Salı, 25 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Kanunsuz Olarak Yasaklanması Davası, Altı Yıldır Beklemektedir O Halde Yargı Bağımsızlığının Manası, Tagut Yöneticilerin Zulmünü mü Kolaylaştırmaktır?!

Hizb-ut Tahrir, İslam dünyasına yayılmış büyük siyasî bir hizib olup Hilafet'i ikame etmek yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatmak için kırk küsur ülkede çalışmaktadır. Çünkü hizib, kafir kapitalist rejimi Müslüman ülkelerden söküp atmak ve Raşidi Hilafet'i kurmak istemektedir. Bu nedenle başta Amerika ve İngiltere'nin olduğu sömürgeciler, ajanları aracılığıyla Müslüman ülkelerde Hizb-ut Tahrir'i yasaklamaktadırlar. Nitekim Amerikan ajanı Müşerref, Amerika'nın direktifleri doğrultusunda 2003 yılında hizbi yasaklamış ve bunu yapmak için herhangi bir gerekçe gösterme noktasında da başarısız olmuştur. Zira bizzat Müşerref tarafından kurulan Kartuşi'deki Terörle Mücadele Mahkemesi, hizbin üyelerine yönelik fabrikasyon davada, Hizb-ut Tahrir'in yasaklanmasına dönük hükümetin kararında herhangi bir sebebin zikredilmediğini söylemiştir. Hakeza yasak, geçersiz olmaktadır.

Dolayısıyla rejim, iddiasını destekleyen meşru yada yasal tek bir delile dahi sahip değildir. Çünkü Hizb-ut Tahrir, Hilafet'i kurmak için silah taşınmasına inanmamaktadır. Halbuki geçen altı yıl boyunca mahkemenin işlemlerini uzatması için hükümetin taktik olarak kullandığı sebep işte budur. Yargıtay ise hükümet tarafından herhangi bir delil sunulmamasına dayalı olarak Hizb-ut Tahrir'e dayatılan yasağı kaldırma emrini vermek yerine mahkemeye uzun zaman vermek yoluyla hükümetin rasgele baskısını sürdürmeye devam etmesine izin vermektedir. Zira hükümet, geçen altı yıl boyunca hizbin üyelerini tutuklamak için defalarca hizbin yasaklı bir örgüt olduğunu gerekçe olarak kullanmıştır. Ayrıca hükümet, herhangi bir barışçıl gösteri yada genel bir toplantı yapmamıza da izin vermemektedir. Zira üyelerimiz, hükümetin birimleri tarafından hiçbir neden gösterilmeksizin kaçırılmakta ardından da işkence edilip ıssız bir yere atılmaktadırlar. Nitekim hükümetin birimleri tarafından kaçırılan hizbin üyesi Rahimyar Hân ve Dr. Abdukayyum hala altı aydır işkence zindanlarında tutulmaktadırlar.

Bu düşmancıl eylemlerden sorumlu olan bizzat hain yöneticiler ve sözde "bağımsız yargıdır". Zira yargı, Amerika'nın ajanları olan bu yöneticilerin yasal kılıfıdır.

Yarın, Hizb-ut Tahrir'in yasaklı davasına bakılacağı bir oturum olacaktır. Dur bakalım mahkeme, bu kez yine geçen altı yıl boyunca yaptığı gibi hükümetin yanında mı yer alacak yoksa Allah [Subhânehu ve Te'âla] ile Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den korkarak Hizb-ut Tahrir'e dayatılan yasağı mı kaldıracak göreceğiz?

Muhlis avukatlardan ve insan hakları örgütlerinden, bu baskı karşısında seslerini yükseltmelerini talep ediyoruz. Hükümete de deriz ki; Hizb-ut Tahrir, geçen altmış yıl boyunca dünyanın dört bir tarafında katliam, düşmanlık, tutuklanma ve yasakla karşılaştı da hizbin, Hilafet'i kurmak olan hedefinden saptırmayı başaramadınız. Zira Nebi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi olan Hilafet'in kurulması, ama bugün ama yarın kesinlikle gerçekleşecektir Allah'ın izniyle.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya, İçkiyi Yasaklayan Yerel Kanunların İptal Edilmesini Reddeder

çişleri Bakanı, içki dolaşımını ve satışını yasaklayan birçok yerel kanunları iptal etmiştir. Zira bu, Tngrang, Bandung ve Andrameo bölgelerini kapsamaktadır.

İçişleri Bakanı açısından yerel kanunların kaldırılması, kendisinden daha yüksek olan bir hükümle çelişmesinden dolayı yapılması gereken bir husustur. Bu hüküm ise içkinin bazı bölgelerdeki dolaşımını sınırlandıran ancak tamamen yasaklamayan 1997 yılına ait 3 nolu Devlet Başkanı kararıdır.

Bu iptal, ahlakî çöküntünün ortadan kaldırılmasına dönük çabalarla çelişmekle birlikte şuan bu devlette en ciddi sorun olarak görülen cürümleri de artıracaktır. Halbuki bu yerel kanunlar, cürüm oranı %80 azalan Bulukunba Güney Sulawesi'de meydana geldiği üzere cürümlerin azalmasına yol açmaktadır.

Buna binaen Hizb-ut Tahrir / Endonezya olarak, aşağıdaki hususları açıklarız:

1- İçişleri Bakanı'nın yaptığı içkiyi yasaklayan yerel kanunların iptal edilmesini kınarız. Çünkü bunların iptali, toplum içerisinde içkinin dolaşımını mubah kılmaktadır. Halbuki şeri olarak bilinmektedir ki; içki yada habis olan şeyler, bireylerin ahlakı için tehlikeli olup cürümlerin artmasına neden olmaktadırlar.

2- Bakan'ın, bu yerel kanunların, Devlet Başkanı kararına aykırı olduğuna dair gerekçesini reddederiz. Zira Devlet Başkanı'nın bu kararı, şeriata aykırı olmasından ve en büyük Müslüman bir ülkede içkinin serbestçe ve cüretkar bir şekilde dolaşımının önünü açmasından dolayı iptal edilmesi gerekmektedir. Bilhassa da bu kanun, devrik başkan Suharto'nun döneminde çıkarılmıştır.

3- Bu yerel kanunların iptal edilmesi, Endonezya hükümetinin laik kapitalist rejimi, şeri hükme ve tebanın evlatlarının ahlakını korumaya tercih ettiğini göstermektedir. Bu nedenledir ki Hizb-ut Tahrir / Endonezya olarak Müslümanları, her nerede olurlarsa olsunlar İslamî Hilafet'in gölgesinde tüm İslamî hükümlerin tatbik edileceği İslamî hayatı icat etmek için çalışmalarını artırmaya davet ediyoruz. Zira böylece devletin bütün vilayetlerindeki hükümler, birbiriyle çelişmeyen tek bir hüküm olacaktır. Çünkü bunlar, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vahyinin teşkil ettiği Kur'an-il Kerim ve nebevî sünnetten alınmış hükümlerdir. İşte buda, sorunların ortadan kalkmasına, cürümlerin yok olmasına ve tebanın haklarının korunmasına götürecektir.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Endonezya Resmi Sözcüsü
Muhammed İsmail Yusanto

Devamını oku...

El-Cuveyda cezaevinde tutuklu bulunan üstad Halid Ömer'in, son günlerde ilacını alması yasaklanmış ve ziyareti engellenmiştir. Zira ilaca acil ihtiyacı olmasına ve kendisini muayene eden doktora göre yüksek tansiyonu bulunmasına rağmen cezaevi idaresi, ailesinin ona ilaç girdirme isteğine yanıt vermemiştir. Ancak Kızıl Haç Örgütü'nün cezaevini ziyaret etmesinin ardından cezaevi idaresi, baskı altında ona ilaç girdirilmesine izin vermiştir.

Halid Ömer'in neden tutuklandığını bilmeyenlere deriz ki; Halid, ülke servetlerini yağmalamaktan, ülkenin arazilerini satmaktan, ülke kaynaklarını ipotek etmekten ve ülkenin paralarını boşa harcamaktan dolayı tutuklanmamasının yanı sıra fosfat, potasyum, elektrik ve tek ülke limanı gibi kamu mallarını satmaktan dolayı da tutuklanmadığı gibi on yedi milyar doları aşan büyük borçlara neden olmaktan dolayı da tutuklanmamıştır. Ayrıca ülkeyi, İslam ümmetine düşman olanların ve kompla kuranların hepsi için otlak yeri yapmaktan dolayı tutuklanmadığı gibi rejimin gözettiği ve ümmetin paralarıyla servetlerini kandi hesabına gasbetmeleri amacıyla beslediği fasit komisyonculardan biri olduğu için de tutuklanmamıştır!

Peki yolsuzluk dava mağdurları beş yıldızlı cezaevlerinde kalırlarken, bunlardan bazıları tedavi görmeleri için Ürdün dışına gönderilirken ve cezaevi dışındaki insanların bile karşılaşmadığı bakım ve ilginin zevkini çıkarırlarken bu şâb, neden tutuklandı da gerekli olan ilacını alması ve ailesinin kendisini ziyaret etmesi yasaklanmaktadır! Halid'in suçu, yolsuzluk dava mağdurlarından daha mı büyüktü ki?

Oysa Halid'in tek suçu, bu fasit rejimleri kökünden söküp atmak, Allah'ın kulları için razı olduğu nizamı, yani Allahu Subhânehu'nun şeriatıyla hükmedecek, adaleti sağlayacak, bütün insanların bakım ve ilgisinden dolayı hoşnut olacağı, onuru koruyacak, Müslümanların dinleriyle izzet bulacağı, siyasetçilerinin Beyaz Saray'a gitmeyeceği bilakis yönlerini Beyt-il Atîk yönüne döndürecekleri İslamî Hilafet'i kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaktır.

İşte onun suçu bundan ibarettir. O halde ümmetinin izzetini ve onurunu isteyen mi yoksa onu zillet ve aşağılanma içerisinde boğan ve kaynaklarını yağmalayan kimse mi daha çok cezaevini hak etmektedir?

Ürdün'deki baskı araçlarına da deriz ki; sizler de bu fasit komisyonculardan daha az kötü değilsiniz. Zira sizler, zulmeden rejimin eli ve onun vuran sopasısınız. Şayet düşünürseniz bunda sizin için ibretler vardır. Zira rejim, sokaklar hareketlenmeye başlayınca kendi hesabına hırsızlık yapanları nasılda kurban olarak sunmaya başlayıverdi. Dolayısıyla yolsuzluk davalarının kurbanları gibi baskıcı davaların kurbanları olacak olmanızdan dolayı sizin akıbetiniz daha iğrenç olacaktır. Keşke akledebilseydiniz!

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ "Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İçinizde Hiç Dosdoğru Bir Adam Yok Mu?!

Hunhar Suriye rejimi, önceki gün Humus kentinde vahşi bir katliama imza attı. Beşşar el-Esed'in zebanileri kenti çevirip üzerine ateş yağdırdı. Medyada geçen haberlere göre yaklaşık 300'den fazla insan katledildi, 1000'in üzerine yaralı var. Kuşkusuz bu katliamlar ilk kez yaşanmıyor, halk hareketinin başladığı günden beri dozu artan şiddette devam ediyor. Güya bölgenin liderliğine ve rol modelliğine soyunun Türkiye de dahil bütün dünya, kadın, çocuk, genç yaşlı, masum suçlu ayrımı yapmayan bu insafsız canavarların pervasız katliamlarını ölüm sessizliği içinde seyrediyor. Arap Birliği göstermelik olarak toplantılar düzenliyor, birtakım içi boş kararlar alıyor, gözü körleri gözlemci diye gönderiyor. Birleşmiş Milletler, NATO, İslam Konferansı Örgütü vs. devletlerarası ve bölgesel kurumlar cılız ve kof tepkilerle top çevirip duruyor.

Muhakkak ki Beşşar el-Esed liderliğindeki Suriye rejimi uzun süredir Amerika'nın kuklasıdır ve Amerika, devletlerarası ve bölgesel kuruluşlar yoluyla süreci uzatarak el-Esed rejimine zaman kazandırmakta, bu zaman zarfında iktidar alternatifler oluşturmaya çalışmakta, muayyen bir sonuca varılıncaya kadar mazlum Suriye halkını, Suriye ordusunun samimi askerlerini ve hak sözü haykıran ileri gelenlerini korkunç bir katletme ve tasfiye etme operasyonuna devam etmesi için zalim rejime yeşil ışık yakmaktadır. Dolayısıyla rahatlıkla denebilir ki Suriye'de süregelen bu kanlı operasyonun doğrudan hedefi genel anlamda İslam ve Müslümanlar, özel olarak İslami hayatın yeniden başlatılmasıdır. Devletlerarası kurumların içi boş dalaverelerinin sebebi işte budur! Bölgesel kurumların kör bakışlarının sebebi budur! Türkiye de dâhil bölgedeki güdümlü uydu devletlerin ölüm sessizliğinin sebebi işte budur! Sağır kulakların bu sessizliği, kör gözlerin bu yumuluşu öyle bir dereceye vardı ki kimi İslami kesimler de dahil çoğu durumda harekete geçip ortalığı ayağa kaldıranlar, şimdilerde kahredici bir yere çakılmışlık pozisyonundalar!

Dünyanın sustuğu, kurumların ve kuruluşların sustuğu, bölge devletlerinin ve ordularının sustuğu, sözde duyarlı kesimlerin sustuğu, halkların sustuğu böyle bir vahşet karşısında, bu apaçık İslam ve Müslüman düşmanlığı karşısında bizler susmayacağız, susmayacağız, susmayacağız! Her şeyi gören, her şeye şahit olan Allah Subhânehu'ya yalvaracağız, O'ndan medet umacağız, O'ndan zafer bekleyeceğiz. Tâ ki Raşidî Hilâfet Devleti'nin şanlı orduları Rablerinin emrine itaatle Küfrün zulümlerini İslam'ın adaletine dönüştürünceye kadar...

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا  Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi halkı zâlim olan bu beldeden çıkar, bize katından bir velî, koruyucu gönder ve bize katından bir yardımcı gönder" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?! [en-Nîsa 75]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Değil 117 Sene, 1170 Sene De Verseniz, Hizb-ut Tahrir'i Asla ve Kat'a Yıldıramayacaksınız!

Hizb-ut Tahrir, 2 Eylül 2005 günü İstanbul'daki Fatih Camii önünde tüm Müslümanlara, İslam Ümmeti'nin geçmişini ve bugününü çarpıcı örnekler ve izahatlarla beyan edip tek kurtuluş yolunun Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulmasından geçtiğini bütün dünyaya haykıran muhteşem bir organizasyona imza atmıştı. Hilâfet'in yıkılışının Hicrî yıldönümü münasebetiyle Türkiye'de Fatih Camii'nde düzenlenen bu gösterinin aynı formattaki benzerleri, aynı günde, aynı vakitte, aynı konuşma metniyle Endonezya'dan Fas'a kadar çok sayıda halkı Müslüman ülkede de düzenlenmişti.

40'a yakın ülkede düzenlenen bu gösteriler akabinde, Türkiye'den güya demokrasi, güya insan hakları, güya sosyal reformlar, güya gelişmişlik bakımından çok daha geride kalmış olanlarında bile görülmemiş bir şiddet, görülmemiş bir medya yaygarası, görülmemiş bir terör kasırgası, görülmemiş bir yargı saldırısı ve görülmemiş bir ceza yağmuru Türkiye'de görülmüş, 24 Ocak 2011 günü sonuçlanan davada 49 Müslüman hakkında toplam 117 sene hapis cezası verilmiştir. Demokrasi, düşünce özgürlüğü, insan hakları havarisi kesilenler, söz konusu İslam olunca, söz konusu İslam Devleti Hilâfet olunca, söz konusu İslam'a davet eden Hizb-ut Tahrir olunca, söz konusu Ümmet'in ihlaslı evlatları olunca, bu kez aslan kesilip pervasızca adli takibatlar yapmaktan, tutuklama dalgaları başlatmaktan, son kullanma tarihi koyar gibi asırlık saçma sapan cezalar vermekten haya etmemektedirler.

Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. İslami hayatı yeniden başlatma gayesini, hiçbir şiddet eylemine karışmaksızın, yalnızca fikri ve siyasi çalışmalarla gerçekleştirme çabası içerisindedir. Güneş balçıkla sıvanmaz misali, bütün dünya, hatta bu cezayı verenler ve verdirenler dahi bu gerçeği hiç kuşkusuz bilmektedir. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e "el-Emin" (güvenilir) deyip dindaşlarına vermedikleri emanetleri O'na verdikleri, O'nun gerçekten Allah'ın Rasulü olduğundan çocuklarının kendi çocukları olduğundan daha emin oldukları halde yine de kendi içlerinde kendilerini yalanlaya yalanlaya O'na, "sihirbaz, yalancı, fitneci" diyenlerle bugün Müslümanlara bile bile "terörist, fundamentalist, irticacı" diyenler arasında ne fark vardır? Kendi çürük, kokuşmuş ve Batılı fikirleriyle Müslümanlara karşı mücadeleden aciz kalanlar, bu ithamlarında yalancı ve iftiracı olduklarını kesinlikle bildikleri gibi, değil 117 sene 1170 sene de verseler, Hizb-ut Tahrir'i asla ve kat'a yolundan saptıramayacaklarını, Hilâfet'in kurulmasını gerçekleştirerek Allah Subhânehu'nun vaadini er veya geç gerçekleştireceğini ve bekçiliğini yaptıkları bu zalim rejimin Saddam'ın, Kaddafi'nin ve diğer zorbaların rejimleri gibi devrileceğini de kesinlikle bilmektedirler.

أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ، وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ، إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  "Görmüyor musun, onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapamayacakları şeyleri söylerler. Ancak îman edip sâlih amel işleyenler, Allah'ı çokça zikredip zulme uğratıldıktan sonra zafere ulaşmaya çalışanlar başkadır! Zaten zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 224-227]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin Otoritesi, Filistin ve Halkını Yahudilere Satmakta Bedelini de Filistin Halkının Ödemesini İstemektedir!

Otoritenin, Filistin halkının geçimlerini takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle, özellikle de çiftçileri kapsayan ve sanayiciler ile tüccarlar için de külfetli olan yeni vergi kanunlarının açıklanmasının ardından Filistin topraklarına büyük bir hınç ve öfke yayılmıştır. Dolayısıyla bu, insanları bitkin düşürmek için zaten yüksek olan fiyatların daha da yükselmesine yol açacaktır. Dolayısıyla buda, Ramallah, Tulkerim, Ebu Deys ve diğer bölgelerdeki göstericilerin sokaklara çıkmasına yol açmasının yanı sıra tüm kurumlar, guruplar ve eğilimler tarafından otoriteyi eleştiren sesler yükselmiştir. Hizb-ut Tahrir olarak bizler, bu hususta defalarca uyarıda bulunduğumuzu vurgulayarak deriz ki:

Otorite, Filistin topraklarının büyük bir kısmını Yahudilere feragat etmeyi gerektiren hain Oslo Anlaşma'larını imzalamasının ardından, Filistin halkının sefil yaşantısını yükselteceğinin, işgalcinin koyduğu vergileri hafifleteceğinin ve Batı şeria ile Gazze Şeridi'nin işgalciden kurtulmuş Filistin toprakları olduğunun propagandasını yapmaktadır. Böylece insanları, Filistin'i kurtarmada başarısız olan Arap yöneticiler ile Filistin'i Yahudilere veren bağışçı Batılı devletlerin paralarıyla lüks bir hayat yaşayacaklarına inandıracaktır.

Bazı menfaatçiler, otoritenin yalanlarını doğrulamalarına ve kimlerin gören gözleri kör ettiğini görmelerine rağmen otoritenin ve tabiilerinin kötülüklerine rıza göstermekteler ve otorite, vaat ettiği dünyevî menfaatleri gerçekleştirse bile mübarek Filistin topraklarının bir karışını bile Yahudilere feragat etmenin haram olduğunu unutmaktadırlar. Ancak şeytanî vaatleri gerçekleştirecek olmalarından dolayı heyhat ki heyhat!

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُوراً "(Şeytan) onlara vaadde bulunur ve onlara (boş) ümitler verir; halbuki şeytanın onlara vaadde bulunması aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisâ 120]

Filistin Kurtuluş Örgütü ile otoritenin ortaya çıkardığı şeyin, kötü meyvesi olan habis bir bitkiden başka bir şey olmadığını bir kez daha vurgularız. Zira otorite, Filistin'in büyük bir bölümünü su istimal ettikten, işgalcinin güvenliğini korumak için onunla güvenlik koordinasyonu kurduktan, işgalcinin politik, güvenlik ve malî yükünü kaldırdıktan ve onu, tarihin en ucuz işgalcisi yaptıktan sonra şimdi de Batı Şeria ve Gazze'nin kurtulmadığını dahası hala işgal altında olduğunu açıkladığı gibi bağışçı devletler ile Yahudi devleti de, siyasî vaatlerinden dönmesinin ardından malî sözlerinden de dönmüştürler. Ayrıca otorite de, Filistin'in bir bütün olarak kurtuluşunun mesuliyetini yüklenmesi için onu İslam ümmetinin kucağına geri vermek yerine saçma müzakerelere devam etmekte, kendi adamları ile Yahudilerin güvenliğini koruyan güvenlik birimlerine para toplamak için Filistin halkının yiyeceklerini takip etmektedir.

Otoritenin güvenlik ve malî politikaları, ülkeyi baştan aşağı dolaşan elçileri, generalleri ve aynı şekilde Dünya Bankası yoluyla finansör sömürgeci devletlerin otoriteye dikte ettiği kasıtlı politikalardır. Buda Filistin halkını fakirleştirmek ve güçlü iradelerini kırmak içindir ki böylece otoritenin, ülkeyi Yahudilere feragat etmesine boyun eğip kabul etsinler yada işgalci Yahudi'nin çıkarı için göç edip ülkeyi terk etsinler.

Filistin halkı, işgalcinin ve otoritenin uyguladığı bütün saptırıcı araçlara, katliama, işkenceye ve baskıya rağmen hain otoritenin tavizlerine ne boyun eğecekler nede kabul edeceklerdir. Aynı şekilde bizler de eminiz ki; açlık ve yoksullaştırma politikaları, Filistin halkının göç etmesinde yada aşağılık otoritenin tavizlerini kabule boyun eğmesinde başarılı olamayacaktır. Bilakis otoriteye karşı sesleri ve lanetleri günden güne artacak ve tavizleriyle açlık ve cürümsel politikalarını bırakıncaya kadar da otoritenin karşısında duracaklardır. Aynı zamanda onlar, aralarından Raşidi Hilafet altında İslam ile hükmedecek, tüm Filistin'i kurtarmasının yanı sıra halkını da işgalcinin zulmü ile otoritenin adaletsizliğinden ve zulmünden kurtarmak için orduyu harekete geçirecek adil bir imamı çıkarmaları için gözlerini ayaklanan İslam ümmetine dikmişlerdir. Hizb-ut Tahrir olarak bizler de, Allah'ın izniyle bunun olacağına ve kafirlerin burunlarının sürtüleceğine inanıyoruz.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Uzlaşı Hükümeti, Salih'i Rada'daki Zengibar Klonlamasından Engellemede Başarılı Olabilmiş midir?!

Bu Ocak ayının 20'si Cuma günü Yemen'de yayınlanan Ahbar el-Yevm Gazetesi; uzlaşı hükümetinin, 19 Ocak Perşembe günü, Körfez turundan iki gün önce bir sonraki başkan Basendwah'ın başkanlığında acil bir toplantı yaptığını, toplantıda silahlı bir gurubun harekete geçmesinin ardından el-Beyda ilinin Rada ilçesindeki olayların sonucunu ele aldığını haber yapmış ve toplantının, 14 Ocak cumartesi günü Şeyh el-Gablî Tarık ez-Zeheb'in liderlik ettiği "el-Kâide'nin", Rada ilçesine girmesine ve el-Ameriya Camisi ve Rada'nın merkezindeki antik kale de dahil Meydan bölgesine hakim olmasına müteakiben olduğunu bildirmiştir.

Üyeleri arasında keskin tartışmalara tanık olunan hükümet toplantısında, konferansa katılan savunma bakanları, toplantıyı izleyen Cumhuriyet Muhafızları Kuvvetleri ile içişleri ortaklığındaki katılımcılar ve merkez güvenlik güçlerinden her birine, hükümetin silahlı gurubun Rada şehrini ele geçirmesine neden olan kimseleri muhasebe etmesine yönelik sorular yöneltilmiştir.

Nitekim  ilçede bulunan Ali Abdullah Salih'in başkanlık ettiği Cumhuriyet Muhafızları Kuvvetleri ile "İçişleri Bakanlığı'na bağlı" merkez güvenlik güçleri, "Ali Abdullah Salih'in kardeşinin oğlu" Yahya Muhammed Abdullah Salih'in başkanlık ettiği Sana'daki liderlikten gelen emirler üzerine ilçeden çekilmiş ve sonunda da silahlı gurubu şehirden çıkarmaya dönük saldırı yapmaktan vazgeçmiştir. Ayrıca silahlı gurubun ilçeye girmesinden iki gün önce Dara İş Müdürlükleri Koruma Vekili'nin evi de boşaltılmıştır. Nitekim "Tarık ez-Zeheb'in kardeşi" Halit ez-Zeheb, Rada ilçesine girilmesi ve en ufak bir direnişle karşılaşmaksızın teslim edilmesi için kardeşiyle ulusal güvenlik arasında işbirliği olduğu şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. İşte tüm bunlar, Mika 25. Tugayı hariç merkez güvenlik güçleri ile diğerlerinin geri çekilmelerinin ardından silahlı oldukları sanılan bir gurubun, 2011 yılında Zengibar ve Ebin şehirlerini kontrolü altına alma şeklini akla getirmektedir. Demek ki bu silahlı gurubun, buraları kontrolü altına almasının ardından yine kontrolü altına alması için Aden şehrine girmesi de planlı olmuştur. Dolayısıyla şu anki hususlar, bu silahlı gurubun 2011 Mayıs ayının sonlarında Zengibar şehrine girerek burasını kontrolü altına alması ile ateşle oynamasını engellemek için 03. Haziran 2011 günü Ali Abdullah Salih'i hedef alan "Fogaz" tipi roket saldırısının arasında bir bağlantının olduğunu ortaya koymaktadır.

Rada şehrinin silahlı guruba teslim edilmesi olayı, otoriteyi kesin olarak bırakmadan önce Salih'in, Amerika'ya gitmekten vazgeçmesinin ardından ve önümüzdeki 21 Şubatta yapılacak olan erken başkanlık seçimlerinin öncesinde gerçekleşmiştir. Zira geçen hafta, Salih ve işbirlikçilerinin dokunulmazlıklarının temsilciler meclisinde kabul edilmesinin ardından Salih, partisinin milletvekillerinden seçimlerin ertelenmesi ve temsilciler meclisinin onaylaması amacıyla da hükümetin dokunulmazlıkta bazı değişiklikler yapması talebinde bulunmuştur.

Ayrıca kendisinin doğrudan gitmesi için çalışan iç kesimi cezalandırmak ve dışarıya da korku salmak için Salih ve yönetim rejiminin kontrol ettiği Yemen şehirlerinde güvenlik açıklarının bulunduğu düşüncesi, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'nın, bunun Körfez için bir tehlike oluşturduğu ve Bab el-Mendeb'de seyretmesi gerektiğiyle ilgili en son verdiği raporların ardından gerçekleşmiştir.

Peki, tüm bu kanıtların ardından uzlaşı hükümeti, Salih'in Yemen'in istikrarıyla ilgili saçmalığını durdurabilmiş midir? Yoksa karşısında değil de yanında yer alması için uzlaşı hükümetini getiren Salih midir?

Salih'in ve yönetimdeki yaptıklarının meşru olduğunu söyleyen sesler, bu tür olaylar meydana geldiğinde nereye kayboldular? Halbuki İslam'da, şehirlerin iç güvenliğini koruma ve istismarcıları engelleme işini Cumhuriyet Muhafızları değil polis yapmaktadır. Ayrıca her hangi bir gaye için, insanların canları ve güvenliği de hafife alınmamalıdır. Zira gaye vasıtayı meşru kılmaz.

Müslüman ülke yöneticilerinin hiçbirisi, insanların gözetim hakkını yerine getirmemektedirler. Bilakis kapitalist Batı hükümlerine rıza göstermeleri için onlara azapların en kötüsünü tattırmaktadırlar.

İslam ile yönetmeye, insanları mutlu etmeye ve korkutmak yerine onları gözetmeye muktedir olan sadece Hilafet'tir. Bun nedenle Hizb-ut Tahrir, Yemen ve diğer Müslüman ülkelerdeki Müslümanları, Hilafet'i kurmak için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir. O halde hiçbir güç, sizi bundan alıkoymasın.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Gizli Ordu İstihbaratı, İslamabad'taki Hizb-ut Tahrir Üyelerini Kaçırıp İşkence Etmekte ve Dr. Abdukayyum da Altı Aydır Baltacıların İşkencesi Altında Hala Hükümetin Zindanlarında Tutulmaktadır

Hilafet'i ikame etmek ve sömürgeci rejimi yok etmek için mücadele eden tek siyasî bir hizib olan Hizb-ut Tahrir, diğer yerlerdeki asil duruşunda olduğu gibi Pakistan'da da fedakarlıklar göstermeye devam etmektedir. Zira en son olarak Pakistan istihbaratı, Hizb-ut Tahrir üyesi Azam Hân'ı cami önünden kaçırmış ve hükümetin, sömürgeci kapitalist rejimle mücadele etmesini ve alternatif bir sistem olarak İslam'ın geri dönmesi için çalışmasını bir cürüm sayması nedeniyle de kendisine şiddetli işkencede bulunmuşlardır. İşkencenin ardından da onu, Hizb-ut Tahrir'i terk etmeye zorlamışlardır.

Hizb-ut Tahrir, bu korkakça eylemi şiddetle kınar. Zira Azam Hân, Ulu Önder Üniversitesi Bilgisayar İlimleri alanında mastır yapmış ve bilgisayar yazılım şirketinde üst düzey bir pozisyonda çalışmaktadır. Dolayısıyla kendisi, hükümetin baltacıları tarafından öyle şiddetli bir işkenceye uğramıştır ki kas kirişleri ve omuz bağları ciddi hasar görmüştür. Hatta doktorlar, onun iyileşmesinin en az altı hafta alabileceğini söylemişlerdir.

Bu istihbarat subayları, kendilerinden önce de Kureyş'in, İslam davetini yaymaktan ve İslam'ı ikame etmekten vazgeçirmek için sahabeye işkence ettiğini ancak sefil bir şekilde başarısız olduğunu unutmuş gibidirler. Dolayısıyla Pakistan da dahil İslamî ve İslamî olmayan ülkelerdeki istihbarat subayları, Hizb-ut Tahrir üyelerinin azmini kırmayacakları gibi Hizb-ut Tahrir'i durdurmaya da asla muktedir olamayacaklardır. Dolayısıyla da bizler, bu istihbarat subaylarına, Keyanî'ye ve Gilani'ye deriz ki; siz ve efendileriniz burunlarınızı sokmanıza rağmen Hilafet kurulacaktır. Şunu iyi biliniz ki; ümmet uyanmaya ve sultanını yeniden elde etmeye başlamıştır. Dolayısıyla akıbetiniz, Mübarek ve Kaddafi'nin akıbeti gibi olacaktır ve bunun olması da gerçekten çok yakındır. Zira mesele, sadece zaman meselesidir. Ayrıca efendilerinin isteklerinin yerine getiren baltacılar da iyi bilsinler ki; onların akıbeti de Kaddafi'nin baltacılarının akıbeti gibi olacak olmasının yanı sıra ahiretteki akıbetleri ise bundan çok daha kötü olacaktır.

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِٱلأَخْسَرِينَ أَعْمَالا ٱلَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِى ٱلْحَيَاةِ ٱلدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعا أُوْلَـٰئِكَ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلاَ نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَامَةِ وَزْناًً ذٰلِكَ جَزَآؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُواْ وَٱتَّخَذُوۤاْ آيَاتِى وَرُسُلِى هُزُواً "De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız. İşte, inkar ettikleri, ayetlerimi ve resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir." [Kehf 103-104-105-106]

Ayrıca Hizb-ut Tahrir üyesi Rahim Yâr Hân gibi Dr. Abdulkayyum da hala altı aydan bu yana kaçırılmış olup sözde "bağımsız yargı da" bu gerçeği bildiği halde istihbarat subaylarına onun serbest bırakılması emrini verememektedir. Halbuki Hizb-ut Tahrir üyeleri, bu birimler tarafından gerçekleştirilen benzer kaçırılma durumlarının ardından serbest bırakılmışlardı! Nitekim 19 Ocak yarın, yargı komisyonu bir toplantı yapacak. Dur bakalım bu toplantının ardından yargı, yeniden kaçırılanların yanında bekleyip duracak mı yoksa Dr. Abdukayyum'un kaçırılışına son vermek için bazı pratik adımlar atacak mı bekleyip göreceğiz.

Hizb-ut Tahrir, göğüslemesi gereken fedakarlıklar ne olursa olsun Hilafet yoluyla İslam'ı ikamet etmek için durmaksızın mücadele edeceğine dair Allah'a, Resulüne ve ümmete söz vermiştir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in yaklaşık altmış yıllık mücadelesi, buna dair parlak bir örnektir elhamdulillah.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER