağlanmak, bilgi eksikliği ve hatalı değerlendirme olduğunda, engeller ortaya çıktığında ve başarısızlık meydana geldiğinde tamamlanmaz. Bu yüzden her bir engel, hata veya eksikliğe çözüm bulmak için sebepleri yeniden gözden geçirmek gerekir. Başarı ve yardım Allah'tandır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Irak Hükümeti, ABD'nin Tehditlerinin Çekici İle Silahlı Grupların Örsü Arasında!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Irak Hükümeti, ABD'nin Tehditlerinin Çekici İle Silahlı Grupların Örsü Arasında!

Haber:

ABD Dışişleri Bakanlığı 5/8/2025 Salı akşamı, Washington'un Halk Seferberlik Güçleri'ne (Haşdi Şabi) ilişkin yasa tasarısı girişimine karşı çıktığını teyit etti ve yasanın onaylanmasının Bağdat ile ikili güvenlik ortaklığının yapısının değişmesine yol açacağına dikkat çekti.

Sözcüsü Tammmy Bruce, Washington'da düzenlediği basın toplantısında, “İran'la bağlantılı silahlı grupları ve terör örgütlerini güçlendiren Haşdi Şabi yasasının çıkarılmasına şiddetle karşı çıkıyoruz” dedi.

Amerikalı araştırmacılar, Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü tarafından yayınlanan bir raporda, Halk Seferberlik Güçleri'ne (Haşdi Şabi) ilişkin yasanın geçmesinin Irak'ın güvenlik reformlarını baltalayacağı ve ABD tarafından “terör örgütü” olarak sınıflandırılan gruplar da dahil olmak üzere devletin yetkisi dışında faaliyet gösteren gruplara yasal bir kılıf sağlayacağı uyarısında bulunmuşlardır.

Şafak Haber Ajansı tarafından tercüme edilen raporda, ABD yönetimi, Tahran'a yakın Haşdi Şabi liderlerine yaptırımlar uygulamak, Bağdat ile güvenlik iş birliğinin bazı yönlerini dondurmak ve askeri yardımları güvenlik reformları düzeyine ve devletin silah tekeli ilkesine bağlamak da dahil olmak üzere çeşitli baskı araçlarıyla yanıt verme çağrısında bulundu.

Yorum:

Halk seferberliği (Haşdi Şabi) yasası, bölgesel ve uluslararası baskıların altında onaylandığı için Irak milletvekilleri arasında hâlâ keskin bir bölünmeye neden oluyor; bu baskılar yasanın birkaç oturum ertelenmesine yol açmış ve siyasi gruplar arasındaki anlaşmazlık, geçen salı günkü oturumda milletvekilleri arasında hakaret ve yumruklu kavgaya kadar ulaşmıştır.

Irak'ın gerçekliğini inceleyen biri, devletin yaşadığı kayıpları açıkça görebilirler; zira devletin gerçek bir otoritesi yoktur, dahası tüm askeri ve güvenlik güçleriyle bile, örneğin Jurf Sakhar gibi silahlı grupların nüfuzunun olduğu bölgelere girememektedir; hatta otoriteye yönelik küçümseme, Kataib Genel Sekreteri Ebu Hüseyin Al Hamidavi’nin, Sudani'nin seçimlere kadar taşlanmasını talep etmesine kadar ulaşmıştır.

İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Abulfezl Şekarçi 7/8/2025 Perşembe günü yaptığı açıklamada, “direniş gruplarının” bölgede “eskisinden daha güçlü” bir şekilde faaliyet gösterdiğini ve bu güçlerin her zamankinden “daha koordineli ve uyumlu” hale geldiğini vurgulamıştır; bu açıklama, Irak'taki grupların inatçılığını haklı çıkarmak için yapılmış olup sanki Amerika'ya ekonomik ve hatta askeri tehditlerini uygulaması için bir gerekçe sunuyormuş gibidir.

Ey Irak halkı: Hiç şüphesiz sizler, bu sefil gerçekliği, bu kayboluşu izliyor ve yaşıyorsunuz, hatta zifiri bir karanlıkta ve bir meçhule doğru ilerliyorsunuz;çünkü devlet anlamında bir devlet yok, güvenlik yok, aksine kayıp anlamında bir kayıp vardır. Bu rejimi yıkıp işgalci kafirin hegemonyasından kurtularak İslam'ın otoritesini ikame etmedikçe bu karışıklığa bir çözüm olmayacağı gibi bu meçhulden bir kurtuluş da olmayacaktır;zira kafirlerin oluşturduğu tüm fitne ve bölünmeleri ortadan kaldırmaya, özel ve kamu mallarını korumaya, devletin heybetini korumaya muktedir olan ve İslam şeriatının metodundan kaynaklanan adalet sayesinde ümmeti etrafından toplamaya layık olan sadece İslam'ın otoritesidir.

O halde Allah'ın Ensarları olun, Allah sizinle beraberdir ve O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed et-Tâi – Irak

Devamını oku...

Hindu Rejiminin Kitaplara Uyguladığı Umutsuz Yasak İşgal Altındaki Keşmir'deki İslami Mücadele Ve Fedakarlıkları Silme Girişimidir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Hindu Rejiminin Kitaplara Uyguladığı Umutsuz Yasak İşgal Altındaki Keşmir'deki İslami Mücadele Ve Fedakarlıkları Silme Girişimidir

Haber:

Dürüstlükten yoksunluğun açık bir göstergesi olarak Hindistan Halk Partisi'nin yönetimi altında demokrasi olduğunu iddia eden Hindistan, Keşmir'i işgalinin tarihsel gerçeklerini belgeleyen 25 kitabı yasaklama kararı aldı.Bu karar, 5 Ağustos 2025 tarihinde Jammu ve Keşmir'deki İçişleri Bakanlığı tarafından alınmıştır:zira bu kitapların, 2023 tarihli Bhartiya Nyaya Sanhita Yasası'nın 98. maddesi uyarınca, yalan haberler yaymak, ayrılıkçılığı teşvik etmek ve terörizmi yüceltmek suçlamasıyla toplatıldığını açıklamıştır.

Yorum:

Hindistan demokratik bir ülke olduğunu iddia etse de, ancak Keşmir'i işgaline ilişkin tarihi olayları ele alan kitaplara karşı bile bir güvensizlik hissetmektedir.Zira o, işgal tarihini ve nesiller boyunca süren insan hakları ihlallerini silmek istiyor.Dolayısıyla bu yasak, Hindistan devletinin kırılganlığını ortaya koymaktadır; zira Hindistan daha birkaç gün önce 800 binden fazla askerin postalları altında barış görüntüsü sergilemek için açılan Srinagar'daki Chinar Kitap Festivali gibi etkinliklerle sahte bir istikrar anlatısının propagandasını yaparken, aynı zamanda Keşmir ve halkının çektiği acılarla ilgili fikri tartışmaları bastırmak için emirler çıkarıyor.

Böylece bir yandan 800 bin çift askeri postalın altında istikrar hakkında sahte bir anlatıyı pazarlamak için kitap fuarı düzenlerken, diğer yandan da aynı hafta içinde Keşmir hakkında yasaklanan kitapların listesini içeren bir emir yayınlamıştır.Bu da Hindu rejiminin özgüven eksikliğini yansıtıyor; zira her cephelerde başarısız olan ve insan hakları ihlallerini ve işgalini haklı çıkarmak için fikri argümanla başa çıkma ve karşı koyma becerisine sahip olmayan bu rejim, baskı uygulayarak Müslümanları susturabileceğini ve onların kolektif hafızasını silebileceğini sanıyor.

Hükümet bildirisinin (A) ekinde listelenen yasaklanmış kitaplar, Keşmir'deki Müslümanların baskı, direniş ve özlemlerini belgeleyen araştırma çalışmalarını içermektedir.Bunlar arasında: Hafsa Kanjwal'ın “Keşmir'in Kolonizasyonu: Hindistan İşgali Altında Devletin İnşası” (Stanford Üniversitesi Yayınları) adlı kitabı, bölgedeki Hindistan kolonizasyonunun mekanizmalarını ortaya koyuyor; Muhammed Yusuf Saraf'ın “Keşmirliler Özgürlük İçin Mücadele Ediyor” (Feroz Senz Pakistan) adlı kitabı ise Müslümanların işgale karşı mücadelesini anlatıyor.

Diğer öne çıkan çalışmalardan bazıları ise;"Azadi"- Arundhati Roy (Penguin India Darja Ganj, Yeni Delhi), A. G. Noorani'nin “Keşmir Çatışması 1947-2012” (Tulika Books, Chennai, Tamil Nadu) ve Victoria Schofield'in "Çatışma İçindeki Keşmir: Hindistan, Pakistan ve Bitmeyen Savaş“ adlı eseri (Bloomsbury India Academy) ve ”Keşmir'de İşgale Direniş" - Haley Duschinski, Mona Ban, Athar Zia ve Cynthia Mahmood (Pensilvanya Üniversitesi Yayınları).Bu kitaplar, sistematik insan hakları ihlallerini, zorla kaybedilmeleri, ordunun vahşetini ve Hindistan yönetimi altında Keşmir'in İslami kimliğini silme girişimlerini belgeliyor.

Bu yasak sadece siyasi bir adım değildir, aksine ümmetin kolektif hafızasına ve küfür ve zulme karşı direnme vacibine yönelik doğrudan bir saldırıdır.Zira Keşmir, çoğunluğu Müslüman olan İslam toprağı olup 1947 yılından beri işgal altındadır; Seküler demokrasi adı verilen kâfir sistemin kök saldığı Hindu rejimi, cihad, fedakârlık ve kurtuluşa davet gibi rivayetleri silerek ümmeti parçalamaya çalışmaktadır.Essar Batool ve diğerlerinin yazdığı “Kunan Poshspora'yı Hatırlıyor Musun?” (Zuban Books) gibi kitaplar, Müslüman kadınlara karşı işlenen korkunçlukları gün ışığına çıkararak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu hadisini hatırlatıyor:مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.

Hindu rejiminin uygulamaları, Keşmir'de direnen Müslümanları boyun eğdirememesinden kaynaklanmaktadır.Zira 2019 yılında, bölgenin özerkliğini elinden alan ve İslami demografik yapıyı değiştirmeye yönelik politikalara kapı açan 370. madde yürürlükten kaldırılmış olmasına rağmen, direniş devam etmiştir.Bu yasak, gerçeği bastırmak için yapılan beyhude bir girişimdir, ancak Allah Subhanehu ve Teala şöyle vaat etmiştir: يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kâfirler istemese bile.” [Saff 8]

Hindu rejiminin Müslüman topraklarının işgaline yönelik sömürge geçmişini, insan hakları ihlallerini ve mücahitlerin fedakarlıklarını silme çabaları, ümmetin azmini daha da güçlendirecektir.Nitekim milliyetçilik ve demokrasi, sömürgeci güçlerin Müslümanları zayıflatmak için dayattığı bölücü araçlar olduğunu kanıtlamıştır.

Tek çözüm, Müslüman ülkeleri birleştirecek, Keşmir, Filistin ve Doğu Türkistan gibi işgal altındaki toprakları kurtaracak ve İslam'ı uygulayarak ümmetin şerefini, canını ve zihnini koruyacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmaktır. Müslümanların kolektif hafızası, yasaklar veya askeri postallarla söndürülemeyecek, aksine Allah'ın izniyle işgali kökünden söküp atmak ve İslam'ın adaletini tesis etmek için harekete geçirecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Bahat – Keşmir

Devamını oku...

İbrahim Anlaşmaları ve Orta Asya: Trump'ın Kötü Niyetli Jeopolitik Hedefi

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İbrahim Anlaşmaları ve Orta Asya: Trump'ın Kötü Niyetli Jeopolitik Hedefi

Haber:

Reuters ajansına göre, Trump yönetiminin temsilcileri -özellikle de Steve Witkoff ve Aryeh Lightstone- Azerbaycan, Kazakistan ve muhtemelen Orta Asya'daki diğer ülkelerle “İbrahim Anlaşmaları” hakkında görüşmeler yürütüyorlar.

Yorum:

Bu sürecin, işgalci Yahudi varlığının Gazze'deki Müslümanlara karşı her türlü soykırımı sürdürdüğü ve on binlerce kadın ve çocuğu acımasızca katlettiği bir dönemde gerçekleşmesi, bu diplomatik girişimi en aşağılık ve en tehlikeli bir hale getirmektedir.

Amerika, dünyanın en büyük servetlerine ve stratejik öneme haiz topraklara sahip olan İslam bölgesini kontrol ederek küresel jeopolitik hegemonyasını sürdürme arzusundan vazgeçmemiştir.

Bu nedenle Orta Doğu'daki ana kaynakların ve nakliye yollarının ana arterlerinin bulunduğu Arap Körfezi ve Hazar Denizi bölgesini kontrol altına almak için mücadele ediyor.Bu hedefleri de Yahudi varlığı aracılığıyla gerçekleştirmeyi seçti.Zira bu gayeyi gerçekleştirmek için, İslam beldelerinde bulunan ajan rejimleri, “İbrahim Anlaşmaları” olarak adlandırılan diplomatik girişimler yoluyla Yahudi varlığını resmi olarak tanımaya, onunla ekonomik ve askeri işbirliğini güçlendirmeye, onu İslam bölgesinde tam ve meşru bir aktör ve lider bir güç olarak kabul etmelerinin yanı sıra onu besleyen bağışçı rolünü üstlenmeye teşvik etmeye çalışmaktadır.

Amerika, Müslümanların başındaki korkak yöneticileri aşağılamak ve onları kendi mali ve lojistik araçları haline getirmek yoluyla Yahudi varlığının İslam beldesindeki nüfuz ve hegemonya merkezini güvence altına almaya çalışmaktadır.Dolayısıyla İslam'ın ve Müslümanların düşmanı olan Trump, ümmetin vücudunda bir kanser olan Yahudi varlığının yardımıyla jeostratejik hedeflerine ulaşmayı, kaynakları ve akışlarını kontrol etmeyi, zorla boyun eğdirme stratejisini uygulamayı, Müslüman ülkelerde istikrarsızlık, çatışma ve komplolar durumu oluşturmayı, sömürgeci adımları güçlendirmeyi ve bundan daha da önemlisi ümmetin Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatma konusundaki çabalarını engellemeyi hedeflemektedir.

Trump'ın 2020 yılında başlattığı İbrahim Anlaşmaları, Trump'ın anlaşmanın Türkçe konuşan ülkeleri de kapsayacak şekilde resmen genişletilmesi için 50'den fazla hahama çağrıda bulunmasının ardından Kafkasya ve Orta Asya'yı da kapsayacak şekilde genişletilmektedir.

Bu anlaşma sayesinde Amerika, Çin ve Rusya üzerinde jeopolitik bir avantaj elde etmekle kalmıyor, aynı zamanda Trump'ın dış politikasındaki çatlaklarını da kapatmaya çalışıyor.

Özbekistan Dışişleri Bakanlığı temsilcisi Ahrar Burhanov, “Özbekistan bu konuyla ilgili Amerika'dan herhangi bir davet almadığını” vurguladı ancak Mirziyoyev'in Yahudi varlığıyla ilişkilerini güçlendirmesi bunun aksine işaret ediyor.Peki Mirziyoyev ve rejimi Allahu Teala'nın şu kavlini bilmiyor olabilir mi: لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın.” [Maide 82] Veya şu kavlini:يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينEy iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide 51]

Mirziyoyev ve rejimi, İbrahim anlaşmalarını kabul etmenin ve işgalci Yahudi varlığıyla herhangi bir tür iletişim veya iş birliğine girmenin Allah'a, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ve ümmete ihanet olduğunu bilmelidirler! Zira bu, Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra'sının ve Mescid-i El-Aksa'nın olduğu mukaddes toprakların tahrip edilmesidir!Ayrıca bu, çocukların ve bebeklerin kanları ve kömürleşmiş cesetleri üzerinde dans etmektir!Dahası bu, açlıktan parçalanmış ya da kemiklere dönüşmüş kadınların ve yaşlıların bedenlerine yönelik bir ihanettir!Yine bu, suçlu varlığın işlediği vahşi suçlarda iş birliği yapmaktır!Aynı zamanda bu, annelerin ve çocukların çığlıkları üzerine yapılan hain bir anlaşmadır!

Mirziyoyev ve rejimi, Gazze'deki on binlerce şehidin haklarının boşa gitmeyeceğini ve intikam saatinin yaklaştığını anlamalıdırlar!Ve unutmasınlar ki, Allah'ın izniyle doğru ve hak bir vaat olan Raşidi Hilafet kurulacaktır.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا

Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İslam Ebu Halil - Özbekistan

Devamını oku...

Eğer İslam Ümmeti Yardımına Koşmazsa Gazze, Şiddeti Katmerleşen Bir Katliam ve Boğucu Bir Kuşatmayla Karşı Karşıya Kalacaktır

  • Kategori Filistin
  •   |  

Eğer İslam Ümmeti Yardımına Koşmazsa Gazze, Şiddeti Katmerleşen Bir Katliam ve Boğucu Bir Kuşatmayla Karşı Karşıya Kalacaktır

Haşim Gazze, yeni ve vahşi bir katliam dalgasının eşiğinde! Cellat Yahudi varlığının savaş kabinesi, geçtiğimiz cuma sabahı Gazze’yi tamamen ele geçirmek için operasyonları genişletme kararı aldı. Bu vahşet planı, Trump ve Rubio gibi Kara Saray’ın karanlık figürlerinin yeşil ışığıyla hayata geçiriliyor!

İşgal yönetiminin aldığı bu yeni karar, Gazze’de hayata dair bir umut kaldıysa eğer, onu da yok edene kadar daha fazla katliam, daha fazla açlık ve daha fazla göç anlamına geliyor. Halk, iki acı seçenekten birine zorlanıyor: Ölüm ya da göç…Görünen o ki, ölüm seçeneğine daha yakındırlar.

Tutsak Filistin’in diğer yakasında ise cani varlık hem söylemleriyle hem de eylemleriyle Batı Şeria’ya zorla egemen olmaya ant içmiş durumda! Bu uğurda öldürüyor, tutukluyor, evleri yıkıyor, topraklara el koyuyor ve bir kanser uru gibi yerleşimleriyle her yanı sarıyor! Girişlerine koyduğu demir kapılarla şehirleri ve köyleri, tıpkı Amerika’daki Kızılderililere ve Afrika’daki sömürge halklarına reva görülen utanç kampları gibi adeta tecrit edilmiş gettolara dönüştürüyor.

Ey Müslümanlar!

Gazaba uğrayanlar, Amerika ve Batılı ülkelerin yanı sıra Müslüman ülkelerdeki dostları ajan yöneticilerinin ipi olmasaydı, bu suçlarını işleyemezlerdi. Bu yöneticilerin Gazze halkıyla empati kurduklarına dair yaptıkları açıklamalar veya yardımların ulaştırılması için yaptıkları o cılız çağrılar, halkların gözünü boyama ve onları oyalama taktiğinden başka bir şey değildir. Zira Yahudi varlığını silahlandıran da, işlediği suçlara kalkan olan da bu devletlerdir. Amerika’nın açtığı sözde yardım merkezleri, ölüm ve infaz tuzaklarına dönüşmüş, insanların boğazından geçecek bir lokmayı bile kan ve zillete bulamışlardır.

İşte bu kaos ve hengâmenin ortasında, Filistin Yönetimi’nin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Utanmadan sıkılmadan Gazze’de Yahudilerin işlediği suçların faturasını Mücahitlere kesiyor ve silahlarını bırakmalarını istiyor! Belki bu onursuzluk ve alçalma sayesinde kendilerine kâğıttan bir devlet hediye edilebileceğini düşünüyor! Amerika ise yönetimin bu hayalini sözleriyle yerle bir ediyor, Yahudi varlığı ise sahada egemenlik kararlarıyla hain yönetimin hayallerini paramparça ediyor. Bütün bunlara rağmen, Filistin yönetiminin başındaki adam hâlâ Gazze’nin bir mahallesine bile olsa belediye başkanı olmanın rüyasını görüyor. Aslında hayalini kurduğu şey, Yahudi varlığının çıkarlarına hizmet eden bir paralı asker birliğinden başka bir şey değildir!

Filistin ve Gazze davası gün gibi ortadadır; derdi de bellidir, dermanı da! Ne var ki öyle bir aldatmaca kampanyasıyla karşı karşıyayız ki, bu Ümmet artık Gazze’ye birkaç lokma girince zafer kazandığını sanıyor! Dün ateşkesi zafer sanıyordu, evvelsi gün ise saldırıların durmasını! Anlaşılan o ki, Yahudi varlığı, dünya ve ajan yöneticiler, bu ümmetin zihnine, teslimiyet ve göçün Gazze halkının tamamının yok olmasından ya da yarısının yok olmasının tamamının yok olmasından daha iyi olduğunu illetini işlemek istiyorlar. Ümmet, asıl sorunun işgalci varlık ve ona kalkan olan, Gazze’ye yardımı engelleyen rejimler olduğunu biliyor. Çözümün de denizden nehre kadar tüm Filistin’in kurtuluşu olduğunu biliyor. O halde bu ümmet, kardeşlerine yardım için devasa orduları harekete geçirmelidir. Artık yeter! Kendisine miras kalan bu acizliği ve pısırıklığı üzerinden atmalıdır! Kendisini sınırlar çizerek parçalayanları ve bir paçavraya çevirenleri ezip geçmelidir!

Ey Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti! Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet!

Filistin davası bugün tarihinin en kritik eşiğine ulaşmıştır! Mescid-i Aksa’da Yahudi ayinleri düzenleniyor, Gazze halkı katlediliyor ve açlığa mahkûm ediliyor! Batı Şeria halkı ise gettolara hapsedilmiş durumda! Eğer Allah’ın rahmeti ve yardımı yetişmezse, Batı Şeria, Gazze’de yaşananlardan bile daha korkunç bir felaketle karşı karşıya kalacaktır. Eğer İslam ümmeti bugün yöneticileri devirmek, sınırları açmak ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu için cihada yönelmek gibi köklü adımlar atmazsa, atacağı her adım Gazze halkının kan, açlık ve kuşatma yükünü artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ümmet alimiyle, cahiliyle, aydınıyla, ordusuyla, komutanıyla Nübüvvet metodu üzere Hilafetin şemsiyesi altında “La ilahe illallah Muhammed’un Rasûlullah” bayrağı altında birleşip harekete geçmedikçe hem Gazze hem de Filistin’de katliam daha da artacak ve vahşileşecektir. Ve (unutmayın ki) yapmakta olduklarınızdan mutlaka sorguya çekileceksiniz!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ (38) إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ  “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER