Salı, 21 Zilhicce 1446 | 2025/06/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Gazze’nin Düşündürdükleri, İbrahim Aleyhisselam Örneği ve Acil Yardım Çağrısı

Ümmet olarak, Hac ibadetinin devam ettiği bu kutsal Teşrik tekbiri günlerinde, İslam’ın bu asil rüknünün, sadece fiziksel bir yolculuk değil, Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya saf bağlılığı gösteren manevi bir yolculuk ve ilahi bir farz olduğunu hatırlıyoruz. Haccın menâsiki, Hz. İbrahim’in, Hz. Hacer’in ve Hz. İsmail’in sünnetini yaşatır. Bu ailenin yaşadığı imtihan, ümmete tevekkülün, Allah’a sarsılmaz bir şekilde güven duymanın ve aklın sınırlarını zorlasa bile O’nun emrine tam bir teslimiyet göstermenin ne demek olduğunu öğretmiştir.

Asırlar sonra yine teşrik günlerinde, Evs ve Hazreç kabilelerinden Müslümanlar gizlice Allah Rasûlü ile Akabe’de buluşmuşlardır. Onlar, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e kişisel kurtuluş için değil, dini desteklemek, O’na nusret vermek ve İslam’ın otoritesini tesis etmek üzere biat etmişlerdir. Harp Biati olarak adlandırılan bu antlaşma, İslam’ı zulüm gören bir davet statüsünden çıkarıp örgütlü ve devlet kurucu bir misyon statüsüne dönüştürmüştür. Bu biat, Hicret’e, Medine’de ilk İslam Devleti’nin kurulmasına ve İslam’ın dünya sahnesinde siyasi bir güç olarak doğuşuna zemin hazırlamıştır.

Bugün ümmet olarak korkunç bir haldeyiz. Sorunumuz inançsızlık, nüfus azlığı veya fakirlik değil; asıl sorunumuz güçsüzlüktür. Gazze’den Keşmir’e, Doğu Türkistan’dan Sudan’a kadar her yerde dağılmış ve ezilmiş durumdayız. Başımızda zalim yöneticiler, karşımızda bizi kendi çıkarları için kullanan düşmanlarımız var. Halid bin Velid’in, Selahaddin’in torunları olan İslam orduları ise, Allah’tan çok Batı’nın başkentlerinden korkan rejimlerin prangası altında ölüm sessizliğe gömülmüş durumdalar.

Gazze, terk edilmişliğimizin en acı sembolüdür. Ümmetin bedeninde kanayan bir yaradır. Ümmetin muazzam potansiyeli, hain düşmanlar ve kukla yöneticiler tarafından boğulduğunda bizlere ne kadar savunmasız kaldığımızı hatırlatıyor. Filistinli çocuklar, sadece yardım ya da slogandan ziyade güce ve eyleme dayanan gerçek bir destek için feryadı figan etmektedirler.

Hac ve ikinci Akabe biati, bugün eyleme geçilmesi için ilahi bir rehber niteliğindedir. Medineli Ensar, Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nusret vererek yeryüzünde Allah’ın hükmünü tesis etmesinin yolunu açmıştır. Bugün bizim ordularımızın da onların izinden gitmesinin zamanı gelmiştir. Biz, âlimleri, liderleri ve sıradan halkıyla İslam ümmetinin tüm bileşenlerinden Müslüman ordularına yalnızca İslam’a sadakat göstermeleri çağrısında bulunmalarını talep ediyoruz. Onlardan ihanet tahtlarından uzak durmalarını, kâfirlerin sınırlarını ve emirlerini ayaklar altına almalarını ve Nübüvvet metodu üzere Hilafeti yeniden kurulması için nusret vermelerini talep etmeliyiz.

Hz. İbrahim’in fedakarlığını ve Ensar’ın cesaretini hatırladığımız bu mübarek günlerde, bizler de Allah’a güvenerek, O’nun emrine itaat ederek ve Gazze’deki Müslümanların çektiği acılara son vermek üzere sarsılmaz bir kararlılıkla bir kez daha ayağa kalkmalıyız. Artık yeniden diriliş vaktidir. Bugün hepimiz, gücü elinde tutanları, Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in çağrısına kulak vermeye ve Ensar’ın yaptığı gibi ümmete nusret vermeye çağırmalıyız! Onlara Ensâr’ın şu tarihi biatini hatırlatmalıyız:

بَايَعْنَا رَسُولَ اللهِ ﷺ عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي الْمَنْشَطِ وَالْمَكْرَهِ وَأَنْ لَا نُنَازِعَ الْأَمْرَ أَهْلَهُ وَأَنْ نَقُومَ أَوْ نَقُولَ بِالْحَقِّ حَيْثُمَا كُنَّا لَا نَخَافُ فِي اللهِ لَوْمَةَ لَائِمٍ“Biz, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda devleti yönetenleri dinleyip itaat etmeye, onların işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair biat ettik.” [Buhari] İşte bugün ihtiyacımız olan ruh budur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti, Mübarek İydü’l Edha Vesilesiyle Tüm Müslümanların Bayramını Tebrik Eder ve Dini İbadetlerde Birliği, Şeri Bir Hüküm Olarak Kabul Eder

Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti, Mübarek İydü’l Edha Vesilesiyle Tüm Müslümanların Bayramını Tebrik Eder ve Dini İbadetlerde Birliği, Şeri Bir Hüküm Olarak Kabul Eder

Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber, La İlahe İllallah... Allahu Ekber, Allahu Ekber ve Lillahi’l Hamd

Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti Medya Bürosu, İslam ümmetinin mübarek Kurban Bayramı’nı tebrik eder. Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan, ümmetin ibadetlerini, itaatlerini, cihadını, fedakârlıklarını, dualarını ve hac ibadetini rahmeti ve lütfuyla kabul buyurmasını niyaz eder.

Kurban Bayramı, İbrahim’in yoluna tam bir teslimiyetin bir sembolüdür ve İslam ümmetinin birliğinin bir hatırlatıcısıdır. Bu bayram, ümmet için, Âlemlerin Rabbi ile ahdini yenileme ve dağılmış evlatlarını yeniden bir araya getirme vesilesi olmalıdır. Ne var ki, en büyük dini ve siyasi vesilelerimizden birinde ümmetin bir kez daha bölündüğüne tanık oluyoruz. Afganistan Yüksek Mahkemesi yaptığı açıklamada ‘Zilhicce hilali ne komisyon üyeleri ne de vatandaşlarımız tarafından görülmemiştir. Binaenaleyh önümüzdeki Cumartesi günü Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.” denilmiştir.

Taliban yönetimi bu kararı kendi siyasi sınırları içindeki yetkisine dayandırsa da, İslami perspektiften ve İslam ümmetinin birliği açısından bu kabul edilemez! Haremeyn’in ve tüm İslam dünyasının şahitliğini yok sayıp sadece Afganistan’da hilal aranması, milliyetçi bakışını dini hükümlerin önüne koymak anlamına gelir. Bu ise çok tehlikeli bir tutumdur; çünkü bu iletişim çağında hilal konusunda ayrılığa düşmek şer’î olarak kabul edilemez. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, hilalin görülmesi hakkında açıkça şöyle buyurmuştur:

صُومُوا لِرُؤْيَتِهِ وَأَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَأَكْمِلُوا عِدَّةَ شَعْبَان ثَلَاثِينَ“Hilali gördüğünüz zaman oruç tutun. Hilali gördüğünüzde iftar edin. Eğer hava kapalı olursa, Şaban ayını otuza tamamlayın” [Buhari]

Eğer hacılar, hilalin görülmesi ve güvenilir şahitlerin ifadesine göre Arafat’ta vakfeye durmuşsa, o zaman başka ülkelerde farklı bir günde bayram yapılması kabul edilemez. Çünkü İslam’da dinî hükümlerin muhatabı ümmettir, devlet ya da sınırlar değil. İslam, milliyetleri değil, tüm insanlığı muhatap alan evrensel bir dindir.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüz İslam dünyasında hâkim olan ulus-devlet temelli sapkın anlayış, yalnızca bayram gününün bölünmesine neden olmadı, aynı zamanda ümmetin Gazze’deki mazlumlara yardım etmesini de engelledi. Keşmir’de akan Müslüman kanını görmezden geldi ve Doğu Türkistan’ı kendi kaderine terk etti. Bu durum, ümmetin parçalanmışlığının somut bir göstergesidir. İran ve Pakistan’ın, şeriatın hükümlerini ve insanlığı hiçe sayarak, zulme uğramış Afgan mültecileri sınır dışı etmesi de, bu gayri İslami milliyetçi bakış açısının bir sonucudur. Bu nedenle, Müslüman topraklarını bu bölünmüşlüklerden, kargaşalardan ve süregelen zulümden kurtarmanın tek yolu, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i ikame etmektir. Hilafet, ümmeti İslam akidesi ve şeri hükümler etrafında birleştirecek; Endonezya’dan Fas’a, Kafkaslardan Yemen’e, Afganistan’dan Filistin’e kadar tek bir saf halinde kenetlenmelerini sağlayacaktır. Ve ümmetin en büyük bayramı, bu ilahi vaadin, nebevi müjdenin ve ümmetin yakıcı ihtiyacının gerçekleştiği ve hilafetin yeniden kurulduğu gün olacaktır.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ“O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

Devamını oku...

Başbakan Nevaf Selam’ın Yahudilerle Normalleşme Arzusunu Dile Getirdiği Açıklamaları, Hiçbir Şekilde Müslümanları Temsil Etmez, Bu Sözler Sadece Onu ve Onu İktidara Taşıyanları Bağlar, Bu Açıklamalar, Allah’a, Peygamber’e ve Müminlere İhanettir!

  • Kategori Lübnan
  •   |  

ABD Başkanı Trump’ın ‘İbrahim Anlaşmaları’nı dayattığı o uğursuz bölge ziyaretinden bu yana estirilen ‘Yahudilerle barış’ rüzgârına Arap ve İslam dünyasının yöneticileri de bir bir katılıyor. Hatta birilerinin ‘Normalleşmede son sırada olacağız!’ demesi bile, bu ihanet sürecinin bir parçası! Lübnan Başbakanı Nevaf Selam’ın 30 Mayıs 2025’te CNN’e verdiği röportajda, ‘Normalleşme yarın görmek istediğimiz barışın vazgeçilmezidir, daha fazla beklenemez’ demesi bile işbirlikçi Arap rejimlerinin Siyonistlerle uzlaşma çabalarının yeni bir halkasıdır! Selam, müzakere süreçleri ve bunların birbiriyle bağlantısına dair sorulan bir soruya “süreçler fikrini sevmediği” yanıtı vermiştir. Selam’ın ‘süreçler’ konusundaki bu tutumu, Filistin davasını tamamen göz ardı ederek Yahudilere hızlıca teslim olma niyetinin açık bir göstergesidir! Bu skandal açıklamalar kamuoyunda büyük bir tepki ve tartışmaya yol açınca, Selam’ın basın ofisi bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Açıklamada röportajın tamamının izlenmesi, cımbızlanarak yanlış bağlamlara oturtulmaması gerektiği belirtildi. Ayrıca, Başbakan Selam’ın tutumunun gayet net olduğu, farklı yorumlara veya çarpıtmalara izin verilmeyeceği de vurgulandı. Açıklamada “Lübnan, Arap dünyasının temel ilkelerine bağlıdır. İsrail’le herhangi bir normalleşme, sadece bir yol haritası üzerinde anlaşarak değil, ancak ve ancak bir Filistin devleti kurulduktan sonra gündeme gelebilir.’ denildi. Ayrıca açıklamada, ‘İsrail’le kabul edilebilecek tek barışın, Beyrut’ta kararlaştırılan Arap Barış İnisiyatifi’ne dayalı adil ve kapsamlı bir barış olduğu’ ifade edildi.” ‘İster ilk açıklamasında olduğu gibi aceleci bir teslimiyet olsun, ister sonradan düzeltildiği gibi sözde Arap ilkelerine bağlı bir teslimiyet olsun, her iki yol da teslimiyete çıkıyor. Dolayısıyla bu pozisyonların tamamı saçmalıktır ve Müslümanlar nezdinde hiçbir surette kıymet-i harbiyesi yoktur.

Arap Barış Girişimi’ni veya sözde Filistin devletinin kuruluşunu bahane etmek -yani toplu ihaneti ya da Filistin halkını temsil ettiğini iddia edenlerin teslimiyetini mazeret göstermek- bu rezil açıklamaları ve bu acıklı çabaları asla meşrulaştırmaz. Çünkü Filistin meselesi, ne Arapların ulusal bir sorunudur ne de Filistinlilerin vatani bir meselesidir. Bu dava, İslam’ın ve tüm Müslümanların ortak davasıdır. Bu toprakları, İslam’ın şeref yurdu yapmak uğruna mübarek kanlarıyla sulayanların davasıdır. Bu dava, bu toprakları şehit kanlarıyla sulayarak bu ülke ve toprakları İslam’a ve müminlere aziz bir yurt yapan ecdadımızın davasıdır! Bugün Müslümanlar bu toprakları işgalci gasıp Yahudilerden temizlemek için canları feda etmeye devam etmektedirler! Bu yüzden bu tür açıklamalar yalnızca sahibini bağlar, Müslümanları temsil etmez. Aslında bu açıklamalar, o kişiyi iktidara getirenlerin düşüncesini yansıtır. Lübnan’daki Müslümanların duruşu ise, bir ülkenin değil, tüm ümmetin ortak duruşudur...

Bu tür açıklamaların en tuhaf yanı ise, tam da Allah ve Müslüman düşmanı Yahudilerin, başta Gazze olmak üzere Filistin’de kardeşlerimizin kanını dökmeye devam ettiği bir zamanda yapılmış olmasıdır. Yahudiler, dünyanın gözleri önünde kuşatma, yıkım, açlık, katliam ve zorunlu tehcir gibi Filistinli kardeşlerimize karşı tüyler ürpertici suçlar işlemektedirler! İşin daha da acısı, Yahudilere ait uçaklar ve insansız hava araçları, bir yılı aşkın süredir Başbakanlığını yaptığı ülkenin hava sahasında cirit atmakta, katliam ve yıkım gerçekleştirmektedirler. Sözde egemenlik ve bağımsızlıklarını zerre kadar umursamamakta, ateşkes anlaşmalarına, uluslararası kınamalara ve Amerikan güvencelerine hiçbir şekilde önem vermemektedirler! Amerika’ya göre Yahudilerin bombardımanı ve saldırıları altında inim inim inlemenizi, bölgedeki projesine boyun eğmeniz ve itaat etmeniz için en uygun ortamdır. Kaldı ki Nevaf Selam, başbakan olmadan önce Uluslararası Adalet Divanı’nda görevli bir yargıçtı. Böyle bir konumdaki birinden beklenen, Yahudi suçlularını insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı yargılamaktır; onlarla barış masasına oturmak değil!

Ey Başbakan! nedir bu telaş? Yahudilerle barış ve normalleşmeyi “yarın, hatta bir an önce” görmek istemenizdeki bu acele niye? Neden bu kadar heveslisiniz Yahudilerle normalleşmeye? Bu durum, Yahudilere teslimiyet sürecinde önemli bir merhale kat ettiğinizin bir göstergesidir. Artık mesele, Allah’tan, Rasûlü’nden ve müminlerden utanılarak gizli kapaklı yürütülen bir süreç olmaktan çıkmış; son derece açık ve net ifadelerle, doğrudan Müslümanların yüzüne söylenen bir politikaya dönüşmüştür. Bu açıklamalar, Lübnan’daki Müslümanlara işgalci Yahudilerin bu kez turistik bir çerçevede ülkede dolaşmalarına hazırlıklı olmaları gerektiğini telkin etmektedir. Bütün bu yaşananlar, bu yeni dönemin Lübnan’ın ıslahına ve kalkınmasına yoğunlaşmak bahanesi altında aslında Yahudiler ile normalleşme ve ülkenin onlara açılması dönemi olduğunu gözler önüne seriyor.

Ey Başbakan! Size ve bu ihanet kervanına katılmış veya katılacak olanlara son sözümüz şudur: Lübnan da tıpkı Filistin gibi İslam toprağının ayrılmaz bir parçasıdır ve herhangi bir sayıya ya da bölünmeye konu olamaz. Müslümanların davalarını yok etme çabanızda ne kadar başarılı olduğunuzu düşünürseniz düşünün, bu topraklar hain projelerinize karşı Allah’ın izniyle tek yumruk olarak kalacaktır. Sesimiz, Allah, kaderde yazılı olanı gerçekleştirinceye ve Müslümanlar da bu sendelemeden kurtulup Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devletini kuruncaya kadar siz ve arkanızdaki güçlerin hoşuna gitmeyen gerçekleri haykırmaya devam edecektir. Hilafet, Yahudilerle barış yapmayacak, onlarla uzlaşmayacak; sizin imzaladığınız ve imzalayacağınız tüm anlaşmaları yırtacak ve sonunda, Rabbimizin vaadini ve Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek üzere onlarla savaşacaktır:

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

تُقَاتِلُكُمْ يَهُودُ فَتُسَلَّطُونَ عَلَيْهِمْ، حَتَّى يَقُولَ الْحَجَرُ: يَا مُسْلِمُ، هَذَا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ“Yahudiler sizinle savaşacaktır! Fakat neticede siz onlara musallat kılınacaksınız! Öldürme o kadar şiddetli olacak ki. Bir kaya parçası: Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.

İşte Kur’an ve Sünnete göre yaşayan Müslümanların inancı budur. Müslüman çocukları, Yahudi düşmanlığı üzere yetiştirilirler; çünkü onlar peygamberleri öldürmüşler, Filistin’i işgal edip gasp etmişler, Filistinli Müslümanları katletmişlerdir. Siz ne söylerseniz söyleyin, ne imzalarsanız imzalayın, bu gerçeği değiştiremezsiniz.

Ey Lübnan Müslümanları! Bugün duruşunuz net ve açık olmalı! Bunu minberlerinizden, meydanlarınızdan, toplandığınız her yerden ve yaptığınız her açıklamayla ilan etmelisiniz. Sakın tereddüt edip bu büyük günaha ortak olmayın, bu ihanetin oldu bittiye getirilmesine izin vermeyin. Zira bu tür açıklamalara karşı sessiz kalmak ya da tereddüt göstermek, bu büyük günahın bir parçası hâline gelmenize neden olabilir. Ebu Davud’un Sünen’inde sahih bir senetle rivayet ettiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

إِذَا عُمِلَتْ الْخَطِيئَةُ فِي الْأَرْضِ كَانَ مَنْ شَهِدَهَا فَكَرِهَهَا كَانَ كَمَنْ غَابَ عَنْهَا، وَمَنْ غَابَ عَنْهَا فَرَضِيَهَا كَانَ كَمَنْ شَهِدَهَا“Yeryüzünde bir günah işlendiğinde onu görüp de kalben nefret eden kişi, günahı görmeyen kimse gibi olur. Orada bulunmadığı halde, işittiğinde ona rızâ gösteren kimse de gören kimse gibidir.”

Müslim’in rivayet ettiği hadiste Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

إِنَّهُ سَيَكُونُ عَلَيْكُمْ أَئِمَّةٌ تَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ، فَمَنْ أَنْكَرَ فَقَدْ بَرِئَ، وَمَنْ كَرِهَ فَقَدْ سَلِمَ، وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ“İleride birtakım emirler (yöneticiler) olacaktır. Tanıyacaksınız ve inkâr edeceksiniz. Kim tanırsa beri olur. Kim inkâr ederse kurtulmuş olur. Fakat kim razı olursa ve tabi olursa...” Yani, kim bir kötülüğe razı olur, peşinden gider, onu çirkin görmez ve ona karşı çıkmazsa, işte o kişi hem sorumlu tutulur hem de cezalandırılır. Sakın kötülüğün ve kötülerin yaygın olması gözünüzü korkutmasın veya sizi duruşunuzdan caydırmasın! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

قُل لَّا يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ فَاتَّقُوا اللهَ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ  “De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.” [Maide 100] Yani Allah katında, O’na isyan edenle itaat eden bir olamaz. Günahkârların sayısı fazla olsa ve bu çoklukları seni şaşırtsa da... Çünkü asıl başarıya ulaşacak ve Kıyamet Günü Allah’ın mükafatını kazanacak olanlar, sayıları ne kadar az olursa olsun, O’na itaat edenlerdir. İsyan edenler değildir. Allah’a isyan edenler, sayıca fazla olsalar bile, en büyük kayba uğrayanlar ve hüsrana düşenlerdir. O hâlde Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya, açık, net ve cesur tutumlar sergileyerek O’nun hoşnut olacağı ve razı geleceği bir duruş gösterin.

فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ وَاللهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” [Muhammed 35]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir, Hilafetin Hakiki Manada Yeniden İkamesi İçin Çalışan Bir Partidir Artık Onun Çağrısını Engellemekten ve Gençlerini Tutuklamaktan Vazgeçin. Allahu Ekber, Allahu Ekber, La İlahe İllallahu Allahu Ekber ve Lillahi’l Hamd

1953’te İslam ideolojisine dayalı bir siyasi parti olarak kuruluşundan bu yana, Hizb-ut Tahrir, İslami hayatı yeniden tesis etmek ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurduğu ilk İslam devletini yeniden inşa etmek için çalışmaktadır. Parti, bu hedefe ulaşmak için Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem metodunu izlemekte olup, her türlü fiziksel eylemden veya sözde şiddetten kaçınmaktadır.

Hizb-ut Tahrir, ümmetle çalışma metodunu onlarca kitap ve neşriyatla ortaya koymuş, gençleri vasıtasıyla halkla birebir temas kurarak onları İslam’la eğitmiş, dinlerine olan bilinçlerini artırmıştır. Ümmetin kalkınması, tarihî izzetine, onuruna ve liderlik konumuna yeniden kavuşması gerektiğini vurgulamış; bu uyanışın Raşidi Hilafet’in yeniden kurulması ve İslam’ın yeniden hükümran olmasıyla mümkün olacağını belirtmiştir. Parti, ümmetin otoritesinin mevcut yönetimler ve Batı’yla uyumlu seküler rejimler tarafından gasbedildiğini savunmaktadır.

Hizb-ut Tahrir, apaçık hedeflerine ulaşma yolunda, İslam’ı hayattan dışlayan hiçbir rejimle uzlaşmaz, onlara yaltaklanmaz ve bu bozuk düzenlerin içinden yol almaz. Bu rejimlerde yönetime ortak olmaz. Aksine, bu rejimlerin kökten değişmesini ve onların yerine İslami yönetimin kurulması gerektiğini savunur. Parti, derin bir fikrî tasavvura sahiptir, İslam akidesini siyasi bir akide olarak görür ve hâkimiyetin yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul eder. Parti, siyasi bir olgunluğa sahiptir, düşmanların komplolarının farkındadır ve bu komploları ümmete ifşa etmek, dumura uğratmak ve gidişatı değiştirmek için çalışır.

Hizb-ut Tahrir, Ürdün rejiminin Batı Şeria’yı Yahudilere peşkeş çekmek ve böylece Yahudilerle normalleşmek için 1967 Haziran ayında göstermelik bir savaş çıkarıldığını aylar öncesinden ifşa etmiştir. Ahmak rejimler, on yıllardır bölgeselciliği, sahte vatanseverlik ve bağımsızlık duygularını körükleyerek normalleşmek için çalışmışlar ve halen de çalışmaktadırlar. Hatta bugün, bu rejimler Gazze halkına karşı yürütülen soykırım savaşında bile Yahudi varlığının yanında yer almışlardır. Korkak Yahudi varlığının işlediği açlık katliamı manzaraları, onların o kalpsiz duygularına zerre kadar dokunmamıştır.

Ürdün’ün baskıcı güvenlik aygıtları, Hizb-ut Tahrir’in ilk nefes aldığı günden beri Allah’ın yoluna çağıran bu sesi boğmak için çabalamışlar, ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyen gençleri, sırf bu inançlarının arkasında dimdik durdukları için zindanlara atmışlardır. Partinin siyasi niteliği bilinmesine rağmen, gençlerine yönelik keyfi gözaltılar, baskılar ve engellemeler halen devam etmektedir. Baskıcı güvenlik aygıtları, Filistin davasını yok etmeye çalışan ve kibri karşısında herkesin sustuğu sömürgeci kâfir Amerikan başkanı Trump’ın yanında saf tutarak bulaştıkları zillet ve utancı örtbas edecekleri yerde, bu alçakça tutuklamalarla ümmeti provoke etmektedirler. Öyle ki, Ürdün’ün zalim idaresi, mübarek Zilhicce ayının ilk on gününde, geçtiğimiz Cuma günü Hizb-ut Tahrir’in yiğit gençlerinden Musa Ebu Arkub ve Muhammed Necm Ebu Arkub kardeşleri tutuklamıştır. Güvenlik birimleri, Necm’i kandırarak kardeşinin kaza geçirdiğini öne sürmüşler ve böylece kurdukları sinsi bir tuzakla onu gözaltına almışlardır.

Ürdün’deki hainlerin ve tüm Müslüman yöneticilerin maskesi düşmüş, ümmetin düşmanlarının safında yer aldıkları ifşa olmuştur. Hepsi aynı kumaştandır! Ümmetin iradesini gasp ettiler, onu küfür nizamıyla yönettiler ve tekbirlerle, tehlillerle Allah’ı anıp Yahudi varlığına karşı orduları harekete geçirmek yerine, halkı bağımsızlık sirki ve futbol afyonu gibi boş işlerle oyaladılar. Halklarını zillete mahkûm ettiler, onları aç ve sefil bıraktılar; hayatı onlara zindan edip işsizliğe ve borç batağına ittiler. Ümmet’in trilyonlarca dolarını bir kalemle küfrün elebaşı Trump’a peşkeş çektiler!

Şeri yollarla İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan Hizb-ut Tahrir, bu yolda baskı, engelleme ve tutuklamalarla karşılaşacağının bilincindedir. Mevcut yöneticilerin, onların efendilerinin ve istihbarat servislerinin desiselerinden de haberdardır. Bu tür baskıcı tutuklamalar onu yıldıramaz. Çünkü Hizb-ut Tahrir’in kurmaya çalıştığı Hilafet Devleti; yozlaştırılmamış, şaibesiz hakiki bir Hilafettir. Hilafet, Müslümanlara dost, kâfirlere düşmandır, Hilafet, Allah’ın kelimesini gerçekten yücelten, İslam’ı hakkıyla uygulayan, Batı’nın İslam topraklarındaki nüfuzuna son veren ve bir daha bu topraklara sızmasını engelleyen bir devlettir. Hilafet, Müslümanların birliğini sağlayacak, onların ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılayacak ve ümmetin eski izzetini geri getirecektir. Kâfirlere ve iş birlikçilerine karşı güçlü duracak, İslam’ı ve Müslümanları onurlandıracaktır. Gazze halkına ve tüm Müslümanlara yardım elini uzatacaktır. Parti, hayatın her alanında uygulanmaya hazır, maddeleri Kur’an ve Sünnet’ten türetilmiş bir anayasa hazırlamıştır. Partinin kurmaya hazırlandığı bu devlet, tüm ayrıntılarıyla şimdiden planlanmış durumdadır.

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً“Mümin erkekleri ve mümin kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden eziyet edenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” [Ahzab 58]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden 1446 Yılı Mübarek İydü’l Edha Tebriki

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, Sudanlı kardeşlerimizin ve tüm İslam coğrafyasının Kurban Bayramı’nı en kalbi duygularla tebrik ederiz. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinde Sevgili Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bayrağı altında birlik ve bütünlük içinde bir sonraki bayrama kavuşmayı Yüce Allah’tan niyaz ederiz.

Bayramınızı tebrik ediyoruz... Ancak bu tebriki, ülkemiz Sudan’ın, iki koca yılı devirip üçüncü yılının da üçüncü ayına giren o kahredici savaşın pençesi altında inim inim inlediği bir zamanda yapıyoruz. Bu savaş ki nice canlar aldı, nice ırz ve namusu ayaklar altına aldı, malları yağmaladı, yuvaları yıktı ve güven içindeki insanları yurtlarından sürdü. Sonunda öyle bir hale gelindi ki, bu aziz ümmetin evlatları ya komşu kapılarında ‘istenmeyen birer mülteci’ ya da kendi öz vatanında ‘muhtaç birer garip’ oldular. İnsansız hava araçları, ülkenin doğu, batı ve kuzeyindeki şehirlerde bulunan kritik altyapıyı vurmaya devam etmektedir. Ve bu topraklarda insanın zerre kadar kıymeti kalmadı! Ne sahip çıkan var ne de sorumluluk alan! O cani elebaşları, köpekler gibi iktidar ve servet için birbirlerini parçalarken, salgın hastalıklar ve dinmeyen acılar bütün ülkeyi esir almış durumda. Özellikle kolera salgını, sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve temiz suya erişim eksikliği nedeniyle ciddi can kayıplarına yol açmıştır. Bütün bu belalar, güç sahiplerini kendine getirip şeriatla hükmetmeye yöneltmeliydi! Ama onlar azgınlıkta direttiler! Kafirlerin izinden gittiler! Laiklikle dini hayattan kovdular! Sonunda Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in “girmeyin” dediği o kertenkele deliğine girdiler! Ebu Saîd RadıyAllahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لَتَتَّبِعُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُم شِبْراً بشبْر، وذراعاً بذراع، حتَّى لو سَلَكُوا جُحْر ضَبٍّ لَسَلَكْتُمُوهُ؛ قلنا: يا رسول الله؛ اليهودُ والنَّصارى؟ قال النَّبيُّ ﷺ: فَمَن؟“Bir kertenkele deliğine girmiş olsalar bile siz de arkalarından girmek için sizden öncekilerin sünnetlerini karış karış, arşın arşın takip etmeyin.” Dediler ki: Kendisine ‘garipler kimlerdir ey Allah’ın Resulü’ diye soruldu? Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Ya başka kimler olacaktı?” buyurdu.” [Buhari ve Müslim] Yasalarımızda ve toplumsal düzenimizde Allah’ın hükümlerini göz ardı ettiğimiz müddetçe, maruz kaldığımız bu felaketlerin ortadan kalkması nasıl beklenebilir?

Eğer İslam’ı saf ve arı bir şekilde tekrar iktidara taşımaz, Raşidi Hilafeti kurmazsak; bu zillet, bu sıkıntı, bu boğucu hayat aynen devam edecektir! Ya uyanıp Hilafete koşacağız ya da bu perişan halimizle Allah’ın huzuruna çıkacağız! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

أَوَلَايَرَوْنَأَنَّهُمْيُفْتَنُونَفِيكُلِّعَامٍمَرَّةًأَوْمَرَّتَيْنِثُمَّلَايَتُوبُونَوَلَاهُمْيَذَّكَّرُونَ“Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” [Tevbe 126]

Nice hayırlı bayramlara

Devamını oku...

2025-26 Ulusal Bütçesi: ABD ve Sömürgeci Kurumu IMF’nin Beklentilerini Karşılayan ve Tiran Hasina’nın Kapitalist Politikaları ile Halkın Sefaletini Devam Ettiren Bir Bütçedir

ABD’nin gümrük politikaları önünde diz çöken ve ABD emperyalizminin kuklası IMF’nin sanayiyi çökerten sömürücü vergi sistemini uygulayan geçici hükümet, 2025-26 bütçesini hazırladı. Merkezi Politika Diyalog (CPD) raporlarına göre, son dokuz ayda 2,7 milyondan fazla kişi yoksulluk sınırının altına düşmüş ve halkın satın alma gücünde istikrarlı bir gerileme gözlenmiştir.

Hükümetin sunduğu bu bütçe, sözde enflasyonu dizginlemeyi vaat etse de, halkın günlük temel ihtiyaçları üzerindeki ithalat vergileri ve KDV yükünü hafifletecek dişe dokunur hiçbir adım içermemektedir. Bu durum, verilen sözlerin göz boyamadan ibaret olduğunu ve ümmetin bitmek bilmeyen çilesiyle adeta dalga geçildiğini gözler önüne seriyor. Üstelik geçici yönetim, bir yandan Trump’ın yüzde 37’lik gümrük tarifelerine karşı mücadele ettiğini iddia ederken, diğer yandan pamuk ithalatını körükleyip Amerikalı Argent LNG şirketiyle devasa anlaşmalara imza atmıştır. 110 ABD ürününe gümrük vergilerini sıfırlamış ve böylece kime hizmet ettiğini açıkça belli etmiştir.

Hükümet, izlediği bu pısırık politikalara kılıf olarak bir de Bangladeş’in hazır giyim ürünlerini Amerikan pazarına vergisiz sokma hedefini öne sürüyor. Oysa gözden kaçırdıkları bir şey var: Şayet ABD, hazır giyime ek vergi getirirse, bunun ceremesini en başta kendi vatandaşları çekecek ve Amerikan halkı faturayı doğrudan Trump’a kesecektir. Zira bu durumda ithalatçılar, dünya pazarındaki daha uygun fiyatlı ürünlere erişim imkânını kaybedecektir. Öte yandan, Amerikan ürünlerinin gümrüksüz (sıfır tarife ile) ithal edilmesi dahi maliyetli bir seçenektir; çünkü bu ürünlerin üretim ve nakliye gibi tarife dışı maliyetleri oldukça yüksektir.

IMF’nin, serbest piyasa ve vergi politikaları yoluyla ülkelerin ekonomileri üzerinde hakimiyet kurmayı amaçlayan, Amerika’nın yeni-sömürgeci bir organı olduğu, dünya genelinde kanıtlanmış bir olgudur. Ülkedeki sanayi kuruluşları, kesintisiz enerji temini ve artan akaryakıt fiyatları gibi çeşitli sorunlarla mücadele ederken, geçici hükümetin elektrik ve akaryakıt üzerindeki KDV ve diğer vergileri kaldırmamış olması dikkat çekicidir. Bu politikalar neticesinde yerli sanayi sektörü ciddi darbe almış durumdadır. Buna karşılık yabancı sermayeyi ülkeye çekebilmek için kesintisiz enerji ve vergi afları gibi vaatler havada uçuşmaktadır. İş dünyası liderleri, hükümetin iş dünyası dostu olmayan bu bütçesinden duydukları endişeyi dile getirdiler.

Bu şekilde, seküler-kapitalist iktidar sınıfı, IMF politikalarını takip ederek Batı’nın sadakatini kazanırken halkı sırtından hançerlemektedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ bu tür akılsız yöneticiler hakkında bizleri şöyle uyarmaktadır:

وَلاَ تُؤْتُواْ السُّفَهَاء أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللهُ لَكُمْ قِيَاماً“Allah’ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı, beyinsizlere vermeyin.” [Nisa 5] Bu halk, zalim Hasina’yı devirmek için onca bedel ödemişken, başa gelen geçici hükümet ne yapıyor? Bir avuç yerli ve yabancı para babasının ve sömürgeci efendilerinin çıkarlarını koruyarak Hasina’nın bıraktığı yerden aynen devam ediyor. Örneğin ülkenin aleyhine olan Adani anlaşmasını feshetmedikleri gibi, “kapasite bedeli” maskesiyle haraççı şirketlerin milyarları yağmalamasına göz yummaktadırlar! Bununla da kalmayıp, Japonya’nın başlattığı (yeraltı tüneli ve Matarbari santrali gibi) plansız ve ülkeye hiçbir faydası olmayan projelere tam gaz devam ediyorlar. Sonuç olarak, kapasite ücretlerini ve dış kredilerin faizlerini ödemek için halka ek vergi yükü bindirerek Hasina’nın ekonomik baskı politikalarını aynen devam ettirmektedirler. En acısı da, ‘ayrımcılık karşıtı’ iddiasıyla kurulan bu ara hükümet, kara para aklama sistemini sürdürerek bizzat ayrımcılığın mimarı olmaktadır!

Ey insanlar! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً“Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır.” [Taha 124] Halkın çıkarlarını ancak İslami bir bütçe koruyabilir.

Birincisi: Devletin asli görevi, her vatandaşın din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin temel ihtiyaç ve haklarını karşılamaktır. Bu nedenle Hilafet, tüm vatandaşlar için yeterli istihdam sağlayacak şekilde bir bütçe hazırlayacak ve engelli vatandaşların bakımı için bütçede özel bir pay ayıracaktır.

İkincisi: İslam hukukuna göre yerli tüccarlardan ithalat vergisi (gümrük/uşûr) ve KDV gibi vergilerin alınması caiz değildir. Gümrük vergisi sadece yabancı tüccarlardan alınacaktır. Nitekim, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu konuda şöyle buyurmuştur:

لَايَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ “Meks sahibi cennete giremez.” [Ebu Davud]

Üçüncüsü: Petrol, gaz ve elektrik İslam’da ne devletin ne de özel sektöründür, doğrudan ümmetin ortak malıdır! Özelleştirme maskesi altında yerli-yabancı şirketlere peşkeş çekmek kesinlikle haramdır! Bu sektör devlet tarafından yönetilecek ve buradan elde edilen gelir, kamu yararına kullanılacaktır. Ayrıca, bu sektörden elde edilen gelirler, halkın ortak kullanımına açık olan altyapıların (yol, köprü vb.) inşasında kullanılmalıdır. Bu sayede, kamusal kalkınma projelerinin hayata geçirilmesi için ülkeyi yıpratan dış borçlanma ihtiyacı ortadan kalkacaktır. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet edildiğine göre

الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ: الْمَاءِ، وَالْكَلَأِ، وَالنَّارِ“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.” [Ebu Davud] Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir:

وَثَمَنُهُ حَرَامٌ“Onun bedeli da haramdır.”  “Ateş”ten kasıt yakıt kaynaklarıdır. Dolayısıyla şeriat hükümlerine göre petrol, doğalgaz ve elektrik sektörünün yerli ve yabancı sermaye gruplarının elinden kurtarılarak devlet yönetimine alınması ve gelirlerinin kamu yararına harcanması farzdır. Ve unutulmamalıdır ki, her şeyin çözümü olan Hilafet sisteminde bütçe, insanların keyfine göre değil, doğrudan doğruya her şeyi en iyi bilen Yüce Rabbimizin koyduğu ilahi kanunlara göre hazırlanacaktır. İşte böyle bir bütçe, hem halkın refahını garanti altına alacak hem de bu ümmetin hasretle beklediği umutları ve hayalleri gerçeğe dönüştürecektir.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَكِنْ كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ“O ülkelerin halkı inansalar ve sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” [Araf 95]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER