Çarşamba, 21 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hitabetle Sarsılan Bir Varlık, Zulüm Uygulasa Bile Kırılgan Bir Varlıktır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hitabetle Sarsılan Bir Varlık, Zulüm Uygulasa Bile Kırılgan Bir Varlıktır

Haber:

Birçok haber ajansı, Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde'nin şehit olduğunu bildirdi ve ajansların tamamı haberi, sadece “İsrail” kaynaklarından ve resmi odakların teyitlerinden aktardı.

Yorum:

Eğer Ebu Ubeyde'nin şehit olduğu haberi doğruysa, o zaman bu adam umduğuna nail olmuştur; Allah Azze ve Celle'den onun için geniş rahmet, yüksek derece ve en büyük mükafatı bahşetmesini diliyoruz. Dikkat çekici olan, Yahudi varlığının, mücahitlerden oluşan bir grubun medya sözcüsüne suikast düzenleme başarısını kutlaması ve ileri gelenlerinin bununla övünmesidir. Oysa bu, onun gücünü göstermez, aksine bu varlığın ve ordusunun, özellikle iki yıldan beridir hava, kara ve denizden kuşatılan mücahitlerden bir grupla girdiği savaşı sonlandırmada başarısız olduğu için umutsuz bir zafer imajına ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Hem de Amerika başta olmak üzere dünyanın tiranlarının Yahudi varlığına silahla destek vermesine, Arap yöneticilerinin iş birliği ve kuşatma ile ona ortak olmasına ve ümmetin hapsedilip onu ezip yok etmesini engellemek suretiyle Yahudi varlığının güçlendirilmesine rağmen.

Ayrıca Ebu Ubeyde'nin suikastını kutlamak, onların kırılganlıklarını ve morallerinin düştüğünü ortaya koymaktadır; çünkü maskeli adamın hitapları onların ruhlarını sıkıştırmış ve kendilerine, ordularına ve liderlerine olan güvenlerini kaybetmelerine neden olmuştur. Bu da bu varlığın, güç ve silahlanma bakımından uzun bir kolu olmasına rağmen ne kadar boş olduğunu teyit ettiği gibi çocuklara, kadınlara ve evlere yönelik vahşetleri de alçak bir korkak ve hainin darbesinden başka bir şey değildir.

Gerçek şu ki, öte yandan Yahudi varlığı, Ebu Ubeyde'nin konuşmaları gibi ümmete hitap eden, onun yardımını isteyen ve onu kışkırtan her bir sesten, özellikle de bu seslerin sınırları aşıp kalplere ve kulaklara ulaşmasından dolayı tehlike hissetmektedir. Ayrıca Yahudi varlığı, ister soykırım, kıtlık ve suçun; isterse sabır, kahramanlık ve kararlılığın aktarılması olsun olayları aktaran her görüntüden dolayı da tehlike hissetmektedir. Bu yüzden yüzlerce gazeteci ve kameramanın haince cinayetlere ve korkakça suikastlara maruz kalması şaşırtıcı değildir.

Aynı şekilde Yahudi varlığı, ümmetin güçlerine ve ordularına hitap eden ve onları engelleri kaldırmaya teşvik eden her sesten de korkuyor; ancak bizler Arap yöneticilerin yukarıda sayılanların hepsinden dolayı Yahudi varlığından daha çok korktuklarını ve endişelendiklerini düşündüğümüz gibi; Arap yöneticilerinin, Ebu Ubeyde'nin suikasta uğraması haberine bizzat Yahudilerden daha çok sevindiklerini düşünüyoruz. Özellikle Arap yöneticileri diğer taraftan, her özgür sesi zulüm, hapis ve işkenceyle bastırırken, insanların dinlerini, onurlarını ve haysiyetlerini hedef alan ve onlara İslam kardeşliğini ve Filistin ve halkına karşı görevlerini hatırlatan her türlü söylemi boğmaya çalışıyorlar. Zira bu sesler onları ifşa ediyor ve onların temellerini sarsıyor; şayet onların tahtlarının çökmesi ve Yahudi varlığının örümcek ağından daha zayıf olan kırılganlığı olmasaydı, hepsi haktan ve hakkın sesinden korkmazlar ve onu susturmaya çalışmazlardı; ama onlar kuşku içindedirler.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ

Allah emrine galiptir. Ancak insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf 21]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdurrahman El-Ledavi

Devamını oku...

İslam Ümmeti: Vahiy ile Tarih Arasında

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Ümmeti: Vahiy ile Tarih Arasında

Bizler, Allah’ın diğer milletler arasından seçtiği ve büyük bir övgüyle bahsettiği İslam ümmetiyiz. Zira Subhanehu şöyle buyurmuştur: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِSiz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz; marufu emreder, münkeri nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız.” [Al-i İmran 110] Bu hayır, ırsi bir özellik veya tarihsel bir bağış değildir, aksine büyük bir görev, azim bir risalet ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmenin, iman ve cihadın olduğu vacip olan bir yükümlülüktür. Dolayısıyla ümmet şayet görevini yerine getirirse en hayırlı bir ümmet olur, şayet ihmalkarlık gösterirse bu şekilde olmaz.

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bi’setinin başlangıcından itibaren bu gerçeği somutlaştırmış, vaaz veya züht sınırında durmamış, aksine tam bir hadarat projesi oluşturmuş, bu projeyle Kureyş'in bozuk inançlarına karşı koymuş, onların batıl sistemlerini yıkmış ve kapsamlı Rabbani bir alternatif sunmuştur. Zira Medine'de, vahiy yoluyla tebaasının işlerini gözeten ve davet ve cihad yoluyla İslam'ı insanlara taşıyan İslam Devleti'ni kurmuştur.

Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından gelenler, Raşid Halifeler (Allah onlardan razı olsun) ve onlara tabi olanların izinden gitmiş, Fars ve Roma'yı fethetmişler ve fethedilen ülkelerde adaleti tesis etmişlerdir. Daha sonra İslam'ın sancağı, Emevî devletinin gölgesinde doğuya ve batıya uzanmış, Abbasî döneminde en parlak dönemini yaşamış, sonra Osmanlılar dört yüzyıl boyunca İslam'ın merkezini korumuş ve Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu müjdesini gerçekleştirerek Kostantiniyye’yi fethetmişlerdir: لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ، فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُKostantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutandır, o ordu ne güzel bir ordudur.

Böylece ümmet, İngiltere'nin liderliğindeki sömürgeci kafir komplo kurup 1924 yılında Hilafeti yıkıncaya kadar aziz bir lider olan Hilafetin gölgesinde yaşamıştır; nitekim Hilafet yıkılınca de ümmet parçalanmış, otoritesini kaybetmiş ve sömürgeci ümmetin topraklarını, servetlerini ve ordularını kontrol etmiştir.

Bugün, Filistin'in Batı'nın desteğiyle Yahudiler tarafından işgal edildiğini gördüğümüz gibi Irak ve Suriye’nin işgalciler tarafından yağmalandığını, Afganistan’ın bir savaş alanı olduğunu, Afrika'nın modern sömürgecinin bir avı haline geldiğini, Körfez'in Batılı şirketlere ve ordulara ipotek edildiğini ve Müslüman ordularının, ümmet için bir kalkan ve onun düşmanları için bir mızrak olmak yerine ajan rejimleri korumak için birer araçlara dönüştüğünü görmekteyiz.

Bu gerçeklik, kaçınılmaz bir kader değildir, aksine Hilafetin yıkılmasının ve birleştirici bir varlığın kaybedilmesinin doğal bir sonucudur; bu yüzden bugün bizler, Batı sistemlerini ve yasalarını uygulayan ve sömürgeci Batı'ya boyun eğen hain rejimler tarafından yönetilen parçalanmış halklardan başka bir şey değiliz.

O halde biz kimiz? Allah'ın nitelendirdiği en hayırlı bir ümmet miyiz? Yoksa kimliklerini, bayraklarını ve risaletlerini kaybetmiş halklar mıyız?

Bizim en hayırlı olmamız, ancak asli görevimize geri döndüğümüzde geri dönecektir, bizim asli görevimiz ise içeride İslam'ı tatbik edecek ve İslam'ı, bir hidayet, nur ve alemler için rahmet risaleti olarak davet ve cihad yoluyla dünyaya taşıyacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللَّهَ زَوَى لِي الْأَرْضَ، فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا، وَإِنَّ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مُلْكُهَا مَا زُوِيَ لِي مِنْهَا Gerçekten Allah bana yeri topladı da, onun doğusunu batısını gördüm. Hiç şüphe yok ki, ümmetim bana toplanan yerlerin mülküne ulaşacaktır.” Bu, asla cayılmayacak olan bir vaattir ancak bizim amelimizle bağlantılıdır.

Değişimin yolu, zihinler tarafından icat edilmez veya Batı deneyimlerinden çıkarılmaz, aksine insanlığın gerçekliğini değiştiren Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siretinden türetilir: Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem, sahabeleri İslam akidesi temelinde mümin bir cemaat olarak yetiştirmiş, onlar arasında saf, ihlaslı ve samimi bir bilinç oluşturmuş, böylece onlar da taviz nedir bilmeyen davet taşıyıcıları haline gelmişlerdir. Sonra sahabeler bu bilinçle, İslam'ın kültürü ve fikirleriyle Mekke meydanlarına inmişler, putlarla, fikirlerle ve geleneklerle yüzleşmişler, hakkı haykırmışlar, fikri çatışma ve siyasi mücadeleye girmişler, böylece İslam hakkında bilinçli bir kamuoyu oluşturmuşlardır. Bunun üzerine İnsanlar, İslam'ın sadece bir ibadet dini olmadığını, aksine kapsamlı bir yaşam biçimi ve mütekamil bir yaşam tarzı olduğunu görmüşlerdir.

Bununla birlikte Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, güç ve kuvvet ehli olan kabilelere gitmiş, onlara İslam projesinin sunmuş ve onlardan kendine nusret vermelerini ve devletini kurmalarını talep etmiştir; bunu üzerine bazıları onu reddetmiş, bazıları da ona şart konuşmuşlardır; ta ki Allah onun için Yesrib halkından Ensar'ı hazırlayınca kadar; zira Ensar, İkinci Akabe biatinde ona biat etmişler, bu ise büyük bir dönüm noktası olmuş, sonra da İslam Devleti kurulmuştur. Sallalahu Aleyhi ve Sellem işte bu şekilde hareket etmiş olup şayet bizler de vacibimizi yerine getirmek, nusret ve iktidarı gerçekleştirmek istiyorsak bu şekilde hareket etmeliyiz.

Hilafeti kurmak için çalışmak, sadece bireysel bir ibadetle veya hayır faaliyetiyle olmaz, aksine demokrasi, laiklik, vatancılık ve milliyetçilik gibi küfür fikirleriyle çatışmakla olur ki böyle onların sahteliği ve acizliği ifşa olsun ve insanlığa liderlik etmeye sadece İslam'ın uygun olduğu ortaya çıksın. Aynı zamanda bu, Müslüman ülkeleri yöneten ajan rejimlere karşı siyasi bir mücadeledir; bu da rejimlerin Batı'ya bağlı olduklarını ifşa etmek, ümmete karşı işledikleri suçları ortaya çıkarmak ve bu rejimleri muhasebe etmek ve onları kökünden söküp atmak amacıyla Müslümanlara liderlik etmek içindir.

Ümmet içinde İslam ve onun uygulanmasının gerekliliği konusunda bilinçli bir kamuoyu oluştuğunda, tıpkı Ensarın Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e nusret verdikleri gibi Hizb-ut Tahrir'e tam ve şartsız bir şekilde nusret vermeleri için ordulardan, kabilelerden ve etkili liderlerden oluşan güç kuvvet ehlinin nusret rolü gelmektedir ki böylece yeniden İslam Devleti kurulsun.

Ey İslam ümmeti; bugün bizler, lüks bir seçim veya ikincil bir mesele ile karşı karşıya değiliz, aksine hayati bir meseleyle karşı karşıyayız: Ya insanlığa liderlik edecek en hayırlı bir ümmet olma rolümüze geri döneceğiz ya da diğer milletlerin üzerimize üşüştüğü çer çöp gibi olmaya devam edeceğiz.

Her bir Müslümanın vacibi, Hilafet meselesini birincil ve hayati meselesi yapması ve Hilafeti kurmak için bizimle birlikte çalışmasıdır; bunun da fikri çatışma ve siyasi mücadele yapmak ve Hilafeti kurmak ve bu sayede İslam'ı tatbik etmek için muhlislere iktidarı vermeye muktedir olan güç ve kuvvet ehlinin nusret vermesi şeklinde Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in metoduna göre olması gerekir ki böylece ümmet, yeniden kalkınabilsin.

Hilafet sadece bir yönetim değildir, bilakis Hilafet, İslam'ın eksiksiz tam ve kapsamlı bir şekilde tatbik edilmesi, ümmetin ve kutsallarının Batı'nın egemenliğinden kurtarılması, Batı'nın bağladığı bağımlılık sözleşmelerinin sona erdirilmesi, rejimlerin desteği ve koruması altında Batı'nın yağmaladığı servetler üzerinde egemenliğin yeniden kazanılması, ardından da İslam'ın nuruyla insanlığa liderlik edilmesi ve ümmeti, kapitalizmin zulmünden ve sömürgecinin vahşetinden kurtarılmasıdır.

Ey İslam ümmeti; bizler, Allah'ın vaadine ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesine sahip olduğumuz gibi dostlardan önce düşmanların tanıklık ettiği şanlı bir tarihe sahip olmamızın yanı sıra muazzam servetlere ve milyonlarca insana sahibiz. Geriye kalan tek şey, ciddi bir şekilde çalışmak için ayağa kalkmamız ve değişim yolunda Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i örnek almamızdır ki böylece Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kuralım ve yeniden insanlar için çıkarılmış en bir hayırlı ümmet olalım.

هَـذَا بَلاَغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُواْ بِهِ

İşte bu, bütün insanlara, uyarılsınlar diye yapılmış bir bildirimdir.” [İbrahim 52]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sa’d Muaz – Mısır

Devamını oku...

İdlib Hapishanelerinde Zorla Alıkonulanlar Önceliklidir, Ey Bakan Hazretleri!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İdlib Hapishanelerinde Zorla Alıkonulanlar Önceliklidir, Ey Bakan Hazretleri!

Haber:

Suriye Adalet Bakanlığı, zorla kaybedilen kişiler konusunda kararlı duruşunu yineleyerek, bu konunun ciddi bir eylem gerektiren acil ulusal önceliği temsil ettiğini ifade etti. Bu ise bakanlık tarafından Uluslararası Kayıp ve Zorla Kaybedilenlerle Dayanışma Günü vesilesiyle yayınlanan bir açıklamada geldi.

Adalet Bakanı Mazhar el-Veys, bu meseleyi devrik Beşar Esad rejiminin işlediği en iğrenç suçlardan biri olarak nitelendirerek, meselenin göz ardı edilemeyecek derin insani boyutları olduğunu vurguladı.Ayrıca kayıp kişilerin akıbetini ortaya çıkarmak, ilgili kişileri sorumlu tutmak ve zararların tazmin edilmesi ve mağdurların ailelerinin acılarını hafifletmek için yasal önlemler almak konusunda Bakanlığın kararlılığını vurgulayarak Bakanlığın bu dosyaları hukukun üstünlüğü ve geçiş adaleti çerçevesinde ve başta Kayıp Şahıslar Ulusal Komisyonu olmak üzere ilgili ulusal kurumlarla koordinasyon halinde ele alma kapasitesini güçlendirmek için kurumsal reform çalışmalarının sürdüğü eklemesinde bulundu.

Yorum:

Zorla kaybedilenler dosyası, onlarca yıldır Esad ailesi rejimi için boğucu bir düğüm ve uluslararası platformlarda ve pozisyonlarda en utanç verici konulardan biri olmuştur.Aksine bu durum, on yıldan fazla süren büyük bir devrimi tetikleyen halkın hoşnutsuzluğunun en bariz nedenlerinden biridir. Zira her gösteride devrimciler kayıp evlatlarının isimlerini haykırıyor, her mitingde onların fotoğraflarını göstererek akıbetlerini öğrenmeyi ve onların serbest bırakılmalarını talep ediyorlardı. Ayrıca bu dosya, devrimin alevlerini besleyen ek bir yakıt olmuştur.

Bugün sen ey Bakan hazretleri, hapishanenin acısını tattınız ve zalimlerin yaptıklarını gördünüz, bu yüzden aynı yolu izlemekten veya yeni bir zulüm kapısı açmanın sebebi olmaktan sakının.İdlib'deki düşünce mahkumları dosyası büyük ve tehlikeli bir konudur; zira davetçiler, mücahitler ve gençler ailelerinden ayrılmak için ne tür bir suç işlemiş olabilirler ki?!Sadece siyasi ve askeri karar alma özgürlüğünü talep ettikleri için mi; oysa bu talebi siz de meclislerde defalarca onaylamadınız mı?Yoksa cephelerin açılıp ülkenin kurtarılmasına çağrıda bulundukları için mi?!Peki bu, insanların kendisine karşı ayaklandığı rejimin yaptığı şeylerden farksız olan sahnelerde evlere baskınlar düzenleyip ev sahiplerini tutuklamayı gerektiren ciddi bir suç sayılabilir mi?!

Bugün bu dosyayı dürüp katlamanız ve İdlib'deki zorla kaybedilme politikasına son vermeniz zorunlu bir hale gelmiştir; nitekim evlerinde oturanların suçlarından bahsetmeden önce, Allah'ın onların belini nasıl kırdığını ve onları ibretlik bir hale getirdiğini bizzat kendi gözlerinizle gördünüz.Arabulucular, Yahudilerle bağlantılı olan kişileri çıkarırken, tertemiz özgürlerin parmaklıklar arkasında kalmaya devam ettiklerini görmemiz acı vericidir!Kışkırtıcı olan ise bizi öldüren, evlerimizi yıkan ve namusumuzu kirleten birine, “haydi git, sen serbestsin” denilmesidir! Bu nasıl bir mantık Allah aşkına?!

Daha da kötüsü bazılarının, “uzlaşma yaptıkları” için onlarca istihbarat görevlisini serbest bırakmalarından dolayı övündükleri video kayıtlarını göstermeleri olmuştur! Ne üzerine uzlaştılar ki?!Onlar ile halk arasındaki anlaşmazlık sadece para veya toprak anlaşmazlığı değil miydi?!Bu, din, onur ve kan üzerine olan bir çatışma olup şüpheli uzlaşmalara indirgenemez.

Daha önce “cahilce” olmasından dolayı kaldırıp attığım ifadeler ve terimlere girmeyecek, şunu söylemekle yetineceğim:İdlib hapishanelerinde zorla alıkonulan tertemiz özgürleri, davetçileri ve mücahitleri serbest bırakın, tertemiz bir sayfa açın ve sizden önce kendilerine Allah'ın takdirinin cereyan ettiği kimselerden ibret alın. Şüphesiz bunda bir ibret ve öğüt vardır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

Şam Yöneticilerinin Yahudi Varlığı ile Normalleşmesi Bahreyn Yöneticilerini, Kesintiye Uğradıktan Sonra Yahudilerle Yeniden Normalleşmeye Teşvik Etmiştir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Şam Yöneticilerinin Yahudi Varlığı ile Normalleşmesi Bahreyn Yöneticilerini, Kesintiye Uğradıktan Sonra Yahudilerle Yeniden Normalleşmeye Teşvik Etmiştir

Haber:

Bahreyn Haber Ajansı (BNA) Perşembe günü, Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Rashid Al Zayani'nin dün Bahreyn'in yeni “İsrail” Büyükelçisi Şmuel Revel'in güven mektubunun bir kopyasını aldığını bildirdi.Bahreyn haber ajansı, Al-Zayani'nin büyükelçi ile yaptığı görüşmede “bölgedeki barış, güvenlik ve istikrarı desteklemek için çabaların sürdürülmesinin önemini” vurguladığını bildirdi.Bahreyn'in daha önce, “Filistin davasını desteklemek” amacıyla Yahudi varlığının büyükelçisinin Kasım 2023'te ülkeye döndüğünü ve Manama'daki Yahudi büyükelçisinin krallığı terk ettiğini duyurduğunu belirtmekte fayda vardır. (El Cezire, 28/08/2025)

Yorum:

Bahreyn, bölgedeki yeni duruma uyum sağlamak için terör listelerini çoktan değiştirmiştir; zira kutsalları ihlal eden Colani, Amerika'nın Şam'ı eski ajanı Beşar’ın yerine ona emanet etme arzusu nedeniyle, yani Amerika’da onun gibileriyle Beşar ile hayal ettiğinden çok daha fazlasını başarabileceğinin sabit olmasının ardından Colani bu listelerden çıkarılmıştır.

Şimdi Bahreyn, Ekim 2023 olayları ve Gazze'deki Müslümanların katledilmesi ve kuşatılması nedeniyle İslam ümmetinin artan öfkesi sonucunda ilişkilerinin kesilmesinin ardından Yahudi varlığıyla ilişkilerini yeniden kuruyor.

Bahreyn'in yöneticileri şimdi, Colani'nin, şerî hükme ve İslam ümmetine kayıtsız kalarak Gazze'deki kardeşlerimizin Yahudiler tarafından kuşatılıp imha edilmesinden kaynaklanan trajedilere rağmen işgalci varlığa kur yapma, koordinasyon ve normalleşme gösterme konusunda kendilerinden önce davrandığını görünce geri dönüş yaptılar.

Ancak Bahreyn'in yöneticileri ve Şam'ın yeni yöneticileri, tüm zanlarında hayal kırıklığına uğradılar.

Zira ümmet, 7 Ekim 2023'ten sonra Ankara'dakinin gerçek rengini ortaya çıkardığı gibi her bir hainin de gerçek rengini ortaya çıkaracaktır.Nitekim ümmet, 8 Aralık 2024'ten sonra Beşar Esad'ın firar etmesinden dolayı sevinç duysa da bu sevinç, her şeyin gerçek renginin ortaya çıktığı ve ardından da Amerika ve laik Türkiye'ye yanında yer alan Şam'ın yeni yöneticilerinin tahtı da dahil olmak üzere Arap olsun olmasın Müslümanların başındaki tüm yöneticilerin tahtlarının yıkıldığı gün hissedeceği sevinçle kıyaslanamayacaktır.

Bu ise ümmet onları muhasebe etme ve onları ortadan kaldırma görevini yerine getirdikten sonra gerçekleşecek, böylece ümmet, tek bir İslam Devleti'nin ve tek bir İslam ümmetinin geri dönüşünün gerçek sevincini yaşayacak ve İslam davetçileri tüm yeryüzünü dolaşarak, Müslüman olun ki selamete eresiniz ve böylece Allah size iki katı ecir versin diyeceklerdir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَYoksa, bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl, inkâr edenler tuzağa düşecek olanlardır.” [Tur 42]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nizar Cemal

Devamını oku...

Filler Tepişir Çimenler Ezilir, Sudan Bunun Bir Örneğidir

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Filler Tepişir Çimenler Ezilir, Sudan Bunun Bir Örneğidir

Tarihte, sömürgeciliğin kötülüğünü Ribi bin Amir Radıyallahu Anh'ın Fars komutanına söylediği şu sözden daha iyi anlatan bir ifade bulamadım: “Allah bizleri, insanları kula ibadet etmekten kulun Rabbine ibadet etmeye döndürmek için gönderdi.”Ondan sadır olan bu söz, azim İslam risaletinin gayesinin, canlarının, mallarının ve onurlarının korunması da dahil olmak üzere insanların Allah'a ibadet ederek şerefli olacağını açıklamak için olsa da, ancak bu, bazen tam tersi için de geçerlidir.Örneğin İslam'ın merhameti ve onun insanların üzerine uygulanmasıyla sağlanan özgürlüğün karşılığında halkları ve milletleri sömürgecinin kölesi eden ve onları sadece altın ve para üreten makineler olarak gören bir yaklaşım gibi.

Kisra ve Kayser ile Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin arasında; geçmişte ve günümüzde insanlar köleleştirildi, servetleri yağmalandı ve kemikleri, sadece tiranların tahtlarına hizmet eden savaşlarda öğütüldü.Yani bu dünya üzerindeki tahtlar çatışması, yeni bir şey değildir.Nitekim on dört yüzyıl önce İslam geldiğinde, milletleri Kisra ve Kayser'in pençelerinden kurtardı, onların Allah'a ibadet etmelerini sağladı ve onları vahiyle yönetti; böylece onların canları, malları, onurları ve namusları korunarak huzur ve mutluluk içinde yaşadılar.Ama İslam Devleti bir asırdan fazla bir süre önce yıkılınca batıl, milletleri ve halkları yeniden köleleştirmeye başladığı gibi insanlık da yeni tiranların ateşinde yeniden acı çekmeye başladı.Böylece uluslararası politikada tartışmasız ilk faili-etkeni olan ve hiçbir ülkenin onun tek bir kelimesini bile kırmaya cesaret edemediği izzetli devlet olan Hilafet devletimizi kaybetmemizin ardından Müslüman ülkeler, her zaman edilgen konumda olmuşlardır.

Sudan, kaynakları zengin bir ülkedir; Batı, Sudan'ın fakir olduğunu ve Batı'nın ve onun kurumlarının yardımlarına muhtaç olduğunu iddia etse de bu, şu üç gayenin gerçekleşmesinin istendiği yalan bir iddiadır: Birincisi;Müslümanların bakışlarını güç kaynaklarından uzaklaştırmak ve onların nefislerinde zayıflık ve çaresizlik vehminin kalmasını sağlamak. İkincisi:Ülkenin zenginliklerini dikkat çekmeden, hesap vermeden ve denetimsiz bir şekilde yağmalamayı garanti etmek; en önemlisi de ülkede, “Batı” politikalarını geçirdiği ve gündemlerini uyguladığı egemen bir vasi olarak kalmayı sağlamak; çünkü basitçe “bedava peynir sadece fare kapanında olur!”

Üçüncüsüne gelince: Otoriteyi ele geçirmek, servetleri yağmalamak ve Sudan'daki Müslümanları zayıf ve kırılgan bir durumda tutmak amacıyla dünya ülkelerinin Sudan'daki paylar için rekabet etmeleri.

Sudan'daki çatışmaya yüzeysel olarak bakan bir kimse, medyanın da propagandasını yaptığı gibi, bunun etnik, ırksal veya kabilevi bir çatışma olduğu, en iyi ihtimalle de bunun otoriteyi ele geçirmek için ordu ile siviller arasındaki bir çatışma olduğu vehmine kapılacaktır.Ancak İslam akidesini siyasi referansı haline getiren bilinçli bir Müslüman, kâfirlerin düşman olduğunu bilir ve onları düşman olarak görür, dolayısıyla küfrün liderlerinin yaptığı hiçbir açıklamayı kabul etmez ve sahte dostluğa da aldanmaz;aksine küfür ülkelerinin ümmetin yeniden kalkınmasını engellemeye çalıştıklarını ve bunun için her yerde büyük çaba sarf ettiklerini bilir;bu yüzden herhangi bir Amerikalı veya Avrupalının, Sudan gibi dünyanın gıda sepeti olarak kabul edilen ve en önemli deniz geçitlerine bakan bir ülkedeki çatışma hakkında siyasi açıklaması olmayacaktır; ayrıca bu açıklamalar sadece bir laf kalabalığı veya bir görüş beyan etmek için de olmayacaktır; aksine bir Müslüman çok iyi bilmelidir ki Sudan, sözde insani yardım ve yeniden inşa girişimleri hakkında art arda gelen bu açıklamaların tamamı, ajanları harekete geçirmek, ülkenin gelecekteki politikalarını sömürgecinin çıkarlarına göre şekillendirmek ve adamlarının ülkedeki konumunu pekiştirmek içindir.

Sudan, İngilizlerin buradaki nüfuzu ve Mısır ile olan bağlantısı nedeniyle geçen yüzyıl boyunca Batı'nın ilgi odağı olmuştur; daha sonra Mısır'dan ayrılınca, İngilizlerin nüfuzu gitmeye ve onun yerine Numeyri ve Beşir dönemlerinde Amerikan nüfuzu istikrar bulmaya devam etti.Avrupa (İngiltere ve Fransa), Darfur meselesini istismar edip başarısız olduğunda yaptığı gibi hala fırsat buldukça Sudan'da nüfuz edinmeye ve hala kendileri için Sudan'a bir giriş kapısı bulmaya çalışıyorlar.Binaenaleyh Sudan önem açısından, kayda değer bir ülke olup uluslararası politikada büyük aktörlerin ilgi odağıdır.Bu ilgi, Sudan ve halkına büyük oyuncu aktörler arasındaki savaşlardan başka bir şey getirmemiş ve bu savaşlar, yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden edilmesine ve modern çağın en yıkıcı kıtlıklarına aldırış etmeden, ülkeyi ve halkını toz duman etmiştir.

Kapitalizm işte budur: Politikacılar pozisyonlar ve servetler üzerinde çatışırken, insanların hayatları ve yetenekleri onları köleleştiren efendiye ipotek edilmektedir; ancak ironik olan, Batı onun üzerindeki kontrolünü sürdürmek için onun üzerindeki sömürge sıfatını çıkarmakta, bilakis kendi yarattığı bir düşmana karşı ülkenin koruyucusu olarak girmektedir.Dolayısıyla bugün, Avrupa'nın adamlarını sahneden uzaklaştırmak ve bu ülkedeki çıkarlarına kimsenin müdahale etmemesini ve servetleri üzerinde rakip olmamasını sağlamak için Amerika, kendi çıkarlarına göre ipleri elinde tutarak iki taraf arasında bir savaş yürütmektedir.Nitekim insanlar da Hemedti'nin bir muhalif, Burhan'ın ise devleti temsil ettiği yanılgısına kapılmış durumdalardır; oysa gerçekte her ikisi de Amerika'nın kendi ajanları olan Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından harekete geçirilmektedir.Yani farklı şekillerde hedeflerine hizmet eden tamamlayıcı roller üstlenmişlerdir: Zira Burhan, halkın desteğini seferber etmek ve yasal önlemlerle Avrupa'nın etkisini ortadan kaldırmak yoluyla içerde otoritesini pekiştirmeye çalışırken, dışarıda da uluslararası meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Hemedti ise, Darfur'da, özellikle de birçok girişimlere rağmen başarısız olduğu halde üzerinde kontrol sağlamak için çok çaba sarfettiği El Faşir'deki İngiliz nüfuzunu tamamen ortadan kaldırmak için çalıştığı gibi Darfur'daki silahlı mücadele hareketleri içinde Avrupa'nın nüfuzundan geri kalanını da kontrol altına alabilecek silahlı bir muhalefet olarak kendini yeniden şekillendirmek için çalışmaktadır.

Böylece Amerika, Burhan liderliğindeki ordunun yönettiği hükümet ve Hemedti liderliğindeki Hızlı Destek Güçleri'nin yönettiği muhalefet gibi her iki taraftaki kendi adamları aracılığıyla Sudan sahnesinde tek başına hareket etmektedir.

Maddi kapitalist değerleri ve doyumsuz servet kazanma hırsı ile hareket eden bu çeşitli hükümetler, kâr elde etmek için savaşları kışkırtmaktan veya körüklemekten çekinmemekteler ve siyasi ve ekonomik çıkarları güvence altına alındığı sürece de korkunç ölü sayısı, insanlık dramlarının boyutu veya bunun sonucunda ortaya çıkan insani felaketler umurlarında değildir.

Özellikle ordu içerisindeki muhlisler Sudan halkının yanında durmadığı sürece Sudan'da alevlenen bu savaşlar devam edeceği gibi bunlarla birlikte krizler de devam edecek, açlık, yerinden edilme ve kan dökülmesi daha da kötüleşecektir. Dolayısıyla Amerika’nın önünde şu üç şey vardır: Güneyi ayırdıktan sonra Darfur'u da ayırarak ülkeyi bölmek, mübarek toprakları gasp eden Yahudi varlığı ile normalleşmek ve yolsuzluğu yaygınlaştırmak ve Müslümanlar arasındaki bu günahkar savaşı harlamak.

إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغاً لِّقَوْمٍ عَابِدِينَ

Şüphesiz bunda Allah'a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.” [Enbiya 106]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beyan Cemal

Devamını oku...

“Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” [Haşr 21] Ayeti Üzerinde Düşünmek

  • Kategori Makaleler
  •   |  

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعاً مُّتَصَدِّعاً مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” [Haşr 21] Ayeti Üzerinde Düşünmek

Bu ayet, Kur'an'ın azametine, güçlü etkisine, hatta bu Kur'an -sert dağlar gibi- cansız nesnenin üzerine indirilmiş olsaydı onun bile Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olacağına dair bir örnek veriyor.

Ancak bugün insan, özellikle de Müslüman, sabah akşam Kuran'ı dinliyor, onu okuyor ve ezberliyor ama onun kalbi parça parça olmuyor ve uzuvları da, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını vakıada yerine getirmek için harekete geçmiyor!

Talep edilen sadece okumak veya ezberlemek değildir, aksine talep edilen, bir Müslümanın bu Kuran'ı, hayatını ona göre ikame etmesi ve onu devletin anayasası ve toplumun bir sistemi haline getirmesi için taşımasıdır; tıpkı Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medine'de yaptığı gibi.

Eğer Kur'an bir dağın üzerine inseydi, dağ parçalanırdı ama bugün Müslüman, onu okuduğu halde Batı kanunları üzerinde ısrar ediyor!

Dağlar Allah korkusundan dolayı parça parça oluyorlar ama Müslümanların birçoğu, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla yöneten tağutu gördükleri halde parça parça olmuyorlar!

Bu ayet, Kur'an'ın sadece bir rahmet kitabı değil, aynı zamanda müminlerin onu samimi olarak taşımaları halinde yeryüzünün çehresini değiştirebilecek bir devlet, bir risalet ve bir yönetim kitabı olduğunun anlaşılmasını sağlamaktadır.

Sonuç olarak:

Bu ayet bizi, şöyle düşünmeye davet ediyor: Eğer cansız nesneler bile Kur'an'ın önünde parçalanıyorsa, o halde yönetim, cihad ve Hilafetle ilgili ayetleri işittiğimizde bize yakışan sanki sadece onlar okumak için olan kıssalarmış gibi mi muamele etmektir?! Cevap şudur; bu ayetleri, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için bir metot olarak almamızdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müeyyid El-Râcihi

Devamını oku...

“Allah kimi alçaltırsa, artık onu onurlandıracak hiç kimse yoktur.” [Hac 28]

وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ

“Allah kimi alçaltırsa, artık onu onurlandıracak hiç kimse yoktur.” [Hac 28]

Filistin Kurtuluş Örgütü, tavizden tavize koştu; Önce, Filistin’in büyük bir bölümünü peşkeş çekerek büyük bir ihanet sınırına dayandılar. Sonra, otorite suretinde kendi halkıyla savaşan bir güvenlik aygıtı olmayı kabul ettiler. Bu uğurda, Filistin içindeki kamplarda katliam yaparak, kampları kuşatma altına alarak ve tutuklamalar yaparak silahsızlandırdılar. Dışarıda ise Suriye ve Lübnan rejimleriyle işbirliği yaparak Yahudilerin güvenliğine yönelik en ufak bir tehdidi bile engellediler. Yetmedi, 7 Ekim’i kınadılar ve Filistin Yönetimi’nin lideri, işgalci esirlerin serbest bırakılmasını istedi. Şimdi de Amerikalıların ve Yahudilerin ağzıyla konuşarak Gazze’de silahların bırakılması çağrısı yapıyor ve Yahudilerin katliam makinesinin bile başaramadığı ‘temizliği’ yapmaya talip oluyor...

Bütün bunlardan ve daha fazlasından sonra ABD Dışişleri Bakanlığı, 29 Ağustos Cuma günü yaptığı bir açıklamayla, Bakan Marco Rubio’nun, tam da BM Genel Kurulu öncesinde, FKÖ ve Filistin Yönetimi yetkililerinin vizelerini iptal ettiğini duyurdu. (El Cezire)

Filistin Yönetimi’nin sunduğu onca ‘hizmete’, verdiği onca tavize ve hatta ihanete varan adımlarına ve daha fazlasını yapmaya dünden razı olmasına rağmen, karşılığında ne buldu? Trump yönetimi, Amerika’nın ulusal güvenliği için FKÖ ve Filistin Yönetimi’nden ‘yükümlülüklerini yerine getirmedikleri ve barışa zarar verdikleri’ gerekçesiyle hesap sorulması gerektiğini söyledi. (El Cezire) Kendi halkıyla savaşmaları ve ülke toprağını satmaları yetmemiş gibi, bir de suçlu ilan edildiler.

Dolayısıyla FKÖ ve Filistin Yönetimi’nin işlediği onca suç, oynamaya hazır olduğu onca kirli rol, onlara ne Amerikalıların ne de Yahudilerin gözünde zerre kadar bir dokunulmazlık sağlamamıştır. Tam tersine, her defasında daha da fazla aşağılanmaktalar ve onlardan hep daha fazlası istenmektedir. Şimdi de Amerika, çıkıp ‘hayali bir Filistin devletinin tek taraflı tanınmasını’ kınadığını açıklamaktadır. Oysa Yahudiler, yerleşim projeleri ve Batı Şeria’yı lime lime parçalayarak böyle bir devletin varlık ihtimalini zaten çoktan ortadan kaldırmıştır. Gerçek şu ki, Filistin Yönetimi bütün Filistin’i onlara hediye etse, hatta Gazze’deki son bebeği öldürmelerine yardım etse bile, dostlarının gözündeki değeri, örümceğin çürük ağına sığınan bir zavallınınkinden farksız olacaktır.

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتاً وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” [Ankebut 41] Yahut

كَمَثَلِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَرِيباً ذَاقُوا وَبَالَ أَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ * كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنْسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِنْكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ“Onların durumu, kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibidir. Onlara acıklı bir azap vardır. Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.” [Haşr 15-16]

Hainler akletmezler, ibret almazlar! Oysa tarihin kanunudur bu, eskiden de böyleydi, şimdi de böyle: Hainin ne kendi halkı ne de ümmeti içinde yeri yoktur. Onu kullanan efendisi de, kendini onun uğruna bu kadar alçaltmış birine asla değer vermez! Vakti gelince ya bir paçavra gibi sokağa atar ya da bir gün kendi halkı tarafından ezilmesi için ortada bırakır. Yakın tarihte, devrilen rejimleri ve düşmanla iş tutan nice haini gördük. Ama ne fayda! Hain, bir öncekinin acı sonundan asla ders çıkarmaz.

Filistin’deki ihanet hikayesi, sanıldığı gibi FKÖ’nün tavizleriyle başlamadı. Asıl ihanet, çok daha önce, 1949’da Arap rejimlerinin utanç verici bir ateşkesi kabul ederek Yahudi devletinin kurulmasına zemin hazırladıkları gün başladı. O günden bugüne, bu rejimlerin tek işlevi, Yahudilerin bekçiliğini yapmak ve ümmetin Mübarek toprağı kurtarmak için Allah yolunda cihat etmesini engellemek olmuştur.

Filistin’e ihanet, Müslüman ülkelerdeki hain rejimlerin ondan yüz çevirmesi ve onu bir ümmet ve din davası olmaktan çıkarıp ulusal bir davaya dönüştürmesiyle tecelli etmiştir. Sonra da, halkın adına ihanet pazarlıkları yapsın diye Filistin Kurtuluş Örgütü diye bir kukla yaratmışlardır! Ve o günden beri, Filistin ve mazlum halkına ihanet bir an bile durmamıştır!

Nasıl ki dün Filistin, batısıyla doğusuyla İslam ülkelerinin dört bir yanından gelen askerlerin eliyle Haçlıların esaretinden kurtarılıp ait olduğu ümmetin kucağına döndürüldüyse, Allah’ın izniyle yine bu ümmetin abdestli ve temiz evlatlarının eliyle tekrar ümmetin bağrına döndürülecektir. Böylece Filistin, yeniden Şam’ın parlayan incisi ve Müslüman yurdunun kalbi olacaktır!

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

Devamını oku...

Filistin Halkı, Kral Hüseyin (Allenby) Köprüsü’ndeki İzdiham, Yolsuzluk ve VIP Geçişlerdeki Ayrıcalıklı Uygulamalar Nedeniyle Ciddi Sıkıntılar Yaşamaktadır

Mübarek Toprak Filistin çevresindeki ülkelerin, halkı boğmak, canından bezdirmek, onları topraklarından göçe zorlamak ve bu toprakları Yahudilere peşkeş çekmek için adeta birbirleriyle yarıştıkları bir ortamda, Kral Hüseyin (Allenby/Kerame) Köprüsü, Filistinliler için dış dünyaya açılan tek hayat koridoru ve can damarı olma özelliğini koruyor. Ne var ki, normalde sadece bir geçiş noktası olması gereken bu sınır kapısı, özellikle Ürdün tarafında, yolcular için gündelik bir eziyete dönüşmüş durumda. İnsanlık dramlarının, bürokratik engellerin ve siyasi hesapların iç içe geçtiği bu noktada, ortaya kelimenin tam anlamıyla zalimce bir tablo çıkıyor.

Köprüden karşıya geçmek, gidiş-dönüş fark etmeksizin, çoğu zaman on saati bile aşabilen bitmek bilmez bir çileye dönüşüyor. Üstelik bu uzun bekleyiş, en temel insani imkanlardan bile yoksun bir ortamda yaşanıyor. Bu çileyi en ağır yaşayanlar ise yaşlılar, hastalar ve kadınlar oluyor. Çünkü ne oturacak yeterli bir yer var, ne de rahatça bekleyebilecekleri uygun bir köşe...Üstüne bir de yazın kavurucu sıcağı, kışın ise iliklere işleyen soğuğu eklenince, bu yolculuğun yükü insanlar için dayanılmaz bir hal alıyor.

Ürdün yönetimi, kalabalığı azaltma ve geçişleri düzenleme gerekçesiyle kısa süre önce belirli seyahat ofisleri aracılığıyla önceden rezervasyon uygulamasını başlattı. Ancak bu uygulama, yolcuların yaşadığı sıkıntıları daha da artırdı. Ancak gerçekler, bu yeni sistemin, yolcuların işini kolaylaştıracağına, birilerinin tekel kurduğu, yolsuzluk yaptığı ve insanlara eziyet ettiği bir mekanizmaya dönüştüğünü gösterdi. Zira artık sıradan bir vatandaşın istediği tarihe bilet bulması neredeyse imkânsız. Bu durum tabii ki karaborsacıların ve bilet simsarlarının ekmeğine yağ sürdü. İşin en acı tarafı ise bu simsarların genellikle devlet memurları, hatta bizzat köprüde görevli olanlar arasından çıkmasıdır. Yolcular, bazı acentelerle anlaşmalı simsarların biletleri satın alıp, daha sonra fahiş fiyatlara karaborsada sattıklarından şikâyet ediyorlar. Bu alçakça uygulama, acil bir bilet için avuç dolusu para dökmek zorunda bırakılan Filistinli ailelerin sırtındaki bir başka hançer olmuştur! Bu, apaçık planlı bir ihanettir; yolsuzluğun ve şantajın kapılarını sonuna kadar açan bir komplodur! Bu durum, Ürdün rejiminin, kardeşlerimizi o mübarek topraklara gidiş-dönüş işkencesinden bezdirip onları ata yurtlarından sürmek için Yahudi varlığıyla yaptığı kirli ittifakı gözler önüne seriyor.

Karaborsa bir yana, bir de VIP sistemiyle körüklenen apaçık bir ayrımcılık var. Kişi başı 150 dinarı bulabilen fahiş bir ücret ödeyen yolcuya, uzun kuyrukları beklemeden geçme, işlemleri hızla tamamlama ve klimalı lüks otobüslerle yolculuk etme gibi ayrıcalıklar tanınıyor. Kısacası, bu VIP hizmeti, sınırı tam anlamıyla bir sınıf ayrımı sahnesine çevirmiş durumda: Parayı veren düdüğü çalıyor, veremeyen ise bitmek bilmeyen kuyruklarda esir kalıyor. Peki bu düzenin kaymağını kim yiyor? Genellikle, halkı soymak ve paralarını aralarında bölüşmek için Yahudilerle iş tutan Ürdünlü devlet yetkilileri bu düzenin kaymağını yiyor.

Olay sadece kalabalık ve yolsuzluktan ibaret değil; işin çok daha derin bir psikolojik ve siyasi katmanı var. Filistinlilerin gözünde, köprüde yaşanan bu çile, planlı bir aşağılama politikasının bir parçasıdır. Bu, onlara hareket özgürlüklerinin olmadığını, seyahat edebilmek için ya paraya ya da bitmek bilmez bir eziyete katlanma sabrına sahip olmaları gerektiğini anlatan üstü kapalı bir mesajdır. Böylece köprü, insanları birbirine bağlayan bir yol olacağına, yitirilen onurun ve yaratılan toplumsal uçurumun anıtına dönüşmüştür.

Yolcu ise hangi tarafın daha kötü niyetli olduğu konusunda kararsız kalmaktadır: Filistin Yönetimi mi, Yahudi varlığı mı, yoksa Ürdün mü? Çünkü hepsi, sanki anlaşmış gibi, tüm hınçlarını savunmasız yolcudan çıkarmaktadır. Filistin Yönetimi tarafı ise daha çok bir gümrük kontrol noktasına benziyor. Gümrük memurları, insanların yanındaki kişisel eşyalara, ‘Bunlar Mahmud Abbas, oğlu Tarık ve Yönetim’deki diğer kodamanların özel tekeli altındadır’ diyerek utanmazca el koyuyorlar. Yahudi varlığı tarafında da durum farklı değil; burada da insanlar ve eşyaları didik didik güvenlik aramasından geçiriliyor. Ayrıca, Filistinlilerden çıkış yaparken fahiş ücretler talep ediliyor, paralarına el konuluyor ve kişisel eşyaları için bile akıl almaz cezalar ve vergiler çıkarılıyor. Ürdün tarafı da, bir yandan ülkeye giriş vergisi, diğer yandan havaalanı çıkış harcı alıyorlar. Daha da kötüsü, getirdikleri ön rezervasyon sistemiyle insanları öyle bir sıkıştırıyorlar ki, çoğu kişi gücü yetmese de mecburen VIP hizmeti almak zorunda kalıyor. İşin en ironik tarafı ise, insanları bu fahiş fiyatları (kişi başı 150 dinarı bulabiliyor) ödemeye zorladıkları hizmetin topu topu üç kilometrelik bir otobüs yolculuğu olması!

Bir yolcunun şu sözleri, yaşanan dramı belki de en iyi şekilde özetliyor. Yahudi varlığı tarafındaki kontrolü atlattıktan sonra şöyle diyordu: “İnsanlığınızdan utandığınız Yahudi devleti tarafından ayrılıp, adeta küçük bir cehennemin kapısından geçer gibi Ürdün tarafına adım atıyorsunuz” İşte o köprü, en kutsal haklardan olan seyahat hakkının nasıl bir zulme ve aşağılanmaya dönüştürülebildiğinin apaçık kanıtıdır! O köprü, Filistin halkının kendi toprağındaki onurlu direnişini kırmak için kurulan ihanet tezgâhlarının; en adisinden yolsuzluk, soygun ve zengini kayıran ahlaksızlıkla nasıl iç içe geçtiğinin canlı bir anıtıdır!

Aslında köprüdeki manzaraya bakınca, Yahudilerin başrolde olduğu ve Filistin Yönetimi ile Ürdün rejimini birer maşa olarak kullandığı büyük bir komplonun özeti görülür. Bu komplonun amacı çok açıktır: Filistin halkını bezdirmek, direnme güçlerini yok etmek ve en sonunda onları o mübarek toprakları terk etmeye zorlayarak bölgeyi tamamen Yahudilere bırakmaktır. Ürdün rejimi, Yahudilerin en uzun sınırının sadık bir muhafızı rolünü oynamaya devam ediyor. Filistin Yönetimi ise, kendi halkından geriye kalanlara karşı Yahudi varlığının bir casusu ve güvenlik aygıtı gibi hareket etmeyi sürdürüyor. Ancak heyhat heyhat! Ne bu Ruveybida yöneticiler ne de Allah düşmanı Yahudiler, ilahi takdiri ve Allah’ın vaadini değiştirebilecek güce sahip değildir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ، فَيَقْتُلُهُمْ الْمُسْلِمُونَ، حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ وَالشَّجَرِ، فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوْ الشَّجَرُ يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللَّهِ، هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ، إِلَّا الْغَرْقَدَ فَإِنَّهُ مِنْ شَجَرِ الْيَهُودِ“Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. O harpte Müslümanlar Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; “Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi. Gel, onu öldür” der. Yalnızca Garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır.” [Ahmed]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER