Cuma, 04 Zilkâde 1446 | 2025/05/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Netanyahu’nun Korkusu Hem Kendi Büyüklüğünü Hem de Sözde Varlığının Büyüklüğünü Unutturdu Ona, Sen ve Arkandaki Destekçilerin Hoşlanmasa da Hilafet Mutlaka Kurulacaktır, Kudüs de Onun Kalbi Olacaktır!

Metamorfoz Yahudi varlığı Başbakanı, 23 Nisan 2025 Çarşamba günü yaptığı açıklamada, İslam ümmetinin birleştiricisi olan Hilafet Devletinin yakında kurulmasından duyduğu endişeyi dile getirerek, “(İsrail’in), kuzey, güney sınırlarında veya Batı Şeria’da bir İslam Hilafetinin kurulmasına izin vermeyeceğini” söyledi. Bu ifadeler, İslam ülkelerinin tıpkı bir bileziğin bileği kuşatması gibi gaspçı Yahudi varlığını sarmaladığına ve kuşattığına dair bariz bir işarettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi olarak biz, onun bu sözlerine özetle şu şekilde cevap vereceğiz:

Birincisi: Gözlemciler, analistler ve siyasetçiler için metamorfoz Yahudi varlığının gerçek doğası bir sır değildir. O, Müslüman topraklarında kafir büyük güçlerin sadece bir maşasıdır. Bu mutant varlık, tıpkı diğer Sykes-Picot ürünü devletçikler gibi, Hilafetin yeniden dirilişini engellemek amacıyla İngiltere ve Fransa tarafından Hilafetin yıkılmasının ardından kurulmuştur. Daha sonra Amerika ve diğer kafir devletler de aynı hedefle bu varlığı desteklemişlerdir. Bu varlık, o güçlerin şımarık bir çocuğu gibidir. İşin garip yanı ise, bu şımarık çocuğun bu gerçeği unutması ve kendini olduğundan farklı bir konumda görmesidir!

İkincisi: Eğer büyük küfür güçler, bu ucube yapıya askeri, siyasi ve mali destek sağlamamış olsaydı, bir gün bile ayakta kalamazdı! Müslüman topraklardaki suçlarını ise hiç mi hiç sürdüremezdi! Gazze bunun en büyük kanıtı. Gazze, Rabin ve diğer Yahudi liderleri dahi yıpratmıştır. Netanyahu da bir buçuk yılı aşkın bir süredir kadınları, yaşlıları ve çocukları öldürmek, taşları tahrip etmek, ağaçları yakmak dışında hiçbir şey yapamamış, bir avuç mücahidin elindeki esirlerini bile kurtaramamıştır!

Üçüncüsü: Netanyahu, siyasi arenadaki varlığının birtakım dengelere bağlı olduğunu, o dengelerin bozulmasıyla siyasi arenadan silinip gideceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar orada burada elde ettiği küçük başarılarla sokağın öfkesini dindirmeye çalışmıştır. Ama İslam’a ve İslam ümmetine dil uzatması, hilafeti ağzına dolaması, tehditler savurması doğrusu büyük bir küstahlık ve hadsizliktir! Netanyahu, kendini aslan zanneden ama kedilerden birini gördü mü kaçacak delik arayan bir fare gibidir.

Dördüncüsü: Biz Müslümanlar, Yahudileri herkesten daha iyi tanırız; Çünkü Yüce Allah onların gerçek yüzünü bize ifşa etmiştir. Onlar peygamberleri öldüren, Allah’a ve elçilerine saygısızlık eden kimselerdir. Onlara zillet ve yoksulluk damgası vurulmuş ve Allah’ın gazabına uğramışlardır. Onlar Müslümanlarla ancak korunaklı kaleler içinde veya duvarların arkasından savaşabilirler. Bin yıllık İslam tarihinin her sayfası buna tanıklık etmektedir. Hatta bütün dünya bu gerçeklerin bir kısmının farkındadır, Avrupa’daki Yahudi mahalleleri de buna örnektir. İnkâr etmeleri, peygamberleri öldürmeleri ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları nedeniyle Allah’ın ipini koparmışlardır. Geriye sadece insanların ipi kalmıştır. Şimdi bu ipin de kopması yakındır. Artık basiret ve feraset sahipleri için hakikat gecesi aydınlanmaya ve sabah da sökmeye başlamıştır.

Beşincisi: Bu ucube varlığın akıbetinin, etrafındaki Sykes-Picot ürünü devletçiklerin akıbetine bağlı olduğu artık aşikâr. Ve bu iki husus da Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan Nübüvvet metodu üzere Hilafetin dirilişine bağlıdır. İşte bu gerçek, Netanyahu’nun kalbini saran korkuyu izah etmekte ve onu gayrı iradi bir şekilde hezeyanlara sevk etmektedir; Nitekim bu gerçek, Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Hilafetin dönüşüne karşı uyarılarda bulunan büyük kâfir güçlerin liderlerini de tir tir titretmekte, kalplerine korku salmaktadır.

Devamını oku...

Kukla Yöneticilerin Tutumları Allah Düşmanı Netanyahu’yu O Denli Cesaretlendirmiş Olmalı ki Kendisini Dev Aynasında Görür Hale Gelmiştir, Peki Onu Bu Gaflet Sarhoşluğundan Ayıktıracak Biri Yok mu?

Yahudi Başbakan Benjamin Netanyahu, 21 Nisan 2025 Pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Birkaç kilometre ötemizde Akdeniz kıyılarında bir halifelik kurulmasına izin vermeyeceğiz. Ortadoğu’nun çehresini değiştireceğimizi defalarca tekrarladım ve şu anda da bunu yapıyoruz. Gazze, Lübnan ve Suriye’de İran eksenine büyük darbe vurduk. Düşmanımızı iyi tanıyoruz. Burada veya Lübnan’da bir hilafet devletinin kurulmasını asla kabul etmeyeceğiz. İsrail’in bekasını garanti altına almak için çalışıyoruz.” dedi.

Allah düşmanı Netanyahu’nun, ümmeti ve ordularını Filistin, Lübnan, Yemen ve Suriye’ye yardım etmekten alıkoyan, onun acımasız bombardımanlarına, vahşi katliamlarına, korkunç yıkımlarına, insanlık dışı yakıp yıkmalarına, zorla yerinden etmelerine ve küstah tehditlerine seyirci kalan, bir tek asker, uçak, savaş gemisi veya tank bile göndermeyen, aksine Gazze halkının zalimce kuşatılmasına ortak olan ve ona para, yiyecek, giysi ve silah sağlayan Müslümanların kukla yöneticilerinin zavallı duruşlarına aldanmış olduğu apaçık ortada. Ümmetin zaaf içinde olduğunu sanan Netanyahu, Amerika ve Batı’nın sınırsız desteğiyle sapkın hayallerini ve hain emellerini hiçbir engel tanımadan gerçekleştirebileceğini sanıyor.

Ortadoğu’nun çehresini değiştireceğini defalarca söylediğini ifade ediyor. Oysa Batı’nın kesintisiz desteği olmasaydı Gazze’ye veya herhangi bir cepheye karşı savaşını sürdüremeyeceğini gayet iyi biliyor. Şimdiye kadar düzenli bir Müslüman ordusuyla karşı karşıya gelmediğinin, yalnızca çok az cephane ve teçhizata sahip gruplarla karşı karşıya geldiğinin farkında. Sanki yedi cephede savaşıyormuş gibi konuşuyor! Halbuki sadece kendini ve yandaşlarını kandırıyor! Hangi cephelermiş bunlar? Askerlerinin savunmasız çocukları, kadınları ve yaşlıları katlettiği, evleri, okulları, camileri ve sığınakları bombaladığı cepheler mi bunlar? Bu bir savaş değil, alçakça bir katliamdır! Gerçekten cephelerde savaştığına mı inanıyor? 18 ay boyunca ABD, Almanya, Fransa ve Müslümanların yöneticilerinin desteğiyle bir avuç mücahit ve kuşatma altındaki Gazze halkının bulunduğu bir Gazze cephesini bile halledemeyen biri, bir Müslüman ordusuna karşı koyabileceğini mi sanıyor?

Burada kınanacak birileri varsa onlar da Müslüman ordularının askerleri, komutanları ve genelkurmay başkanlarıdır! Netanyahu ve arkasındaki Trump’a şeytani rüyalarını unutturacak bir ders vermek ve onlara savaşın nasıl olduğunu ve cephelerin ne demek olduğunu göstermek amacıyla şimdiye kadar harekete geçmiş değillerdir. Şimdi de Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği -ki müjdesi haktır- Hilafet devletinin dönüşünü engelleme fantezisinden bahsediyor!

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.”

O halde ey ümmetin askerleri ve subayları! Hadi çağrıya kulak verin ve Allah düşmanı Netanyahu’ya, tıpkı Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Hayber, Kureyza, Nadir ve Kaynuka’da atalarına verdiği o unutulmaz dersler gibi bir ders verin! Sizler, dengeleri değiştirebilecek ve Yahudiler, haçlılar ve tüm küfür güçleri hoşlanmasa da Mescid-i Aksa’nın surlarında İslam bayrağını dalgalandırabilecek güçtesiniz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ “O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasûlünü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Saff 9]

Devamını oku...

“Rabbimiz Allah’tır” Dedikleri İçin Yargılanan 31 Müslüman Genç Hakkında Yeniden Uzun Süreli Hapis Cezaları Talep Edildi!

10 Ekim 2024’te yayınladığımız basın açıklamasında, 31 eski siyasi tutuklunun yargılanmasına başlandığını duyurmuştuk. Birkaç gün önce güvenilir bir kaynaktan bu davanın gidişatına ilişkin bilgiler edindik. Söz konusu kaynağa göre, savcı gençlerin çoğu için 5 yılı hücrede olmak üzere 18 yıl özel rejimli hapishanede hapse çarptırılmasını, diğerleri için ise 3 yılı hücrede olmak üzere 13 yıl özel rejimli hapishanede hapse mahkûm edilmesini talep etti. Savcı, iki genç için özel rejimli cezaevinde 7’şer yıl hapis cezası istedi. Duruşma 22 Nisan 2026 tarihine ertelendi.

Daha önce zalim Kerimov yönetimi, bu siyasi tutukluları uzun süre hapis cezalarına çarptırmış ve hayatlarının yaklaşık yirmi yılını hapishanelerde geçirmişlerdi. O dönemde bazıları anne balarını veya diğer yakınlarını kaybetmiş, ciddi sağlık sorunları yaşamışlar ve bazıları da engelli durumuna düşmüştür. Mirziyoyev’in iktidara gelmesinin ardından cezalarını dolduran gençler serbest kalmış, serbest bırakılmaları, uzun ayrılık yıllarının ardından anne babalarına ve ailelerine tarifsiz bir mutlulukla yaşatmıştı. Ancak ne var ki Mirziyoyev’in “reformları” kısa sürede sönümlenmiş; “çöp rejim” diye nitelendirdiği Kerimov çizgisine geri dönmüş ve salıverilen gençleri yeniden tutuklatmıştı.

Peki, Özbekistan yönetimi neden bu gençleri yeniden yıllarca parmaklıklar ardına tıkmak istiyor? Katil değiller, dolandırıcı değiller, rüşvetçi değiller, hırsız değiller, tecavüzcü hiç değiller. Topluma hiç zararları dokunmamıştır! Tek “suçları”, “Rabbimiz Allah’tır” demeleridir, yani Allah’ın dininin dünyaya hâkim olmasını ve İslami hükümlerin insanların hayatında uygulanmasını istemeleridir! Bu gençler, önceki Özbekistan rejimi döneminde yıllarca cezaevlerinde yattılar, sırf bu davetleri yüzünden insanlık dışı işkencelere maruz kaldılar.

Gelen bilgilere göre, savcı uzun süreli hapis cezaları talep edince bazı gençlerin anneleri, kız kardeşleri ve eşleri kendilerini tutamayarak tepki göstermiş, özellikle savcıya ve hâkime lanet okuyup beddua etmişlerdir. Gözlerinin önünde savcı, hiçbir delile dayanmadan sahte suçlamalarla sevdikleri insanlar hakkında yıllarca hapis cezası isterken nasıl bu savcı ve hâkime beddua etmesinler ki? Kuşkusuz, Allah Subhânehu ve Teâlâ, mazlumun duasına icabet eder. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

اتَّقِ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ فَإِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ اللهِ حِجَابٌ“Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.”

Allah’ın izniyle çok yakında kurulacak olan İkinci Raşidi Hilafet, Mirziyoyev ve işbirlikçileri gibi Müslümanlara zulmedenlerden intikam alacak, hesabını soracaktır! O gün geldiğinde ne Rus kardeşi ne Çinli efendileri ne de Batılı destekçileri onu kurtaramayacaktır!

Ey Mirziyoyev! Adalet, bir devletin temelidir; mahkeme ise onun can damarıdır!” “Mahkemede sadece hukuk değil, hak, vicdan ve insanlık da hüküm sürmeli!” “Halkın çığlığı mahkeme salonlarından yükselmiyorsa, devletin çığlığı mezardan öteye gitmez!” “Milletin kaderi hâkimin mühründe, ülkenin nabzı ise onun tok sözünde atar!” “Adaletin olmadığı bir ülkede kalkınma, temelsiz bir yapı gibidir; er ya da geç yıkılmaya mahkumdur” Bu ifadeler sizin sözleriniz. Peki, bunları sadece itibarınız için mi söylediniz?! Sözleri başka, eylemleri başka olan münafıklar kategorisine girmekten korkmuyor musun? Yoksa Rus sömürgeciyi memnun etmek, güçlü, onurlu, cesur, ayaklarının üzerinde sağlam duran ve halkını savunan bir lider olmaktan daha mı önemli senin için? Yoksa çobanlarından ayrı düşmüş mazlumların bedduasından ve onların dualarını perdesiz kabul eden Allah’ın gazabından ve intikamından hiç mi korkmuyorsun? Allah’ın intikamı sadece ahirete özgü değildir, bu dünyada da mutlaka vuku bulacaktır! Şunu da aklından çıkarma ki, Yüce Allah mazlumları destekleyecek, zalimlerden tüm haklarını alacak adaletli bir imam mutlaka gönderecektir. O, hiçbir şeyi eksik bırakmaz. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

ثم تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا اللهُ إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ»  “Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.”

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu hadisine göre, şu anki ceberut saltanat son günleri yaşamaktadır. Allah’ın izniyle Hilafet şafağının doğuşu her zamankinden daha yakındır. Dolayısıyla önünüzde iki seçenek var: Ya tüm siyasi tutukluları derhal serbest bırakır ve böylece Halife ve Müslümanların öfkesini yatıştırırsınız. Ya da Müslümanlara zulmetmek pahasına kafir sömürgecileri memnun etmeye devam edersiniz. O zaman hem bu dünyada hem ahirette kaybedenlerden olursunuz. Karar tabii ki size kalmıştır!

Ey Özbekistan Müslümanları! Mirziyoyev yönetimi, Allah’ın size lütfettiği adaletli İslam sistemine göre yaşamanızı engellemekte ve İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışan kardeşlerinizi uzun hapis cezalarına çarptırmaktadır. Bu vaziyete kayıtsız kalmanızın hiçbir bahanesi olamaz, çünkü İslam’a uygun bir hayat sürmek bütün Müslümanlara farzdır. Bu sebeple, İslami hayatı yeniden başlatmak için var gücüyle çalışmak yalnızca bir kısmına değil, bütün Müslümanlara farzdır. Bu nedenle, bu kutlu yolda ilerleyen kardeşlerinize destek olup onları korumak, sizin dinî vecibenizdir. Yüce Allah huzurunda bunun hesabını vereceksiniz. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ» “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez.”

Sonuç olarak diyoruz ki: Bu yolda sakın ola ki gevşemeyin, bu mükafat dolu anların kıymetini bilin ve mazlum kardeşlerinizi asla yalnız ve yardımsız bırakmayın! Bilin ki Allah, emrini mutlaka üstün kılacaktır!

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ“Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti, Beyrut’ta “Beyrut’tan Gazze’ye; Ey Ümmetin Orduları! Allah’ın Yardımcıları Olun” Temalı Bir Eylem Gerçekleştirdi

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti’nin, 25 Nisan 2025 Cuma namazı sonrasında Beyrut’taki Muhammed El-Emin Camii önünde düzenlediği protesto eylemine yüzlerce parti genci ve sempatizanı katıldı. “Beyrut’tan Gazze’ye: Ey ümmetin orduları, Allah’ın yardımcıları olun!” sloganıyla düzenlenen eylemde, orduların harekete geçirilmesi, zorbaların saltanatlarının yıkılması, Gazze’ye cihat ve silahla destek verilmesi çağrısı yapan pankartlar açıldı. Katılımcılar Gazze’ye destek için “Kınama ve tepki açıklamaları istemiyoruz, yeniden Hayber’i istiyoruz.” “Ey Müslüman orduları, bu dinin yardımına koşun.” “Ümmet cihat ilan etmek istiyor.” gibi anlamlı sloganlar da attılar.

Hizb-ut Tahrir üyesi Üstat Ahmed el-Abdullah ayrıca etkileyici bir konuşma yaptı. Konuşmasında Müslüman ordularını Allah’ın dinine yardım eden ilk nesilleri örnek almaya çağırdı. Gazze ve tüm Filistin’in İslami bir mesele olduğunu, dolayısıyla kurtuluşunun ancak orduların harekete geçirilmesi ve Yahudilere karşı cihat ilan edilmesiyle mümkün olduğunu vurguladı. Bu hedefe ulaşmanın yolunun ise zalim yöneticileri devirmek, Müslüman topraklarını birleştirmek, hilafeti kurmak ve orduları cihada hazırlamak olduğunu söyledi. Konuşmasında Netanyahu’nun Yahudilerin Akdeniz kıyılarında bir hilafetin kurulmasına izin vermeyecekleri yönündeki sözlerine de değinen Abdullah, Hilafetin kurulmasının Müslümanlar için farz olduğunu, Allah’ın bir vaadi olduğunu ve hiç kimsenin bu vaadin gerçekleşmesini engelleyemeyeceğini dile getirdi.

Eylem sırasında ayrıca Gazze’ye yardım etmenin farz olduğunu bildiren broşürler de dağıtıldı.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden Bir Heyet, Doktor Mücahid Harun’u Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden bir heyet, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü Üstat İbrahim Osman Ebu Halil başkanlığında ve Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi üyesi Üstat Abdullah İsmail eşliğinde, 25 Şevval 1446 / 23 Nisan 2025 Çarşamba günü Kızıldeniz Vilayeti Ulema Heyeti üyesi Üstat Doktor Mücahid Harun Muhammed’i ofisinde ziyaret etti.

Görüşmede Müslümanların sorunları ve bu sorunların nasıl çözülebileceği konusu masaya yatırıldı. Ebu Halil, Müslümanların sorunlarının nasıl çözüleceğine ilişkin Hizb-ut Tahrir’in vizyonunu paylaştı. Bu sorunların, ümmetin İslam’ı fikri lider olarak kabul etmemesinden kaynaklandığını belirtti. Bu vizyonun ise, ancak yüce İslam üzerine kurulu bir devlet ve otorite altında hayat bulacağını vurguladı. Hilafet Devleti’nin yaklaşık 100 yıl önce yıkıldığını, o zamandan beri Müslüman ülkelerinin, İslami temel almayan, aksine sömürgeci kâfir Batı sistemlerini temel alan ve hatta Batının ümmete yönelik politikalarını ve komplolarını uygulayan işlevsel ulusal devletçiklere bölündüğünü kaydetti. Ebu Halil, bugün Filistin’de yaşananların, mazlumlara yardım etmeyen, onları Yahudi ve sömürgeci kâfir Batı’nın acımasız makinesiyle baş başa bırakan işte bu zararlı rejimlerin yöneticilerinin ne kadar kayıtsız kaldıklarının en somut örneği olduğunu ifade etti. Bu nedenle bu koşullarda davetçiler, İslam davasını yüklenenler, imamlar ve âlimler, temel görevlerinin ölüm kalım meselesinden bahsetmek olduğunu bilmelidir dedi. Ebu Halil, bugün Müslümanların varlık yokluk meselesinin, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak olduğunu, ümmetin kalkınabilmesi için Hilafetin varlığının kaçınılmaz olduğunu belirtti.

Dr. Mücahid bu görüşe katıldığını belirterek, günümüzde İslami esaslara dayalı bir devletin bulunmadığını ifade etti. Ümmetin asli görevinin, İslami otoriteyi tesis etmek için çalışmak olduğunu, zira bu ümmetin ayakta kalabilmesinin ve adaletin sağlanabilmesinin ancak İslami temellere dayalı bir devletin varlığıyla mümkün olabileceğini vurguladı.

Görüşmenin sonunda iletişimin devam etmesi gerektiğine dikkat çekerek, kürsülerinin her zaman Hizb-ut Tahrir’e açık olduğunu dile getirdi. Ayrıca Hizb-ut Tahrir’i uzun zamandır tanıdığını ve gençleriyle iyi ilişkilerinin bulunduğunu söyledi.

Devamını oku...

Netanyahu ve Batılı Destekçileri Hoşlanmasa da Hilafet Geri Dönecektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Netanyahu ve Batılı Destekçileri Hoşlanmasa da Hilafet Geri Dönecektir!

Haber:

Yahudilerin Başbakanı Netanyahu kısa süre önce şöyle bir açıklamada bulundu: “Akdeniz kıyısında herhangi bir Hilafetin kurulmasını kabul etmeyeceğiz.”

Yorum:

Netanyahu'nun, "Akdeniz kıyısında herhangi bir hilafetin kurulmasını kabul etmeyeceğiz" şeklinde bir ilanda bulunduğunda bu, sıradan bir açıklama değildir, aksine Müslümanlara ve özellikle de Batı'ya açık bir mesaj vermeyi amaçlayan belirli fikirlerle yüklü, iyi düşünülmüş bir açıklamadır.

Bu açıklama, sömürgeci güçlerin köklü bir taktiğini yansıtmaktadır ki o da şudur: İşgal ve baskıyı meşrulaştırmak için korku yaratmaktır. Ayrıca Batı'nın işgallere, darbelere ve rejim değişikliklerine destek toplamak için çeşitli İslam ülkelerinden gelen tehditleri abartmasıdır; Netanyahu da şimdi Batı başkentlerine korku salmak için yükselen Hilafet “tehdidini” öne sürüyor ki bunun tek bir hedefi vardır; Batı'nın Siyonist projeye desteğinin devamını sağlamak ve İslam ülkelerinde İslam'ın siyasi bir güç olarak kalkınmasını bastırmaktır.

İslam beldelerindeki mevcut rejimlerden bahsetmiyor; çünkü onlar kendi yanında yer aldığı için onlardan korkmuyor. Nitekim onların ihanetleri Gazze katliamları sırasında ortaya çıkmıştır; çünkü sessizlik, normalleşme ve suç ortaklığıyla Yahudi varlığını örtbas etmişlerdir. Dolayısıyla bu rejimler, İslami yönetime davet edenleri hapse atıyorlar, diriliş hareketlerini eziyorlar ve ahlaksız bir şekilde Batı’nın çıkarlarına hizmet ediyorlar; peki Netanyahu gerçekte kimden korkuyor?

Şüphesiz Netanyahu, ümmet arasında yükselen dalgadan, yani İslam şeriatının gölgesinde İslami siyasi birliği sağlayacak olan Hilafete yönelik davetin artmasından korkuyor. Zira Hilafet, İslam ümmetinin arasında on dört asırdan fazla bir süredir kökleşmiş bir fikir olup şimdi her zamankinden daha güçlü bir şekilde geri dönmüştür. Dolayısıyla bu fikir, yapay devletler veya kukla yöneticilerin aksine bombalanamaz, kendisine yaptırımlar uygulanamaz ya da susturulamaz.

Netanyahu, Batılı liderlerin uzun zamandır kabul ettiği gibi Yahudi varlığının, asla Yahudiler için kurulmuş bir vatan olmadığını, bilakis Müslüman ülkeleri bölmeyi, birliklerini engellemeyi ve Batı'nın bölgedeki jeopolitik çıkarlarını korumayı amaçlayan sömürgeci bir ileri karakol olduğunu biliyor.İşte tam da bu nedenle Hilafeti hedef alıyor; çünkü İslam'ın, egemenliğe sahip kâmil bir siyasi sistem olarak kurulması, kendisi, hegemonyası, yapay sınırları ve sürdürmeye çalıştığı sömürgeci sistemi için gerçek bir varoluşsal tehdit oluşturmaktadır.

Bu yüzden o, sömürgecilerin her zaman yaptığı şeyi yapmaya çalışıyor ki o da şudur: İslami yönetimin imajını çarpıtmak, Batı'yı arkasında toplamak ve kaçınılmaz olanı yavaşlatmaya çalışmaktır. Ancak onlar, Allah Subhanehu ve Teala’nın takdir etmiş olduğu şeyi durdurmaya güç yetirmeyeceklerdir. يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُواْ نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır.” [Saff 8]

Hilafet bir hayal değil, bilakis bir hakikat olup Akdeniz kıyılarından Kudüs'ün kalbine ve ötesine geri dönecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Okay Pala

Devamını oku...

Belediye Seçimleri, İslam'a Yönelik Mezhepçi Nefreti Yeniden Ortaya Çıkarıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Belediye Seçimleri, İslam'a Yönelik Mezhepçi Nefreti Yeniden Ortaya Çıkarıyor!

Haber:

Lübnan'daki belediye ve belediye başkanlığı seçimleri ve Beyrut'ta önerilen eşitlik yasası.

Yorum:

Fransız General Gouraud'un 1920'de sözde büyük Lübnan devletini ilan etmesinden ve Müslümanlar pahasına Lübnan'daki Hıristiyanların standardına göre mezhepsel bir sistemin kurulmasından bu yanaTemsilciler Meclisi 1932'de Trabluslu Şeyh Muhammed Nedim el-Cisr'i Lübnan Cumhurbaşkanı olarak seçince, Fransız Komiser cumhurbaşkanlığı seçimlerini iptal etmiş, Temsilciler Meclisi'ni feshetmiş ve anayasayı da askıya almıştı.

Yüzbinlerce Lübnanlının hayatına mal olan 1970'ler ve 1980'lerdeki iç savaştan sonra mezhepsel sistem değiştirilmiştir; nitekim Müslümanların sayısının çok olmasına rağmen Hıristiyanlar, devlet başkanlığı, ordu komutanlığı ve Lübnan Bankası başkanlığı gibi kilit pozisyonların yanı sıra birinci ve ikinci kategorideki görevlerin yarısını almıştır.

Lübnanlıların sayısına ilişkin istatistiklere ve Filistin'den ve Suriye'den gelen yerinden edilmiş kişilerin dışında Müslümanların Lübnanlıların %75'inden fazla olmasına rağmen, Hıristiyanlar Müslümanların çoğunluğu pahasına eşitlikten yararlanmaya devam ediyorlar; nitekim önceki seçim yasası, Hıristiyanların sayısıyla örtüşmesi ve çoğunluğun kendi bölgelerindeki adaylarının başarılı olmasını önlemek için ırkçı ve küstah bir şekilde değiştirilmiştir; bugün ise bazı milletvekilleri, üyelerinin çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle belediyenin yetkilerinin büyük bir kısmının Ortodoks valinin lehine kaldırıldığı bir dönemde, Müslümanların çoğunlukta olduğu Beyrut belediyesinde eşitliğe çağrı yapan küstah bir yasa öneriyor.

Lübnan'daki taifeciler ve mezhepçiler, ne Allah'tan ne de kullarından utanıyorlar; zira Müslümanlar yüzlerce yıldır bu ülkeyi yönetmelerine, farklı din ve mezheplerden olan insanları Allah'ın şeriatının altında korumalarına ve diğerleriyle bir arada yaşamanın bir örneği olmalarına rağmen, Müslümanlarla korku ve ihtiyatla muamele ediyorlar ve onları ülkenin liderliğinden engelliyorlar; dolayısıyla bu kindarlar, Müslümanların Lübnan'daki haklarını elde etmelerini engellemek için bir slogan haline getirdikleri “bir arada yaşama” ile övünemezler.

İslam, idari konularda ve insanların çıkarlarını güvence altına almada insanların dinine bakmaz, bilakis yeterliliğine bakar; siyasi ve güvenlik konularında ise bunlara liderlik için birtakım şartlar vardır; dolayısıyla bunları kim gerçekleştirirse, o daha layık olur.

Ayrıca birlik içinde olan ailelerin arasını ayıran ve dünya için kavga ve rekabeti pekiştiren belediye ve belediye başkanlığı seçimlerinin hepsinin, kapitalist ideolojinin salgılarından olduğunu, İslam'da ise her şehirde veya köyde insanlara hizmet etmek ve onların çıkarlarını gözetmek için yeterliliğe sahip olan görevlilerin atandığını hatırlatırız.

Sözlerimizi Lübnan'daki gayrimüslimlere yönelik aşağıdaki samimi tavsiyelerimizle sonlandırıyoruz:

Bizler, kendimizi sevdiğimiz kadar sizi de seviyoruz; öyleyse bizim gibi Müslümanlar olun ve hak din olan İslam'a girin ki böylece hem dünyada hem de ahirette mutlu olasınız; eğer reddederseniz, sizlere olan nasihatimiz bize düşmanlık yapmamanızdır; zira atalarınız, İslam'ın yönetimi altında güven ve huzur içinde aramızda yaşadılar ve hiç kimseye minnet duymadan tüm meşru haklarını aldılar; o halde dine ve insani değerlere karşı savaşan ve maddi çıkarları yücelten kapitalist Batı'dan iyi bir şey ummayın.

Bizler İslam'ın yönetiminin, bu ülke de dahil olmak üzere tüm Müslüman ülkeler için yakın olduğuna eminiz; o halde düşmanların elindeki bir araç olmayın ve düşmanların kökünü kazıyacak ve saldırganları ve kindarları Allah'ın adaletiyle cezalandıracak olan yaklaşan İslam'ın karşısında durmayın; yoksa apaçık bir kayba uğrarsınız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan

Devamını oku...

Neden Gazze'ye Destek Olmak İçin Müslüman Ordularını Seferber Etme Riskini Almalıyız?! Korku ve tehditler atmosferlerinde zor bir soru, ama Allah’ın adıyla başlayalım…

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Neden Gazze'ye Destek Olmak İçin Müslüman Ordularını Seferber Etme Riskini Almalıyız?! Korku ve tehditler atmosferlerinde zor bir soru, ama Allah’ın adıyla başlayalım…

Geçtiğimiz günlerde Gazze'deki soykırıma verdiği destek nedeniyle Microsoft şirketini protesto eden kız kardeşimiz Ibtihal'den ilham aldım. Zira cesur ve cüretkâr bir duruş ve açık bir meydan okumaydı. Ben üç kızı olan bir baba ve beş tane de kız yeğeni olan bir amcayım; bu nedenle bu cesur tavrı derinden hissetim ki bu, sadece böyle bir nimetle rızıklanan birinin anlayabileceği bir duygudur. Babası elinde bir çizik bile olmasına tahammül edemeyip onun için hiç çekinmeden canını bile feda etmeye hazırken o, konuşmasıyla risk alan bir kızdır.

Ibtihal bize, ister baba olalım isterse olmayalım, aslanın yokluğunda, yavrularını en vahşi hayvanlardan koruyan dişi bir aslanın görüntüsünü hatırlattı. Peki bu neden gerçekleşti? Allah Subhanehu ve Teala’ya ve cennete olan sevgisinden ve biraz da cehennem ateşinden korkusundan dolayıdır. İşte bizleri, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek, namaz kılmak... içki içmekten uzak durmak, zinadan nefret etmek, faizden kaçınmak gibi Allah Subhanehu ve Teala’nın sınırları içerisinde tutan şey budur...

Korumakla emrolunduğumuz kızlarımız böyleyse, onların gerçek koruyucuları olan babalarının nasıl olması gerekiyor acaba? Dişi aslanlar böyleyse, erkek aslanların nasıl olması gerekiyor acaba? Sivillerin durumu böyleyse, askerler olan subayların nasıl olması gerekiyor acaba? Peki bu subaylar ve yöneticiler, bir an için bile olsa, kendilerini cehenneme girme riskiyle karşı karşıya bırakmıyorlar mı? Zira bir an için bile olsa, şerî bir farzı terk etmenin veya şer’an haram olan bir işi yapmanın cezası, cehennemdir. Hatta cennet ehlinin bazıları, girdikleri cehennemin izlerini taşıyacaklardır. Müslümanlar olarak yaptığımız şeyin temeli şudur; Allah Subhanehu ve Teala’nın öfkesinden sakınmamız ve dilerse bunu bize bahşeder diye Subhanehu ve Teala’nın rızasına nail olmak için çalışıp gayret göstermemizdir. Allah'ım, bize merhamet et, bize lütufta bulun, Allahumme Amin.

Bizler, mağfiretin (affedilmenin) garanti olduğunu varsaymıyoruz. Evet, cennete girmek ve bir an bile olsa cehennemden kurtulmak için Allah Subhanehu ve Teala’nın rahmetine güveniyoruz.Ancak bu, kötülüklerimizin telafi edileceği ve Allah Subhanehu ve Teala’nın günahlarımızı bağışlayacağı umuduyla içki içebileceğimiz, günah işleyebileceğimiz, kötülüklere sessiz kalabileceğimiz, zina edebileceğimiz anlamına gelmiyor.Umre, sadaka ve yetim doyurmak bir kefaret olabilir ama şerî bir vacibi yerine getirmememizin veya bir günahı işlememizin kefareti olamaz. Zira zerre kadar bir kötülük bile sahibini cehenneme sokabilir.

Şu anda ben ellili yaşların ortasındayım.Dünya boks şampiyonu Muhammed Ali'yle ilgili güzel anılarım var.Onun yaptığını sevdiğim bir şey de, İslam'ın ilham verici bir elçisi olmasının yanı sıra çevresindeki herhangi bir ayartmaya boyun eğmeyi düşündüğünde bir kibrit taşıyıp onu yakması ve onu eline yakınlaştırmasıydı.Allah Subhanehu ve Teala’nın rahmetine ümit bağlamak ve O’nun gazabından korkmak, birbirine zıt gibi görünen iki şey olsa da ancak müminin kalbinde her ikisi de bir arada bulunmaktadır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:اعْلَمُوا أَنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌBiliniz ki Allah’ın cezalandırması çetindir ve yine Allah’ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır.” [Maide 98] Enes Radıyallahu Anh’dan şöyle rivayet edildi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ölüm döşeğinde olan bir genci ziyaret etti ve ona şöyle dedi: كَيْفَ تَجِدُكَ؟ “Sen kendini nasıl buluyorsun?” (Genç de) şöyle dedi: Ben, Allah’ın (affını) umuyorum ve günahlarımdan da korkuyorum ey Allah’ın Rasulü! Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: لاَ يَجْتَمِعَانِ فِي قَلْبِ عَبْدٍ فِي مِثْلِ هَذَا الْمَوْطِنِ إِلاَّ أَعْطَاهُ اللهُ مَا يَرْجُو وَآمَنَهُ مِمَّا يَخَافُBu vakitte (yani ölüm döşeğinde) herhangi bir (mümin) kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğundan emin kılar.

Annemin (Allah onu korusun), ben on yaşındayken, İngiltere’nin kışında sabah namazına kalkmak için “beş dakika daha” istediğimde, büyük bir sürahiden üzerime çok soğuk su döktüğünün hatırlıyorum. Bana büyük bir gülümsemeyle şöyle derdi: “Bu, cehennem ateşini söndürür. Hadi kalk oğlum.” Yani tek bir namazı bile kaçırmam nedeniyle beni Cehennem azabı konusunda terbiye eder ve ben de çok soğuk bir ıslaklık şeklindeki hatırlatmayla karşılaşırdım. İşte bu yüzden ben, erken yatan, erken uyanan ve şafak vakti çok aktif olan biriyim; nitekim bunu, otuz yıldır birlikte olduğum sabırlı eşim de büyük bir şevkle teyit etmektedir.

Peştun bir annenin kızı olan annem bana, onların çok hayırlı dayılar olduğunu hatırlatmıştır. Allah Subhanehu ve Teala’dan annemin ömrünü, Kendine itaat doğrultusunda uzatmasını temenni ediyorum. Allahumme Amin. Babama gelince (Allah ona geniş rahmetiyle merhamet etsin); gaz sobasını yakıp bana şunu sorardı: “Elini ona ne kadar yaklaştırabilirsin?” Şimdi buna “sert sevgi” diyorlar ve “eski usul” diyorlar. Her ne kadar o zamanlar farkına varmasak bile bu, şerî bir terbiyedir. Zira baba, oğlu bundan nefret etse bile onu cehennemden korumak için terbiye ediyor. Bir babanın evladına olan sevgisi işte böyle olmalıdır.

Baba tarafından ailem, bölünmeden önce Hindistan'ın Lucknow kentinden olup, daha sonra Pakistan'ın Karaçi kentine göç etmişler. Onlar, İngiliz işgaline karşı savaşan "Mendil El-Hariri" hareketinin mücahitlerindendir. İngilizler, erkeklerinin yaptıklarından dolayı onları toplu bir ceza olarak kuşattığında, kadınları bir meydan okuma olarak ağaç yapraklarını toplayıp pişirmişlerdir. Bu meydan okumayı ve bu bakış açısını hala kız kardeşimde ve ailemin kadınlarında görebiliyorum.Kız kardeşimiz Ibtihal’in bize hatırlattığı gibi dişi aslanlar, erkek aslanlardan daha az önemli değildirler.

Annem şimdi güçsüz, ama o güçsüz halinde bile titreyen elleriyle, rütbesi ne olursa olsun herhangi bir ordu subayının üzerine bir sürahi soğuk su döker ve ona "beş dakika daha" istemeye cesaret edemeyeceğini hatırlatır. Nitekim on sekiz ay geçmesine rağmen ordular, Gazze'ye destek için hareke geçmediler.Babam artık Rabbinin geniş rahmetine kavuştu. Allah Subhanehu ve Tela’dan, onun cennette Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte olmayı nasip etmesini diliyorum. Babamın yaktığı soba artık yanmıyor ama göğsümde hâlâ yanıyor... Eğer bugün aramızda olsaydı, Pakistan ordusundaki oğullarından birini alır ve subay bundan hiç hoşlanmasa bile onun elini sobanın üzerine koyardı. İşte şimdi ihtiyacımız olan bu katı sevgidir.

O sobanın temsil ettiği alevli ateş oğluna, belki korkmadan ya da en azından korkularının bir kısmını yendikten sonra konuşmasını ve hareket etmesini hatırlatıyor. Şu an evladın Gazze için yaptığı bazı şeyler ona sıkıntı verebilir, hatta çok sıkıntı da verebilir; aslında ortada kar da var kayıp da vardır. Ancak mükâfat, risk almaya değer. Tüm bunların da ötesinde onun selameti için dua eden bir annesi var ve belki de bazı hastalarının anneleri de onun için dua ediyordur. Zira o, kızlarına ve yeğenlerine iyi bir miras, ümmeti için de hayatı boyunca gördüğünden, hatta Gazze'de gördüğümüz yoğun acılardan bile daha iyi bir durum bırakmayı şiddetle arzuluyor. Her şeyin ötesinde Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim Mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” [Tevbe 51] Allah Subhanehu ve Teala’nın kelamıyla birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu hadisini hatırlatıyorum: الْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ وَفِي كُلٍّ خَيْرٌ، احْرِصْ عَلَى مَا يَنْفَعُكَ، وَاسْتَعِنْ بِاللهِ، وَلاَ تَعْجِزْ، فَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ: لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَذَا وَكَذَا، وَلَكِنْ قُلْ: قَدَّرَ اللهُ وَمَا شَاءَ فَعَلَ، فَإِنَّ (لَوْ) تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ(Hayırlı amellerde, Allah'a itaatte ve zorluklara sabır göstermekte) kuvvetli mümin, zayıf müminden, Allah’a daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Her ikisinin de mümin olması sebebiyle) hepsinde hayır vardır. Yararına olan şeyde (Allah'a itaatte) hırslı ol. Allah’tan yardım dile, (itaat ve yardım istemekte) aciz olma! (Tembellik gösterme!) Bir musibet başına gelirse: “Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!” deme. “Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!” de! Zira “keşke” kelimesi Şeytan'ın yapacağı işlere kapı açar.” [İbn Mace] Korkak bir kimse, rızkı ve ömrü sona ermeden bin kez ölür; oysa ne yaparsa yapsın her ikisi de Allah Subhanehu ve Teala’nın takdiridir. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala bize, Ibtihal kız kardeşimizin kararlığı sayesinde dünyanın dört bir tarafında bundan bir şey göstermiştir.Dişi aslanımız Ibtihal kız kardeşin dimdik ayakta durduğunu gördüğümde, tüm bunlar içimde bir hareketlenme meydana getirdi.

Gazze halkının kararlılığı ve cesur dişi aslanlarının ve İslam ümmetinin desteği, Allah'a, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ve müminlere duyulan derin sevgiden ve Allah'ın rızasını ve cenneti kazanma umudundan kaynaklanmaktadır; evet, cehennemden korkan biri, öğüt alır. Gazze'deki Müslümanlar şerî görevlerini yerine getirmişlerdir; artık İslam ümmetinin ve ordularının, şerî görevlerinin yerine getirmelerinin ve aslanın yokluğunda vahşi hayvanların ortasında yavrularını koruyan dişi aslanın cesaretiyle yollarına çıkan herkesi ortadan kaldırmalarının zamanı gelmiştir.

Ey Müslümanların silahlı kuvvetlerindeki subaylar: Ümmet artık ayağa kalktı ve size, kendisine yardım etmeniz çağrısında bulunuyor; o halde izzetinizin aslanları olun, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetinin aslanları olun ve Allah Subhanehu ve Teala'nın rızası için vahşi hayvanları avlayın!Sakın bunu yapmadan önce “beş dakika daha” istemeye cüret etmeyin;çünkü bu ümmetin anneleri, unuttuğunuzda ya da kasıtlı olarak unuttuğunuzda size hatırlatmak için hala büyük sürahilerle soğuk su taşımaktadırlar. إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ * وَقَالَ الَّذِينَ اتَّببَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar: “Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” [Bakara 166-167]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER