Perşembe, 13 Safer 1447 | 2025/08/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Azerbaycan Ziyareti, Ne Yazık ki Yahudi Varlığıyla Normalleşme Yolunda Atılmış Bir Adımdır! Bu Adım, Ümmet-i Muhammed’in Bağrına Saplanan Zehirli Bir Hançerdir!

Fransa Basın Ajansı’nın (AFP) aktardığına göre, Şam’da görevli diplomatik bir kaynak cumartesi günü yaptığı açıklamada, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara’nın Azerbaycan ziyareti kapsamında Bakü’de Suriyeli bir yetkili ile “İsrailli” bir yetkili arasında doğrudan görüşme gerçekleşeceğini bildirdi.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan ancak isminin açıklanmasını istemeyen kaynak, ‘Eş Şarâ’nın Bakü’ye yapacağı ziyaret marjında Suriyeli bir yetkili ile “İsrailli” bir yetkili arasında bir görüşme gerçekleşeceğini, ancak eş Şarâ’nın bu görüşmede yer almayacağını vurguladı.

Kaynak, görüşmelerde, 7 aydan fazla bir süre önce Beşşar Esed rejiminin yıkılmasının ardından Suriye’nin güneyindeki bazı noktalara sızan Yahudi varlığının “Suriye’deki yeni askeri varlığı” konusunun ele alınacağını ifade etti.

Şam yönetimi doğrudan görüşmeler yapılacağını resmi olarak teyit etmese de, Suriyeli yetkililer Aralık ayında iktidara geldiklerinden bu yana Yahudi varlığı ile dolaylı müzakereler yürütüldüğünü kabul etti. Bu temasların gerekçesi ise Yahudi varlığının son aylardaki yüzlerce hava saldırısıyla tırmandırdığı gerilimi düşürme çabası olarak açıklandı.

Suriye’deki geçiş dönemi yönetimi ile Yahudi varlığı arasında normalleşme seçeneğini hayata geçirmeye yönelik adımlar atıldığına dair artan çok sayıda gösterge bulunuyor. Bu ziyaretlerin arkasındaki örtülü ajandalar, tek bir merkezî hedefte kesişiyor: işgalci Yahudi varlığını bir devlet olarak meşrulaştırmak ve Allah’ın zorba Beşşar rejiminin devrilmesiyle onurlandırdığı Şam halkının zaferini dört gözle bekleyen Mübarek Toprak, özellikle de Gazze halkının yüreğine ağır bir darbe indirmek! Tüm bunlara ek olarak, bir zamanlar devrime ve onun sloganlarına büyük bir saygıyla bakan ümmetin geri kalan iradesinin de boyunduruk altına alınması söz konusudur. Bugün ümmet, olan bitenlerin, kendi beklentilerinden, devrimin sloganlarından ve temel prensiplerinden fersah fersah uzak olduğuna inanıyor.

Yahudi varlığı ile normalleşme, ümmetin iradesini kırmak ve ona ölümcül bir hançer saplamak demektir.

Artık basiret ve feraset sahibi herkes için, normalleşme olgusunun “siyasi bir gereklilik” ya da “taktiksel bir manevra” olmadığı malumdur. Tam tersine normalleşme, ardı arkası kesilmeyen bir çöküş ve düşüş, eşi benzeri görülmemiş bir hezimettir; dünyada zillet, ahirette ise tam bir hüsrandır. Her şeyden önce Allah’a, Rasûlü’ne, şehitlerin kanına ve sadıkların fedakârlıklarına bir ihanettir! Ümmetin değişmez sabitelerine karşı bir darbedir! Ümmeti “Abrahim Anlaşmaları” zilletiyle uyumlu hale getirip uysallaştırma ve Yahudilerle olan mücadeleyi bir varoluş savaşından basit bir sınır kavgasına indirgeme gayretidir!

Bu kaygan zemine ve dipsiz uçuruma doğru yürüyenler, insan ve taş demeden her şeyi yakıp yıkan katliam ve suç makinesine karşı direniş sergilediğimiz devrim yılları sırasında Yahudi varlığının, özellikle eski rejimin yandaşlarının Yahudilerle olan ilişkilerinin ortaya çıkmasından sonra eski rejime güvenlik ve istihbarat desteği sağlayarak kritik bir rol oynadığını unutmamalıdırlar.

Bütün bunlara yanıtımız uzlaşmak ve normalleşmek mi olacak yoksa hemen Rabb’imizin emrine uyup Gazze’deki kardeşlerimizin yardımına koşmak mı olacak?

Bizler, yaşanmakta olan bu tehlikeli gidişata karşı uyarıyor ve şehitler, esirler, sürgünler vererek kahramanlık, sabır ve fedakârlık destanları yazan Şam devriminin onurlu halkını, devrik suç rejiminin onlarca yıldır ilan etmeye dahi cesaret edemediği normalleşme bataklığına sürüklenmeleri karşısında sessiz kalmamaya davet ediyoruz!

Normalleşme, bir ihanettir! Tehlikeli bir tuzaktır! Ve bu yola girenin de, propagandasını yapanın da, karşısında susanın da alnına sürülmüş bir utanç lekesidir! İşte bu yüzden, bugün hem Suriye devrimini gerçekleştirenlerin hem de bütün ümmetin, artık sesini yükseltmesinin zamanı gelmiştir. Topraklarımızın bir bölümünü gasp eden ve halkımızı öldürenlerle nasıl bir ilişki kurmamız gerektiğini bize öğreten dinimizin temel ilkelerine sımsıkı sarıldıklarını ilan etmelidirler. Herkes sesini yükseltmeli, tasfiye ile normalleşme projelerine tüm kararlılık ve güçleriyle karşı çıkmalıdır. Zira bu büyük tehlike karşısında susmak, büyük bir cürümdür!

Biz, Allah’ın izniyle Yahudi varlığının sonunun yakın olduğuna inanıyoruz. Bu son, ancak samimi ve Rabbani bir liderin ve Allah rızasını kazanmayı ve O’nun hükmünü yeryüzünde ikame etmeyi amaçlayan sadık askerlerin eliyle vuku bulacaktır. Ve bu, yalnızca İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin sancağı altında gerçekleşecektir! Allah’ın emri tecelli edene kadar bilin ki hayat bir duruş savaşıdır. Bugün normalleşmenin karşısında durmayanları, tarih, asla silinmeyecek bir utançla (veya ihanetle) yargılayacaktır.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...

Uluslararası Para Fonu (IMF), Sömürgeci Kafirin Borçlu Ülkelerin İç Politikalarını Kontrol Etmek İçin Kullandığı Bir Enstrümandır

Uluslararası Para Fonu (IMF), 9 Temmuz 2025 Çarşamba günü Irak ekonomisinin büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu. IMF Kurulu, Irak ile gerçekleştirdiği 4. Madde Konsültasyonları’nın tamamlanmasının ardından yaptığı açıklamada, vergilerin ve gümrük tarifelerinin artırılması yoluyla petrol dışı gelirlerin güçlendirilebileceğini ifade etti.

IMF ayrıca, vergi idaresinin güçlendirilmesinin yanı sıra gümrük vergileri ve üretim vergilerinin artırılmasına, kişisel gelir vergisinin (muafiyetlerin sınırlandırılmasını da içerecek şekilde) ıslah edilmesine ve orta vadede genel bir satış vergisi uygulanmasına imkân bulunduğuna dikkat çekti.

IMF, harcamalar konusunda ise kamu maaş yükünün azaltılması için kapsamlı reformlar önerdi. Bu reformların, yeni işe alımları kısıtlayarak ve personel sayısını zamanla azaltacak bir politika izleyerek yapılabileceğini belirtti.

Son olarak Fon, emeklilik sisteminde de acil bir reform çağrısı yaptı. Bu çerçevede, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve emeklilik maaşlarının hesaplanmasındaki oranların düşürülmesi tavsiye edildi.

İşte IMF’nin Irak hükümetine sunduğu reçete budur. Ve bu reçete, ülkenin iç işlerine yönelik küstahça bir müdahaleden ibarettir.

Ey Müslümanlar, ey Irak halkı! Ülkenizdeki ekonomik istikrarsızlık ve muazzam kaynaklarınıza rağmen artan yoksulluk artık bir sır değil. Bunun nedeni yerel rejimlerin, Amerika ve vekilleri aracılığıyla ülkenize göz diken diğer devletlerle kurdukları ilişkidir. Amerika, dolar, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi ulusötesi finans kuruluşları aracılığıyla ipleri elinde tutmaktadır. Amerika’nın mali yardımları bir siyaset aracı olarak kullandığı bir gerçektir. Görünüşte amaç, ihtiyaç sahibi ülkelere yardım elini uzatmaktır; ama aslında amaç, o ülkenin siyasi kararlarını kontrol altında tutmaktır.

Irak gibi devasa kaynaklara ve zenginliklere sahip bir ülkenin borçlanmaya mecbur kalması hem utanç verici hem de üzücüdür. Hem de nereden?! Ülkenin siyasetine, özellikle de iç politikasına domine etmek isteyen kesimden!

IMF Kurulu’nun vergi ve harç zammı dediği şey, reçete değil, apaçık emek soygunculuğudur! Ülkenin servetini talan ettiler. Amerika ile Avrupa ülkeleri, çaldıkları Müslüman halkların sefaleti üzerine kurulu saltanatlarında şatafat içinde yüzüyorlar. Müslüman halklar ise (çalınan servetleri yüzünden) yoksulluk ve fakru zaruret içindedir. MF gibi uluslararası finans kuruluşları da katlanan faiz gelirlerini güvence ve garanti altına alma derdindedir. Dahası, istihdam kısıtlamasından emeklilik yaşına kadar içişlerimize burnunu sokuyorlar!

Peki, bu Ruveybida (sefil/aşağılık) yöneticilerin geriye bir görüşü veya bir söz hakkı kalmış mıdır?!

Bu Ruveybida yöneticilerin dış politikası, kâfir efendilerine bağımlıdır. Siyasi ve ekonomik sistemleri de onlara dayatılmıştır. İç siyasetleri bile kontrole tabidir, onların inisiyatifine bırakılmamıştır. Bugün İslam ümmetinin içinde bulunduğu bu durum ne büyük bir onursuzluk ve ne büyük bir zillettir!

Ey Müslümanlar! Şunu kesin olarak bilin ki; bu sömürge kollarının kırılması, servetlerinizin size geri dönmesi ve kâfirin nüfuzunun topraklarınızdan sökülüp atılması, ancak Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadi ve şanlı Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Raşidi Hilafet Devleti ile mümkündür. Hadi bu büyük farzı yerine getirmek için Hizb-ut Tahrir ile ciddi bir çalışmaya koyulun. Bu farz ki, size izzeti, kâfirlere ise aşağılanmayı getirecektir ve en önemlisi de Alemlerin Rabbinin rızasını kazandıracaktır.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...

Basın Konferansına Davet

Değerli medya mensupları, yazılı, işitsel ya da görsel tüm medya kuruluşlarının değerli temsilcileri, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak sizleri, “Ümit Ancak İslam ve Hilafet Devleti’nin Gölgesinde Yeşerir” başlıklı basın toplantımıza davet etmekten memnuniyet duyarız.

Konuşmacı: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü Üstat İbrahim Osman (Ebu Halil)

Saat: 24 Muharrem 1447 / 19 Temmuz 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

Katılımınız bizleri mutlu edecektir

Devamını oku...

“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” [Al-i İmran 146] Ayeti Üzerind

  • Kategori Makaleler
  •   |  

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَٰاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْۗ وَاللهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ

Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” [Al-i İmran 146] Ayeti Üzerinde Düşünmek

Bu ayet, peygamberlerin yolunun uzlaşma ve sessizlik yolu olmadığını, aksine mücadele ve kararlılık yolu, tiranlarla yüzleşme ve hakkı, müzakere masalarının altında gömmek değil onu yayma yolu olduğunu, Peygamberlerin yalnız olmadıklarını, aksine onlarla birlikte Rabbani kişilerin, yani takva, bilinç ve akide sahibi kişilerin savaştığını, onların kendi çıkarları için değil, akideleri için savaştıklarını ve korkuyla değil, güvenle sebat ettiklerini ortaya koymaktadır.

Peygamberlerle birlikte savaşan Rabbaniler, dünyevi hırslarla savaşmadılar, aksine akideleri onları sabit kıldı ve gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler; böylece Allah da onları sevdi. Onlar kan karşısında gevşeklik göstermediler, krizler şiddetlendiğinde zaaf göstermediler, düşman onları uzlaşmaya çağırdığında boyun eğmediler, aksine sabrettiler, sebat ettiler ve kaderlerini sömürgeci ya da bir yöneticinin iradesine değil, Allah'ın yardımına bağladılar.

Bugün ise İslam'a yönelik küresel saldırının, Gazze'ye yönelik saldırganlığın ve ümmete yönelik komploların gölgesinde aynı senaryolar tekrarlanıyor; tıpkı teslim olan rejimler, uyuşturulmuş halklar ve Allah’ın düşmanlarıyla barışın propagandasını yapan medya gibi!

Ancak Allah'ın vaadi hala geçerlidir ama onun şartı da hala aynıdır ki o şart da; Rabbaniler, yani bilinçli ve akide sahibi olmamız, sabırlı ve kararlı olmamız (yani siyasiler olmamız), hikmet ve liderliğin arasını birleştirmemiz, batılla uzlaşmamamız, aksine onu ortadan kaldırmak için mücadele etmemizdir.

Evet, bu azim ayet, müminlere, şiddetli imtihanlara ve büyük mücadelelere rağmen Allah yolunda gevşeklik ve zaaf göstermeyen, boyun eğmeyen sadıkların sebatının ve Rabbanilerin sabrının yolunu açık ve net bir şekilde çizmektedir; çünkü insanın düşüşü gevşeklikle başlar, sonra zayıflar, sonra da boyun eğer. Bu yüzden insan hayatında, şeytanın kendisini zayıf düşürmesine, sonra taşımış olduğu şeyleri terk etmeye, sonra da Allah korusun dalalet ehliyle birlikte olmaya yönlendirmesine fırsat vermemelidir.

Bu ayet, nefislerde imanın izzetini canlandırmakta ve bize, iktidarın ancak sabır ve sebatla elde edilebileceğini, peygamberlerin yolunun uzlaşma ve tavizler yolu değil, aksine çatışma ve cihat yolu olduğunu, bu yolun ise büyük fedakarlıklar gerektirdiğini ancak bunun Allah'ı razı etmek ve yeryüzünde O'nun kelimesini yüceltmek için olması gerektiğini öğretmektedir.

O halde müminler hakkıyla Rabbani olsunlar, davetin yükünü taşısınlar, ilk Rabbanilerin peygamberlerle birlikte cihat ettikleri gibi samimi davetçilerle birlikte cihat etsinler, dünya menfaatlerini umursamasınlar, iktidar koltukları ve nüfuzun süsleri onları cezbetmesin, aksine hak üzere sebat etsinler, onun yolunda eziyetlere sabretsinler, tiranlara karşı koysunlar, korku duvarlarını kırsınlar, hak sözü haykırsınlar ve gevşeklik ve zaaf göstermeden ve boyun eğmeden sabrederek ve karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek Raşidi Hilafet projesi üzerinde sebat etsinler. Şunu çok iyi bilsinler ki; Allah sabredenleri sever, nusret sabırla ve kurtuluş da sıkıntıyla birlikte gelir ve güzel akıbet takva sahiplerinindir. Bizler, teslim olmaya çağıranların çoğaldığı ve demokrasi ve normalleşme bayrakları altında halkların azimlerinin gerilediği bir dönemde yaşıyoruz. İşte bu ayet semadan nida ediyor ve bizlere, zaferin yolunun Allah'ın düşmanlarına boyun eğerek değil, aksine sabırla ve Allah'ın yardımına güvenerek Allah'ın düşmanlarına karşı koymakla olduğunu hatırlatıyor. Bugünkü çatışma ise, Allah'ın vaadine güvenenler ile Allah hakkında zan besleyenler arasındaki bir çatışmadır. Bu yüzden gerçekten Rabbani olan kimse, asla pazarlık yapmayacak, uzlaşmayacak, umutsuzluğa kapılmayacak, teslim olmayacak, aksine o Rabbani kimselerin dediği gibi şöyle diyecektir: حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُAllah bize yeter. O ne güzel vekildir!” [Al-i İmran 173]

O halde bizim projemiz, müzakere masaları ya da teslimiyet meclisleri değil, yeryüzünde Allah'ın dinini ikame etmek için Hilafetin yolu olsun. Ümmet de Rabbani olsun, daha önceki peygamberlerin ve Rabbani kişilerin projeleri gibi bilinç ve sebat üzere ilerlesin ki böylece Allah'ın kelimesini yüceltmek, hayati davamız haline gelsin.

Ey İslam davetini taşıyanlar; Rabbanilerin sebat ettiği gibi siz de sebat edin, gevşeklik göstermeyin ve boyun eğmeyin; şüphesiz Allah size nusreti vaat etmiştir ve şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; bakın işte ümmetin kurtuluş saati yaklaşmakta olup yeryüzünde iktidar Allah'ın sadık kullarının olacaktır.

Allah'ım bizleri Rabbanilerden kıl, kalplerimizi sebatla doldur ve bizi, yeryüzünde dinini ikame eden askerlerinden eyle.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müeyyid El-Râcihi

Devamını oku...

Batı'nın Ümmetin Meseleleri Üzerinde Vesayet Hakkı Yoktur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Batı'nın Ümmetin Meseleleri Üzerinde Vesayet Hakkı Yoktur!

Haber:

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, Alevi veya Dürzi devleti istemiyoruz. DSG için de ayrı bir yapı olmayacak. Tek yol Şam’a yönelmektir, dedi. (El Hades, X Platformu, 14 Temmuz 2025)

Yorum:

Birkaç gün önce bu yüksek temsilci, "pardon!" Amerikan elçisi, Lübnan'ın varlığını tehdit ederek ve Şam'a geri döneceğine işaret ederek Lübnan'da büyük bir gürültü koparmıştı. Bugün ve dün de bu temsilcinin gelip gittiğini, hiç yorulmadan gaspçı varlıkla normalleşme anlaşmasının propagandasını yaptığını ve sanki bölgenin yeni terzisiymiş gibi kesip diktiğini görüyorsunuz!

Çağdaş İslam ümmetinin imtihanlarından biri de, mubah bir meraya dönüşmüş olmasıdır; zira büyük güçler ve onların uluslararası örgütleri, açık bir şekilde meselelerimize, geleceğimize ve sorunlarımıza burunlarını sokuyorlar.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin meseleleri ve işleriyle ilgilenen BM ve ABD temsilcilerinin listesini hızlıca araştırdığında şunları gördüm:

Sigrid Kaag; BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü ve Gazze İçin Kıdemli İnsani Yardım ve Yeniden Yapılanma Koordinatörü.

Staffan de Mistura; BM Batı Sahra Kişisel Temsilcisi.

Alexander Ivanko; Batı Sahra Genel Sekreteri Özel Temsilcisi ve Batı Sahra'daki Referandum için Birleşmiş Milletler Misyonu Başkanı.

Katyonga Mutambo; Somali Özel Temsilcisi ve Birleşmiş Milletler Somali Yardım Misyonu (UNSOM)/UNTMIS Başkanı.

Ramtane Lamamra; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Sudan Özel Temsilcisi.

Martin Griffiths; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Yemen Özel Temsilcisi.

Jeanine Hennis; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Irak Özel Temsilcisi.

Geir Pedersen; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Suriye Özel Temsilcisi.

Stephanie Khoury; BM Genel Sekreteri'nin Libya Özel Temsilcisi ve Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu Başkanı.

Joanna Wronecka; Birleşmiş Milletler Lübnan Özel Koordinatörü.

Lise Grande; ABD'nin Orta Doğu'daki İnsani İşlerden Sorumlu Özel Temsilcisi.

Steven Witkoff; Beyaz Saray'ın Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü.

Bu nedir Allah aşkına?!

Sanki biz vesayet veya terbiyeye muhtaç çocuklarmışız gibi!

Bu kerim ümmetin evlatlarının, Tom Barrack'a, büyük devletlere ve onun kuruşlarına cevap olarak verecekleri ideolojik söylem şu olmalıdır; onlara diyoruz ki; sizin bizimle ve sorunlarımızla hiçbir ilginiz yok, aramızdan defolup gidin!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî

Devamını oku...

Husilerin Gidişatı, Sekülerizmde Kendisinden Öncekileri Geride Bırakıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Husilerin Gidişatı, Sekülerizmde Kendisinden Öncekileri Geride Bırakıyor!

Haber:

14 Temmuz 2025 Pazartesi günü medya organları, Sana'daki Yüksek Yargı Konseyi Başkanı'nın, İlk Derece Zekât Mahkemesi'nin kurulmasına ilişkin kararını yayımlandılar.

Yorum:

Zekât, İslam dininde en büyük ibadetlerden biri olup İslam'ın beş şartından üçüncüsüdür ve onsuz din sahih olmaz;zira Allah Subhanehu ve Teala, Kitabında zekâtı farz kılmış ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de sünnetinde onu teyit etmiş ve sahabeler de zekâtı engelleyenlerle savaşma konusunda ittifak etmişlerdir. Nitekim 13 yüzyıldan fazla bir süre boyunca süren İslam Devleti'nde zekât, şerî bir şekilde alınmış olup etkisi o kadar büyük olmuştur ki, İslam Devleti'nin bazı dönemleri, zekât mallarının bolluğu nedeniyle yoksulların sayısındaki azlığa tanık olmuştur.

Kâfir Batı'nın ülkemize dayattığı kapitalist sistemin gölgesinde zekât, anayasada belirlenen şekilde tahsil edilmesi ve dağıtılmasından dolayı şerî bir farz olarak doğru bir şekilde alınmamaktadır.Nitekim Husi yönetimi de aynı yolu izlemiş olup onlar da insanların gözetilmesini önemsememekte, aksine sadece verginin toplanmasını önemsemektedirler; bu yüzden İslam'a aykırı olduğu halde alınan bu vergilerin gerçekliğine bakan bir kimse, aşağıdaki hususları görecektir:

Birincisi: Bu vergiler mükelleflerden, belirlenen şerî kurallara bağlı kalınmak yerine, kişisel ve öznel takdirlere dayalı olarak alınmaktadır.Oysa şerî olarak farz olan zekâtın alınması için, ticari malların değerinin 20 altın dinara (85 gram altına eş değer) ulaşması gerektiği gibi bu malın üzerinden de bir yılın geçmesi şarttır.Ancak gerçeklikte meydana gelen şey, tahsildar ile zekât veren arasında yapılan müzakere ve tartışma, genellikle yaklaşık bir meblağ üzerindeki anlaşma ile sonuçlanmakta olup şerî kurallara dayanmamaktadır!

İkincisi: Eski ve yeni zekât kanununda zekâta tabi olan sınıflar belirtilmiştir; oysa şeriatta nakit paralar ve hayvanlar için zekâtın vacip olduğu geçmesinin yanı sıra kanun buna, ticari mallarda da zekâtın zorunlu olduğunu eklemiş olup bu mallar arasında arazi ve gayrimenkuller ile bunların faydaları, ekinler ve meyveler, ticari amaçla satılmak üzere yetiştirilen kümes hayvanları da yer almaktadır.Ancak bu genişleme, zekâtın, bu mallarından elde edilen kârlardan değil de, bu malların aynilerinden zekât alınmasına yol açmaktadır ki bu da şer’an doğru değildir; dolayısıyla bu kanun, zekâtın tüm ekilen ve üretilen şeylere değil, zekâtın sadece şeriatın belirtmiş olduğu mahsul ve meyvelere vacip olduğuyla sınırladığı şerî nâsslara aykırıdır.

Üçüncüsü: Zekât paraları aracılar ve iltimaslar yoluyla dağıtılmakta olup dağıtımında çoğunlukla şerî hak sahipliği değil, gruba olan bağlılık gözetilmekte ve zekât şerî olarak hakkı olmayan kimselere verilmekte olup bu da belirlenen zekât harcamalarına açıkça aykırıdır.Buna dair örneklerden biri, toplu düğünlerin zekât mallarından finanse edilmesidir; oysa İslam'da bu tür harcamalar, gözetim işlerinden olması itibariyle devletin bütçesinden karşılanmalıdır; bu arada zekâtın, özellikle şeriatın belirlediği sekiz sınıfa harcanması gerekir.

Husilarin otoritesi, apaçık olduğu üzere İslam'a aykırı davranmakla yetinmemiş, aksine kâfir Batı'nın İslam'ın hükümlerine aykırı olarak dayattığı kanunları kaldırmak yerine, “Zekât Mahkemesi” adı altında bir mahkeme kurmuştur; bu mahkeme, vergi toplama ve dağıtımında aşırıya kaçanları muhasebe etmek için değil, aksine ödeme yapmakta aciz olan veya zulme maruz kalan zayıf ve yoksulları takip etmek için kurulmuştur. Böylece zekât, bir merhamet ve dayanışma farzı olmaktan, İslam'ın ruhuna ve adaletine aykırı bir şekilde bir zulüm ve ceza aracına dönüştürülmüştür. Bu yüzden asıl olan, mustazafların takip edilmesi değil, batıl kanunların ilga edilmesidir ki bu da ancak adaleti tesis edecek, kendi bünyesinde yaşayanların insanlığını ve onurunu koruyacak, Müslüman olsun gayrimüslim olsun otoritesine boyun eğecek İkinci Raşidi Hilafetin gölgesinde mümkün olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sadık Es-Sarari– Yemen

Devamını oku...

Teksas Eyaleti ve Onun Ayrılma Tehdidinden Çalkantılı Kaliforniya'ya ve İç Savaş Uyarısına Kadar

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Teksas Eyaleti ve Onun Ayrılma Tehdidinden
Çalkantılı Kaliforniya'ya ve İç Savaş Uyarısına Kadar

Büyük devletler yaşlanıp çöktükçe onlarda hastalıklar ortaya çıkar; bu hastalıkların ilki, ideolojiyle ilişkinli gerilemedir. Bu da politikacılarda bir kargaşa durumuna yol açar ve onlar da fikrî açıdan devlete herhangi bir hizmet sunamazlar ve böylece fikri çelişki, karşılıklı suçlamalar, ideolojide şüphe, dahası sapkınlık ve askıda olan meselelerin çözülememesi durumu ortaya çıkar ki böylece, işleri elinde bulunduranların güveni sarsılır ve kartopu genele doğru yuvarlanır. Bu da hizmetlerdeki yansıma ve bozulmada ve her alandaki gevşemede kendini gösterir. Bunun nedeni ise devletin genel ve yapısal çerçevesi konusundaki fikri kanaatler düzeyinin gerilemesi ve aralarındaki mefhumların da artık savunabilecekleri kadar güçlü kanaatler oluşturmamasıdır.

Bütün bunlara bağlı olarak, halk arasında hoşnutsuzluk ortaya çıkar ve zaman zaman gösteriler, isyanlar ve itaatsizlikler şeklinde işaret balonları uçurarak devletin gidişatından memnun olmadıklarını ifade ederler. Eğer devlet başarılı olur ve fikri olarak güçlenirse, bu belirtiler ortadan kalkar ve her şey eski haline döner; ancak ideolojinin temelindeki bozukluktan kaynaklanan fikrî hastalık durumu devam edip yüzyıllardır yaşadığı tüm yama şekilleri tükenirse, devletin durumu kötüleşir ve daha önce Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi tam bir çöküş aşamasına ulaşır. Eğer ideoloji sahih olup akli akideden kaynaklanıyor ve nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Niçin geldik? gibi büyük düğümü çözüyorsa o zaman insan, bu kainatın yaratıcısının vacibul vücud (varlığı zorunlu) olduğuna ve Allah'ın peygamberler gönderdiğine ulaşır. Böylece bu tür bir akide, insanın sorunlarına insan olması vasfıyla çözümler getiren sahih bir ideoloji olur. Dolayısıyla İslam, Hilafet Devleti'yle bir yaşam ideolojisi olup bu büyük düğümü çözmüştür. İşte bu ideoloji ortadan kaybolsa bile yeniden hayata dönmeye muktedirdir.

Bugün Amerika, artık yamaları tükenmiş kapitalist ideolojinin olduğu yozlaşmış bir ideolojinin örneğini yaşmakta ve onda zaman zaman hastalıklar nüksetmekte olup bu da ideolojinin gürültülü düşüşünün başlangıcını ve sonunu ve bir süre önce başlayan sendeleme halini ilan etmektedir.

Şimdi Amerika'da fikri ve kötü gözetimi ifade eden huzursuzlukların ortaya çıktığı büyük zorlukların boyutu üzerinde duralım. Örneğin 10 Haziran 2025 Cumartesi günü, Kaliforniya eyaletinin Los Angeles şehrinde, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Bürosu'nun şehir genelinde birçok baskın düzenlemesinin ardından geniş çaplı protestolar patlak verdi ve Kaliforniya Valisi Newsom ve eyaletin diğer yetkililerinin itirazlarına rağmen Trump yönetiminin Ulusal Muhafızları görevlendirmesiyle durum hızla tırmandı. Trump, gerekirse Kaliforniya'ya daha fazla Ulusal Muhafız gücü göndereceğini söyledi ve iç savaş istemediğini vurgulayarak, “Los Angeles'a Ulusal Muhafızları konuşlandırma konusunda başka seçeneğim olmadığını hissediyorum ve doğru olan şeyi yaptığımı düşünüyorum” eklemesinde bulundu.

Dikkat çekici bir gelişme olarak Nova Haber Ajansı, 10 Haziran 2025'te Trump'ın göçmen politikasına karşı protestoların genişlediğini ve Seattle'da sekiz göstericinin tutuklandığını aktardı. Teksas eyaletinde, daha fazla gösteriye hazırlık amacıyla çeşitli noktalara Ulusal Muhafızlar konuşlandırıldı. Teksas eyaletinde, yeni gösterilere karşı Ulusal Muhafızlar birçok noktada seferber edildi. Nova Haber Ajansı'na göre Savunma Bakanı Pete Hegseth, Kongre'ye yaptığı açıklamada, Trump'ın Cumartesi günü imzaladığı kararnamenin diğer eyaletlerde benzer müdahaleler için emsal teşkil ettiğini söyledi. Bunun önlem almakla ilgili olduğu eklemesinde bulundu. Başka yerlerde isyanlar veya kolluk kuvvetlerine yönelik tehditler olursa, hızlı bir şekilde müdahale edebileceğiz, Kaliforniya Valisi Gavin Newsom'ı iddia edilen suskunluğu nedeniyle eleştireceğimiz gibi dahası Başsavcı Pam Bondi'yi bile eleştireceğiz diyerek yönetimin daha da ileri gitmekten, yani isyan yasasını kullanmaktan çekinmeyeceğini de vurguladı. El Arabiya, 10 Haziran 2025 Salı günü, Kaliforniya Valisi Gavin Newsom'un, eyalet ve diğer şehirlerde Trump yönetiminin göçmenlik politikasını reddeden protestoların akabinde Trump'ın kendisini tutuklama önerisine, bu çağrıyı otoriterliğe doğru atılmış açık bir adım olarak nitelendirdi. Newsom, X platformundaki resmi hesabında yaptığı paylaşımda, “ABD Başkanı az önce görevdeki bir eyalet valisinin tutuklanmasını istedi. Bugün, Amerika'da asla görmek istemediğim bir gün oldu” dedi. Nova Haber Ajansı'na göre, San Francisco, Chicago, Dallas, Philadelphia, Indianapolis, Milwaukee, Boston, Atlanta ve Washington'da da başka protestolar patlak verdi.

Geçen yıl, yani Ocak 2024'te eş-Şark News, ABD Yüksek Mahkemesi'nin oy çokluğuyla, Teksas eyaletinin göçmenlerin kendi topraklarına girmesini engellemek için Meksika sınırı boyunca ördüğü dikenli tellerin kesilip kaldırılmasını ilan ettiğini aktarmıştı. Yüksek Mahkeme'de 5'e karşı 4 oyla alınan kararın ardından, Teksas eyaletinde ABD'den bağımsızlık ilan edilmesi yönündeki çağrılar artmıştı; zira Mahkemenin kararı, Mayıs 2021'de Cumhuriyetçi Vali Greg Abbott'un, Meksika sınırından geçen kişilerin akınına sahne olan yasadışı göçle mücadele amacıyla eyaletin güney sınırına dikenli tel çekilmesi emriyle ilgili aldığı uygulamaları destekleyen Teksas sakinlerinin öfkelenmesine neden olmuştu. Aynı şekilde eş-Şark News Ekim 2021'de Teksas Başsavcısı Ken Paxton'ın, federal ajanların dikenli telleri kaldırması nedeniyle Biden yönetimine karşı dava açtığını da aktarmıştı. X sitesinde, Teksas'ın Amerika'dan ayrılmasına işaret eden “Teksas” hashtag'i altında yüzlerce paylaşım ortaya çıkmıştı. Kendini Teksas'ın dokuzuncu nesli olarak adlandıran X kullanıcılarından biri, “Teksaslı biri olarak, Teksas'ta ilerlemek için tek uygulanabilir seçeneğin, kesinlikle ayrılma yönünde oy kullanmak olduğuna inanıyorum” diye yazmıştı. Teksas Milliyetçi Hareketi, Yüksek Mahkeme'nin kararını kınayan bir bildiri yayınlayarak “Federal mahkemenin Teksas'ı bir kez daha hayal kırıklığına uğrattığına inanıyoruz.” demişti. Yüksek Mahkeme'nin, Teksas eyalet hükümeti tarafından çekilen dikenli telleri kaldırmak için federal sınır muhafızları unsurlarını gönderme kararı, olası kaos endişesi ve iç savaş korkusunu yeniden ortaya çıkarabileceğine işaret etmişti.

Geçen yıl yaşanan bu gerçeklik ve bu yılın Haziran ayı ortasında yaşanan olaylar bünyesinde, büyük zorluklar ve Allah'ın izniyle bölünmelerle değil Amerika'nın kendi yozlaşmış ideolojisiyle içeriden ölmesiyle sonuçlanacak olan tezahürler barındırmaktadır. Bunu 12 Haziran 2025 tarihinde Ra'y al-Youm elektronik gazetesinde aktarmış ve şöyle demişti: "Amerika'nın çöküşünü öngören araştırmacı şöyle diyor: Parçalanma daha yeni başlıyor." Connecticut Üniversitesi'nde Profesör Peter Turchin, ABD'nin giderek siyasi istikrarsızlığın hakim olduğu bir on yıla doğru ilerlediği konusunda uyarıda bulunmuştur. Amerikan Newsweek dergisi, artan protestoların ve Trump'ın göçmenlere yönelik kampanyası kapsamında Los Angeles'ta Ulusal Muhafız güçlerinin konuşlandırılmasının ardından bir tarihçiye dönüşen çevre bilimci Turchin ile bir röportaj yaptı ve dergi, Turchin'in olaylarla ilgili öngörülerinin, şaşırtıcı bir şekilde doğru çıktığını belirtti. 2010 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir analizde Turchin, ücretlerin durgunluğu, servet uçurumunun artması, niteliklerine uygun görevlerle karşılanmayan eğitimli elitlerin fazlalığı ve hızlanan mali açık gibi birçok uyarıcı işaretler tespit etmiş, tüm bu olguların 1970'lerde bir dönüm noktasına ulaştığını söylemiş ve Turchin öngörülerini, ekonomik eşitsizlik, seçkinlerin rekabeti ve devlet gücü gibi tarihsel güçlerin siyasi istikrarsızlık döngülerini yönlendirmek üzere nasıl etkileşime girdiğini modelleyen demografik yapısal teori olarak bilinen bir çerçeveye dayandırmış ve röportajda, şu anda Yukon Üniversitesi'nde fahri profesör olarak görev yapan Turchin, bu göstergelerin her birinin daha da keskinleştiğini söylemiştir. Ücretlerdeki gerçek durgunluğa, yapay zekânın profesyonel sınıf üzerindeki etkilerine ve giderek yönetilemez hale gelen kamu maliyesine de işaret etmiştir. Tarihçi, ABD'de şiddetin yaklaşık her 50 yılda bir tekrar ettiğini savunarak, 1870, 1920, 1970 ve 2020 yıllarında yaşanan huzursuzluklara dikkat çekmiştir. Şu anda yaşananlara benzer tarihi yönlerden birinin 1970'lerde yaşandığını da eklemiştir. Bu on yıl, sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde değil, Batı'nın dört bir tarafındaki üniversite kampüslerinden ve orta sınıf kesimlerinden radikal hareketlerin ortaya çıkmasına tanık olmuştur. Nitekim Newsweek dergisine verdiği demeçte, 2010 yılında, halkın yoksulluğunun artması, elit kesimin aşırı üretimi ve devletin zayıflaması nedeniyle, 21. yüzyılın başlarında ABD'nin üç boyutlu bir siyasi istikrarsızlık dönemi yaşayacağını öngördüğünü söylemiştir. Onun modeline göre Trump'ın yükselişi Amerika'daki siyasi krizin sebebi değil, aksine eşitsizliğin giderek yaygınlaşması ve devletin çok sayıda seçkine doyması nedeniyle zaten gergin olan bir toplumda ortaya çıkan semptomlardan biridir; bu yüzden elitler arasındaki rekabetin, şu anda genellikle kendilerine sunulan pozisyonların azalmasıyla daha da arttığını söylemiştir.

Bu teori, Wayne State Üniversitesi'nde sosyolog olan Jukka Savolainen tarafından da tekrarlanmış ve Savolainen, Wall Street Journal'da yakın zamanda yayınlanan bir makalede, ABD'nin çok yüksek eğitim almış ve devlet kurumlarından dışlanmış kişilerden oluşan radikal bir entelektüel sınıf yaratma riskiyle karşı karşıya olduğunu savunmuştur. Savolainen, Trump yönetiminin çeşitlilik, eşitlik ve entegrasyon programlarını ve akademik araştırmaları ortadan kaldırma ve kamu kurumlarını küçültme gibi politikalarının 1970'lerde yaşanan kargaşayı hızlandırabileceği uyarısında bulunarak Başkan Trump'ın politikalarının bu dinamikleri daha da artırabileceğine işaret etmiştir. Bir tarihçi olarak Turchin, Amerikan sisteminin "devrimci" durum olarak adlandırılan bir döneme girdiğine, devlet kurumlarının mekanizmaları ve sistemleri aracılığıyla artık istikrarsızlaştırıcı koşulları kontrol altına almasının imkansız olduğu tarihsel bir aşamaya girdiğine inanıyor. Ve tüm bu göstergelerin maalesef giderek ivme kazandığını söyleyerek sözlerini tamamlamıştır.

Belki de Amerika'nın gerçekliğinin tanıklığı, ondaki iç çöküş vakalarında ve bunu da dış politikasındaki çöküşün takip etmesinde ortaya çıkmaktadır; zira Amerika, uluslararası çatışma alanına çıktığı günden beri çağrıda bulunduğu ve kendisiyle övünüp durduğu insan hakları, demokrasi ve diğer değerleri bir kenara atıp yıllardır insanlara dil uzatarak dünyayı aldatmıştır. Oysa Amerika, kendisine çağrıda bulunduğu tüm değerlerden çok ama çok uzaktır. Zira insan hakları çağrısında bulunduğunda, Kızılderililerden başlayarak soğukkanlılıkla insanları öldüren, siyahilerin haklarını çiğneyen ve onları insana değil de hayvanlara yapılan muameleye benzer bir şekilde acımasızca sınır dışı eden ilk kişi olmuştur. Yine Amerika Japonya'da atom bombasını kullanan ilk ülke olup bunun izleri hala devam etmektedir; en son olarak değil son olarak, insana ve insanlığa karşı işlediği suçlar, Gazze halkına yönelik savaşında Yahudi varlığına verdiği açık dayanışma ve sınırsız destektir. Nitekim üniversite öğrencileri de dahil Amerikalılar, ülkelerinin Gazze halkına karşı işlediği suçları, hastanelerin ve barınakların yıkılmasını ve açlık politikasını kınamak için sokaklara çıktıklarında değerlerinin çöktüğüne tanık olmuşlardır. Aslında Amerika'nın ve çağrıda bulunduğu değerlerin çöküşü çoktan gerçekleşmiş olup son olarak geriye, tüm dünyaya tattırdığı suçlar ve felaketler, iğrenç üslupları, dünyayı en iğrenç şekillerde sömürgeleştirmesi, savaşları kışkırtması, dünyayı aç bırakması, onu açlık ve kıtlığın eşiğine sürüklemesi ve ardı ardına krizler türetmesinden dolayı tüm dünyanın beklediği cenaze töreni kalmıştır. Bugün dünyanın ihtiyacı olan şey, Amerika'nın dünyayı yönettiği ve büyük bir şekilde başarısızlığa uğrayan kapitalist ideolojinin yerini alacak yeni bir ideolojinin ortaya çıkmasıdır ki bugün doğru ideoloji Müslümanların elinde mevcut olup o da azim İslam ideolojisidir. Bunu uygulayacak ve davet ve cihat yoluyla dünyaya taşıyacak bir devlete ihtiyaç vardır ki o da, Allah’ın izniyle çok yakında kurulacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’dir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Muhammed Semâni - Sudan

Devamını oku...

Raşidi Hilafet, Kimseye Zulmetmeyen İslami Yaklaşıma Göre Yönetimde Liyakati Belirleme Kriterlerini Değiştirecektir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Raşidi Hilafet, Kimseye Zulmetmeyen İslami Yaklaşıma Göre Yönetimde Liyakati Belirleme Kriterlerini Değiştirecektir

Haber:

Umut Hükümeti'nin oluşumunun tamamlanması çerçevesinde Sudan Başbakanı Kamil İdris, beş yeni bakan atama kararı aldı ve atanan bakanlar arasından Beşir Harun Abdülkerim Abdullah, Cuba Anlaşması'nın maddelerini uygulama ve silahlı hareketlerle iktidarı paylaşma taahhüdünü yansıtan bir adım olarak Din İşleri ve Vakıflar bakanı olarak atandı ve bu atama, silahlı hareketlerin hükümetteki yeni payı kapsamında gerçekleştirildi. Zira Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı, üzerinde mutabık kalınan siyasi düzenlemeler kapsamında yer alan bakanlıklardan biridir.

Yorum:

Bu paylaşım sistemiyle Umut Hükümeti, eğer iktidar ve servet payına sahip olmak, etkili olmak, katkı ve rolünü ilerletmek ve kazandığına göre gerçek değerini elde etmek istiyorsa, o zaman silah taşımak, yani devletin otoritesine karşı isyan etmek, düşman elçilikleriyle temas kurmak ve ceza kanununun beşinci bölümünde yer alan hükümlere darbe indirmek yani devlete karşı işlenen suçları sırtının arkasına atmak gerektiğini teyit etmek istemektedir. Yani silah kuşanıp haram olan kanı dökerek kutsalları ihlal ettiğinde, o zaman en yüksek mevkilere ulaşacaksın, devlet senden korkacak ve senin için binbir hesap yapacaktır demektir. Ama seçim işinden sorumlu olanların adaletine güvenip uzak durarak yeterlilik ve yetkinlikle bir payın olacağını sanıyorsan, tamamen yanılıyorsun demektir. Çünkü ulusal işlevsiz devletçiklerin çatısı olabilecek en düşük seviyeye inmiş olup sömürgecinin köpekleri, iğrenç paylaşımlara varana kadar sömürgeciye hizmet etmek için yarışmaktadır ve sözde teknokratların yalanlarıyla da avunulamaz.

Bu paylaşımla birlikte bu dönemdeki siyasi uygulama, en kötü suçlamalarla lekelendiği gibi tarihteki bir iktidar grubunun nitelendirebileceği en iğrenç imaja sahip olmuştur; zira başımızı çatlatıp durdukları yeterlilik ve profesyonellik kriterlerini terk ettiler. Böylece yöneticiler silaha ve suça dayalı olarak seçildikleri sürece ülke daha fazla çatışmaya maruz kalacaktır.

Paylaşımlar devleti zayıflatır ve sömürgeci kâfirin Sudan'ın geri kalanını parçalama planlarını uygulamasını kolaylaştırır. İşte önünüzde şu anda bölünmesi hızlanan Darfur'un bölünmesi planı var; dolayısıyla Beşir'de, onun yönetiminde ve Güney Sudan'ı ayırmasında sizin için bir ibret ve öğüt vardır.

El-A'rac, yardımı alınacak kişinin sıfatları hakkında şöyle demiştir: “Emir sahibi, işlerde liyakatli olanların, ağır görevlerde ise güçlü adamların yardımını almalıdır;zira her iş, kendisine sağlam bir bilgi sunduğun ve kavrayışı ve tecrübesi konusunda kendisine bir elle destek verdiğin kimseye verilir; yönetim görevini desteklemeye yönelik kriter işte budur.” İbn-i Teymiye de şöyle demiştir: “Emir sahibinin, Müslümanların işlerine yönelik her işte, bu iş için en uygun kişiyi görevlendirmesi gerekir. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ الْمُسْلِمِينَ شَيْئاً فَوَلَّى رَجُلاً وَهُوَ يَجِدُ مَنْ هُوَ أَصْلَحُ لِلْمُسْلِمِينَ مِنْهُ فَقَدْ خَانَ اللهَ وَرَسُولَهُHer kim Müslümanların işini üstlenir, Müslümanlar için kendisinden daha uygun birini gördüğü halde (başka) bir adamı görevlendirirse, Allah’a ve Rasulü’ne ihanet etmiş olur.” Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ الْمُسْلِمِينَ شَيْئاً فَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ أَحَداً مُحَابَاةً فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللهِ لَا يَقْبَلُ اللهُ مِنْهُ صَرْفاً وَلَا عَدْلاً حَتَّى يُدْخِلَهُ جَهَنَّمَ، وَمَنْ أَعْطَى أَحَداً حِمَى اللهِ فَقَدْ انْتَهَكَ فِي حِمَى اللهِ شَيْئاً بِغَيْرِ حَقِّهِ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللهِ، أَوْ قَالَ تَبَرَّأَتْ مِنْهُ ذِمَّةُ اللهِ عَزَّ وَجَلَّHer kim Müslümanların işlerini ilgilendiren bir meselede yönetici tayin ederken adam kayırma yoluna giderse, Allah’ın laneti onun üzerine olur. Cehenneme atana kadar ne nafile ne de farz namazını kabul eder ve her kim Allah’ın korunmasını emrettiği bir şeyi birine emanet eder ve emanet ettiği kişi de onu haksız yere çiğnerse Allah’ın laneti onun üzerine olur. Veya şöyle buyurmuştur: Allah Azze ve Celle’nin zimmetinden kopmuş olur.” [Ahmed tahric etti]

İslam dininin azameti, yönetim sisteminde tecelli eder; hiç kimseye zulmetmeyen İslam'ın metoduna göre yönetici olacak bir kimsenin atama kriterlerini değiştirecek olan Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) – Sudan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER