Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Gizli Ordu İstihbaratı, İslamabad'taki Hizb-ut Tahrir Üyelerini Kaçırıp İşkence Etmekte ve Dr. Abdukayyum da Altı Aydır Baltacıların İşkencesi Altında Hala Hükümetin Zindanlarında Tutulmaktadır

Hilafet'i ikame etmek ve sömürgeci rejimi yok etmek için mücadele eden tek siyasî bir hizib olan Hizb-ut Tahrir, diğer yerlerdeki asil duruşunda olduğu gibi Pakistan'da da fedakarlıklar göstermeye devam etmektedir. Zira en son olarak Pakistan istihbaratı, Hizb-ut Tahrir üyesi Azam Hân'ı cami önünden kaçırmış ve hükümetin, sömürgeci kapitalist rejimle mücadele etmesini ve alternatif bir sistem olarak İslam'ın geri dönmesi için çalışmasını bir cürüm sayması nedeniyle de kendisine şiddetli işkencede bulunmuşlardır. İşkencenin ardından da onu, Hizb-ut Tahrir'i terk etmeye zorlamışlardır.

Hizb-ut Tahrir, bu korkakça eylemi şiddetle kınar. Zira Azam Hân, Ulu Önder Üniversitesi Bilgisayar İlimleri alanında mastır yapmış ve bilgisayar yazılım şirketinde üst düzey bir pozisyonda çalışmaktadır. Dolayısıyla kendisi, hükümetin baltacıları tarafından öyle şiddetli bir işkenceye uğramıştır ki kas kirişleri ve omuz bağları ciddi hasar görmüştür. Hatta doktorlar, onun iyileşmesinin en az altı hafta alabileceğini söylemişlerdir.

Bu istihbarat subayları, kendilerinden önce de Kureyş'in, İslam davetini yaymaktan ve İslam'ı ikame etmekten vazgeçirmek için sahabeye işkence ettiğini ancak sefil bir şekilde başarısız olduğunu unutmuş gibidirler. Dolayısıyla Pakistan da dahil İslamî ve İslamî olmayan ülkelerdeki istihbarat subayları, Hizb-ut Tahrir üyelerinin azmini kırmayacakları gibi Hizb-ut Tahrir'i durdurmaya da asla muktedir olamayacaklardır. Dolayısıyla da bizler, bu istihbarat subaylarına, Keyanî'ye ve Gilani'ye deriz ki; siz ve efendileriniz burunlarınızı sokmanıza rağmen Hilafet kurulacaktır. Şunu iyi biliniz ki; ümmet uyanmaya ve sultanını yeniden elde etmeye başlamıştır. Dolayısıyla akıbetiniz, Mübarek ve Kaddafi'nin akıbeti gibi olacaktır ve bunun olması da gerçekten çok yakındır. Zira mesele, sadece zaman meselesidir. Ayrıca efendilerinin isteklerinin yerine getiren baltacılar da iyi bilsinler ki; onların akıbeti de Kaddafi'nin baltacılarının akıbeti gibi olacak olmasının yanı sıra ahiretteki akıbetleri ise bundan çok daha kötü olacaktır.

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِٱلأَخْسَرِينَ أَعْمَالا ٱلَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِى ٱلْحَيَاةِ ٱلدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعا أُوْلَـٰئِكَ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلاَ نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَامَةِ وَزْناًً ذٰلِكَ جَزَآؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُواْ وَٱتَّخَذُوۤاْ آيَاتِى وَرُسُلِى هُزُواً "De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız. İşte, inkar ettikleri, ayetlerimi ve resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir." [Kehf 103-104-105-106]

Ayrıca Hizb-ut Tahrir üyesi Rahim Yâr Hân gibi Dr. Abdulkayyum da hala altı aydan bu yana kaçırılmış olup sözde "bağımsız yargı da" bu gerçeği bildiği halde istihbarat subaylarına onun serbest bırakılması emrini verememektedir. Halbuki Hizb-ut Tahrir üyeleri, bu birimler tarafından gerçekleştirilen benzer kaçırılma durumlarının ardından serbest bırakılmışlardı! Nitekim 19 Ocak yarın, yargı komisyonu bir toplantı yapacak. Dur bakalım bu toplantının ardından yargı, yeniden kaçırılanların yanında bekleyip duracak mı yoksa Dr. Abdukayyum'un kaçırılışına son vermek için bazı pratik adımlar atacak mı bekleyip göreceğiz.

Hizb-ut Tahrir, göğüslemesi gereken fedakarlıklar ne olursa olsun Hilafet yoluyla İslam'ı ikamet etmek için durmaksızın mücadele edeceğine dair Allah'a, Resulüne ve ümmete söz vermiştir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in yaklaşık altmış yıllık mücadelesi, buna dair parlak bir örnektir elhamdulillah.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Yakıt ve Doğalgaz Fiyatlarının Liberalleşmesini (Serbestleştirilmesini) Reddeder

Geniş çapta açıklandığı üzere Endonezya hükümeti, 01. Nisan 2012'nin başında yakıt ve doğalgaz desteğini (sübvansiyonunu) sınırlandıracaktır. Ayrıca hükümet, bu liberalleştirmenin insanların maslahatı için olduğunu da iddia etmiştir. Aslında bu politika, insanların zararına ve yabancı şirketlerin faydasına olan bir politikadır. Bu nedenle bu politikanın, aşağıdaki sebeplerden dolayı kesin olarak reddedilmesi gerekmektedir.

1-Desteklenen yakıtların kısıtlanması, yakıt ve doğalgaz fiyatlarının liberalleşmesi yolundaki başka bir adımdır. Çünkü bu kısıtlamalar, yakıtlardan desteğin kaldırılması mesabesindedir. Böylece insanlar, Bertemax gibi desteklenmeyen yakıtlara yönelmeye mecbur kalacaklardır. Dolayısıyla bu, yabancı yakıt ve doğalgaz şirketlerinin beklediği bir andır. Zira insanlar, petrol ürünlerini bile almada tereddüt ettikleri (Premium) gibi ucuz yakıtlar bulamayacaklardır.

2- Yakıtların desteklenmesine yönelik kısıtlama, uzun vadede Total, Şhell ve benzerleri gibi akaryakıt istasyonlarına sahip olan yabancı petrol şirketlerinin çıkarına olacaktır. Hatta şu anda bu şirketler, tüketicilerin Pertamina'nın sattığı ucuz yakıt olan (Premium)'u tercih ettiklerinden dolayı çok para kaybetmektedirler. Dolayısıyla bu kısıtlama, özel otomobil sahiplerini Bertamax gibi yüksek oktanlı yakıtı kullanmak yada yabancı şirketlerin çıkardığı yakıtları satın almak zorunda bırakacaktır. Dolayısıyla da üretim maliyeti kabul edilebilir ve yakıt da daha kaliteli olmakla birlikte yabancı şirketlerin yakıtları, Pertamina üretim piyasasında daha rekabetçi bir hale gelecektir. Bunun üzerine de yabancı akaryakıt istasyonlarının sayısı, kısa bir sürede hızla artış gösterecektir. Şayet hiçbir yenileme olmazsa, Pertamina'nın dağıtım sektöründeki aktivetesi daha az rekabetçi bir hale geleceği gibi Pertamina'ya bağlı dağıtım istasyonları da yabancı yakıt şirketlerine yönelmeye başlayacaklardır. Kesinlikle buda Pertamina'nın zararına olacaktır. Böylece üretim sektörü zayıflayacağı gibi dağıtım sektörü de rekabet edemez bir hale gelecektir.

3- Yakıtlara yönelik kısıtlama ile özellikle yakıtlar ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynaklar idaresinde yabancı şirketlere büyük rol vermeye dönük her türlü politika, İslam'a aykırı bir politikadır. Çünkü bol miktarda bulunan doğal kaynaklardan petrol, doğalgaz ve benzerleri, İslam'da kamu mülkiyetinden sayılmakta olup devlet de bunları, insanların maslahatı için idare etmektedir. Petrol ve doğalgazı idare etme hususunda özel şirketlerin, Pertamina şirketini temsil eden hükümetten daha verimli olduğu sözüne gelince; bu, kabul edilemez bir sözdür. Çünkü ortada, Kuveyt Ulusal Petrol Şirketi (Kuveyt), Suudi Arabistan Petrol Şirketi (Suudi Arabistan), İran Ulusal Petrol Şirketi (İran), Petroleos Şirketi (Venezuela), Çin Petrol Şirketi (Çin) ve Petronas Şirketi (Malezya) gibi petrol üretimini verimli bir şekilde idare ve kontrol eden ulusal şirketler bulunmaktadır.

Yukarıda geçen nedenlere binaen Hizb-ut Tahrir / Endonezya, aşağıdaki hususları açıklar:

1- Desteklenen yakıtlara dönük kısıtlama reddedilmelidir. Çünkü bu politika, Endonezya'daki petrol ve doğalgaz idaresinin liberalleşmesine yönelik bir adımdır. Özellikle bu liberalleşme, üretim sektörünün ardından dağıtım sektöründe de olacaktır. Ayrıca bu liberalleşme, yabancı şirketlere petrol ve doğalgaz sektörünü daha fazla kontrol etme hakkı verecek ve devletin rolünü de zayıflatacaktır. Açıktır ki bu politikanın, doğal kaynaklara sahip olan insanlara ciddi zararı olacaktır.

2- Bu kapitalist politika, sadece insanlara zarar vermekle kalmayacak bilakis ülkeyi de sömürgeci yapacaktır. Bu nedenle bu politikanın reddedilmesi ve petrol ve doğal kaynakların İslam Nizamı'na göre idare edilmesi gerekmektedir. Çünkü bu doğal kaynakların, İslam şeriatına göre devlet tarafından idare edilmesi gerektiği gibi kârları da insanların maslahatı için kullanılmalıdır.

3- Tüm Müslümanlar, İslamî Hilafet'in gölgesinde bütün şeri hükümlerin tatbik edileceği İslamî hayatı icat etmek için mücadeleyi yoğunlaştırmaya davet edilmelidir. Hakeza Kur'an-il Kerim'in belirttiği üzere alemler için rahmet olan İslam'a da vurgu yapılmalıdır. İşte o zaman özellikle petrol ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynakların idaresi şeri hükümlere göre olacağı gibi Allah'ın izniyle de alemler için rahmet tahakkuk etmiş olacaktır.

Allah bize yeter. Zira O, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.

Devamını oku...

‘Eğer Siz Allah'a Yardım Ederseniz O da Size Yardım Eder' Cuması Münasebetiyle: Hilafet'i İkame Etmek Suretiyle Allah'a Hakkıyla Yardım Edin

  • Kategori Suriye
  •   |  

6/1/2012 tarihi ve ‘Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder' Cuması münasebetiyle Suriye devrimine 43 Cuma ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ] katında değerli olup Müslümanların kanıyla boyanmış yaklaşık 300 ağır gün geçmiş bulunuyor. Bu süre içerisinde, öldürmek için cani Suriye rejimine uluslararası ve bölgesel toplum tarafından süreler verilmiş, işlediği cinayetleri ört bas etmek üzere bu rejim için yalancı ve sahte şahit heyetler kurulmuş ve gün ortasında güneş gibi aşikar görülen ihanetler de bu mübarek devrimi sarmıştır. Belki Suriye'deki ayaklanan, sabreden ve iman eden halkımız bunu kesin şekilde fark ederek bu mübarek sloganı/başlık vermekle ifade etmiştir. Zira bu slogan/başlık üzerinde durmadan geçmemek gerekir. Bu ne güzel bir başlıktır. Çünkü o Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle sadık bir imandan gelmektedir. Bu da şeri metoda bağlı olan sadık bir tutum gerektirir ki zaferin gerçekleşmesi için ilgili sebeplerin her ikisi de tamamlanmış olur.

Bu mübarek devrim büyük bir mesafe katederek artık Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle zafere ulaşmak üzere ve bununla birlikte Müslümanların cinayet tarihinde eşi ve benzerini görmediği bu cani rejimin de artık devrilme zamanı gelmiştir. Bu rejim tıpkı Suriye başbakanlığına bağlı mali denetleme merkez organı birinci sorumlusu ve savunma bakanlık teftiş sorumlusu Mahmud Süleyman Hac Hamed'in de rejimden ayrılırken dediği gibi: ‘Suriye hükümetinin tümü bir zindan içerisindedir. Bu hükümetin hiç bir şahısı güvenlik güçleri olmadan hareket edemez. Onların her biri ayrılmak ister, ama kendi aile ve akrabaları için endişeleniyorlar.' Uluslararası ve bölgesel olarak verilen destekler, bu rejimin işlediği cürümler, ona fayda etmeyecektir. Arap gözlemcilerin gelmesiyle birlikte başlattığı hain patlamalar da onu kurtarmayacaktır. Bu hain patlamalar, rejimin başını döndüren ve cesurca haykıran sıcak olan Hay El-meydan'da tekrarlandı. Yine bu rejimi onun güvenlik güçleri ve kudurmuş çeteleri korumayacaktır. Nitekim adı geçen genel denetleyicinin söylediğine göre  rejim, devrimi ve ayaklananları yok etmek için güvenlik güçlerine ve kudurmuş çetelere yaklaşık iki milyar Suriye lirası tahsis etti. Muhakkak ki bu rejim göstericilerin sebat etmesi ve onu tarihin çöplüğüne atmasına ısrar etmesi karşısında kendi ecelinin çok yakın olduğunu hissediyor. Hatta bulunduğu güvenlikte iken Esad'ı ansızın da yakalayabilir ki, işte o zaman hiç bir koruma şekli onu asla kurtarmayacaktır.

Ey Allah'ın izniyle yakında Şam'ın yardım ve zafer Müslümanları:

Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Müslümanlara olan zaferi gerçektir. O ancak zafere götüren şeri sebeplere tutunan ihlâslı kullarına gelir. Yoksa bu zafer kâfir Batı'nın ajanı olan Arap Birliğinden yardım dileyenlere ve Müslümanlar hakkında desise çeviren BM'in boş çözümlerine boyun eğenlere gelmez. Nitekim Resulullah (صلى الله عليه وسلم) yardım talep etmek üzere Beni Sa'sa'a kabilesine kendini arz ettiği zaman onlar kendisinden sonra yönetimin kendilerinde olmasını şart koşarken o bunu reddetti. İşte bunun gibi ve aynı şekilde siz de Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya karşı ihlaslı olmayan her şeyi reddedin. Ve biliniz ki etrafınızdakilerin hepsi sizi yalnız bırakarak ihanet ederse Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yardımı sizin için yeterlidir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: (إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ)(Allah size yardım ederse artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardım­sız bırakırsa da O'ndan başka size yardım edecek kimdir? O hal­de mü'minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler)Ali İmran 160. Ve yine biliniz ki başlatmış olduğunuz işin tamamlanması için bazı şehirler değil bütün şehirleri ve susmakta olan kardeşlerinizi harekete geçirmelisiniz ve Suriye ordusunun bazısı değil tümündeki kardeşlerinizin yardımını talep etmeniz gerekir ki onlar da yılanın kuyruğu değil başını keserek bu rejimi devirsinler. Bunun için de bütün gücünüzü ve imkanlarınızı zorlayarak seferber ediniz, taşıdığınız bütün pankartlarınızda  Allah'a iman esasına dayalı olması kaydıyla İnsanların ve ordunun gayretlerini artıracak, halkına ve ümmetine karşı kusurlarından dolayı Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın karşısında sorumluluklarına davet edecek ifadeler haykırınız.

Ey sadece Allah için ihlâslı olan komutan ve askerler:

Bu gün İslam ümmetinin tümü Hilafet kapısının eşiğinde durmaktadır. Hizb-ut Tahrir gençleri de onun kapısını açmak üzere yemin ettiler. Bu yüzden bize yardım ediniz ki hep birlikte kapıyı açalım. Böylece Allah [Subhânehu ve Te'alâ] bu ümmete aziz bir nusret ve açık bir fetih nasip etsin. Siz ise şeran Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sizinle ümmete zafer ve kurtuluşu nasip ettiği Hilafet'in kapısısınız. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın nusretine müstahak olacağınız şeye Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hakkı için kalplerinizi ve aklınızı açınız. Biz de Hizb-ut Tahrir olarak güç ve nusret sahipleri olduğunuz için sizi çağrı görevine uymaya davet ediyoruz. Bu çağrı görevi sizin tağutla birlikte zebanilerini de devirmenizi, ümmetinize ve dininize sahip çıkarak yardım etmenizi gerektirir. Böylece  ellerinizi ellerimize uzatınız ki Müslümanların kalpleri ve akıllarının özlem duyduğu Raşidi Hilafet'i hep beraber ikame edelim. Bu Hilafet bunca ızdırap ve bekleyişten sonra mazlum nefislerin özlediği hak ve adalet ile hükmedecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: (وَاذْكُرُوا إِذْ أَنْتُمْ قَلِيلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْأَرْضِ تَخَافُونَ أَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَآَوَاكُمْ وَأَيَّدَكُمْ بِنَصْرِهِ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ)(Şunu da hatırlayın ki, bir zamanlar yeryüzünde azlıktınız ve za­yıf görülüyordunuz. İnsanların sizi tutup kapmasından korkuyordunuz da O sizi barındırdı. Sizi yardımıyla kuvvetlendir­di. Size en temiz ve en hoş şeylerden rızık verdi. Tâ ki şükredesiniz.) Enfal 26

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru:

Irak başbakanı Nuri El-maliki Cumartesi günü 31/12/2011'de Irak'ın Amerikan güçlerinin çekilmesini kutladığını açıkladı. Daha önce Amerika'nın çekilmesinden sonra Irak'ın durumunu görüşmek üzere Maliki 12/12/2011'de Amerika'ya iki günlük ziyarette bulunarak devlet başkanı Obama, yardımcısı ve Irak sorumlusu Bayden ve dışişleri bakanı Clinton ile görüşmüştü. 15/12/2011'de de Amerikan savunma bakanı Leown Banette, Amerikan güçlerinin Irak operasyonunun sona ermesiyle alakalı kararın uygulanacağını açıkladı. Bu münasebetle karar; Bağdat havaalanında küçük bir tören düzenlenerek Amerikan bayrağı indirilip yerine Irak bayrağı dalgalanarak kutlandı.

Bu kutlamalar hakkında görüş nedir? Ve Amerika gerçekten Irak'tan tam olarak çekildi mi? İstediği hedefleri gerçekleştirmede başarısız mı oldu, yoksa Irak'ta kurmak istediği nüfuzu gerçekleştirip faal bir güç ve tek bir devlet olarak Irak'ı yok ederek etkisiz hale getirdi mi? Bir de seçim için çekilmenin Obama'ya bir faydası var mı?

Cevap:

Şüphesiz işgalin sona ermesi için kutlama büyük bir şeydir. Çünkü Allah (Subhanehu ve Teala) kafirlerin Müslüman beldelerinde nüfuz sahibi olmalarını haram kılmış ve şöyle buyurmuştur: (وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا)(Allah, mü'minlerin aleyhine kâfirlere asla yol ver­meyecektir.)Nisa 141 Bu durum; işgalin kökleri, ayakları ve yapraklarıyla; nüfuzu, fikirleri ve kanunlarıyla; yardakçıları, ajanları ve ekmeğine yağ sürenleriyle birlikte fiili olarak sona erdiği takdirde geçerlidir. İşte o zaman kutlamanın zafer ve kurtuluş tadı olacaktır. Allah (Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmuştur: (وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ*بِنَصْرِ اللَّهِ)(O günde mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımı dolayısı ile...)Rum 4-5 Ancak işgal, adı ve cismiyle kalıyorsa ve adına değişiklik yapılıyorsa, o zaman kutlamanın zafer ve kurtuluş tadı olmaz.

Cevabın gerçeğine vakıf olabilmek için aşağıdaki hususları belirteceğiz:

1- Bilindiği gibi Amerika, Obama başkanlığında olan şu anki yönetim gelmeden önce Irak'tan çekilme kararını almıştı. Bu yüzden işgal kararını alan Bush başkanlığındaki eski yönetim, nüfuzunu sürekli olarak muhafaza edebilmesi için 17/11/2008'de Irak'a güvenlik anlaşması yapmasını mecbur kıldı. Bu anlaşmanın 24.üncü Maddesinin 1.inci fıkrasınca 2011'in sonuna doğru Amerikan güçlerinin çekilmesinin gerektiği geçiyordu. Şu anki yönetim ise sadece çekilme ile ilgili kararı uyguluyor. Bu çekilme kararı ise Obama'nın seçim kampanyasının birinci turunda Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesini sağlayacağı şeklinde verdiği sözü uygulamak içindir. Nitekim verilen bu sözün Obama'nın seçimleri kazanmasında etkisi olmuştur. Fakat Obama bu anlaşmayı kendi imzalamadığı halde, onu seçim kampanyasında kullanmıştı. Zira o önümüzdeki yılda yapılacak seçimlerde tekrar seçilmesi için verdiği sözü tutma işi gelecek seçim kampanyasının gündemini oluşturdu.

2- Bu konuyu dikkatlice inceleyen, Amerika'nın direkt askeri şekil dışında Irak'tan nihai olarak ayrılmadığını görecektir. Zira o, Amerikan büyükelçiliği memurları ve anlaşmalı uzmanlar gibi kendine bağlı bir takım güçleri çeşitli gerekçeler altında orada konuşlandırdı. Ayrıca Irak güçlerini eğitmek, ona yardım etmek ve görevine başlaması için hazırlamak için eğiticiler de vardı. Bütün bu güçler haberlerde de geçtiği gibi Irak'ın dört üssünde bulunacaklardır.

Bu güçlerin büyükelçiliğin memurları veya eğiticiler adı altında bulunmasının sebebine gelince; Amerika'nın Irak halkının ekserisinin askeri güçlerin dokunulmazlığına karşı olduğunu görmesidir. O kadar ki parlamentoda bazı çevreler bu kararın geçilmesine oy vermeyeceğini açıklamıştır. Bunun üzerine Amerika, Maliki ve hükümetiyle birlikte desise yaparak eğitim gerekçesiyle sayısı 16.000 kişiye varan binlerce memur ve Amerikan büyükelçiliğiyle anlaşmalı uzmanlar ile birlikte yüzlerce askeri konuşlandırdı! Bu konu hakkında Fransız medyasının 13/12/2011 tarihli yayınlarında şunlar geçmektedir: ‘Dokunulmazlık meselesi kaypaklık yaparak çözülmüştür. ABD'nin Bağdat büyükelçiliği 16.000 kişiden oluşan dünyanın en büyük elçiliği olacaktır şeklinde yorumlayabiliriz.‘ Yani Amerikalılar istediklerini gerçekleştirdiler. O da değişik isimler altında diplomatik olarak bir takım şahısların dokunulmazlık hakkına sahip olmasını sağlamaktır. Böylece kendi programlarını uygulayarak az miktar hariç askeri güçlerin üniformayla çekilmesi ve sivil olarak çok büyük miktarda güçlerin kalmasını sağlamıştır. Bu hususta Irak'taki ajanları olan Maliki ve diğerleri de bilerek bu desiseleri onunla çevirdiler. Halbuki bunun planları Amerika'nın Bağdat'ta çalışan olarak bu sayıyı karşılayacak kadar dünyanın en büyük büyükelçilik inşa etmek istediğinden beri yıllar öncesi yapılmıştı. Bu nedenle casusluk için büyük bir merkez olmakla beraber bu büyükelçilik askeri Amerikan üssü sayılır. Çünkü o perde arkasından Irak'ın işlerini yönetecektir. Hatta kendisi desiseleri çevirecek ve Irak halkı arasında fitne ve bölücülük yayacaktır. Tıpkı işgalden bu yana yaptığı gibi. Bunun haricinde o, yüzlerce asker ve anlaşmalı uzmanları dört askeri üsde konuşlandıracaktır. Yani bunlar eğitici ve uzman adı altında bu dört üssü yöneteceklerdir!

3- Muhakkak ki Amerika; kendi hegemonyası ve nüfuzunu yaymak, kendine rakip olan batılı devletlerin nüfuzunu bertaraf etmek, bölgede bir üs olarak kullanmak, servetlerini çalmak, kendi nizam ve yaşam tarzına mecbur etmek, gücünü imha ederek ümmeti birleşmesi , Aziz ve Hakim olan Rabbinin hükmünü ikame etmek üzere güçlü bir dayanak noktası olmaması için Irak'ı işgal etmiştir. İşte bu yüzden dünyanın en büyük büyükelçiliğinde bu korkunç sayıdan oluşan anlaşmalı uzman ve memurları konuşlandırdı ve Irak'ı bir çok alanlarda güvenlik anlaşmaları ve stratejik ortaklık gibi anlaşmalara bağladı. Zira Amerikan başkan yardımcısı Josef Bayden Bağdat'a yaptığı ziyaret esnasında buna işaret ederek şöyle söyledi: ‘Bundan üç sene önce her iki devlet ikili stratejik ortaklığı olan bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşma uzun vadeli olan yardımlaşma ve dostluk ilişkilerini tesis etmek üzere her iki devletin arzusunu vurguladı. Zira bu ikili stratejik ortaklığı olan anlaşma devamlı olup karşılıklı menfaate dayalı olan ilişkilerimizin üzerine kurulu olduğu esası temsil eder.' (Al-jazeraa 30/11/2011) Buna benzer bir söz de Obama'nın 12/12/2011'de Maliki ile birlikte yaptığı ortak basın toplantısında geçti: ‘Şüphesiz ABD Irak'tan en son Amerikan askeri çekildikten sonra Bağdat'ın güçlü ve daimi ortağı olarak kalacaktır.' Sözü geçen bu anlaşmanın 27.nci maddesinin 1.inci fıkrası şöyle geçiyor: ‘Irak'ı tehdit eden dış veya iç tehlike meydana gelip her hangi bir saldırıyla karşı karşıya kaldığında, onun egemenliğini veya siyasi istikrarını, onun toprak, su ve hava sahasının bütünlüğünü bozan yahut demokrat sistemini ve seçilmiş kurumlarını tehdit eden bir durum olduğunda, Irak hükümetinin talebi uyarınca, her iki taraf derhal stratejik görüşmeye başlarlar. Her ikisinin arasında varılan görüş birliğince bu tür tehditleri bertaraf etmek için ABD diplomat, askeri veya her hangi başka uygun seçenekleri uygulayacaktır.' Bu madde Amerikan ajanı her hangi bir hükümetle anlaşarak Amerika'nın askeri olarak müdahale etmesini kolaylaştırır. Böylece durumun gereği diye onunla anlaşır.

4- Sonunda Amerika Irak'ı yerle bir etti, ilkel  çok eski çağlara gerilemiş ve zayıf bir hale getirdi, onun halkından yüz binlercesini katledip yaraladı, milyonlarcasını da evsiz bıraktı, aralarına fitne, ayrılık ve bölücü tohumları soktu ve onlara ülkenin parçalanmasına yol açacak küfür ve zararlı bir anayasa getirdi...ki bu anayasa ülke içinde bağımsız eyaleti ilan etme hakkını içeriyor ve Irak'ı kendisine bağlayan anlaşmalar, bu bağlılığı korumak ve Amerika'nın Irak'taki nüfuzunun devamlılığını ve hegemonyasını muhafaza etmek için kendi yetiştirdiği ajanlarla, yanı sıra Irak'ı kendisine bağlı kalması için birçok sorun ve problemler altında bıraktı. Nitekim Obama Irak'ın Amerika'ya olan bağlılığını ve tabiliğinin garanti olmasına ortaklık diyerek şöyle dedi: ‘Biz her iki ülkemizin arasında yeni ortaklık inşa ediyoruz. Ve savaşa son çatışma ile değil vatana doğru son bir süreç ile son veriyoruz.' Devamla: ‘Bu çok mükemmel bir iştir.' (A.F.B 15/12/2011)

5- İşin özü Amerika her ne kadar direnişçilerin güçlü darbelerine maruz kalarak unutamayacağı bir ders almış da olsa, fakat o Irak'taki hedeflerini gerçekleştirmiştir. Bu çizgiye göre Amerika; kendine tabi olacak şekilde bir sistem bıraktıktan sonra çekileceğini açıkladı, ülkeyi parçalayacak ve istikrarlılığını sarsacak küfür ve zararlı bir anayasa koydu, ülkeyi Amerikalılara bağlayan, onların inisiyatiflerine bırakan, bozuk yönetimlerinin tehdid altında gördükleri zaman ajanların kendisiyle işbirliği yapmasını meşrulaştıran bir takım güvenlik ve stratejik anlaşmalar ve bunun gibi diğer anlaşmalar yaptı. O her ne şekilde olursa olsun Amerikan nufuzunu korumak için 16.000 Amerikalıdan oluşan devasa bir büyükelçilik adı altında yarı askeri bir üs kurduktan sonra çekileceğini açıkladı, eğitici ve uzman adı altında varlığını dört üste sınırlı bıraktı. Bu büyükelçilik ve üsler casusluk için büyük bir merkezdir! Amerika'nın kökleri ve kolları Mezopotamya'dan koparılmadığı sürece çekilme tam olmaz.

6- Bütün bunlara rağmen Amerika; Irak'ta Rablerinden dolayı güçlü ve dinlerinden dolayı da izzetli adamların var olduğunu bilmektedir. Bunlara Irak'ta doğru ve ihlaslı bir yönetim eksiktir. İşte o zaman masa Amerika ve ajanlarının başına geçecek ve arkalarına bakmadan kaçacaklardır. Bu ise Allah'a güç değildir.

Devamını oku...

El-diyar gazetesinin saygıdeğer yayın kurulu başkanına;

Merhaba

Gazetenizin 28 Aralık 2011'de yayınlanan sayısında ‘Kuzeyde Hizb-ut Tahrir'in ve 14 Mart güçlerinin hazırlıklarından dolayı güvenlik güçleri endişeleniyor' başlıklı bir haber yayınladı. Haberin verdiği bilgilere göre tam kontrollü olabilmesi, kuzey Lübnan bölgesinin silahsızlandırılması ve bu bölgenin 8 Mart güçlerinden arındırılması için 14 Mart güçleri adı altında bazı selefi grupların Hizb-ut Tahrir ile işbirliği halindedir denildi.

Bu habere göre aşağıdaki hususları açıklıyoruz:

Birincisi: Hizb-ut Tahrir Suriye devrimini desteklediği günden beri, korkutmak ve dolayısıyla devrimi desteklemekten alıkoymak amacıyla Suriye medyası ve ona bağlı olan Lübnan medyası hiç durmadan hizbi askeri/maddi eylemler yapmakla suçluyordu. Bu nedenle sözümüzü tekrar ediyoruz: Güvenlik güçlerinin ve diğerlerinin uydurduğu bu ve benzeri çeşitli suçlamalar hizbi Suriye devrimini desteklemekten alıkoymamıştır ve koymayacaktır da.

İkincisi: Hizb-ut Tahrir ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir ve 1953'de kurulduğundan beri kendi düşüncesine bağlıdır. Hizb'in kendisiyle mücadele ettiği fikirlerden biri de ulusal-bölgesel devlet ve laiklik gibi fikirlerdir. Çünkü bunlar İslam'a ters düşmektedirler. Binaenaleyh hizbin programı, (önce Lübnan) diyen ulusçu ve laik olan 14 Mart güçlerinin programıyla hiç bir şekilde örtüşmez, bilakis tam tersidir. Bütün siyasi faaliyetlerimizde açık olmuştur ki hizb; 14 Mart güçlerinin Suriye rejimine karşı düzenlediği veya organize ettiği her hangi bir gösteri veya eylemlerine katılmamıştır.

Üçüncüsü: Hizb mezhepçilik, bölgesel ve uluslararası ittifaklara dayalı ve Lübnan'daki var olan siyasi kutuplaşmalardan uzak durmuştur. Ayrıca Hizbin kuzey Lübnan'a veya Trablus'a askeri olarak hakim olmak gibi bir hedefi de yoktur. Aksine onun hedefi haberde sizin de belirttiğiniz gibi ‘Gouraund*'un -kurduğu- Lübnan'dan çok daha ötesi' iken, sadece Lübnan'ın kuzeyine mi hakim olacak?!

Bu yüzden saygıdeğer gazetenizin haberi dakik olarak araştırmasını ve bu tür haberler yayınladığı zaman Hizb-ut tahrir'in medya bürosuna başvurmasını rica ediyoruz. Ayrıca basın ve medya kurallarınca bu açıklamada beyan ettiğimiz red yazımızı yayınlamanızı rica ediyoruz. Saygılarımızla.

-------------------------------------------------------------------------------------

* Fransız General Henri Gouraund'a nispeten.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Suriye'deki Müslümanlar: Düşmanlarınızın Eliyle Kriz Yönetiminin Hayatta Kalması İçin Israrcı Olanların Vesayetini Alaşağı Ediniz

Arap Birliği, Suriye'deki krize son vermek amacıyla ulusal birlik hükümeti kurmaya ve erken seçim yapmaya dönük siyasî bir girişim başlatmıştır. Zira 22.01.2012 Pazar günü, Kahire'deki Arap Dışişleri Bakanları toplantısının ardından Katar Başbakanı Hamad Bin Casim'in yaptığı açıklamaya göre bu, Yemen tarzı bir çözüm olacaktır. Nitekim bu toplantı öncesinde Suriye dosyasını izlemekten sorumlu Arap Bakanları Komisyonu bir oturum yapmış ve bu oturumda, yalan ve iftira olarak adlandırılan bir rapor teslim alınmış ve bu kritik raporu, Arap Gözlemcileri Misyonu Başkanı el-Ferîk ed-Dâbî teslim etmiştir. Bu rapor, gözlemcilerin sadece geçen ay Suriye topraklarında bulundukları dönemi kapsamaktadır. Nitekim Arap Birliği Konseyi'nin yaptığı öneriler ışığında katılımcı bakanlar, Suriye'deki Arap gözlemcilerin çalışmasının uzatılması, sayılarının artırılması ve kendilerine gerekli olan desteğin sağlanması kararı almışlardır. Ayrıca Bakan Hamad'ın söylediğine göre, "Esad'ın onurlu bir şekilde çıkışını ve otoritenin barışçıl geçişini" güvence altına alan yol haritasını kapsayan siyasî bir süreç için de çalışılmaktadır.

Hakeza bugün Kahire'de toplananlar, kendilerinden geçmişler ve Yemen krizine dönük Körfez girişimiyle de gurur duymuşlardır. Ancak onlar, Salih'in kaç kez aldattığını, kaç kez yalan söylediğini ve kendisini insanlardan kurtaran ancak alemlerin Rabbinden kurtaramayan dokunulmazlık yoluyla bugün çıkıp gidinceye kadar kaç kişiyi öldürdüğünü ya unutmuşlar yada unutmuş gibidirler. Halbuki bu verilen kararlar, Suriye'deki durumları kötüleştirmeye, insanların masum kanlarını ve acılarını artırmaya ve facir rejimin cürümlerini tırmandırmaya devam etmiştir. Ayrıca zulüm, baskı ve cürümler öyle bir duruma ulaşmıştır ki insanlar, hesaba çekilmekten yada ceza görmekten kaçmayı garantilemeye çalışmaktadırlar. O halde şehitlerin kanları ile işkence gören ve mahkum olan kurbanların kanlarını heder eden Arap Birliği'nin yayınladığı bu kıt kararların içerisindeki bu açık güvencelerin ardından, devrimi sarmalamak ve kurbanla kasabı aynı kefeye koymak için formüle edilmiş bu kararlar nasıl olacak peki!

Ey Karşılığını Sadece Allah'tan Bekleyerek Sabreden Müslümanlar!

Aslında hain Arap rejimleri ve aldıkları kararlar, Batı'nın rahminden gelen ve onun emirlerine itaat eden rejimler olup sadece yüzlerin değişmesiyle yetinmenizi ve Suriye rejiminin kendi hakimiyetleri altında kalmasını istemektedirler. Zira onlar, krizinden çıkması ve verdiğiniz kurbanlara ve akıttığınız kanlara bakmaksızın cezalandırılmaktan kurtulması için rejime çözüm sunmaktadırlar.

Suriye ulusal konseyi ve diğer muhalefetlerin tutumuna gelince; kesinlikle bunlar da aynı Arap rejimlerinin yolunda yürümekteler, sizi ve tahir ayaklanmanızı, üzerinize savaşlar ve belalar açan bizzat sömürgeci kafir devletlerin liderlik ettiği Güvenlik Konseyi'nin eşiğine atmak istemekteler ve kriz yönetiminin düşmanlarınızın ellerinde kalması için ısrar etmektedirler. Dolayısıyla onlar, bilerek yada bilmeyerek sadece araçlardan ibaret olup ayaklanma için çok büyük tehlike oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla da onlar, Allah'ın dininin düşmanı olan çoğulculuk ve demokrasi sloganlarını ağızlarında geveleyip durdukları gibi yönetim sistemine İslam'ın gelmesi ve Batı'yı küstürmemek bahanesiyle de sloganlarının yükseltilmesi hususlarında sizleri uyarmaktadırlar!!

Ey Suriye'deki Muhlis Subaylar!

İslam Devleti, yüzyıllar boyunca dünyanın birinci devleti olmuştur. Nitekim Batılı kafir devletler, hala belleklerinde Hilafet'in, sahte hadaratlarının geleceğini mahrum edeceği, açgözlülüğe ve halkları sömürmeye dayalı olan yaşam yollarını tehdit edeceği kabusunu görmektedirler. Hatta onların, sırf Hilafet Devleti'nin anılmasından ve onun geri dönüşünün tasavvur edilmesinden dolayı dahi tüyleri ürpermektedir. Bu nedenle onlar, İslamî yönetimin geri dönüşüne karşı tüm güçleri ve imkanlarıyla savaş açtıkları gibi Hilafet'in geri dönmesini engellemek için de bizim cildimizden olan bir takım ajanları ve sırtlanları da kullanmaktadırlar. Şayet Allah'tan korkuyor, dininize ve ümmetinize de düşkünseniz yapmanız gereken, İslamî hayatı geri getirmek üzere Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmanız ve sizlerin hayrı için istemiş olduğu hususlarda onunla birlikte olmanızdır. Böylece Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın razı olacağı şekilde gücümüzü ve çabalarımızı birleştirerek vaat edilmiş Hilafet Devleti'ni kuralım. Kim bilir belki de Hilafet Şam'da olur da Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in her iki müjdesi de bir araya gelmiş olur. Zira o, şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." [Ahmed]

Ve şöyle buyurmuştur:

عُقْرُ دَارِ الإِسْلامِ بِالشَّامِ "İslam Dârı'nın merkezi Şam olacaktır." [Taberî]

Belki de bu ikisini üçüncü müjdesi takip edecektir. Zira Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

...تُقَاتِلُونَ الْيَهُودَ حَتَّى يَخْتَبِيَ أَحَدُهُمْ وَرَاءَ الْحَجَرِ فَيَقُولُ يَا عَبْدَ اللَّهِ هَذَا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ "...Yahudilerle savaşacaksınız. Hatta onlardan biri taşın arkasına saklanacak da taş diyecek ki: "Ey Allah'ın kulu arkamda bir Yahudi var gel onu öldür." [Buhari]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yemen Parlamentosu, Kur'an'ın Şeklini Korurken Onun Hükümlerini Yok Etmektedir

Yemen'de günlük olarak yayınlanan hükümetin es-Sevra Gazetesi'nin, 12 Ocak Perşembe günkü 17228. sayısında, "Parlamento, hükümeti Kur'an'ın hata içeren tüm nüshalarını geri çekmeye zorlamaktadır" başlıklı bir haber geçmiştir. Parlamentonun, hükümete yönelik bu önerisi, İslam Hukuku, Adalet ve Vakıflar Hükümleri Raporu Komisyonlarından oluşan ortak komisyonun, Mushaf-ı Şerif'in bazı baskılarında hatalar bulunmaktadır şeklindeki raporuna binaen gelmiştir. Ayrıca Kültür Bakanlığı, limanlarla ilgili makamlar ile kitap fuarı düzenleyen kurumların önerisi de Yemen'e girdirilen ve Yemen'de basılan Mushafları, komisyonun denetlemesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim hata içeren Mushaflar, haber bile olmayan birçok ülkede basılmış ve nüshaları, camilerde, kütüphanelerde ve yayınevlerinde dağıtılmıştır.

Müslüman ülkelerde, tahrif olmuş Mushafları basma girişimleri sürekli tekrarlanmaktadır. Ancak bu hususta garip olan bu girişimlerin Müslüman ülkelerde olması; Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden mevcut rejimlerin, bununla birlikte Kur'an basımına da gerekli ilgi ve önemi vermeyecek duruma geldikleri anlamına gelmektedir. Şayet Allahu Subhânehu, kitabını korumamış olsaydı bu mevcut rejimler, onu ortadan bile kaldırırlardı. O halde Müslümanlar, durumun bu raddeye gelmesinden dolayı haya etmiyorlar mı?!

Parlamentoya gelince; yasa koymak sadece Allah'a ait olup insanın hakkı olmadığı halde kendisini yasa koyucu olarak kabul etmekte ve "ülkenin en yüksek yasama otoritesi" olarak adlandırmaktadır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Ayrıca parlamento, faizli krediler alımının sürdürülmesini de onaylamıştır. Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ "Ey iman edenler! Allah'a ittika edin ve ribadan (faizden) geri kalan (alacaklarınızı) derhal bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz!" [el-Bakara 278]

Ve şöyle buyurmuştur:

الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لاَ يَقُومُونَ إِلاَّ كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَن جَاءهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىَ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ "Faiz yiyenler (kabirlerinden) kalkarken şeytan çarpmışçasına kalkacaklardır. Böyle bir cezaya çarptırılmalarının sebebi, alış-veriş de riba gibidir, demeleridir. Halbuki Allah, alış-verişi helal faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir nasihat gelir de faiz almaktan vazgeçerse, faiz haram kılınmadan önce faizden yediğinden sorumlu tutulmaz. Onun işi Allah'a aittir. Kim ki tekrar faize dönerse onlar cehennemliktirler ve orada ebedi kalacaklardır." [el-Bakara 275]

Yine parlamento, delili varit olmasının ve hakkındaki şeri hükmün bilinmesinin ardından, içki fabrikasının kapatılması hakkında oy kullandığı gibi Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen hükümetlere güvenoyu verilmesi ve hükümetin haksız kararlar vermek için ileri sürdüğü şeylerin sürekli onaylanması gibi hususlarda da oy kullanmıştır. Mesela bu kararlardan sonuncusu, Ali Abdullah Salih'e dokunulmazlık verilmesi ve yargılanmaktan muaf tutulmasıdır. Dahası hükümetin, aşağılık bir şekilde yaptıklarından dolayı muhasebe edilmesinden de vazgeçmiştir.

Tüm bu yaptıklarının da ötesinde, Kur'an'ın şeklini protesto ederken onun hükümlerinin devre dışı bırakılmasını protesto etmemekte, dahası bir kelime dahi etmemektedir?!

Yemen'de, demokrasiye dayalı olan parlamento, saray ve çoğunluğun dışındakiler için elini taşın altına koymadığı gibi onun yanında, bunların dışındakilerin hiçbir kutsallığı da yoktur. Hatta Allah'ın kelamı bile olsa!

Eğer bir hayır murat ediyorsa parlamentoya düşen; hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın Allah'ın farzlarını eda etmesi, beşerî cumhuriyet rejimini kaldırıp ülkelerin ve insanların izzet bulacağı Raşidi Hilafet'i kurmak için haykırması ve yasamayı sürdürerek günah işlememesidir. Zira yasama, sadece Allah'a aittir.

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." [Yûsuf 40]

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru:

Dün, yani 15.01.2012 Pazar günü, OPEC [Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü]'nün İran Elçisi Muhammed Ali Hatîbî, Avrupa Birliği'nin ambargo uygulamaya başlaması halinde İran'ın petrol tedariklerini piyasaların telafi etmesi hususunda körfez ülkelerini uyarmıştır. Ayrıca İran "Doğu" Gazetesi'nde geçtiği üzere şunu da eklemiştir: "Ülkesinin yasaklı tedariklerini, piyasaların telafi etmesinin tahmin dahi edilemez sonuçları olacaktır!"

Yine aynı gün, İran resmî haber ajansının aktardığına göre İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest, Amerika Birleşik Devletleri'nin Hürmüz Boğazı bağlamında İran'a bir mektup teslim ettiğini açıklamıştır. Bunun öncesinde de, yani 28.12.2011'de İran, uluslararası yaptırımların kendine yönelik baskısına bir cevap olarak Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidinde bulunmuş ve bölgede deniz tatbikatı yapacağını açıklamıştır. Nitekim o, farklı boyut ve türlerde füzeler fırlatarak başarılı bir denemede bulunmuş oldu.

Gerçekten İran, Hürmüz Boğazını kapatma hususunda ciddi midir? İran'ın, kendisine karşı ciddi bir savaşın açılması korkusu var mıdır? Mevcut dünya şartları, bu gibi bir savaşa izin verir mi?

Cevap:

Bu soruya cevap vermek için aşağıdaki hususları arz ederiz:

1- İran Devlet Başkanı yardımcısı Muhammed Rıza Rahîmî, Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidinde bulunarak şöyle demiştir: "İran petrolüne yönelik yaptırmlar onandığı taktirde, Hürmüz Boğazı üzerinden bir damla petrol bilece geçemeyecektir." [İran-İRNA / 27.12.2011] Yine İran Devrim Muhafızları Komutanı Yardımcısı Orgeneral Hüseyin Selamî, İran'ın hayati çıkarlarını korumak için kesinlikle harekete geçeceği şeklinde bir tehditte bulunmuştur. Nitekim İran, gerçekleşmesi durumunda savaşa hazır olduğunu göstermek için 31.12.2011'de bölgede deniz tatbikatları yapmıştır. Ancak İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Habibullah Seyyarî, tehditlerin tonunu düşürerek şöyle demiştir: "İran Silahlı Kuvvetleri açısından Hürmüz Boğazı'nı kaptmak gerçekten çok kolaydır. Yada söylediğimiz gibi bu, İran için bir kaşık suda boğmak kadar kolaydır. Ancak şu anda boğazı kapatmaya gerek yoktur..." [İran-Press Televizyonu / 28.12.2011] Buda kendisine karşı bir savaş ve saldırı olmadığı sürece İran'ın, şu anda Hürmüz Boğazı'nı kapatmayacağı anlamına gelmektedir.

2- Raporlar, dünya petrol deniz trafiğinin %30 ila %40 arasındaki oranının, 50 km. genişliğindeki bu boğazdan geçtiğini bildirmektedir. Zira 20 ila 30 arasındaki petrol tankarleri günlük olarak buradan geçmekte olup yaklaşık 19 milyon varilin de günlük olarak buradan geçtiği tahmin edilmektedir. Zira burası, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olduğu gibi sömürgeci Avrupa Devletleri arasında bir rekabet mahalli olmuştur. Nitekim "büyük" İngiltere döneminde burası, İngiliz tacının incisi olarak görülen Hindistan'a giden ana yol olarak itibar edilmekle birlikte buranın kontrolü ele geçirildiğinde İran ve diğer Körfez ülkelerine de hakim olunmaktadır. Ancak geçen asrın yetmişlerinden bu yana İngiltere'nin yerine geçmak için çalışmaya başlayan modern asırdaki Amerika'nın rolüne gelince; Amerika, burasını ulusal güvenliğinin bir parçasa olarak saymakta ve 1993 yılında yapılan ortak savunma anlaşması kılıfı altında Bahreyn'deki Beşinci Filosu'na liderlik etmektedir. Dolayısıyla bu boğaz yoluyla savaş gemilerini Körfez sularında ileri geri dolaştırmaktadır. Dolayısıyla da Avrupa karşısında Amerika'nın zımni onayı olmadıkça İran'ın burasını kapatması kolay olmayacaktır. Nitekim İran, geçen asrın seksenlerinde, Saddamlı Irak'la yaptığı savaşta da onu kapatmakla tehdir etmiş ama bunu yapmamıştır. Tüm bu tehditlerin ardından şimdi, İran Deniz Kuvvetleri Komutanı yukarıda geçen açıklamasına göre boğazın kapatılmasıyla ilgili tehditlerin tonunu düşürmüştür.

3- İran'ın bu tehditlerinin ardından, Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, şöyle demiştir: "Son zamanlarda İran'ın, çok sayıdaki mantıksız davranışlarına şahit olduk. Dolayısıyla bizler onun, uluslararası yaptırımların yükünü her zamankinden daha fazla hissetmeye başladığına ve ona yönelik baskıların yükselmesi de İran içerisindeki eleştirilerin yükselmesine yol açtığına inanıyoruz. Dolayısıyla uluslararası yaptırımların, istenilen sonucu vermeye başladığını ve gerilimi artırdığını tasavvur edebiliriz..." [el-Arabiyye / 30.12.2011] Dolayısıyla Amerika, Yahudiler'in İran'a yönelik askerî saldırı tehditlerini gerçekleştirmesini dizginlemek için İran'ın nükleer programıyla ilgili yaptırımların yeterli olduğunu kanıtlamak istemektedir. Zira Amerikalılar, birkaç yıldan bu yana Yahudi varlığının İran'ı herhangi bir şekilde vurmasının karşısında durmaktadır. Çünkü Amerikalılar, bir çok kez nükleer programla ilgili husus da dahil İran'ı caydırmaya dönük yaptırımların yeterli olduğunu açıklamıştır. Bu nedenle Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü şöyle demiştir: "Yaptırımlar istenilen sonucu vermeye başlamıştır." Nitekim Amerika Savunma Bakanı Leon Panetta, nükleer programını geliştirmeye devam eden İran'ı caydırmaya dönük yaptırımların yeterli olduğu ve her hangi bir yaptırımın da bir seçenek olduğu şeklindeki açıklamalarını birkaç aydan beridir tekrarlayıp durmaktadır. Ayrıca Amerika, Yahudi varlığından, kendisiyle bir koordinasyon olmaksızın İran'a karşı hiçbir şey yapmamasını istemiştir. Bu ise Amerika'nın, işlerin dizginlerini elinde tutma girişiminden ibarettir.

4- Amerika, son dönemlerde Yahudi varlığının, İran'ın nükleer tesislerine karşı askerî bir saldırıda bulunma yönünde ciddi ve kasıtlı bir niyetinin olduğunu ve İngiltere'nin de ciddi bir hamlede bulunarak Yahudi varlığının bu saldırı yönünü desteklediğini gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle Amerika, İran Merkez Bankası ile olan ilkişkilerin yasaklanmasına varıncaya kadar sert yaptırımların olması yönünde hareket etmeye çağırmaktadır. Zira 13.01.2012'de bir Amerikalı yetkili, geçen ay nükleer programdan vazgeçmeye zorlamak amacıyla Amerika'nın İran'a dayattığı yeni yaptırımların hedefinin, İran Merkez Bankası'nın çalışmasını felce uğratmak olduğunu açıklamıştır. Buda bu bankanın, uluslararası bankalarla olan ilişkisini zora sokacaktır. Amerika bu şekilde, yaptırımlar ve yaptırımların sertleştirilmesi hususundaki çözümü göstermeye çalışmaktadır. Buda hem Yahudi varlığının bu gibi bir saldırıya yönelmesini hemde başta İngilizler olmak üzere Avrupalıların bu konuda bir rol oynamalarını engellemek içindir.

5- Nitekim ortada Avrupa'nın, İran'a yönelik askerî bir saldırıya yönlendirdiğine, Yahudi varlığını buna teşvik ettiğine dahası bunun için gerekli olan şeyleri ona sağlayacağına, bununla ilgili hususlarda onun arkasında duracağına delalet eden göstergeler bulunmaktadır. Zira iki yıl önce Fransa, İran üzerinde casusluk yapması için bölgeye yapay bir uydu göndermiş ve Yahudi varlığına, İran'ın askerî tesisleri ile nükleer tesisleri ve çalışmaları hakkındaki görüntüleri ve bilgileri sağlamıştır. Yine Almanya, Yahudi varlığına füze taşıyan modern denizaltıları sağlamıştır. Ayrıca İngiltere, bu konuda Yahudi varlığı ile askerî olarak güçlü bir koordinasyon içerisindedir. Zira Savunma Bakanı Philip Hammond, "Boğazı kapatmaya dönük olası her türlü girişimlerine karşı İran'ı" tehdit etmesinin yanı sıra medya organları, sürekli olarak durumu tırmandırmaya ve kamuoyunu İran'a karşı kışkırtmaya çalışmaktadırlar. Çünkü 03.11.2011'de Guardian Gazetesi'nde şöyle geçmiştir: "İngiliz kuvvetleri, İran'a karşı askerî bir operasyonda bulunma olasılığı için hazırlıklara hız vermiştir. Buda İran'ın nükleer programından korkulduğu bahanesiyle olacaktır." Ayrıca İngilizler, son aylarda Yahudi varlığı ile olan bağlantılarını yoğunlaştırmışlardır. Zira 02.11.2011'de Amerikan (UPI) Ajansı şunu aktarmıştır: "İngiltere Genelkurmay Başkanı General David Richards, "İsrail'e" üç gün süren gizli bir ziyarette bulunurken "İsrail'in" İran'a karşı askerî bir saldırıda bulunma hususundaki konuşmaların arttığı bir zamanda da "İsrail" Savunma Bakanı Ehud Barak, 02.11.2011'de İngiltere'ye gitmiştir." Yine İngiliz "Daily Mail" Gazetesi, 10.11.2011'de kendi web sitesindeki bir rapor çerçevesinde şöyle demiştir: "İngiliz hükümeti yetkilileri, hükümet içerisinde "İsrail'in", er yada geç İran nükleer tesislerini hedef almak için çalışacağı şeklinde bir anlayışın olduğunu vurgulamaktadırlar." Dahası "İsrail" medyası, 11.2011 ayının başlarında şunları aktarmışlardır: Siyonist Hava Kuvvetleri, NATO'nun İtalya'daki üslerinden birinde hava tatbikatları yapmıştır. Bu tatbikat, uzun vadeli bir gelecekteki saldırıya katılabilecek bütün hava teşkilatlarını kapsamaktadır.

6- Yine "İsrail", bu ayda İran ‘ın nükleer tesislerini vurmakla ilgili tehdidini yükseltmiştir. Zira Amerikan "The Wall Street Journal" Gazetesi, 14.01.2011'de şöyle geçmiştir: Washington, "İsrail'in" İran'daki nükleer tesislere yönelik olası bir askerî saldırıda bulunmasından korkmaktadır. Buda Amerikalı yetkilileri, bu saldırının reddedilmesini ifade eden mesajları yoğunlaştırmaya ve bu saldırının sonuçları hususunda İsrailli yetkilileri uyarmaya sevk etmektedir... Yine gazete, konu hakkında bahsettiği rapor kapsamında şöyle demiştir: Amerika Başkanı Barack Obama, Savunma Bakanı Leon Panetta ve diğer Amerikalı üst düzey yetkililer, son zamanlarda olası saldırının vahim sonuçları hakkında uyarmak için İsrailli yetkililere bir dizi gizli mektuplar göndermişler ve Amerika'nın tutumunun, yaptırımların semeresinin alınması ve ardından da İran'ın, nükleer silah üretmekten vazgeçmesi amacıyla Tahran'a uygulanan yaptırımlar için daha fazla zaman verilmesi olduğunu bildirmişlerdir.

7- Amerika, İran'ı etkileyebilecek yaptırımlara odaklanmaktadır. Zira özellikle 2012 yılı, Amerika Devlet Başkanlığı seçimleri yılı iken askerî bir harekatın hiçbir faydası yoktur. Bundan dolayı Yahudi devleti ve Avrupalılar, İran'a karşı askerî bir saldırıda bulunmak için Amerika'nın bu seçim yılını istismar etmek istemektedirler. Zira mevcut yönetim, Obama'nın ikinci kez başkanlığı kazanmasıyla meşgul olmakta ve Yahudiler ile diğerlerinin oylarını almaya çalışmaktadır. Böyle bir saldırı başladığında Amerika, zor bir durumda kalacağı gibi bunun, seçimler döneminde meydana gelmesi durumunda da onu desteklemek zorunda bırakacaktır. Aynı şekilde bu durum, bölgede Amerika'yı karıştıracak olmasının yanı sıra Avrupalılara ve özellikle de kökleşmiş İngilizlere, bölgeyi sömürmek için müdahalede bulunma ve Körfez bölgesinde etkili rol oynama fırsatı verecektir. Ayrıca bölgedeki Amerikan nüfuzunu sarsmaya, İran içindeki durumu istikrarsızlaştırmaya ve İran'da, 1979 ylındaki İran devriminde ajanları Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin devrilmesinin ardından kaybettikleri nüfuzun bir kısmını elde etmenin zeminini hazırlamaya çalışmaktadırlar.

8- Hakeza Amerikan politikası, yaptırımların yetersiz olduğuna odaklanmakta olup her ne zaman seçim yılında Avrupa'nın desteğiyle Yahudi devletinin hırs gösterdiği savaş riski yaklaşsa bu onu germektedir. Belki de Amerika, geçen miladi yılın sonunda onlara verdiği fırsatı kaçırmış olacaktır. Zira geçen yılın sonunda, bu saldırı için öngörülen bir tarihin olduğu şeklinde haberler sızmıştır. Nitekim 10.11.2011'de "al-mashhad.com/News" sitesinde şöyle geçmiştir: "İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan ismini vermek istemeyen bir yetkili, İngiliz bakanların "İsrail" saldırısının ya Noel'in yada 2012 yılının başında olabileceği bilgisini verdiklerini ifşa etmiştir." Bununla birlikte, seçim yılının şartları nedeniyle Amerikan idaresinin kartlarını karıştırmak amacıyla Avrupa ve Yahudi varlığı tarafından yeni girişimlerin olması da ihtimal dışı değildir. Dolayısıyla Amerika'nın, onların bu fırsattan yararlanmalarına kesinlikle izin vermeycek olmasının yanı sıra işlerin dizginlerini elinde tutarak beklemeye devam edecek olması beklenmektedir. Zira her nezaman Avrupa, seçim yılında İran'a askerî saldırı yapması amacıyla Yahudi varlığını desteklemeye yaklaşsa Obama, Yahudi oylarının karşısında sıkıntıya düşmektedir. Ayrıca her ne zaman Obama, Yahudiler için sert yaptırımlar açıklasa bu, kalıcı bir çözüm olup İran'a askerî bir saldırı olmamaktadır! Zira o, Yahudilerin oylarını kazanmak amacıyla yaptırımları sertleştirerek onların çıkarları için çalışmaktadır.

9- Avrupa'nın İran petrolünü ithal etmemekle ilgili yaptırımları sonucunda ortaya çıkacak eksikliği telafi etmeleri halinde İran'ın, Körfez ülkeleri bunun sorumluluğunu yükleneceklerdir şeklindeki açıklamasına gelince; bu açıklama, petrol piyasasında gerginlik çıkarmak amacıyla Hürmüz Boğazı'nın kapatılmasıyla ilgili açıklamaların yörüngesinde dönmektedir. Böylece fiyatlar yükselecek ve bu, özellikle ekonomik krize maruz kalan Avrupa'yı da etkileyecektir. Böylece de Avrupa, İran'a askerî operasyon yapması için Yahudi varlığını desteklemeyi sürdüremeyecektir.

10- Obama'nın, İran yetkililerine dönük mektubuna gelince; bununla ilgili sır perdesi hala açılmış değildir. Ancak bu mektubun, gerek Hürmüz Boğazı'nın kapatılmasıyla ilgili açıklamalar bakımından olsun gerekse de Körfez ülkelerini, petrol tedariklerindeki eksikliği telafi etmeleri durumunda bunun sorumluluğunu yüklenmekle tehdit eden açıklamalar bakımından olsun gerginlik atmosferini hafifletmek için Amerika'dan İran'ın "uyarılmasını" talep eden bir mektup olması muhtemeldir. Buda Avrupa ile Yahudileri, seçim yılında İran'a karşı askerî bir operasyon yapılmasını istismar etmelerine iten provokasyonu hafifletmek içindir. Nitekim son günlerde, Amerika Birleşik Devletleri ile İran'ın, aralarındaki gerginliğin boyutunu hafifletme bağlamında bazı adımlar attıklarına dair kanıtlar ortaya çıkmıştır. Zira Tahran, bu ay içerisinde Birleşmiş Milletlere bağlı nükleer müfettişlerinden bir hayeti kabul ederken Washington da aynı ay içerisinde iki kez, bölgede kazaya uğrayan İranlı denizcileri kurtarmıştır. [Wall Street Journal Gazetesi / 14.01.2012]

11- İnsana acı veren şey ise ülkesi, suyu ve Hürmüz Boğazı da dahil Körfez Bölgesinin, Amerikan güvenliğinin bir parçası olmasının yanı sıra yaşamsal ve stratejik çıkarlarından önemli bir çıkar olmasıdır. Halbuki burası, sırf Müslüman bir bölge olup Arap ve Fars olarak isimlendirilen kısımlarıyla körfezi de Müslümandır. Mesela Umman Körfezi Müslüman bir körfez ve Hürmüz Boğazı da Müslüman bir boğaz olduğu gibi Müslümanlar bu bölgelerden her birini, Portekizlerden Hollandalılara, Fransızlara ve İngilizlere varıncaya kadar Avrupalıların istilalarına karşı savunmuşlardır... En son olarak da Amerikalılar gelerek bu bölgeye tahakküm etmek ve servetlerini yağmalamak için çalışmaktadırlar.

Bundan daha da kötüsü bu uluslararası çatışmanın, hedeflerini kolaylaştırmak için bölgede yönetici araçlar buluyor olmalarıdır. Ancak Allah'ın izniyle Körfez bölgesi de dahil bu ümmetin kalkınması için fazla zaman kalmamıştır. İşte o zaman ümmet, Raşidi Hilafet'in olduğu tek bir devletin altında tek bir ümmet olacak ve bu devletlerin, Müslüman ülkelerin her hangi bir parçasına uzanan ellerini koparacaktır. Bekleyeni için yarın çok yakın degil midir?

Hülasası:

1- Özellikle İngilizler olmak üzere Avrupa ve Yahudi varlığı, İran'ın nükleer tesislerine dönük askerî saldırıya yönelerek Obama'nın seçim yarışını istismar etmek istemektedirler. Çünkü bu durum, askerî saldırıya karşı çıkan Obama'yı sıkıntıya sokacaktır. Zira onun, Yahudilerin oylarına ihtiyacı vardır.

2- Obama, İran'ı önemsemekte ve Savunma Bakanı Leon Panetta'nın 08.01.2012'de açıkladığı üzere Amerika'nın Hürmüz Buğazı'na dönük koyduğu kırmızı çizgileri geçmediği sürece de ona yönelik askerî bir saldırıyı istememektedir. Aynı zamanda Yahudi varlığını da önemsemekte ve Yahudilerin oylarını kaybetmek istememektedir. Bu nedenle Yahudi varlığının önem verdiği İran'ın nükleer silahını önlemenin en iyi yol olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Çünkü askerî operasyonun hiçbir faydası olmadığı gibi bilakis Amerika ile Batı'nın çıkarlarını etkileyecek şekilde tüm bölgeye de zarar verecektir.

Binaenaleyh Obama, her ne zaman askerî operasyon yaklaşsa ve her ne zaman dikkatleri, İran Merkez Bankası'va varıncaya kadar yaptırımların sertleşmesine çekse etkin bir silah olarak askerî operasyona değil İran'ın nükleer çabalarına yoğunlaşmaktadır. Dolayısıyla bu meseledeki uyuşmazlığın, en azından Amerika'nın seçim yılı boyunca devam etmesi beklenmektedir. Avrupa ve Yahudi varlığı da İran'ın nükleer tesiserine yönelik askerî saldırıda bulunma fırsatını istismar etmeye yoğunlaşacaklardır. Amerika ise yaptırımların, yaptırımları sertleştirmenin ve benzerlerinin kalıcı bir çözüm olduğunu göstererek bunu engellemeye yoğunlaşacaktır...

3- Obama'nın, İran'a dönük mektubuna gelince; bununla ilgili sır perdesi hala açılmamakla birlikte bu mektubun, askerî operasyonun gerekçelerini ortadan kaldırmak için Hürmüz Boğazı'nın kapatılmasıyla ilgili açıklamalar ile Körfez tehdidi çerçevesindeki açıklamaların sonucunda ortaya çıkan gerginliği hafifletmek için İran'ın "uyarılmasını" talep eden bir mektup olması muhtemeldir.

4- Acı olan ise Batılı devletlerin, Müslüman bölgelerimizde bir birleriyle mücadele etmeleri ve bölgede, kendileriyle birlikte hareket edecek araçlar bulmalarıdır. Halbuki bunun yerine Raşidi Hilafet'in olduğu bizim devletimiz olduğunda o, tahir Müslüman ülkelerimize uzanan bütün elleri koparacaktır. Ayrıca ne bu zulüm nede bu karanlık devam edecektir. Allah'ın izniyle de hem İslam hem de Hilafet gelmektedir.

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ "Onun haberini pek yakında öğreneceksiniz." [Sa'd 88]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER