Pazar, 23 Safer 1447 | 2025/08/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Erdoğan ve Parçalanmış Kimlik!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Erdoğan ve Parçalanmış Kimlik!

Haber:

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: “Bugün büyük ve güçlü Türkiye'nin şafağı söküyor. Dün itibarıyla 47 yıllık terör belası inşallah sona erme sürecine girmiştir.Bugün unutmayalım, yeni bir gündür. Bugün tarihte yeni bir sayfa açılmıştır. Bugün büyük Türkiye'nin, güçlü Türkiye'nin, Türkiye yüzyılının kapıları ardına kadar aralanmıştır.” Ve şöyle ekledi: “Unutmayalım, gönüller bir olunca sınırlar ortadan kalkar. İşte ilk adım olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir komisyon kuracak, sürecin yasal ihtiyaçlarını Meclis çatısı altında konuşmaya başlayacağız.” Ve şunları vurguladı: “Kaynaklarımızı terörle mücadele için değil, kalkınma için, refah için, müreffeh ve muzaffer bir Türkiye için seferber edeceğiz. Türkiye kazanmıştır. Türk, Kürt, Arap, 86 milyon her bir vatandaşımız kazanmıştır.

Siyasetçiler ve gözlemciler, Irak'ın Süleymaniye kasabası yakınlarındaki Kazin arkeolojik mağarasında düzenlenen sembolik silah yakma törenine katılmak için bir araya geldiler; zira silahlı gruptan kadın ve erkekten oluşan yaklaşık 30 kişi, silahlarını büyük bir kazana koydu ve daha sonra ateşe verdi. Kürdistan İşçi Partisi militanları yaptıkları açıklamada, (demokratik politikalar ve yasal araçlar) yoluyla “özgürlük için mücadeleyi” sürdürecekleri yönündeki kararlılıklarını açıkladılar.

Kürt lider Öcalan, Türkiye parlamentosuna, özellikle 1978'de Öcalan tarafından kurulan ve Türkiye'nin güneydoğusunda bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla onlarca yıldır Türk devletine karşı savaşan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile daha geniş bir barış sürecini yönetmek üzere bir komisyon kurulması çağrısında bulunmuştu.

Yorum:

Erdoğan’ın, “Bugün tarihte yeni bir sayfa açılmıştır. Bugün büyük Türkiye'nin, güçlü Türkiye'nin, Türkiye yüzyılının kapıları ardına kadar aralanmıştır” şeklindeki sözleri, milliyetçi bağın temsil ettiği ırkçılığın, Türk unsurunun övülmesinin, Türk kimliğine odaklanılmasının, Arap ve Kürt gibi diğer etnik unsurların göz ardı edilmesinin, Müslümanlar arasındaki bağın rasyonel değil içgüdüsel temeller üzerine kurulmasına yol açacağına, güçlendirilmeye çalışılan devletin sadece Türklerin devleti olduğuna, diğerlerinin ise ikinci sınıf olduklarına ve onların Türklere sadık olmaları gerektiğine delalet etmektedir; -şüphesiz- bu, Anadolu'da yaşayan etnik gruplar ve bileşenler arasında bitmeyen bir çatışmayı beslemektedir.

Böylece Kürtlere yönelik milliyetçilik sorunu kesin olarak çözülmemiştir; zira onlar, kendilerine Türklere davranıldığı gibi davranılmadığı için, hâlâ demokratik politikalar ve hukuki yollarla özgürlük mücadelesini sürdürmekte ısrar ediyorlar; çünkü birinin diğeri üzerindeki hegemonyasının gölgesinde milletler eşit olamazlar.

Bu açıdan bakıldığında Kürtler, Türk olmadıklarından dolayı ikinci bir millet olarak nitelendirildikleri için Türk toplumuna asimile olmayı reddediyorlar; Türkiye'de yaşayan Araplar da, Türk değil de Arap olmalarından dolayı aynı şekilde Erdoğan'ın tek bir Türk devletinin herkes için vatan olması önerisine uyum sağlayamıyorlar.

Şerî açıdan doğru olan, Erdoğan'ın Türk kimliği fikrini benimsememesi ve bunun yerine İslam kimliğini benimsemesi, Türk ırkına sahip bir devletin diğer tüm milliyetler üzerinde egemen olması çağrısında bulunmaması, aksine Türk, Kürt ve Arap ayrımı yapmadan herkesi eşit olarak kucaklayan İslam bağı fikrini ortaya koymasıdır. Zira İslam akidesi, Kürt, Türk veya Arap olsun tüm Müslümanların akidesi olup Müslümanlar arasında takvadan başka bir fark yoktur; zira ölçü, milliyetçilik değil takva olduğu gibi temel olan da akide olup cahiliye duygusuna sahip milliyetçilik bağı değildir.

Erdoğan'ın büyük Türk devleti kurma çağrısı cahiliye çağrısı ve boş bir iddiadır; bu yüzden onu, kendisinden bir nizamın fışkırdığı bir akide olan İslam bağı ile değiştirmesi gerekir.Zira doğru olan tek bağ, hayvani içgüdülere ve hayvani açlıklara dayalı cahiliye ve düşük milliyetçilik bağına tutunmak değil, fıtrata uygun ve akla dayalı İslam akidesine mebni olan bağdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Laik Sistem Var Oldukça Değerlerimize Saldırılar Bitmeyecektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Laik Sistem Var Oldukça Değerlerimize Saldırılar Bitmeyecektir!

Haber:

Haftalık mizah dergisi Leman, 26 Haziran 2025 tarihli sayısında hadsiz bir karikatüre yer verdi. Dergide yer alan karikatürde, çatışma ve yıkım ortamında resmedilen sahnede Hz. Muhammed, “Selamün aleyküm, ben Muhammed” ifadeleriyle çizilmiş; buna karşılık Hz. Musa, “Aleyhem şalom, ben de Musa” yanıtını vermiş şekilde betimlendi. Karikatürün kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılanması sonrası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili soruşturma başlattı ve derginin ilgili sayısı hakkında toplatma kararı verildi. (Ajanslar – 30.06.2025)

Yorum:

Leman Dergisi, Müslümanların salavat getirmeden ismini anmadığı, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ve Musa Aleyhisselâm’ı çirkin bir şekilde karikatürize ederek haddini iyice aştı.

Mesele sosyal medyada gündem olunca Müslümanlar akın akın derginin bulunduğu Taksim’deki İstiklal Caddesi’ne yürümeye başladılar ve büyük bir öfkeyle tepkilerini gösterdiler. İçişleri Bakanlığı hemen harekete geçerek çirkin karikatüre dahli bulunanları gözaltına aldı. Ters kelepçeyle, yaka paça, çıplak ayak emniyete götürülen İslam düşmanlarının bu görüntüleri, bir nebze olsun Müslümanların göğüslerini ferahlattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar ve siyasiler Peygamberimize sevgi ve bağlılık içeren paylaşımlar yaptılar. Müslümanların öfkesi, iktidar yetkililerinin sakinleştirici açıklamaları eşliğinde yatıştırıldı. Daha sonra, bu necis fiile imza atanlar tutuklanarak cezaevine gönderildi. Fakat sadece bu kadar. Ötesi yok. Zira Peygamberin getirdiği nizamı hayattan kovan mevcut hukuk sistemi sadece bu kadarına izin vermektedir.

Bu sistemde Mustafa Kemal’i koruma kanunu var, Cumhurbaşkanı’na hakareti cezalandıran özel kanun var. Lakin Müslümanların en büyük değeri ve rehberi olan Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i koruyan özel bir kanun yok. Zaten olması da beklenemez. Zira devletlerin anayasa ve kanunları benimsedikleri ideolojiye göre belirlenir. Allah’a ve Rasulüne muhalefeti resmî ideoloji hâline getirmiş seküler bir yönetim sisteminde din, sadece kişiyle Rabbi arasına sıkıştırılan bir vicdan ilişkisidir. Toplumsal ilişkilere kesinlikle yön veremez. Yön vermesini istemek, buna çağırmak, bunun için siyasi parti kurmak yine Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre suç kabul edilmektedir.

Dolayısıyla bu esasî zaviyeden bakıldığında, iktidar sahiplerinin Peygamberi savunma açıklamaları sadece duygusal bir tepki ve altı doldurulamayan bir iddiadan ibaret kalmaktadır.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا

“(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisâ 60)

Hatta bu tür söylemler çoğu zaman, Müslümanların duygularını istismar etmeyi amaçlayan gayriahlâkî bir motivasyon taşımaktadır. Bunun en somut örneğini, Fransa’da 2015 yılında Charlie Hebdo Dergisi’nin çizerlerinin öldürülmesi sonrası Paris’te düzenlenen cenaze törenine Türkiye’den dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti adına katılmasıdır. Unutulmayacak bir utanç vesikası olarak tarihe kaydedilen bu tablo, Müslümanların zihninden asla silinmeyecektir.

Dolayısıyla sözüm ona muhafazakâr demokrat yöneticilerin Peygamberimizi ve İslam’ı sevip savundukları iddiası, kendilerini ve ümmeti avutmaktan başka bir şey değildir. Onların asıl sevgisi, asıl bağlılıkları oturdukları koltuklara ve bu koltukları kendilerine bahşeden Batılı dostlarına ve Batı menşeli laik sistemedir. Yaşadığımız onca ibretlik vakıa, maruz kaldığımız onca ihanet, hayatımızın her yanını kuşatan demokratik ifsat bunun kanıtıdır.

Peygamberin getirdiği dinin hayattan kovulması; Peygamberin en önemli emanetlerinden olan Mescid-i Aksa’nın, Haşim’in Gazze’sinin ve bir bütün olarak Mübarek İsra ve Miraç topraklarının bu yöneticilerin gözlerinin önünde Haçlı-Siyonist ittifakının işgal ve katliamına terk edilmesi, Peygamberimize ve değerlerimize yapılan en büyük hakaretlerdendir.

Bu karikatürleri çizen ve savunan laik, Kemalist, komünist, ateist bilcümle İslam düşmanı köksüz zihniyete gelince; onlara söylenecek söz, mutlaka yenilecek ve cehenneme sürülecek olmalarıdır. Zira Allah Azze ve Celle, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i âlemlere rahmet olarak göndermiş ve onun şanını yüceltmiştir. Ona saldıran, hakaret edenleri ise dünyada ve ahirette alçaltmıştır. Bu, değişmeyecek ilahî bir kuraldır.

Son söz şudur: Allah’ı, Rasulünü ve müminleri sevdiğini düşünen her Müslüman, aziz dinimizi korumayı, tatbik etmeyi ve bir hidayet olarak âleme taşımayı ideolojisinin esası kılacak olan İslami Hilafet Devleti’ni ikame etmek için çalışmaya koyulmalıdır. Aksi halde, küresel küfür sistemine göbekten bağlı olan mevcut laik sistem var oldukça, değerlerimize saldırı bitmeyecektir.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’ şöyle buyurmaktadır:

لاَ يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ ‏
“Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.”
[Buhari, Sahih, İman, 2/8 (I;9)]

 
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Emin Yıldırım

Devamını oku...

Bayağılığa Destek Olmak: Rejimler İçin Bir Can Simidi Mi, Yoksa Onları Dibe Batıracak Bir Taş Mıdır?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Bayağılığa Destek Olmak: Rejimler İçin Bir Can Simidi Mi, Yoksa Onları Dibe Batıracak Bir Taş Mıdır?

Her yerde gözlemlediğimiz, hızla yayılan bayağılığın (futbolcuların, şarkıcıların, dansçıların, önemsiz kişilerin, ahlaksızların yüceltilmesi ve onlara büyük paralar harcamak, onları yıldız, rol model ve bir ideal haline getirmek) bir tesadüf, önceden takdir edilmiş bir kader ya da hayalet elektronik iletişim dünyasının doğal bir sonucu olmadığı, aksine insan şeytanlarının gece gündüz kurdukları plan ve tuzakların bir sonucu olduğu artık hiç kimse için bir sır değildir. Nitekim bu alanda bu hususu teyit eden, dahası bunu teorileştiren ve insanları kontrol etmek, onları baştan çıkarmak, meşgul etmek ve benzerlerini yapmak için temeller ve mekanizmalar ortaya koyan birçok yazılar yayınlanmıştır...

Bu durum (bayağılığın yayılması ve üretilmesi) sadece üçüncü dünyayla sınırlı değildir, aksine küresel bir olgu olup hiçbir ülke bundan hali değildir; bu da bu planın yerel değil, aksine küresel olduğuna ve bu işi idare edenin tek bir el olduğuna, geriye kalanların ise gerek ikna gerekse zorlama ile onun arkasından yürüdüğüne açıkça delalet etmektedir.

Bu baştan çıkarmadan kastedilenin şu iki temel husus olduğu da tartışılmazdır:

1- İnsanları siyasetten, yöneticileri ve rejimleri eleştirmekten, tüm ciddi meselelerden ya da gerçek bir değişim gerçekleştirebilecek her şeyden uzaklaştırmak, böylece gerek rejimlerin istikrarını gerekse yöneticilerin ve derin devletin tahtlarının istikrarını korumak.

2- Küresel ekonominin çarklarını kontrol eden büyük şirketleri daha da zenginleştirmek için insanları, kontrolsüz ve haksız bir şekilde daha pervasız bir tüketime sevk etmek.

Soru şudur: Bu şekilde bayağılığı yaymak, talep edilen maksadı gerçekleştiriyor mu?

İkinci noktaya gelince; cevap, büyük olasılıkla evettir; zira kadın veya erkek bir influencer’ın (etkili kişi) belirli bir ürünün reklamını yapması yeterlidir; çünkü ister ürün gerçekten yararlı olsun ya da olmasın, ister influencer’ın söyledikleri doğru olsun ya da olmasın ürün için siparişler yağmur gibi yağacaktır. Nitekim insanlar arasında formalitelere ve “trend” ya da “elitlerin” üzerinde hemfikir olduğu belirli bir görünüme sahip olma konusunda hummalı bir yarış olduğu açıktır!Bu açıdan bayağılık, insanların düşünme ve ayırt etme yetisini felç ettiği gibi karar alma yetisini de felç etmiş ve bunun yerine sürü psikolojisi denilen şeyi getirmiştir; örneğin ben insanların satın aldığı şeyleri ihtiyacım olduğu için değil insanlar öyle yaptığı için, ya da beğendiğim bir influencer öyle yaptığı için, ya da o şeye sahip olmak beni belirli bir sosyal sınıfa ait hissettirdiği için satın alıyorum ki giysiler, ayakkabılar, çantalar, restoranlar, seyahatler ve markalar da aynı şekildedir; yani satın alma veya harcama kararlarını harekete geçiren pratik ihtiyaçlar değildir, dahası etkili olsa bile bu etki çok azdır; ancak kişinin karar almasını etkileyen temel faktör “bayağılık” baskısıdır.

Peki ilk nokta nedir?

“Bayağılığın” insanlar arasında, siyaset ve yönetim işlerine karşı bir nefret oluşturduğu kesindir; zira işlerle meşgul olmak şüphesiz büyük bir ciddiyeti, düşünceyi ve mücadeleyi gerektirdiği gibi bir de bunun bedeli vardır; zira kişinin maddi sıkıntıya düşmesine, tutuklanmasına ve benzerlerinin olmasına yol açabilir... Dolayısıyla bu işler, birincil ve tek kaygısı içgüdüler, gülmek ve eğlenmek olan birinin meşgul olabileceği konular değildir. Ancak sorun şu ki bu “bayağı” insan örneklerin yoğun bir şekilde üretilmesi, toplumun devamlılığı, ilerlemesi ve genişlemesi için ihtiyaç duyduğu enerjiden mahrum kalmasına neden olmaktadır. Zira toplumların kalkınması için bilim adamlarına, düşünürlere, doktorlara, mühendislere ve araştırmacılara ihtiyacı olduğu gibi düşmanlarla savaşmak, planlar yapmak ve komplolara karşı koymak için de ordularda cesur adamlara ve vatanlarını ve ailelerini korumak için en değerli şeylerini feda etmeye hazır adamlara ihtiyacı vardır. Eğer insanlar bayağı bir konuma getirilirse, bu görevleri kim üstlenecek?

Bayağılığa ek olarak boyun eğen ve hiçbir değeri olmayan insanlar olduğu gibi büyük bir saldırganlığa sahip olan insanlar da vardır ve bu gözlemlenen bir gerçektir. Bayağılığın yaygın olduğu toplumlarda suç ve toplumsal vahşet de yan yana olur; çünkü bayağılık, en önemsiz nedenler için bile savaşmaya hazır olduğu gibi para hırsı, futbol takımlarının galibiyeti, mahallelerinin çocuğunun başarısı ya da onlardan birisi kendi statüsüne yakışır bir şekilde davranmadığı için herhangi bir bayrağın altında kanlı çatışmaya, yıkıma ve tahribata sürüklenmeye de hazırdır… Bu da güvenlik güçlerinin sayısının ve kapasitesinin artırılması gerekliliği, isyan eylemleri sonucu ortaya çıkan maddi kayıplar ve hasarlar, cezaevleri inşa etme ve tutukluların bakımını sağlama maliyetleri açısından toplumlara ek bir yük getirmektedir.

Toplumların inşa edilme ve kalkınması için mutlaka toplumun tüm bireylerinin bilinçli, eğitimli ve ciddi olması gerekmediği, dolayısıyla bu özelliklere sahip seçkin bir grubun bulunması ve bu seçkin grubun iktidarı ele geçirerek işleri düzeltmesi yeterlidir denilebilir. Ancak dikkat edilmesi gereken şey, bayağılığın bulaşıcı ve baştan çıkarıcı bir özelliğinin olduğudur; dolayısıyla bayağılığın ve rahatlığın, toplumun yeniden kalkınması için güvenilen seçkinler de dahil toplumun tüm sınıflarına sızmayacağının garantisi yoktur; bu da zamanla salih ıslahçıların stoklarını tüketecektir ki bu da gözlemlenen bir gerçektir. Sorunların acısını çeken ülkelerde asıl olan, insanların siyasi çalışmaya katılımlarının yüksek olması gerektiğidir; çünkü tüm insanlar değişime ilgi duymaktadırlar; oysa gerçek tam tersidir: zira partilere, sendikalara, siyasi çalışma yapan örgütlere katılanların sayısı sürekli azalmaktadır.

Birisi çıkıp meselenin siyah ve beyaz gibi olmadığını, bayağılığın müptelası olan herkesin tamamen umutsuz olmadığını söyleyebilir; zira kişi geceleri özel hayatında, bayağı ve kaygısız olurken gündüzleri ise çalışırken ciddi ve ısrarcı olabilir ve bu ise özellikle Batı'da gözlemlenmektedir. Zira insanlar geceleri veya tatillerinde eğlenip sefahat içinde yaşarlarken sabah olunca veya tatilleri bitince de işlerine tüm ciddiyetle sarılabilir ki bu, zararsız bir bayağılıktır.

Ben de diyorum ki, evet, bu doğru gibi görünebilir, ancak Batı'nın durumuna vakıf olan birisi, bayağılığın büyük oranda genişlediğini, Batı'daki gençlerin büyük bir kısmının bayağılık akımına kapılarak toplumlarına yük haline geldiğini, yüksek öğrenim görmekten vazgeçtiğini, hatta çalışmaktan bile vazgeçtiğini, uyuşturucu tüketimiyle meşgul olduğunu, özellikle de güçlü etkisi olanlar dahil uyuşturucu tüketiminin yasallaşmasıyla bunun yaygınlaştığını, elektronik oyunlarla ya da sanat denen şeyle saatlerce vakit geçirdiklerini ve gençlerden birçoğunun, organize suç ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşan mahalle çetelerine katıldığını bilir. Yine bilgi sahibi bir kişi, Batı'da yüksek öğrenim belgeleri almış ve bugün bilimsel rönesansın yapısını inşa edenlerin büyük bir kısmının üçüncü dünya ülkelerinden geldiğini, Batı'nın bizzat acısını çektiği eksikliklerini örtmek için bu kişileri kendine çektiğini ve şayet bu çekim olmasaydı Batı ülkelerinin bilimsel açıdan yükselen ülkelerin gerisinde kalacağını da bilir.

Birisi gelip sözde bayağılığın özünde kişisel özgürlüğün olduğunu, herhangi birinin insanların kendi paralarıyla veya boş zamanlarında istediklerini yapmalarını engelleyemeyeceğini ve bayağılığı kınamanın ise, insanları kısıtlamak ve toplumu kendi algılarına göre şekillendirmek isteyen İslami referansa sahip olanların tekelinde olduğunu söyleyebilir.

Cevap: Daha önce de belirttiğimiz gibi bayağılığın yayılması sadece insanların kişisel özgürlüklerini kullanması anlamında değildir, aksine dediğimiz gibi insanları meşgul etmek ve dikkatlerini dağıtmak için planlanmış bir eylemdir. Zira gayrimüslimler de dahil olmak üzere akil olan düşünürler bunu kınıyorlar ve onun tehlikelerine karşı uyarıyorlar. Nitekim bayağılığın yayılmasını kınayan ve modern toplumlarda yaygınlaşmasını eleştiren düşünürler arasında, bu konuyu felsefi, sosyal, medya veya eğitimsel açıdan ele alan birçok önemli isimlerin olduğunu görmekteyiz. Şimdi onlardan bazılarını zikredelim:

1- Max Horkheimer (1895-1973) ile birlikte “Aydınlanmanın Diyalektiği” kitabını telif eden Theodor Adorno (1903-1969); popüler kültürün tarafsız olmadığı, aksine sermayenin ve siyasi kontrolün çıkarlarına hizmet eden "programlanmış" bir kültür olduğu, ayrıca onun bir hegemonya aracı haline geldiği, insanları eğlendirdiği, bilinçlerini uyuşturduğu ve onları pasif tüketicilere dönüştürdüğü uyarısında bulundukları gibi kitleleri uyuşturan ve eleştirel düşünmelerini engelleyen önemsiz içerikler üreten "kültür endüstrisinin" de eleştirmişlerdir. “İnsanların, değişim arzusu olmadan gerçekliği olduğu gibi kabul etmelerini sağlamaktadır."

2- Neil Postman (1931-2003) “Amusing Ourselves to Death” (Kendimizi Ölümüne Eğlendirmek) kitabında; medya organlarının ciddi bilgi pahasına yüzeysel eğlence araçlarına dönüştüğünü, dolayısıyla siyaset, eğitim, din ve kültürün artık ciddi tartışma konusu olmaktan çıkıp eğlence amaçlı “tiyatro gösterileri” haline gelmesini eleştirmiş ve şöyle demiştir: “Biz baskıdan değil, gülmekten öleceğiz.” “En büyük tehlike bizi okumaktan alıkoyanlarda değil, bizi okumak istememeye yöneltenlerdedir.” 

3- Pierre Bourdieu (1930-2002): “Televizyon ve Zihin Kontrolü Mekanizmaları” adlı kitabında, televizyonun “sembolik bayağılığı” pekiştirdiğini ve yüzeysel ve kitleleri çeken yüzler lehine ciddi entelektüel elitleri dışladığını ifade ederek şöyle demiştir: “Televizyon söylenmemesi gereken şeyleri söylememezlik yapmıyor, aksine söylenmesi gereken şeylerin söylenmesini engelliyor.”

4- Alain Deneault (1970), “La Médiocratie” (Vasatlığın İktidarı) kitabının sahibidir; kitapta, siyaset, ekonomi, medya ve eğitim alanlarında başarı kriteri olarak yetkinlik veya ahlak yerine (sıradanlığın/bayağılığın) yükselişinden bahsetmekte olup kitabında şöyle demektedir: Bizler, sıradanlığın (bayağılığın) sadece marjinal bir olgu olmaktan çıkıp mütekamil bir sisteme dönüştüğü, yetkinliğin başarı ölçüsü olmadığı, aksine itaat etme yeteneğinin, eleştirel düşünmemenin ve “oyuna” entegre olmanın ölçüsü haline geldiği bir asırda yaşıyoruz; zira toplumun üzerine, sistemi tehdit etmediklerinden, aksine onu pekiştirmelerinden dolayı ilerlemiş bayağı kişiler hakim olmuştur; bayağılık ise siyaset, ekonomi, medya ve hatta eğitim ve bilimsel araştırmada bile “başarı için bir şart” haline gelmiştir.

5- George Orwell (1903-1950), “1984” romanında yumuşak diktatörlüğü kınayarak şöyle demiştir: İnsanların bilincini dil ve kültür yoluyla yeniden şekillendirebiliyorsanız, fiziksel baskıya gerek yoktur.

6- Aldous Huxley (1894-1963), 1932 yılında yayınlanan ve 1958 yılında revize edilen “Cesur Yeni Dünya” (Brave New World) romanında; en büyük tehlikenin artık “katı diktatörlükten” değil, aksine tüketim, medya organları, zevk bağımlılığı ve organize bayağılık gücüne dayalı yumuşak diktatörlükten kaynaklandığını düşünüyor ve romanda şöyle diyor: "Tiranlar, bizler gülüp kısıtlamalara doğru sürüklenelim diye şiddetle değil, aksine bizleri oyalayarak kontrol edeceklerdir.”

O halde bu bayağılığa çılgınca çağrıda bulunmayı kınamak İslamcıların uzmanlık alanı değildir; ancak aklı başında ve gayretli herkesin bunu kınamaktan ve ona karşı uyarmak için alarm zillerini çalmaktan kendini alması imkansızdır. Eğer bu Batılılar, ülkelerinin gelişmiş olmasına, kişisel özgürlükler fikrine inanmalarına ve bu uygulamaların çoğunun inançlarına aykırı olmamasına rağmen, buna kınıyorlarsa, o halde biz ne yapmalıyız?

İslam beldelerimiz için felaket iki kat daha fazladır ki bunun birkaç nedeni vardır:

1- Ülkelerimizin bilimsel ve sanayi olarak geri kalmış durumda olup sıralamanın en gerisinde olması; böyle bir durumda olan kimsenin, asıl olarak bayağılıkla meşgul olmak yerine çalışmak için kolları sıvaması gerekir.

Ülkelerimiz zayıf ve ihlal edilmekte olup düşman onlara saldırmakta ve savaş sanayindeki muazzam teknik ilerleme farkı sonucunda neredeyse onu püskürtecek kimseyi bulamamaktadır; böyle bir durumda olan kimsenin, asıl olarak önemsiz şeylerle meşgul olmak yerine kolları sıvaması ve bize istediği şeyi yapsın diye işi Batı'ya terk etmemesi gerekir.

2- İnsanların kendisiyle meşgul olduğu bu bayağılığın çoğu haramlardan olup mubah olan bir eğlence değildir; dolayısıyla bunlarla meşgul olmak haramdır ve sahibini kıyamet gününde cezaya maruz bırakır; böylece sahibi nefsinde, dünyanın zilletini ve aşağılanmışlığını, ahiretin ise rüsvaylığını toplamış olur.

Bu rejimlerin iktidar sütunlarını pekiştirmek için bayağılığı yaymak bir suçtur, hem de nasıl bir suç; zira o zalimler, insanlara zulmetmek ve onların kaynaklarını yağmalamakla yetinmediler, aksine bir bütün olarak toplumları yozlaştırmaya, baştan çıkarmaya ve oyalamaya çalışıyorlar, bunun için de, acısını çektikleri yoksulluk ve sefaletin gölgesindeki insanların en çok ihtiyaç duyduğu en değerli paraları harcıyorlar; tüm bunları da iktidarlarını pekiştirip sürdürmek ve hiç kimse onların iktidarını bozamaması için yapıyorlar. Oysa eğer akletmiş olsalardı, insanları iyi bir şekilde gözettikleri takdirde insanların onları göğüsleriyle koruyacaklarını, onları koltuklarında tutacaklarını, kendilerine ve tebaalarına iyiliğin galip geleceğini, ondan kendi ihtiyaçlarına yetecek kadarını, hatta daha fazlasını alacaklarını ve Allah'ın yarattıklarına zulmetmelerine, onları ifsat edip ayartmalarına ihtiyaç duymayacaklarını bilirlerdi.

Zulüm, tek bir kişiyi etkilediğinde, mazlumun tövbe etmesi ve özür dilemesiyle telafi edilebilir; ancak geniş kitleleri, hatta ardışık nesilleri etkilediğinde, işte o zaman etkisi yıkıcı olur. Bu bayağı adam, kendisi gibi bayağı bir kadınla evlenip ikisi de yeterli eğitim almamış ve günlerini de yararsız şeylerle geçiriyorsa, onların neslinden ne beklenebilir ki? Zira onlara hangi değerleri aşılayacaklar? Toplumun, onların nesillerini ıslah etmek için yüklendiği külfet ne olacak?

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” [Nur 19] Ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: إنَّ اللهَ يُحِبُّ مَعاليَ الأخلاقِ، ويَكرَهُ سَفْسَافَهاŞüphesiz Allah, yüce ahlakı sever, kötü ahlaktan ise nefret eder.” [Hakim, Sehl bin Sa'd es-Sâ'idi kanalıyla Müstedrek'te tahric etti ve Albani, Sahihu'l-Cami'de sahihledi.] Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sizden herhangi birinin, ne dünya işinde ne de ahiret işinde boş durmasını ve tembellik etmesini görmekten nefret ediyorum.”

Bayağılık, her ne kadar kendilerine öyle gibi görünse de yöneticiler için bir can simidi değildir. Dolayısıyla onu bir kurtuluş yolu olarak görmek, korkunç bir dar görüşlülüğün kanıtıdır. Çünkü bayağılık, insanların dikkatini bir an için onlardan uzaklaştırsa da, ancak onların iktidarının temellerini oyup güç noktalarını tek tek vuracaktır; ta ki iktidarları onların başlarına yıkılana ya da bir saldırgan saldırdığında hiçbir güç kalmayana kadar. Böylece direnmeden düşmanına teslim olur ki işte o zaman bir kaçış da yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Abdullah

Devamını oku...

Ne Üzerinde Birleşeceğiz?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ne Üzerinde Birleşeceğiz?

Haber:

Eski Katar başbakanı ve dışişleri bakanı Hamad bin Casim, X platformunda bir tweet yayınlayarak şunları söyledi:Daha önceki tweetimde de belirttiğim gibi, bölgede son zamanlarda yaşananların birtakım sonuçlarının olacağı açıktır.Bu sonuçlar çeşitli yönlerde gerçekleşecek olup bunların arasında kardeş Suriye gibi bazı ülkelerin bölünmesi veya bu bölgeye uzun yıllar boyunca ağır bedeller ödetecek bir durumun dayatılması gibi planlar da yer almaktadır.Daha önce de söylediğim gibi, tüm bu sonuçların neticesinde ilk zarar görecek olanlar Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri olacaktır; bu nedenle bu gelişmeler ve sonuçlar konusunda kendi aralarında tek ve net bir vizyon üzerinde anlaşmaları gerekiyor.

Yorum:

Hamad bin Casim ve diğerleri, ister bölgedeki bölünme planları, ister Filistin meselesinin tasfiyesi, isterse diğerleri olsun bölgenin karşı karşıya olduğu tehlikelerin farkındadır ancak bu planları altüst edecek ve onları daha baştan yok edecek köklü çözümler düşünemiyor.Ülkesi bu planların ayrılmaz bir parçasıyken bunu nasıl yapabilir ki?!

Nitekim o sözlerine şöyle devam ediyor: “Her zaman Körfez Birliği'nin gerekliliğine inanmış olsam da ancak ben, mevcut koşullar altında bu birliğin devam edebilmesi için, birlik üyeleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümü ve kuruluş sözleşmesinin maddelerinin yorumlanmasında güç kelimesinin değil, kanun kelimesinin hakim olması gerektiğini düşünüyorum.”

Dolayısıyla o, Müslüman ülkeleri Batı'nın bekçileri tarafından yönetilen kantonlara bölen Sykes-Picot sınırlarının mantığından hareket etmekte olup onu rahatsız eden şey ise, kendi ifadesiyle, üye ülkeleri iç işlerine müdahale edilmesinden korumak için bölünmenin pekişmesini amaçlayan bir yasanın kabul edilmesidir;oysa İngilizler tarafından ortaya çıkarılan Körfez İşbirliği Konseyi'nin, aslında gerçek bir birliğe ulaşmak amacıyla değil, sömürgeci hedefler için olduğu bilinmektedir.

Şeyh Hamad'ın iddiasına göre kaygısı, “bu bölgeyi korumamız ve çocuklarımıza en iyi şekilde teslim edebilmek için tüm gücümüzle çalışmaktır.”

Bu durumunuzda ne gibi bir iyilik var ey Körfez'in bugünkü ve yarının yöneticileri! Zira sizler, örnekliğini teşkil ettiğiniz alçaklığınız, zayıflığınız ve zilletinizle bırakın onların güçlenmesini, Amerika’yı memnun etmek için karınlarınızın üzerinde sürünüyor ve Amerika’nın ümmete karşı güçlenmesi için ümmetin servetlerini Amerika için harcıyorsunuz?! 

Katar'daki Amerikan El Udeyd Hava Üssü'nün geliştirilmesine milyarlarca dolar yatırım yapmanın çocuklarınıza ne faydası olacak?

Müslümanları köleleştiren, ülkelerini sömüren, dahası onları sabah akşam doğrudan ya da dolaylı olarak üvey çocuğu Yahudi varlığı aracılığıyla öldüren bir devlete 4 trilyon Dolardan fazla para pompalamanın çocuklarınıza ne faydası olacak?!

Genel olarak Müslümanlara, özel olarak da Körfez'deki halkımıza her türlü iyiliği getirecek olan sağlam yapı, Müslüman ülkelerdeki tüm bu varlıkları ortadan kaldırmak ve onları, ümmetin kararlarını birleştirecek ve enerjisini, yeteneklerini ve servetlerini sadece ümmetin olması için toplayacak saf ve muttaki bir Halifenin yönettiği tek bir varlık altında birleştirmektir;işte zaman Trump, rıza ve kabul için sürünerek gelecek ama hiçbir şey elde edemeyecektir.

Evet, yazdığınız gibi “birlikte güç vardır” ama ne üzerinde birleşeceğiz?Bu, İslam ümmetinin içindeki muhlis birinin cevabını yanlış veremeyeceği temel ve önemli bir sorudur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hüsameddin Mustafa

Devamını oku...

Özbekistan ve Azerbaycan Arasındaki İlişkiler: Amerika'nın Rusya'ya Karşı Attığı Bir Sonraki Adım Mı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Özbekistan ve Azerbaycan Arasındaki İlişkiler: Amerika'nın Rusya'ya Karşı Attığı Bir Sonraki Adım Mı?

Haber:

Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in daveti üzerine resmi bir ziyaret için Bakü'ye gitti. (Özbekistan Cumhurbaşkanlığı web sitesi)

Yorum:

Bakü'de yapılan görüşmelerin sonunda, Şevket Mirziyoyev ve İlham Aliyev, Yüksek Devletlerarası Konseyi'nin ikinci toplantısının kararını yayınladı.Devlet liderleri arasında bir dizi ikili belgeler imzalandı.Ayrıca Mirziyoyev 4 Temmuz'da Hankendi şehrinde düzenlenen Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) 17. Zirvesi'ne de katıldı.Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in başkanlık ettiği etkinliğe İran, Kırgızistan, Tacikistan, Türkiye, Pakistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Afganistan'ın liderleri, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Asad Mecid Han ve diğer ülke ve bölgesel kuruluşların heyet başkanları katıldı.

Bu kişilere odaklandığımızda, bunun Amerika'nın liderliğindeki Batı'nın, Rusya'yı Asya'da öfkelendirmek, gücünü zayıflatmak, nihai etkisini azaltmak ve gücü konusunda şüphe düşürmek için yaptığı bir başka girişim olduğunu anlayabiliriz.Örneğin Mirziyoyev'in Bağımsız Devletler Örgütü'nün diğer devlet başkanlarıyla Azerbaycan'da yaptığı toplantı, onları bir şekilde Rusya'ya karşı daha cesur olmaya teşvik ediyor gibi görünmektedir.Çünkü Azerbaycan şu anda Rusya'ya karşı cesur açıklamalarla herkesi şaşırtıyor ve bunu aynı şekilde pratik olarak da göstermeye çalışıyor.Örneğin Rus güvenlik güçlerinin Azerbaycan vatandaşlarına yönelik düzenlediği baskınlarda iki kişinin hayatını kaybetmesine tepki olarak Azerbaycan da Ruslara karşı gösterişli kampanyalar düzenledi.Azerbaycan devlet televizyonu ise, Rus ayısının politikasını sert bir dille eleştirerek, "Sayın Putin, ne oldu?" dedi.Bu bağlamda kâfir Rus rejiminin, sadece Azerbaycanlıları değil, aynı şekilde kardeş halklar Kırgız, Kazak, Tacik, Türkmen ve Özbekleri de ikinci sınıf vatandaş olarak gördüğünün özellikle altı çizilmelidir.

Kayda değerdir ki Mirziyoyev'in Azerbaycan ziyareti, Rusya ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin büyük oranda kötüleştiği bir dönemde gerçekleşmiştir.Daha dikkatli bir şekilde bakarsak, Orta Asya'da liderlik iddiasında olan Özbek rejimi, Rusya ile son derece yumuşak ilişkinin ötesine geçemiyor.Bununla birlikte Orta Asya'da Özbekistan'ın, kâfir Rusya'dan en büyük zararı gördüğünü söylersek de abartmış olmayacağız.Bu, Rusya'nın ülkemizin ekonomisine müdahalesinde ve Özbek Müslümanlara yönelik şiddetli baskısında açıkça görülmektedir.

Bölgedeki diğer ülkeler, özellikle de Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, Rusya'ya bir dereceye kadar veya bazı durumlarda cesaret gösteriyor gibi görünüyor.Bölgenin kalbi sayılan Özbekistan ise, bu bağlamda herkesi geride bırakıyor gibi görünüyor.Ülkemiz ve halkımız Rusya'dan en büyük zararı ve zulmü görmesine rağmen, ancak Özbek rejimi Rusya ile ilişkilerini bozmamak gerekçesiyle tüm bunlara göz yumuyor!Bununla birlikte Orta Asya'nın Rusya'ya karşı konumu ve onun etkisinin mümkün olduğunca azaltılması Özbekistan olmadan gerçekleşemeyecektir.Bu açıdan bakıldığında Mirziyoyev'in Azerbaycan ziyareti, onu Rusya'ya karşı daha cesur olmaya teşvik etmek için uygun bir fırsat olarak değerlendirilebilir.Bu bağlamda Azerbaycan, herkes için, özellikle de Özbekistan için açık bir örnek olabilir.Bakın işte Moskova, Azerbaycan'ın kendisine karşı sergilediği sert tavırlara aynı sertlikle karşılık vermiyor.Bu da Putin rejiminin son dönemde dış politikada büyük ölçüde zayıfladığının ve şu anda övündüğü askeri gücünün pek güvenilir olmadığının dolaylı bir itirafı olarak görülüyor.

Yapılan müzakereler ve birçok görüşmede Rusya hakkında hiçbir şekilde konuşulmadığı doğrudur; ancak bunun özünde yatan anlamın bu olduğunu anlamak hiç de zor değildir.Tabii ki bunun arkasında Batı, özellikle de Amerika vardır; çünkü Azerbaycan'ın tek başına Rusya'ya karşı çıkması pek olası değildir.Bu cesareti ona Türkiye aracılığıyla verenin Amerika olduğu konusunda neredeyse hiç şüphe yoktur.Belki de bu, İbrahim Anlaşması'na katılmanın bir bedeli de olabilir; çünkü Azerbaycan bu anlaşmaya katılarak ABD'nin desteğini almak istiyor.Böylece Türk birliği adı altında Özbekistan da dahil Orta Asya ülkelerini Rusya'dan uzaklaştırma görevini üstlenmiş gibi görünüyor.

Rusya'ya karşı birleşmenin ve aynı zamanda Ukrayna krizinin gölgesinde Rusya'nın zayıflamasından etkili bir şekilde yararlanmak için uygun bir durum olmasının çok önemli olduğu doğrudur.Ancak bu tür bir birlik ve direnişin, Amerika'nın veya diğer sömürgeci ülkelerin çıkarlarına hizmet etmemesi gerekir; çünkü böyle bir durum sadece bir efendinin yerine diğerinden daha az kötü olmayan bir başkasının geçmesine yol açacaktır!Bu kötü ülkeler, Müslüman ülkelerine bizzat bu seçeneği sunuyor ki o da, iki şerden birini kabul etmektir!Ancak birliği, izzeti ve gücü sağlamak için başka bir seçenek daha vardır ki o da, İslam'a yönelip ona boyun eğmek ve İslam temelinde birlik sağlamak ve İslam'ı Hilafetin gölgesinde uygulamaktır; işte o zaman kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki otoritesi tamamen ortadan kalkacak ve Allah'ın yardımı bizimle birlikte olacaktır.

وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا
Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” [Nisa 141]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İslam Ebu Halil - Özbekistan

Devamını oku...

İsveç'ten Sınır Dışı Edilen Bir Tacik, Hizb-ut Tahrir'e Katıldığı Gerekçesiyle 8 Yıl Hapis Cezasına Çarptırıldı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İsveç'ten Sınır Dışı Edilen Bir Tacik, Hizb-ut Tahrir'e Katıldığı Gerekçesiyle 8 Yıl Hapis Cezasına Çarptırıldı!

Haber:

Tacikistan'da, İsveç'ten sınır dışı edilen aktivist Ferhod Necmatov, Hizb-ut Tahrir faaliyetlerine katıldığı gerekçesiyle 8 yıl hapis cezasına çarptırıldı.Bunu, Özgür Avrupa Radyosu’nun Tacikçe servisi bildirdi. Aktivistin bir akrabası şöyle bir açıklama yaptı: “Bu kararı reddediyoruz, ancak bizler ek sorunlara sebebiyet vermekten kaçındığımız için temyiz mahkemesine başvurmadık.”

Ferhod Necmatov ve üç kızının 27 Aralık 2024'te İsveç'ten sınır dışı edilmesi dikkat çekicidir.Duşambe'ye vardıklarında hemen gözaltına alındı ve kızları da akrabalarına teslim edildi.2019 yılında ailesi Ukrayna'ya göç etmiş, ancak Rusya'nın kapsamlı işgali başladıktan sonra İsveç'in Göteborg kentine taşınmıştı.Bir kaynak, Ozodi Radyosu'na şunları söyledi: “Ferhod Necmatov, orada defalarca siyasi sığınma talebinde bulundu, ancak her seferinde talebi reddedildi.”

Yorum:

Bu, Avrupa'dan sınır dışı edildikten sonra Tacikistan'da uzun süre hapis cezasına çarptırılan Tacik sığınmacılar için ilk vaka değildir.Zira Almanya'dan sınır dışı edildikten sonra, Tacik muhalif ve Tacikistan İslami Rönesans Partisi'nin üyesi Şemseddin Saidov'un oğlu Abdullah Şemseddin de yedi yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Yani çeşitli Avrupa ülkeleri uzun zamandır benzer sınır dışı etme ve iade işlemlerine tanık olmuştur.

Siyasi aktivistlerin diktatörlere teslim edilerek onların yok edilmesine yönelik bu eğilim, Batılı politikacıların liberal değerleri ve özgürlükleri koruma konusundaki sözlerinin ne kadar da ikiyüzlü olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.Aslında mesele, özellikle ideolojik İslam tehdidiyle ilgili olduğunda onlar, ilk fırsatta bu ilan ettikleri değerleri terk etmeye hazırdırlar.İdeolojik İslam'ın genişlemesi karşısında, Batı'nın demokratik ülkeleri ve Doğu'nun diktatörlükleri resmen birleşip dayanışma içine girerek, faaliyetlerini koordine ediyorlar ve birbirlerine yardım ediyorlar.Zira Müslümanlar, Batı ülkeleri ihtiyaç duyduğunda, nüfus azalmasını telafi edecek sessiz işçilerden başka bir şey değildirler; bu nedenle Batı'da yaşayan ve entegrasyonu reddeden her bir Müslüman, otomatik olarak tehlike altındadır.

Müslümanların kendilerini diktatörlükten kurtarmak için Batı ülkelerine umut bağlamaları gerekmez; zira bu bir tuzak ve “iyi polis, kötü polis” oyunudur. Çünkü ülkelerimizdeki diktatörler, Batılı sömürgecilerin ürününden başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Mansur

Devamını oku...

Danimarka'da Ahlaki Panik: İslami Değerler, Danimarka'nın Ahlaki Çöküşüne Meydan Okuyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Danimarka'da Ahlaki Panik: İslami Değerler, Danimarka'nın Ahlaki Çöküşüne Meydan Okuyor!

Haber:

Danimarka'daki Müslümanlar son günlerde, genellikle cinsiyetler arasında karışıklığın, kamusal alanlarda içki içildiği ve müstehcen davranışların yer aldığı yıllık lise mezuniyet törenleriyle ilgili sosyal medyada paylaştıkları İslami hatırlatmalar nedeniyle sert eleştirilere maruz kaldılar.Bildirimler, mezunları tebrik ederek Müslüman gençlere İslam ahlakına aykırı uygulamalardan uzak durmalarını tavsiye etmiştir.

Bu, Danimarkalı siyasetçiler ve medya mensuplarının sert tepkisine yol açtı; dolayısıyla "aşırıcılık", "toplumsal kontrol", hatta mesleki geçim kaynaklarına yönelik tehdit suçlamaları bile yöneltildi. Nitekim Entegrasyon Bakanı da dahil olmak üzere siyasetçiler, Müslümanları Danimarka'nın içki kültürünü benimsememekle suçlayarak, bu kültür “bizim değerlerimizin bir parçasıdır” iddiasında bulundular.

Yorum:

Basit bir İslami tavsiyeye duyulan öfke, Müslümanlardan daha çok Danimarkalı politikacıları ele veriyor. Siyasi sınıfı ve medyayı harekete geçiren şey nefret, kışkırtma veya zorlama değil, aksine toplumsal normları sorgulayan ve Müslümanlara gönüllü kutlamalara katılmaktan kaçınmalarını tavsiye eden İslam temelli ahlaki bir bakış açısıdır; bu bile tek başına kabul edilemez ve suç olarak değerlendirilmiştir.

Liberal sekülarizmin özü işte şudur: Semavi kaynaklardan gelen ve temellerine meydan okuyan hususlar dışındaki tüm görüşlere hoşgörülü olmak.Müslümanların içki ve ihtilat (kadın-erkek karışık olması) gibi inançlarını ifade etmeleri bile hoşgörü maskesinin düşmesi için yeterlidir.İfade özgürlüğü, sadece laik sesler için bir ayrıcalık haline gelmiştir. Geri kalanlara gelince; hükümet yetkilileri tarafından ya içlerine alınmaları ya da susturulmaları gerekmektedir. Hedef basit: Ahlak dışı davranışlar kutsaldır ve sarhoşluk Danimarka'nın kutsal değerlerinden biridir. Oysa birçok uzman ve raporlara göre, alkol tüketimi Danimarkalı gençler arasında büyük bir sorun teşkil etmekte olup Danimarka, gençler arasında alkol tüketiminde Avrupa'da ilk sırada yer almaktadır.Ama sarhoşluk konusunda uyarıda bulunduklarından dolayı Müslüman gençlere saldıran politikacılar, Gazze'deki soykırım yaşanırken yirmi aydır tamamen sessiz kalmaya devam etmişlerdir. Peki çocuklar katledilirken onların öfkeleri neredeydi?Hastaneler bombalandığında ve bütün aileler enkaz altında gömüldüğünde ahlaki öğütleri neredeydi? Dolayısıyla onların sessizlikleri, seçici öfkelerinden daha anlamlıdır.

Bu yıl mezun olan tüm Müslüman gençlere:Tüm kalbimizle sizleri tebrik ediyoruz.Sadece akademik başarınızla değil, bilakis büyük toplumsal baskıların ortasında İslami kimliğiniz konusundaki kararlılığınızla da bu ümmetin gururusunuz.Ahlak dışı standartlara uymayı reddetmeniz geri kalmışlık değil, bilakis ideolojik, cesurluk ve acil bir ihtiyaçtır.İslam'dan dolayı asla mahcubiyet hissetmeyiniz; zira sizler yalnız değilsiniz ve tüm ümmet sizinle birliktedir. Onların sizlere yönelik tehditleri ve alayları asla sizi aldatmasın; zira bunlar sizin zayıflığınızın değil, onların zayıflığının göstergeleridir. Kararlı olmaya devam edin, hikmet ve güvenle toplumla kaynaşın ve İslam'ınızı onurlu bir şekilde taşıyın.Son olarak bu olaylar bir daha bize, İslam'ın sadece kişisel bir inanç değil, bilakis mütekamil bir yaşam tarzı olduğunu hatırlatıyor.Artık değerlerimizi koruyacak ve inançlarımızı ifade edecek siyasi bir sistem, yani İslam'ı insanlık için bir rahmet olarak somutlaştıracak bir devlet için ciddi olarak çalışmanın zamanı gelmiştir; bu sistem ise Nübüvvet Minhacı üzere Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İbrahim Atraş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER