Çarşamba, 21 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika, Gazze’deki Soykırımı Desteklerken, Diğer Yandan da Güvenlik Ortağı Olarak Özbekistan’a Giriyor!

28 Ağustos 2025’te Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, ABD Başkanı’nın Küresel Ortaklıklar Özel Temsilcisi Paolo Zampolini’yi kabul etti. Cumhurbaşkanlığı basın servisinden yapılan açıklamaya göre “Görüşmede Özbekistan ve Amerika arasındaki stratejik ortaklık ilişkileri ve çok yönlü işbirliğinin genişletilmesi konuları ele alındı.” Görüşmede, ekonomik iş birliği ve güvenlik meseleleri öncelikli gündem maddeleri arasında yer aldı. Açıklamada, bu yıl sonbaharda yapılması planlanan genişletilmiş stratejik ortaklık toplantısının en önemli etkinlik olacağı ifade edildi.

İki ülke arasındaki ekonomik işbirliğindeki büyüme temposuna göre, 2024 yılında mal dolaşımı %15 oranında artmıştır. Hâlihazırda ortak projeler portföyü 11 milyar doları aşmış durumda. Cumhurbaşkanlığı Basın Servisi’ne göre “İki ülke arasında güvenlik, terörizm, aşırıcılık ve yasa dışı göç alanlarında etkin bir işbirliği kurulması teyit edilmiştir.”

Washington, ekonomik nüfuzunu genellikle IMF, Dünya Bankası, IFC gibi güdümündeki uluslararası yapılar ve küresel finans şirketleri üzerinden yürütmektedir. Bu kurumlar üzerinden gelen yatırımın asıl amacı, gelecekte borçları bir şantaj unsuru olarak kullanarak siyasi baskı kurmaktır. Böylelikle ülkenin ekonomisi ve siyasi kararları Washington’un kontrolü altına girecektir. Bunun en bariz kanıtı, Özbekistan’ın kamu borcunun 70 milyar doları aşması ve halkın sırtına binen borç ve vergi yükünün her geçen gün ağırlaşmasıdır.

Amerika ayrıca güvenlik alanında da ‘iş birliği’ sunuyor. Peki Amerika nerede güvenliği sağlamış? Irak’ta mı, Afganistan’da mı, Libya’da mı?! Demokrasiyi savunma örtüsü altında, bu ülkelerde on yıllardır çok sayıda masum insanın kanı dökülmüş, şehirler ve köyler yok edilmiştir. Gazze’de ise Amerika, işgalci Yahudi varlığına verdiği tam destekle tarihin en büyük soykırımına öncülük ediyor; her gün onlarca kadın ve çocuk katlediliyor! Dolayısıyla, Amerika’nın terörle mücadele ve güvenlik işbirliği gibi öne sürdüğü sloganların arkasında, istihbarat servislerini ülkeye sokmayı, iç operasyonlar üzerinde kontrol kurmayı ve Özbekistan’ın değil, kendi güvenliğini garanti altına almayı hedefleyen bir stratejiyi gizlediği kesindir.

Bu nedenle, Amerika’nın ‘ortaklık’ adı altında önerdiği yol, aslında tehlikelerle ve tuzaklarla dolu bir yoldur. Amerika’nın ekonomik ‘yardım’ dediği şey, aslında bir borç ve bağımlılık tuzağıdır. Güvenlik ortaklığı vaadi ise dış kontrole ve istikrarsızlığa açılan bir kapıdır.

Bu yüzden Mirziyoyev yönetimine diyoruz ki sömürgeci nefreti ve doymak bilmez hırslarıyla, başta Gazze’deki kardeşlerimiz olmak üzere tüm dünya Müslümanlarını katleden, açlığa mahkûm eden sömürgeci Amerika ile herhangi bir ilişkiye girmeden önce, en birinci ve en acil göreviniz İslam’ın ve Müslümanların izzetini ve menfaatini korumak olmalıdır. Amerika’nın ikiyüzlülüğe dayalı politikasının, Özbekistan’ı ve tüm bölgeyi tehlikeli jeopolitik oyunlara sürükleyebileceği ve istikrarsızlığa neden olabileceği konusunda uyarıyoruz.

Ey Özbekistan Müslümanları! Rejimin size ‘ekonomik kalkınma ve güvenlik’ diye yutturduğu bu sözde işbirliği, aslında Amerika, Rusya, Çin gibi sömürgeci zalimlerin sırtınıza vurduğu acı kamçısından başka bir şey değildir! Söyleyin bize, bu zalim yönetimin siyasi ve ekonomik baskılarına, kutsal inançlarımıza yaptığı saldırılarına daha ne kadar sessiz kalacaksınız? Alnınıza vurulan bu ‘köle’ ve ‘ikinci sınıf işçi’ yaftasını daha ne kadar taşıyacaksınız?! Uyanın artık! Bütün bu zilletin sebebi, önünüze ‘işbirliği’ diye konulan bu ihanetin ta kendisi değil midir?! Tek bir çıkış yolu var: Allah’ın yasalarını uygulayan bir Hilafet çatısı altında tüm Müslümanlarla birleşmedikçe, bugün maruz kaldığınız bu aşağılanma ve kölelik düzeninden asla kurtulamayacaksınız! Ama şunu bir kez daha aklınızdan çıkarmayın: Başınızdaki idarecilerden hesap sormak, yaptıklarını İslam’ın terazisinde tartmak ve doğru yoldan ayrıldıklarında onları hemen uyarmak yani iyiliği emredip kötülükten alıkoymak boynunuzun borcudur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

كُنتُمۡ خَیۡرَ أُمَّةٍ أُخۡرِجَتۡ لِلنَّاسِ تَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَتَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَتُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. marufu emreder, münkerden nehyedersiniz.” [Ali İmran 110]

Devamını oku...

Trablus’ta Sözde Duygu Festivalleri Adı Altında Düzenlenen Etkinlikler, Şehrin Ümmet Hissiyatından Yoksun Olduğu Algısını Yaratmaya Çalışıyor Bu Yüzden Bu Festivalleri Boykot Edin ve İzinlerini İptal Edin!

Ümmetin kalbine ve acısına yöneltilmiş bu meydan okuma, ilim ve âlimlerin şehri Trablus’a yapılmış bir hakarettir. Trablus ve Şimal Daru’l Fetva’sına bağlı Aile Koruma Komisyonu bu ahlaki çöküşe karşı yayınladığı uyarı bildirisinde şu ifadelere yer vermiştir: “Tarih boyunca alimlerin ocağı, değerlerimizin sarsılmaz kalesi olmuş bu aziz şehirde, son zamanlarda ortaya çıkan ve ahlakımızı dinamitleyen festival, eğlence ve film adı altındaki ahlaksızlıkların tehlikesine karşı uyarıyoruz! Bu faaliyetler, sanat ve kültür kılıfı altında sapkın fikirleri zihinlere zerk etmek için alçakça kullanılmaktadır! Toplumsal koruma bu tür riskler karşısında çok katmanlı ve paydaşlı bir sorumluluktur. Bu sorumluluk aileden ve yakın çevreden başlayıp, eğitimciler, öğretmenler ve din âlimleriyle devam etmekte, sivil toplum kuruluşlarını, belediyeleri, siyasetçileri ve en nihayetinde devlet düzeyindeki karar mercilerini kapsamaktadır...”

Bildiride, Milli Eğitim Bakanlığı, Enformasyon Bakanlığı ve belediyeler başta olmak üzere ilgili kurumlar, söz konusu olumsuz eğilimlerle mücadelede sorumluluk almaya davet edildi. Özellikle belediyelere yönelik açıklamada, toplumun ahlakı ve kültürel değerleriyle çelişen hiçbir etkinliğe izin verilmemesi gerektiği vurgulandı. Ancak sorumlu kurumların, Darü’l-Fetva Aile Komitesi’nin uyarılarını göz ardı ettiği, Gazze’deki halkın yaşadığı acılara ve açlığa kulak tıkadığı, hatta Lübnan’daki Yahudi varlığı ihlallerini bile dikkate almadığı ifade edildi. Belediyelerin, hele de Trablus Belediyesi’nin, işgal altındaki Filistin’le, yiğit ama yaralı Gazze’mizle kardeşlik köprüleri kurup oradaki kardeşlerimize bir lokma ekmek, bir yudum su göndermenin yollarını aramak yerine, kalkıp burada dansöz oynatıp şarkı söyletmek miydi marifet? Sanki Trablus’un bütün sorunlarını çözdüler de, milletin tek eksiği bu soysuz eğlenceler kalmış gibi utanmadan bir de festival düzenliyorlar!

Biz, Trablus’a ve halkına yönelik bu tekrarlanan yönelimin arkasında, ülkenin en tepesindeki güçler tarafından şehrin kimliğini ve ahlaki dokusunu bozmaya yönelik kasıtlı bir planın olduğunu biliyoruz. Milletvekili Necat Saliba’nın Trablus ve diğer şehirlerdeki ‘aşırıcılıkla mücadele’ adı altında hazırlanan bir plandan bahsetmesi, bu durumun en bariz kanıtı değil de nedir?

Ey Trablus’un asil halkı! Ey onun alimleri, hatipleri, önderleri! Ey bu şehrin yiğit Müslümanları! Bu ahlaksızlığa ve peşinden sürükleyeceği felaketlere ‘dur’ demek sizin elinizde! Her kürsüden, her meydandan bu ve bunun gibi soysuz festivallere karşı boykot çağrınızı yükseltin! Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de ve Sudan’da kan ağlayan bir ümmetin parçası olduğunuzu ispatlama göreviniz ise her şeyden daha büyüktür. Söyleyin, ümmetin kanayan yaraları üzerinde tepinircesine eğlenmemiz bize yakışır mı?

Ey Trablus Belediyesi! Siz bu şehrin öz evlatlarısınız, köklü kimliğinin temsilcilerisiniz. Dans ve şarkı festivalleri Trablus’un ruhuna ait değildir! Trablus, kendi acısına rağmen her mazluma sığınak olmuş bir şehirdir ve olmaya da devam etmektedir. Bu yüzden bugün genel ahengin dışına çıkmayın ve o festivalin ruhsatını derhal iptal edin.

Biz Lübnan ve bölgeyi etkisi altına alan bu baskın seküler dalga karşısında durumun ne denli çetin olduğunun idrakindeyiz. Ancak biz, bu ümmetin özünde tükenmemiş bir iyilik potansiyeli barındırdığına da yürekten inanıyoruz. Ne var ki bu potansiyel, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın belirttiği ilkeye uymadığı sürece, ne somut bir güce dönüşebilir ne de hakiki kimliğine kavuşabilir:

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ * وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِن بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.” [Ali İmran 104]

Bizim çağrımız, hayra çağrı, marufu emretme ve münkeri yasaklama çağrısıdır! Bu davet, ihtilafı değil, birliği hedefleyen bir davettir.

Ey Trablus’un halkı, şeyhleri, hatipleri, Müslüman evlatları ve belediyesi! Siz Allah’ın izniyle bu sese kulak verecek liyakat ve erdeme sahipsiniz. Gelin, hep birlikte Allah’ın safında olalım.

وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ“Allah sizinle beraberdir ve amellerinizi asla zayi etmez.” [Muhammed 35]

Devamını oku...

El Ariş Limanı Mahallesi Yeni Bir Varrak Mı? Halkının Yerinden Edilmesi, Zoraki Bir Yatırım mı, Yoksa Zorla Yerinden Etme Suçu mu?

El-Ariş kenti, Mısır halkının çektiği sıkıntıların yeni bir evresine tanıklık ediyor. Sahnede yine, insanı kendi yatırım planları ve kâr hırsı önünde bir engel olarak gören bir yönetim anlayışı var. Yıllarca süren bir sessizliğin ve Liman Mahallesi halkına dokunulmayacağına dair verilen yalan vaatlerin ardından halk, bir sabah rejimin buldozerlerinin evleri yıktığını ve sakinleri köklerinden söküp attığını görünce dehşete düştü. Bu vahşi saldırı sırasında evlerin mahremiyetine, insan onuruna ve Allah’ın Subhânehu ve Teâlâ’nın insanlara kendi toprakları ve mülkleri üzerinde meşru kıldığı haklara zerre kadar saygı gösterilmedi

Yönetim, Temmuz 2025’te El Ariş Limanı genişleme projesinin 4. ve 5. etaplarını hayata geçirmeye başladı. Bu kapsamda, rejimin ilan ettiği “kamu yararı” alanı içinde yer alan binden fazla konut ve ticari yapıdan, ilk etapta yaklaşık 180 konutun hedef alındığı bildirildi. Yıkım operasyonları sürerken zorla yerinden edilmeye karşı sloganlar atan bölge halkının geniş çaplı protestolar düzenledi. Polis, eylemlere gözaltılar ve psikolojik baskıyla karşılık verdi. Ne acıdır ki bu, artık ezberlediğimiz bir senaryo. Rejim ne zaman bir toprağı, halkına zerre faydası dokunmayacak bir avuç yatırımcı veya bir beton projesi için gözüne kestirse, aynı tanıdık film yeniden başlıyor.

Valilik, tahliye edilen halka başka bölgelerde küçük arsalar ya da daireler gibi sözde alternatifler ve tazminat paketleri sunduğunu duyurdu. Ancak mahalle sakinleri, sunulan tazminatın, stratejik ve seçkin bir konumda bulunan arazilerinin gerçek değerini karşılamadığını, bu durumun liman ve çevresindeki büyük çaplı gelecekteki yatırımlara kapı araladığını, bu yatırımların kârının rejime bağlı küçük bir azınlığa gideceğini, yerli halkın ise mağdur edileceğini belirtiyor.

El Ariş Limanı’nın, Süveyş Kanalı Ekonomik Bölgesi’ne dahil edildiğinden bu yana rejimin ilgi odağı haline geldiği, iştahını kabarttığı, limanı genişletip ülkenin ham maddelerinin ve diğer ürünlerin ihracat kapısı hâline getirmek için milyarlarca cüneyhlik rant projesinden bahsedildiği biliniyor. Aslında bu hikâye bize hiç de yabancı değil. El Ariş’te yaşananlar, doğası gereği, birkaç yıl önce Kahire’nin kalbindeki Maspero Üçgeni’nde sahnelenen oyunun acı bir tekrarından başka bir şey değil. Bu proje, Kahire’nin kalbindeki Maspero Üçgeni’nde yoksul halkı yurtlarından sürdükten sonra bölgeyi büyük emlak baronları için iştah kabartan bir rant alanına dönüştürme alçaklığının aynısıdır. Bu alçaklık, aynı zamanda Varrak Adası’nda yaşanan facianın da bir kopyasıdır. Ada sakinleri de, adayı BAE ve diğer yabancı sermayedarlara peşkeş çekmek için uydurulan sahte kalkınma yalanıyla, yıllardır bitmeyen tehditler ve zorla sürgün girişimleriyle karşı karşıyalar.

Bütün bu alçaklıkların ortak ve değişmez noktası şudur: Devletin yatırım kokusu aldığı her toprak önce haritalarda sararıyor, sonra kapılara mühür düşüyor. Geriye, zorla tahliyenin aynı hikâyesine sürüklenen insanlar kalıyor. Devlet artık kendini halkın işlerinin güdücüsü ve çıkarlarının bir emanetçisi olarak görmemektedir; devlet, artık elindeki toprağı parsel parsel pazarlayan bir emlakçıya dönüşmüştür. Bu toprağın kadim sahipleri olan insanlara, sanki onlar piyasanın acımasız planları ve bir avuç kapitalistin bitmek bilmeyen hevesleri uğruna kurtulunması gereken bir nüfus fazlasıymış gibi bakmaktadır.

Yaşanmakta olanlar, insanların haklarına yönelik alçakça bir saldırı ve İslam’ın ahkâmına (hükümlerine) apaçık bir muhalefettir. Zira Allah Subhânehu ve Teala mülkiyeti üç kısma ayırmıştır: Bireysel mülkiyet, kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyeti. Bu mülkiyetin her birinin kendine özel hükümleri ve sınırları vardır, asla çiğnenemezler. İnsanların üzerinde yaşadığı ve atadan dededen miras aldığı topraklar, bireysel mülkiyetlerdir. Devletin bu topraklara şer’î bir hak olmaksızın el koyması caiz değildir. Örneğin arazi işletilmezse veya başkalarına zarar verecek şekilde kullanılırsa o zaman devlet el koyabilir. “Geliştirme” veya “kamu yararı” bahanesiyle insanların arazilerine zorla el koyup sonra yatırımcılara ve tüccarlara peşkeş çekilmesi, insanların mallarını batıl yolla yemek demektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ إِلَّا أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret hâli müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile yemeyin.” [Nisa 29] Dahası insanları zorla yuvalarından söküp atmak, evlerini başlarına yıkmak, dinin en katı şekilde yasakladığı o karanlık kapıdan, yani zulüm kapısından içeri girmek demektir. Ama en büyük, en affedilmez zulüm, çoban olması gerekirken kendi sürüsüne saldıran kurdun, yani halkını koruması gerekirken onlara zulmeden yöneticinin zulmü değil midir?

Ayrıca, rejimin arkasına sığındığı “kamu yararı” bahanesinin, bu denli geniş ve lastikli anlamıyla Şeriat’ta hiçbir aslı yoktur. Aksine bu, Kapitalist nizamlardan sızmış yabancı bir mefhumdur. İslam’da ise, amellerin ölçüsü soyut bir maslahat veya yatırım değil, yalnızca Allah’ın Şeriatı’dır. Bir liman inşası ya da bir projenin genişletilmesi Müslümanlar için faydalı olsa dahi bu, insanlara zulmü ve mülkiyetlerine haksız yere el konulmasını asla meşrulaştırmaz.

İslam’da bir arazi, nehirler, madenler ve büyük tesisler gibi kamu mülkiyeti ise, o tüm tebaanın (halkın) malıdır. Devlet sadece onu yönetmek ve faydasını herkese eşit olarak dağıtmakla yükümlüdür. Devletin, insanları yurtlarından edip topraklarını şirketlere peşkeş çeken bir alete dönüştürülmesine gelince; işte bu batıldır! Bu batılı yapmak da, kabul etmek de, ona sessiz kalmak da caiz değildir!

El Ariş, Varrak ve Maspero’da yaşananlar; Mısır’ı uluslararası sömürgeci yatırım projelerine bağlamayı ve hem toprağı hem de insanları birer alet haline getirip yerli ve yabancı kapitalistlerin alçakça planlarının hizmetine sunmayı hedefleyen zalim rejimin uzun ihanet zincirinin sadece bir halkasıdır. Ve işte bu yüzden, ne zaman bir toprağın altında ekonomik bir değer parıldasa, o tanıdık ve acımasız oyun yeniden sahneleniyor: Önce yuvalar sökülüp atılıyor, insanlar evsizleştiriliyor, karanlık odalarda imzalar atılıyor ve işlenen cinayeti unutturmak için, adına “tazminat” dedikleri üç kuruşluk bir rüşvet sunuluyor.

Bu meselenin çözümü, ancak ve ancak bu alçakça politikaların kökünden reddedilmesiyle, onları uygulayan ve halkı boyun eğmeye zorlayan bu zalim rejimin söküp atılmasıyla ve yerine Allah’ın indirdikleriyle hükmeden Hilafet Devleti’nin kurulmasıyla mümkündür! Hilafet, halkın mülkiyetini koruyacak, zulmü engelleyecek ve kamu hizmetlerini şirketlerin değil, ümmetin maslahatı (yararı) için yönetecektir.

Bugün El Ariş halkımızın başına gelenler, tüm Mısır halkının kulaklarında çınlaması gereken bir tehlike çanı olmalıdır! Bu tehcirin (zorla sürgünün) sadece belirli bir bölgeyle sınırlı kalacağını zannedenler büyük bir yanılgı içindedir. Rejimin gözünde kârlı bir anlaşmaya denk gelen her karış toprak tehdit altındadır ve sözde “kalkınma” vaat edilen bir sahilde, bir adada veya bir şehrin kalbinde yaşayan her aile, evinden sürülme tehdidi altındadır! Nasıl ki dün Maspero halkı evlerinden sökülüp atıldıysa...Nasıl ki yıllardır Varrak halkının boğazı sıkılıyorsa... İşte bugün de El Ariş halkı, aynı acı kaderle yüzleşiyor.

Ey Mısır Kinane halkı! Unutmayın ki, rejimin Varrak Adası’nda durmayan zulüm eli, El Ariş mahallesiyle de yetinmeyecektir! Aksine, içinde zerre kadar bir ayrıcalık ve yatırım potansiyeli gördüğü her karış toprağa uzanacaktır. Ve o toprakları zorla, baskıyla, zorbalıkla gasp edecektir! Rejime karşı durmak, Varrak halkına saldırmasını ve arazilerine el koymasını engellemek şeri bir görevdir. Eğer bugün onları yüz üstü bırakırsanız, rejim teker teker arazilerinize çökecektir. Sonra da “Ben aslında aslan beyaz öküzü yediği gün yenilmiştim.” diyeceksiniz. Varrak halkını rejim karşısında yalnız bıraktığımız gün saldırıya uğradık. Gelin, haklarınızı ve servetinizi peşkeş çeken, arazileriniz ve geçiminiz konusunda sizinle mücadele eden, dininize savaş ilan eden bir rejime karşı tek bir duruş ilan edelim.

Ey Kinane ordusundaki samimi insanlar! İbn Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- Şam’da zindandayken, cellat yanına geldi ve ona dedi ki: “Beni bağışla şeyhimiz, ben bir memurum. Bunun üzerine İbn Teymiyye şöyle dedi: Vallahi sen olmasaydın, onlar zulmedemezlerdi!” Vallahi siz olmasaydınız rejim Mısır ve halkına zulmedemezdi, onlara ceberutluk yapamazdı. Şimdi yaptığı gibi onları köleleştiremezdi. Allah’a andolsun ki Kıyamet Günü sorumlu olacaksınız. O gün Mevla Azze ve Celle size şöyle seslenecek:

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُمْ مَسْئُولُونَ * مَا لَكُمْ لا تَنَاصَرُونَ“Durdurun, tutuklayın onları! Çünkü onlar yaptılarından hesaba çekilecekler. Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?” [Saffat 24-25] Ne rejim, ne malı, ne makamı, ne de sağladığı, dininizi, şerefinizi ve saygınızı satın aldığı ayrıcalıklar size fayda sağlamaz. Allah ile karşılaşacağınız güne hazırlanın. İnsanlar boynunuza sarılıp, “Ya Rabbi, bizi yüzüstü bıraktılar, bizi düşmanımıza ve senin düşmanına terk ettiler” diyeceklerdir. Şeri göreviniz, insanları bu rejimin zulmünden korumak ve onlara zulmetmesini önlemektir. İnsanların güdümünü garanti eden, hak ve haysiyetlerini koruyan öncelikli göreviniz, tüm araçları, sembolleri ve uygulayıcıları ile bu sistemi kökünden söküp atmak ve Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlara destek olmaktır. Hilafet, insanları zalimin zulmünden koruyacak, onur ve gururlarını iade edecektir. Bu sizin görevinizdir ve Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bu görevden hesaba çekileceksiniz. Acele edin, umulur ki Allah kalbinizi açar da Mısır sizinle aydınlanır. Allahım bu günü hızlandır.

وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَرِيقاً مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالْإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.” [Bakara 188]

Devamını oku...

Katiba Günü: Laik Anayasacılığın Altmış Yıllık İflasıdır!

27 Ağustos 2025, Kenya’nın 2010 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinin 15’inci yıldönümüdür. “Dönüştürücü” olarak nitelendirilen bu anayasa, eski düzenin yarattığı on yıllarlık istikrarsızlık ve kaosa bir son vermek amacıyla tasarlanmış; ülkeye köklü siyasi, sosyal ve ekonomik reformlar vadetmişti.

Bu bağlamda, Hizb-ut Tahrir / Kenya olarak biz aşağıdaki noktaları açıklamak istiyoruz:

Anayasanın yürürlüğe girmesinden bu yana, Kenya’daki anayasal krizler genellikle şu konular etrafında yoğunlaşmıştır: Uygulama eksiklikleri, seçim anlaşmazlıkları, güçler ayrılığı, cinsiyet kotası kuralı, anayasa değişikliği süreci. Kenya’nın ilk Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Dr. Willy Mutunga, 2010 Anayasası’nın ilerici (progressive) bir belge olduğunu ve tam olarak uygulanmasının en az 20-30 yıl süreceğini sıkça belirtmiştir. Yeni bir anayasanın, sömürge döneminden miras kalan derin yaraları sihirli bir değnekle iyileştireceği umudu vardı. Ancak on beş yıl, bu umudun ne denli yersiz olduğunu görmek için fazlasıyla yeterli bir süredir. Karşımızdaki manzara, seküler anayasacılığın vaatlerini yerine getirmede nasıl da aciz kaldığının acı bir tablosudur.

Siyasi erkin çıkarları, temel ilkelerin ve hatta bizzat anayasanın bile önüne geçtiği için, insan yapımı anayasalar siyasi aktörler tarafından kolaylıkla manipüle edilebilmektedir. Kenyalıların 2010 referandumundan sonra oyladığı yeni anayasanın temeli, özünde sömürge anayasasından farksızdır. Çünkü sömürge anayasası da yeni anayasa da egemenliği insana vermektedir. Yaratıcı Allah’ın mutlak egemenliğini (hâkimiyetini) inkâr etmektedir. Oysa Allah insan, hayat ve kâinatın Yaratıcısıdır, hidayet ve yasama sadece O’na aittir. Kötücül Kapitalist ideolojinin boy verdiği demokratik anayasaların kusurlarından gerçek anlamda kurtuluşu sağlamak için; aydınlar, akademisyenler ve siyasetçiler de dâhil olmak üzere hayatın her kesiminden insanı, asla değişikliğe ve tahrifata uğramayan ve benmerkezci liderlerin oyuncağı olmayan ilahi hidayeti (rehberliği) ikame etmek için çalışmaya davet ediyoruz. Şüphesiz ki insan, Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan gelen bir hidayete muhtaçtır. Bu kurtuluş fikrinin ne anlama geldiğini en güzel anlatanlardan biri, İslam’ın ilk yıllarında yaşamış bir elçi olan Rib’î bin Âmir’dir. “Biz, Allah’ın, insanları kula kul olmaktan kendisine kulluğa, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine ve batıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletine çıkaralım diye gönderdiği bir toplumuz.”

Anayasa, yönetim sistemin yapısını belirleyen, yönetenler ve yönetilenler arasında bir sözleşme oluşturan, halkın ideolojisini ve değerlerini yansıtan ve hayatın tüm alanlarını düzenleyen temel bir metin olarak tanımlanmaktadır. Bu perspektife göre, kapsamlı bir ideoloji olarak İslam, meşruiyetini ilahi hukuktan alan sarih (açık) bir anayasa gerektirmektedir. Böyle bir anayasayı ancak ve ancak Hilafet Devletiyle uygulamak mümkündür. Hilafet, Allah’ın izniyle pek yakında Müslüman ülkelerin birinde kurulacaktır.

Devamını oku...

Yahudi Varlığı Kolonyal Bir Projedir ve Hollanda Onun Temel Direğidir

Medya, Yeni Sosyal Sözleşme Partisi’nin hükümetten çekilmesini, Gazze’deki vahim insanlık dramından ötürü partinin tüm politikalarını terk ettiği şeklinde yorumlayıp, hemen bu hamleye ilkeli bir duruş yaftasını yapıştırdı! Fakat bu son derece yanlış bir algıdır! Zira söz konusu partinin koalisyondan ayrılması, ahlaki bir öfkenin tezahürü olmayıp siyasi hesap ve stratejilerin bir sonucudur. Dolayısıyla bu hamle, Yeni Sosyal Sözleşme Partisi’ni sömürgeci proje olan Yahudi varlığının dışına itmez, tam tersine, bu yapının ne kadar derinden bir parçası olduğunu gözler önüne serer.

Yahudi devleti, en başından beri İslam coğrafyasının kalbine saplanmış sömürgeci bir projedir. Bölgeyi bölmek ve zayıflatmak amacıyla kurulmuştur ve varlığını Batı çıkarları için bir ileri karakol vazifesi görmek üzere sürdürmektedir. Hollanda da on yıllardır bu projenin bir parçasıdır. İster VVD, ister BBB, isterse NSC olsun; hepsi Yahudi varlığını bir devlet olarak tanımakta ve desteklemektedir. Bu nedenle, bir asırdan uzun süredir Filistin halkını baskı altında tutan sömürgeci projeyi de desteklemektedirler.

Mevcut hükümet ile Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) arasındaki fark tamamen şekilseldir. Koalisyon, Netanyahu’nun soykırım politikasını açıktan desteklerken, NSC ise kurulduğu günden beri aynı politikaları örtük bir biçimde benimsemiştir. Bu partilerin problemi hiçbir zaman işgal, etnik temizlik veya sömürgeci vakıanın kendisiyle olmayıp, problem, Netanyahu’nun savunulması güç olan bu politikaları uygulama metodolojisi ile ilgilidir. Dolayısıyla onların hükümetten ayrılmalarının sebebi Gazze ile dayanışma göstermek değil, üç temel çıkar hesabıdır: Birincisi, BM’nin artık soykırımı açıkça dillendirmesiyle artan uluslararası baskı. İkincisi, Lahey’deki dev protestoların tetiklediği iç kamuoyu baskısı. Üçüncüsü ise tarihin yanlış tarafında kalmanın getireceği seçim maliyetinden duyulan korku.

Filistinliler açısından değişen bir şey yoktur. Istırap, yaklaşık iki senedir sürmektedir. On binlerce can katledilmiştir, çocuklar bir lokma ekmek için can çekişmektedir ve koca şehirler birer moloz yığınına çevrilmiştir. NSC bütün bu vahşeti bir tiyatro izler gibi, suç dolu bir sessizlikle izlemiştir. Bu riyakârlığa son verdikleri an, masumların kanının dökülmeye başladığı an değil, kendi siyasi ikballerinin tehlikeye girdiği andı.

İşte bütün bu tablo, Hollanda’nın Yahudi varlığının gelip geçici bir piyonu olmadığını, aksine bütün o Batılı sömürge canavarının en temel direklerinden biri olduğunu haykırmaktadır. Yahudi varlığı, yolunu şaşırmış sıradan bir devlet değildir; O, doğası gereği sömürgeci mantığın ete kemiğe bürünmüş halidir. Hollanda’daki partiler bu canavarca projeyi tanıdığı ve beslediği sürece, dökülen her damla kanda onların da payı olacaktır.

İşte bu yüzden Gazze’nin kurtuluşu, Batılı liderlerin o meşhur ‘merhametine’ asla bağlı olmayacaktır; ne Lahey’den bir umut vardır, ne Brüksel’den, ne de Washington’dan! Bu hükümetler tarafsız değildir; bilakis, Yahudi devletinin İslam topraklarında temsil ettiği sömürgeci yapının mimarları ve bekçileridir.

Gerçek kurtuluş, Müslümanların bu projeyi bizzat reddedip birleşmesiyle gerçekleşecektir. Ümmet, birliğini yeniden tesis edip Batı uydusu olmayan, bilakis İslami referanslara göre işleyen kendi siyasi otoritesini kurduğu zaman Filistin özgürleşecek ve onunla birlikte insanlığın kalanı da kapitalizmin ve sömürgeci hegemonyanın boyunduruğundan kurtarılacaktır.

Devamını oku...

Almanya Müslümanlara Karşı Daha Büyük Bir Düşmanlık Sergiliyor Ve Şu Anda Yahudi Varlığına Avrupa Yaptırımlarının Uygulanmasını Reddediyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Almanya Müslümanlara Karşı Daha Büyük Bir Düşmanlık Sergiliyor

Ve Şu Anda Yahudi Varlığına Avrupa Yaptırımlarının Uygulanmasını Reddediyor

Haber:

Cumartesi günü Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da düzenlenen Avrupa Birliği toplantısı sırasında Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephull, Gazze Şeridi'ndeki felaket niteliğindeki insani durumun akabinde Berlin'in şu anda Avrupa Komisyonu'nun Yahudi varlığına yaptırımlar uygulanması önerisini kabul etmeyeceğini açıkladı.(Arab48, 30/8/2025)

Yorum:

Bugün Müslümanların, tüm ülkelerin kendilerine karşı tutumlarını izlemesi gerekir; her ne kadar bazı yabancı ülkeler Yahudi varlığını eleştirse de diğer bazı ülkeler ise tüm güçleriyle onun katliamlarını desteklemektedir. Batı ülkelerinden bunu beklemek doğal olsa da, Batılı ülkelerin tutumları farklılık göstermektedir. Gazze'deki insani durumun, durumu tersine çevireceği ve birçok kişinin düşüncesini değiştireceği sanılıyordu ancak Müslümanlara büyük bir düşmanlık besleyen Batı ülkeleri tutumlarını hiç değiştirmediler.

İslam'a düşmanlık eden küfür ülkelerinin büyük başları Amerika, İngiltere ve Fransa olsa da ancak özellikle Almanya'nın Müslümanlara en şiddetli düşman olan Batı ülkelerinden biri olarak ortaya çıkışının bu derecede olması beklenmiyordu. Gazze'de Yahudilerin katliamlarının yaşandığı dönemde Almanya'da hükümetlerin değişmesine rağmen, ancak Almanya, Yahudi varlığına destek verme ve Gazze ve Gazze dışındaki Müslümanlara karşı çıkma konusundaki kararlığına devam etmiştir.

Avrupa Birliği'nin bu önlemi, hiçbir zaman gün yüzüne çıkmayan boş laftan ibaret olup Yahudi varlığına yönelik hafif bir boykottan bahsetmesine rağmen Almanya bu önlemi bile reddetmiş, savaş dönemi boyunca Yahudi varlığına silah ve teçhizat sağlamış, uluslararası ceza mahkemelerinde Yahudi varlığını savunmuş, Almanya'daki aktivistlerin Yahudilerin Gazze'deki katliamlarını protesto etmelerini ve kınamalarını engellemiş, bu aktivistleri tutuklamış ve diğer Avrupa ülkelerinden farklı bir şekilde onlara sert kısıtlamalar getirmiştir.

Almanya'nın Müslümanlara karşı bu derin düşmanlığı ve Yahudilere bu kadar büyük destek vermesi, Müslüman yöneticilerin kendi ciltlerinden olan evlatlarına karşı Batı'nın yanında yer almalarından kaynaklanmaktadır. Zira bu yöneticilerden hiçbiri, ticaret, sanayi veya Müslüman ülkelerden gelen gaz ve petrol tedarikindeki Almanya'nın çıkarlarını tehdit etmemiştir.Tüm bunlar Alman siyasetçilerin İslam düşmanlığında kendilerini güvende hissetmelerini sağlamıştır; zira onlar tarih boyunca siyasi pervasızlıklarıyla öne çıkmışlardır. Bu yüzden durumu gerektiği gibi değerlendiremiyorlar ve hızla düşmanlık dalgalarına kapılarak çoğu zaman Almanya için felaketle sonuçlanan politikalar benimsiyorlar.

Bugün Almanlar, Nazi tarihleri ve Avrupa'daki Yahudilere yönelik katliamları için kefaret ödediklerini iddia ediyorlar;bu nedenle her yerde Müslümanlara karşı katliamlar gerçekleştirmelerine destek veriyorlar ve Gazze, Almanya'daki herhangi bir kör insandan bile uzak değildir. Nitekim Almanya bu dar görüşüyle Batı'ya teslim olması bakımından İslam ülkelerinin gerçekliğinin bu şekilde kalmaya devam edeceğini sanıyor ama değişimin gelmekte olup yaklaştığını fark etmiyor.

Almanya, Müslümanlara karşı derin düşmanlığı ve bu düşmanlığın şiddeti konusunda Amerika, İngiltere ve Fransa gibi zor bir eşikten geçmekte ve şunu unutmaktadır; eğer Almanya kendi tarihinden ders almış olsaydı bu ülkeler milyonlarca Alman'ı öldürürken, Müslümanların tek bir Alman'ı bile öldürmediğini görürdü. Ancak kendisi bu ülkelerin kuyruğuna takılmakta ve geleceği hiç düşünmeden İslam düşmanlığına öncülük etmektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Bilal Et-Temimi

Devamını oku...

ABD Elçisi Thomas Barrack, Müslüman Ülkelerine Karşı Amerikan Kibrini Somutlaştırıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

ABD Elçisi Thomas Barrack, Müslüman Ülkelerine Karşı Amerikan Kibrini Somutlaştırıyor

Haber:

Barrack'ın gazetecileri kaos yaratmamaları ve hayvanlar gibi davranmamaları konusunda uyardığı açıklamaları, medya çalışanlarının kendisinden ve ABD elçisi Morgan Ortagus'tan yorum almak için itişip kakışırken, kaotik durumun devam etmesi halinde konferansı sonlandıracağı tehdidinde bulunmasıyla geldi.

Barrack gazetecilere, "Burada bir dizi farklı kurallar koyacağız.. biraz susmanızı istiyorum" dedi ve şöyle ekledi: "Bu iş kaotik, hayvani bir hal almaya başladığı anda biz yokuz." Ayrıca onları "medeni, nazik ve hoşgörülü davranmaya" çağırarak bu kurallara uyulmamasının bölgedeki sorunların bir parçası olduğunu belirtti.

Yorum:

Batı'daki politikacılar ve yöneticiler, özellikle de Amerikalılar, İslam beldelerinin yöneticilerine, çeşitli seçkinlerine ve üçüncü dünya ülkelerinin halklarına bu şekilde kibirli, küstah, kendini beğenmiş, gururlu ve alaycı bir şekilde davranıyorlar.Amerikan büyükelçisinin gazetecilere yönelttiği bu hakaretler, Muntazar el-Zeydi'nin 2008'de Irak'ı ziyareti sırasında, kibir, gurur ve bir efendinin köleye karşı davranışını sergilediği bir basın toplantısında ABD Başkanı George W. Bush'a terlik attığında yaptığı gibi aralarında ona cevap verecek ve bu kibirli ve gururlu davranışı reddedecek birinin olmayışından değil midir?!

Amerikalı elçi gazetecileri, daha doğrusu Lübnan'daki ve tüm İslam bölgesindeki tüm halkımıza hakaret ediyor, bizleri kaosçular ve hayvanlar olarak nitelendiriyor ve bölgenin acısını çektiği sorunun kaos olduğunu söylüyor.

Soru şudur: Ülkemizde kaos çıkaran kim; mezhepcilik, particilik ve askeri çatışmaları körükleyen sömürgeci vahşi Amerika değil midir?Bu görüş, W. Bush döneminde Dışişleri Bakanı olan Condoleezza Rice tarafından da dile getirilmişti; zira Rice, ABD'nin Orta Doğu'daki politikasının “yaratıcı kaos” olduğunu söylemişti.

Amerikalı fütürist George Friedman, Amerika'nın İslam beldelerine yönelik politikasının ve hedefinin, "basitçe İslam beldelerini parçalamak, buralarda kaos çıkarmak, tarafları birbirine düşürmek olduğunu ve İslam imparatorluğunun ortaya çıkmasını engellemenin bu şekilde olabileceğini" düşünüyor; o halde ABD'nin elçilerinin sürekli olarak taşıdıkları ve uygulanmasını denetledikleri Amerikan politikası, Müslüman ülkelerin bileşenleri arasındaki çatışmayı sürdürerek bu ülkeleri parçalamaya ve bölmeye hazırlamak ve İslami yönetimi uzaklaştırarak ülkemizdeki kendi çıkarlarını gerçekleştirmek olmuştur.

Sudan'da olduğu gibi, Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ile ABD elçisi Massad Boulos arasında İsviçre'de üç saat süren gizli toplantıda, İbrahim Anlaşmalarının imzalanmasına, gaspçı Yahudi varlığıyla normalleşmeye ve Darfur'u ayırma planının uygulanmasına devam edilmesi yönünde talimatlar verilmiştir.Bu elçilerin İslam beldelerine taşıdıkları şey şudur: savaşların ve yıkımın ateşlenmesi, Yahudi varlığının korunması ve onun bölgede genişlemesi için güçlendirilmesi, Netanyahu'nun “Büyük İsrail’in” kurulmasıyla ilgili olarak açıkladığı gibi Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan'da yeni toprakların yutulması ve sürekli olarak Batı medeniyetine tabi olsunlar diye İslam ülkelerinde İslami yönetimin engellenmesidir.

Tüm bileşenleri ve kesimleriyle İslam beldelerinin halkından talep edilen, bu durumlara karşı ayaklanmak ve vahdetimizi garanti altına alacak ve aramızda adaleti tesis edecek azim İslam ideolojisine geri dönerek kurtulmaktır; o halde Hilafeti kurmak için harekete geçin ki Allah size merhamet etsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdullah Hüseyin (Ebu Muhammed Fatih) - Sudan

Devamını oku...

Suriye ile Yahudi Varlığı Arasında Paris'te Yapılan Görüşmelerin Sırları Nelerdir?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Suriye ile Yahudi Varlığı Arasında Paris'te Yapılan Görüşmelerin Sırları Nelerdir?

20/8/2025'te Kuveyt gazetesi Al-Siyasa, Suriye'deki gerginliği azaltmak amacıyla Paris'te ABD'nin arabuluculuğunda Suriye ve Yahudi temsilcileri arasında görüşme yapıldığına dair bir haber bildirdi. Gazete, Şeybani'nin işgal heyetiyle Suriye'deki istikrarı görüştüğünü söylediğini aktardı. Amerikan internet sitesi Axios, “bu görüşmenin, ABD Başkanı Donald Trump yönetimi tarafından ayarlandığını ve 25 yıldan fazla bir süredir Suriye ile “İsrail” arasında yapılan en üst düzey resmi bir görüşme olduğunu” belirtti. [El Cezire Net, 20/8/2025] Ayrıca Suriye'nin resmi haber ajansı SANA da Dışişleri Bakanı Esad Şeybani'nin Salı günü Paris'te bir “İsrail” heyetiyle bir araya geldiğini ve “bölgede ve Suriye'nin güneyinde istikrarın sağlanmasına ilişkin bir dizi dosyayı görüştüklerini” bildirdi. Resmi ajans, görüşmelerin “gerginliğin azaltılması ve Suriye'nin iç işlerine müdahale edilmemesi, bölgedeki istikrarı destekleyen anlayışlara varılması ve (Güney Suriye'deki) Süveyda ilinde ateşkesin izlenmesi” konularına odaklandığı eklemesinde bulundu. [El Cezire Net, 20/8/2025] Amerika Birleşik Devletleri'nin arabuluculuğunda yapılan görüşmelerde, Süveyda ilindeki ateşkesi izleme ve 1974 tarihli kuvvetlerin ayrılması anlaşmasını yeniden yürürlüğe koyma konularına odaklanılmış olup görüşmelerin, güvenliği güçlendirme ve Suriye topraklarının birliğini ve bütünlüğünü koruma hedefli diplomatik çabaların bir parçası olduğu belirtildi; toplantıya Amerikan tarafında ABD elçisi Tom Barrack, Yahudi tarafında ise Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer katılmıştır. İbranice Kanal 13, toplantıyı “son derece önemli” olarak nitelendirdi. Peki Paris'teki bu önemli toplantının arkasında ne var? Ve onun gerçeği nedir?

Birincisi: Amerika'nın tutumu; Amerika, Suriye dosyası ve diğer dosyalarda aktif bir ülke olup İslam akidesine dayalı köklü bir değişim talep eden sloganlar atan mübarek Suriye halkının devriminin 14 yılı boyunca Erdoğan ve Arap yöneticilerin yardımıyla bu devrimi kontrol altına almak için büyük bir çaba göstermiş, Beşar Esad'ın yerine uygun birini bulmak için tüm kirli araç ve yöntemleri kullanmış, İran ve Rusya'yı devreye sokmuş, bunlar da öldürme, yıkım, yerinden etme ve hapsetme eylemlerini sürdürmüşler ve devrimciler üzerindeki etkisini kullanmak için İslam kisvesine bürünen suçlu Erdoğan ile başka bir iletişim kanalı açmışlar, böylece o da bazı devrimci grupları kendi tarafına çekmeyi başarmış ve onlar için İdlib'de kadroları eğitmek ve bakanlıklar için altyapı kurmak üzere bir devletçik kurmuş, bu süreç sekiz yıl sürmüş ve bu süre zarfında Erdoğan, istihbarat servislerinin denetiminde Beşar'ın ardından işleri üstlenecek şahsiyetleri olgunlaştırıp yetiştirmek için çalışmıştır. Böylece onun ve Amerika'nın istediği gerçekleşmiş ve tekbir ve tehlillerle Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Liva'sını ve Raye'sini dalgalandıran, Fatihler olarak Şam'a giren muhlis devrimcilerin oluşturduğu saha şartlarında Beşar düşmüş ve devrim başarıyla sonuçlanmıştır. Ancak bizzat Amerika, Arap, Fars, Türk ve Yahudilerden oluşan çapulcularıyla acele etmiş, Hilafetin ilan edilip İslam'ın uygulanmasından korktuğu için devrimcilerin eğilimini kontrol altına almak amacıyla sahip olduğu tüm dış, bölgesel ve iç araçlarını kullanmış, böylece devrimcilere sırtını dönerek onların üzerine, kendisi ve çetesinden devrimcilerle birlikte savaşan onların cinsinden bir yönetici atamış, o da sanki zaferi kazanan kendisiymiş gibi Şam'a girmiş ve tüm ajanlar, müdahaleciler, düşmanlar ve dostlar da, onun konumunu pekiştirmek için onu desteklemiştir. Tüm bunlar, Suriye'de işlerin kontrolden çıkmasından korkan Amerika Birleşik Devletleri'nin hummalı gözetimi altında gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle Şam'ın düşüşünün başlarında, Rusya, İran ve onun partisinin dışladığı bir toplantı düzenlemiştir;Orta Doğu Enstitüsü Suriye programı direktörü Charles Lister, oturumdaki konuşmasında Esad'ın müttefiklerinin mevcut durumu kabul ediyor gibi göründüğünü ve bu gerçekliği değiştirmek için artık çok geç olduğunu açıklamıştır. [El Cezire Net, 7/12/2024] Ardından Suriye'de İstikrarı Destekleme İletişim Komitesi tarafından Akabe'de bir başka toplantı düzenlenmiştir; Cumartesi günü Ürdün Dışişleri Bakanlığı, Suriye Konulu Arap Bakanlar İrtibat Komitesi toplantısı hakkında sonuç bildirisi yayınlamıştır... Suriye Konulu Bakanlar İrtibat Komitesi, Ürdün Haşimi Krallığı, Suudi Arabistan Krallığı, ... Mısır Arap Cumhuriyeti, ... ve Katar Devleti'nden oluşmaktadır.” [CNN Arabic, 14/12/2024] Dolayısıyla Amerika toplantıda güçlü bir şekilde hazır olmuş ve onlardan, Suriye'deki durumu kontrol etmek, yeni hükümeti desteklemek ve İslam'ın uygulanmasına ve Hilafete davet eden devrimcileri etkisiz hale getirmek için araçlarını kullanmalarını talep etmiş ve istediği şey de olmuştur! Zira onların tamamı Erdoğan ile birlikte Şam'a müdahale ederek yeni cumhurbaşkanına para yağdırmışlardır;Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan, 31 Mayıs 2025 Cumartesi günü Şam'ı ziyareti sırasında, Suudi Arabistan ve Katar'ın Suriye'deki kamu sektörü çalışanlarına ortak finansal destek sağlayacağını duyurmuştur.” [DW, 31/5/2025] Dolayısıyla Türkiye, Yahudiler tarafından gelen tehditler dışında onu askeri ve güvenlik açısından her türlü tehditten korumaya hazırdır!Türkiye İçişleri Bakanı Yerlikaya, X platformunda yaptığı bir paylaşımda, Hattab ile iki bakanlık arasında, özellikle güvenlik alanında ve Suriye İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı birimlerine gerekli desteğin sağlanması konusunda işbirliği imkanlarını görüştüğünü açıklamıştır.” [Şarku'l Avsat, 4/8/2025] Dolayısıyla onlar, “koruyucu” Erdoğan'ın müdahalesi olmadan Suriye'nin silahlarını yok eden Yahudi varlığına karşı duramayacak kadar aşağılıktırlar! Zira Erdoğan görevini biliyor ki o da; yeni yöneticinin pekiştirilmesi ve Yahudi varlığının davranışının efendisinin izniyle olmasıdır ki böylece bu silahlar Allah'a sadık olanların eline geçmesin, Amerika rejimi pekiştirmeye devam etsin; nitekim Suudi Arabistan'da Türkiye'nin sponsorluğunda Ahmed Şara ile bir toplantı düzenlenmiş ve Ahmed Şara bu toplantıda aşağılanmış, itaatkar ve Trump'a yalvaran bir tavır sergilemiş, Suriye'de vatancılığı, milliyetçiliği ve laikliği pekiştirmekle ilgili taleplerine icabet etmiş ve 12/8/2024 tarihinden bu yana Suriye'de, şeklen de olsa İslam'ın herhangi bir tezahürü görülmemiştir. Bu ise Amerika'nın emriyle olmuştur; çünkü Şam'ın deneyimlere tahammülü yoktur; zira burası evliyaların toprakları ve İslam'ın ve halkının başkentidir; nitekim burada yaşayanlar, Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından şöyle övülmüştür: وعليك بالشامِ فإنها خِيرةُ اللهِ من أرضِه، يجتبي إليها خيرتَه من عباده، فأما إن أبَيتُم فعليكم بيمنِكم، واسقوا من غدركم، فإنَّ اللهَ توكَّل - وفي روايةٍ: تكفَّل - لي بالشامِ وأهلِهSen Şam’da ikamet edip oradan ayrılma. Çünkü Şam Allah’ın, arzı içerisinden (beldelerinden) seçtiğidir, oraya kullarından seçtiklerini toplar… Muhakkak ki Allah Şam ve ehli için bana kefil olmuştur.” [Sahih-i Terğib 3087] Amerika'nın tutumu açıktır ki bu da: Şam'da bu geçici yönetimi kurmak, rejimi bütün kurumlarıyla geri dönüştürmek ve orada tuzak kurmaları amacıyla en büyük suçlularının kalmaları için çalışmak, yanıltmak için onları sakalla kamufle etmek ve böylece İslam'ın iktidara geldiğini iddia etmek suretiyle, devrimin ve ümmetin muhlislerinden oluşan bilinçli gurubu kontrol altına almaktır. Bakın işte Amerika, Suriye'yi yönetmek ve Ahmed Şara'nın her hareketini denetlemek için Lübnan ve Suriye'ye özel bir elçi atamıştır. Ahmed Şara da onlara ve Erdoğan'a icabet ederek Amerika ve hain yardakçılardan oluşan kafirlerin adım adım yolunu takip etmektedir; nitekim Amerika bu yaklaşımını bugüne kadar devam etmiştir. Bakın Amerika, yeni yönetim ile Azerbaycan'daki Yahudiler arasında bir toplantı tertip etmiş ve Amerikan sponsorluğunda ve yüksek güvenlik düzeylerinde birçok toplantı gerçekleştirmiştir; bu toplantıların sonuncusu, makalenin başındaki haberde de geçtiği gibi Süvayda'daki Dürziler, Yahudiler, Amerika ve Filistin'deki Dürziler konusunun tartışıldığı Paris toplantısıdır; şu ana kadar Suriye'de seyreden hususlar, hükümetin emirleri yerine getirdiği sürece Suriye'nin birleşik kalmasını öngören Amerika'nın A planına uygun olarak ilerlemekte olup Amerika, Türkiye ve Arap ülkelerine, Şam rejimine paralarıyla sponsor olmaları ve rejimin Amerika'nın yolundan sapmamasını sağlamaları talimatını vermiştir. B planına gelince; Şam halkının İslam'ı iktidara getirmek olan devrim ilkelerine hala bağlı olduğunu hissederlerse, Suriye'yi federal olarak bölmektir; bu yüzden Amerika, sanki ayrı bir varlıkmış ya da merkezi hükümete bağlıymış gibi Kürtlerin bekası için çalışmış ve aynı zamanda kıyıları Şam'ın yöneticilerinin başına musallat olan bir sopa olarak tutmuştur ki böylece ne zaman onları hareket geçirmek istese, Rus üssüyle işbirliği içinde harekete geçirebilsinler. Bakın işte Süveyda ve Dürzilerin ayrılma talep etmeleri ve kendilerini Yahudi varlığıyla ilişkilendirmeleri ve diğerleri, Amerika ve onun bölgedeki ve içerdeki kuyrukları tarafından uydurulan sorunlardandır; zira Amerika'nın görüşü, kendi çıkarlarını garanti altına alan ve İslam'ın iktidara ulaşması engelleyen birleşik bir Suriye'dir; eğer bu imkansız hale gelirse, diğer seçenek uygulamaya hazırdır. Amerika'nın ilk seçeneğe bağlı kalmasına gelince; Arabi 21 web sitesi, Suriye'yi üç devlete bölme fikriyle ilgili olarak ABD Temsilcisi Joe Wilson'ın X platformunda şunu söylediğini aktarmıştır: “Bugün, Suriye ile ilgili absürt bir fikrin ortaya atılması,Suriye'nin istikrarsızlaşmasına yol açacak ve bunun etkileri Türkiye, Ürdün, Irak ve İsrail'e kadar uzanacaktır. Ve şöyle ekledi: Birleşik, istikrarlı ve kapsayıcı bir Suriye, tek seçenektir.” [Arabi 21, 21/8/2025] Aynı bağlamda, 12/8/2025 tarihinde Amman'da bir toplantı düzenlenmiştir; “Salı günü Ürdün'ün başkenti Amman'da düzenlenen Ürdün-Suriye-ABD toplantısının sonunda yayınlanan ortak açıklamada, üçlü toplantıda Suriye'deki durum ve ülkenin yeniden inşa sürecini destekleme yolları ile aynı şekilde Süveyda ilindeki ateşkesin desteklenmesi ve buradaki krize kapsamlı bir çözüm bulunması konularının ele alındığı vurgulanmıştır.” [El Cezire Net, 12/8/2025] Dolayısıyla Amerika, Suriye'yi kontrolü altında tutmak istiyor; arka arkaya yapılan bu toplantıların yanı sıra önümüzdeki Eylül ayında New York'ta yapılacak toplantının hedefi işte budur; zira bu toplantıda, Yahudilerin Güney Suriye'deki çıkarlarını koruyacak bir güvenlik anlaşmasının imzalanmasının düzenlenmesi için Ahmed Şara, Trump ve Yahudilerle bir araya gelecektir; eğer bu ilan edildiği gibi yapılırsa, The Independent Arabic'e göre anlaşmanın 25 Eylül 2025'te imzalanması muhtemeldir; ayrıca Sky News Arabia da, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları aralarında Ahmed Şara ile Trump arasında New York'ta bir toplantı düzenleneceğini bildirmiştir; “ABD'nin Eylül ayında New York'ta Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında, ABD Başkanı Donald Trump'ın da katılımıyla bir görüşme düzenlemeye çalıştığını ifade etmiştir.” [Sky News Arabia, 22/8/2025]

İkincisi: Yahudiler ise suçlu Beşar rejiminin düşüşünden rahatsız olmuşlar ve devrimci halkın İslam bayraklarını dalgalandırıp tekbirler attığını kendi gözleriyle gördüklerinde kalplerini korku kaplamıştır; bunun üzerine ilk yaptıkları şey, Suriye ordusunun ağır ve orta silahlarını ve araştırma merkezlerini yok etmek olurken ikinci yaptıkları şey ise, güçlerini Suriye'deki Kuneytra ve Hermon Dağı tarafına girdirmek, burada yoğunlaşarak bazı köyleri işgal etmek, ardından Şam'dan yirmi kilometre uzaklıktaki Dera iline sızarak genişlemek, ardından Suriye yönetimine Ceramana ve Sahnaya'daki Dürzilere saldırma konusunda uyarıda bulunmak, uçaklarını Ahmed Şara'nın güçlerinin üstünde uçurmak, son olarak da Süveyda'daki Dürzileri korumak, Şam'daki egemenlik karargahlarını ve Suriye ordusu güçlerini bombalamak, onlardan birçoğunu öldürmek ve insani yardım bahanesiyle Süveyda'ya helikopterler indirmek olmuştur. Ahmed Şara ve hükümeti Süveyda ve Dara'daki Müslümanları terk edip onları topraklarında yüzüstü bırakmasına rağmen Yahudiler arbedeye devam etmiş ve devletten güneyi silahsızlandırmasını talep etmiştir; peki Yahudilerin Suriye'deki hedefleri nedir ve bunlar Amerika'nın hedeflerinden farklı mıdır? İşte sizlere bunu açıklayacağız:

Yahudiler, İslam'a ve Müslümanlara karşı kindar ve düşman olan bir halktır; bu yüzden her zaman Müslümanlara tuzak kurarlar ve Müslümanların birliğini ve kendi devletlerini kurmalarından korkarlar. Yahudilerin Suriye'deki kendi hedeflerine gelince; “La Croix” adlı bir Fransız gazetesinde şunlar geçmiştir: (1) İşgal altındaki Golan Tepeleri çevresinde bir tampon bölge oluşturmak. (2) Süveyda'daki Dürzileri koruduğunu iddia etmek. (3) Güney Suriye'yi silahtan arındırılmış bölgeye dönüştürmek. (4) "İsrail'in", Amerikalıların istediği gibi güçlü ve birleşik bir Suriye'den ziyade, kendi içinde bölünmüş zayıf bir Suriye'yi tercih etmesi. (5) "İsrail'in", kendi çıkarlarına hizmet ettiği için güneydeki kaosu sürdürmeye hırs göstermesi. [Gazete haberi bitti, 17/7/2025] Bu hedefler gerçeğe uygundur; çünkü Yahudilerin sahadaki davranışları, Ahmed Şara ile yaptıkları müzakerelerdeki şartları ve Katz'ın şu açıklamaları bu sonucu göstermektedir: “İsrail, Suriye'nin İsrail halkı ve güvenlik çıkarları açısından bir tehdit haline gelmesine izin vermeyecektir.” [Russia Today, 3/4/2025] Ve Netanyahu'nun yaptığı şu açıklamaları: “Akdeniz kıyılarında bir halifelik kurulmasına izin vermeyecektir.” [Arabi 21, 21/4/2025] Ancak onların yönelimlerine dair şu delil de vardır: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُOnların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Üçüncüsü: Şam'daki yeni hükümetin tutumu, kendisini Amerika'nın başını çektiği bölgesel ve uluslararası sisteme bağlayan alçakça bir tutumdur; zira henüz birkaç aydır var olan bu hükümet, Şam, Filistin, Golan Tepeleri ve Golan çevresindeki diğer bölgelerin bir kısmını işgal eden düşmanla iletişim kanalları açma konusunda daha öncekileri geride bırakmıştır; zira o, dış düşmanla yüzleşemeyeceğini ve artık zamanın içeriyi inşa etme zamanı olduğunu söyleyerek Şam halkını yanıltmaya çalışmaktadır; bu nedenle de içeriyi ve kurumları laiklik temelinde inşa etmeye çalışıyor.

Müslümanlar böyle yönetilmez ey Ahmed Şara; sen adıyla müsemma olan biri değilsin; zira sen şeriatı terk ettin, küfür sistemini uyguladın, para ve projelerle insanları asıl hedeflerinden, yani İslam'ı uygulamaktan uzaklaştırmak istiyorsun, Yahudiler ve Amerikalılardan oluşan kafirler ülkende serbestçe dolaşıp topraklarını kötüye kullandıkları halde harekete geçmedin ve tehdit de etmedin, aksine azgınlığına devam ettin, kapılarını Yahudilere açtın ve onlarla müzakere etmek ve görüşmek için heyetler gönderdin. O halde senin iddia ettiğin cihadın hani nerede? Sen, ümmetin evlatlarından şerefli ve muhlis olanları ve mücahitleri hapse atıyor, eski rejimin uşaklarını ise insanları kırbaçlayıp öldürmeleri için kışkırtıyorsun; oysa sen daha önce Mısır Cumhurbaşkanı Mursi'yi uyararak şöyle demiştin; Amerika'nın ipi kısadır ve sana ihanet edecekler ey Mursi; bak işte uyarıda bulunduğun tuzağa şimdi sen düşüyorsun. Ey Ahmed Şara! Sana Allahu Teala’nın şu kavlini söylüyorum: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًاHayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65] Sana hak sözle nasihat etmek bizim görevimizdir; Yahudilerle, Amerika ile ve başta büyük simsar Erdoğan olmak üzere onların yardakçılarıyla bağlarını kopar ve Allah'a dön; çünkü Allah'ın ipi dünyada ve ahirette senin için daha hayırlıdır; aksi takdirde seni, seni destekleyenleri ve seninle birlikte batıl üzere yürüyenleri bir yolun kenarına atacaklardır ki Mursi'ye uyarıda bulunduğun şey de buydu. Ben de sana diyorum ki: Kendini kurtar ve ama ha bu suçlularla birlikte yürümekte ısrar etmekten sakın.

Son olarak Şam Allah'ın koruması altında olduğu gibi halkı da Allah'ın maiyetindedir; bu yüzden onlar, 14 yıldır sabırlı ve kararlı davrandılar ve Hilafeti kurmak için aynı süreyi ve daha fazlasını sabırla beklemeye hazırdırlar; işte o gün, muhaliflerle birlikte olmayı reddedip geride kalanlar pişman olacaklar ve senin Hilafet Devleti'nde hiçbir payın olmayacaktır. Öyleyse hemen tövbe edip bağışlanma dile ve Hilafeti kurmak için çalışanlarla birlikte çalış. وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِŞüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarak Allah’a giden yoldan ayırmasın.” [En’am 153]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Seyfeddin Abduh

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER