116 - Kitap - Hilâfet Devleti Anayasa Tasarısı veya Esbab-ı Mucibesi - İktisadi Nizam - Madde 152
- Kategori Bir Kitap
- |
Beklenildiği üzere, Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Muhammed Hamdan Daglo, 30 Ağustos 2025 Cumartesi günü Güney Darfur’un başkenti Nyala’da paralel hükümet olarak nitelendirilen yapının Başkanlık Konseyi Başkanı sıfatıyla yemin ederek göreve başladı. Başkan Yardımcısı, Konsey üyeleri ve Başbakan da yemin ettiler.
Bu son hamle, Amerika’nın Darfur’u parçalamak için kurduğu hainane komplonun beklenen bir sonucudur! Amerika bu kirli planını; emir eri haline getirdiği ordu komutanları, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin liderleri ve siyasi satılmışlardan oluşan yerli işbirlikçileri üzerinden hayata geçirmektedir.
Bu ihanet adımının, Genelkurmay Başkanı El Burhan’ın Zürih’te Amerikan Başkanı’nın danışmanı Massad Boulos ile görüşmesinden hemen sonra alelacele atılması tesadüf değildir. Bu görüşme, El Faşer kalesi düşmeden önce Darfur’un koparılması emrinin verildiğinin en açık kanıtıdır!
Bu tehlikeli suç karşısında, Sudan halkının çeşitli kesimlerinden farklı tepkiler geldi:
- Bir yanda, Amerika’dan gelecek üç kuruşluk menfaat uğruna ülkeyi bölme planını uygulamak için birbiriyle yarışan hainler ve işbirlikçiler vardır. Bu ihanet çetesine derhal “dur” denilmeli ve bu alçaklığa imza atmaları engellenmelidir!
- Diğer yanda ise, yılgınlığa ve bezginliğe düşerek halka “olan oldu, bu durumu kabullenin” telkininde bulunanlar vardır. Bunlar, Darfur’un koparılmasını sanki ilahi bir kadermiş gibi göstererek ihanete kılıf uydurmaya çalışmaktadırlar! Bu yılgın grubun içinde siyasetçiler, gazeteciler ve çeşitli kanaat önderleri de bulunmaktadır. Bunların asıl tehlikeleri, aktif olarak topluma karamsarlık ve yılgınlık aşılamaya başladıklarında tezahür eder. Bu gruba karşı çift yönlü bir strateji izlenmelidir: Bir yandan yıkıcı faaliyetlerine engel olunmalı, diğer yandan bu planı bozacak güce sahip oldukları konusunda kendilerine bir vizyon kazandırılmalıdır.
- Kayıtsızlar: Bu grup, sanki olaylar başka bir gezegende yaşanıyormuş gibi olan bitene tamamen ilgisizdirler! Bu ilgisizliklerinin temel nedeni, etraflarında dönen oyunlardan habersiz olmalarıdır. Bu kesime yönelik yapılması gereken ise, onları acilen bilinçlendirmek ve atıl durumdaki enerjilerini bu hain planı bozmak için seferber etmektir.
- Öncü ve Feraset Sahibi Grup: Bu, oynanan oyunu bütün çıplaklığıyla gören, olayları önceden sezen ve duvarların arkasındaki hakikatleri görebilen kesimdir. Bu grubun üzerine düşen tarihi bir sorumluluk vardır: Gece gündüz demeden çalışarak diğer tüm grupları harekete geçirmelidir. Nihai amaç, yalnızca Sudan’ın bölünmesini engellemek değildir. Asıl hedef; hayatı İslami temelde yeniden dizayn etmek, oyunu bozmak ve ümmeti Kafir Batı’nın kirli komplolarının hedefi olmaktan çıkarıp, tüm dünyaya hidayet ve aydınlık taşıyan bir öncü ümmet haline getirmektir.
İşte biz, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, dün de bugün de bu davanın sarsılmaz savunucusu, ümmetin apaçık uyarıcısı olduk! Bütün komploları ortaya dökmek ve bu ihanet planlarını yerle bir etmek için ümmetin sinesindeki imanı ve azmi ateşlemek bizim görevimizdir!
Ey Sudan halkı! Sizler şayet Allah’a hakkıyla tevekkül eder ve sadece O’ndan yardım diler ve aşağıdakileri yaparsanız o zaman Allah’ın izniyle ülkenizi paramparça etmeyi hedefleyen bu kahpe planın, yani Darfur’u koparma oyununun ikinci perdesini bozabilecek güce sahip olabilirsiniz!
* İster paralel hükümet kurarak bu ihanete öncülük eden, isterse gevşeklik gösterip El Faşer’in düşmesine ve Darfur’un tamamen peşkeş çekilmesine göz yuman olsun, bu kirli oyunda parmağı olan tüm hain işbirlikçileri reddedin ve onlarla bağınızı koparın!
* Bu ülkenin samimi, güç ve kuvvet ehlini harekete geçirin! Onların gücünü, bu hain planı yerle bir etmek, işbirlikçilerin ve vatan hainlerinin bileğini bükmek için birleştirin!
* Medyayı, minberleri ve elinizdeki her kürsüyü bu ihaneti ifşa etmek için kullanın! Bu kirli planı ve içerideki piyonlarını halka tek tek anlatın! İnsanları bu zillete karşı ayağa kalkmaları için seferber edin!
* İhanete bulaşmamış; samimi kabile liderlerini, aşiret reislerini, düşünürleri, kanaat önderlerini, siyasetçileri, hukukçuları, kısacası ülkesini seven tüm ileri gelenleri göreve çağırın! Gelin hep birlikte, ülkemizden geriye kalanı korumak için önlerinde aşılmaz bir set oluşturalım!
İşte bütün bu güçler birleştiğinde, ortaya çıkan bu muazzam irade, Şeytan’ın tuzağından başka bir şey olmayan Amerikan planını yerle bir etmeye yetmez mi?
إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفاً“Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” [Nisa 76]
وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللهُ وَاللهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ“Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” [Enfal 30] Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:
فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اخْتِلَافًا كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ، فَتَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ“Çünkü durum şu ki sizden, benden sonra yaşayacak olan kimseler, yakında çok ihtilaf görecekler. Binaenaleyh benim sünnetime; doğru yolu bulan, hidayete erdirilmiş halifelerin sünnetine sarılın. Bunlara azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın.” [Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed ve İbn Hibbân]
Ümmetin Sorunları Forumuna Katılım Daveti
Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, değerli medya mensuplarını, siyasetçileri ve kamu meselelerine ilgi duyan herkesi, bu ay düzenlenecek “Ümmetin Sorunları Forumu”na katılmaya davet ediyoruz. Bu ayki forumun başlığı şöyledir:
Amerika’nın Darfur’u Koparma Planı ve Bu Planı Çökertme Yolları
Konuşmacılar:
1- Üstat Nasır Rıza, Hizb–ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi Başkanı.
2- Üstat Muhammed Cami (Ebu Eymen), Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcü Yardımcısı.
Moderatör: İbrahim Müşerref, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu üyesi.
Tarih: 14 Rabiu’l Evvel 1447 / 06 Eylül 2025 Cumartesi, saat: 13.00
Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.
Sizleri aramızda görmekten onur duyarız; katılımınız ümmetin dertleriyle hemhâl olduğunuzun bir nişanesidir
Geçtiğimiz hafta 28 Ağustos 2025 Perşembe günü Sana’da toplantı halindeki bakanlar kurulunu hedef alan alçakça saldırıda katledilen Değişim ve İnşa Hükûmeti Başbakanı Ahmed Galib er-Rahavi ile birlikte Adalet ve İnsan Hakları Bakanı Kâdı Mücahid Ahmed Abdullah Ali, Ekonomi, Sanayi ve Yatırım Bakanı Muin Haşim Ahmed el-Mahakiri, Tarım, Balıkçılık ve Su Kaynakları Bakanı Rıdvan Ali Ali el-Rubai, Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Cemal Ahmed Ali Amir, Elektrik, Enerji ve Su Bakanı Ali Seyf Muhammed Hasan, Kültür ve Turizm Bakanı Ali Kasım Hüseyin el-Yafei, Sosyal İşler ve Çalışma Bakanı Semir Muhammed Ahmed Bajala, Enformasyon Bakanı Haşim Ahmed Abdurrahman Şerefüddin, Gençlik ve Spor Bakanı Muhammed Ali Ahmed el-Muvelled, Başbakanlık Ofisi Müdürü Muhammed Kasım el-Kibsi ve Bakanlar Kurulu Sekreteri Zahid Muhammed el-Umadi’nin cenazeleri gözyaşları içinde toprağa verildi. Toplantı sırasında salonda bulunan diğer bakanların akıbeti ise hala belirsizliğini koruyor. Bu saldırı, Petrol Şirketi ve Haziz Elektrik Santrali’nin hedef alınmasından dört gün sonra gerçekleşmişti.
Allah’ın zelil kıldığı kimselerin topraklarımıza bu denli pervasızca saldırmasının temelinde, kendilerine zemin hazırlayan işbirlikçi yöneticilerin varlığına duydukları güvence yatmaktadır. Bu işbirliğinin coğrafyası son derece açıktır: Saldırı uçakları, bir yakasında Selman bin Abdülaziz’in Suudi Arabistan’ı, diğer yakasında Es Sisi’nin Mısır’ı ve El Burhan’ın Sudan’ı bulunan Kızıldeniz üzerinden havalanmaktadır. Hatta Muhammed bin Zayid’in Emirlikleri gibi rejimlerin ortak olduğu Yemen adalarındaki üsleri dahi kullanmaktadırlar. Eğer bu yöneticilerin gizli işbirliği olmasaydı, 1948’den beri Filistin’i gasp eden bu yapıya karşı koymak yerine dünyaya meyletmeselerdi, bu saldırılar asla gerçekleşemezdi. Asıl acı olan ise, düşman karşısında bu denli pısırık olan bu rejimlerin, kendi halkları bu ihaneti yüzlerine vurduğunda birer zorbaya dönüşmesidir.
Yahudi varlığının Yemen’i hedef alması, İslami bir yönetimin yokluğundan ve arkasındaki güçlerle birlikte Birleşmiş Milletler’in temsil ettiği uluslararası hukukun kıble edinilmesinden kaynaklanmaktadır. İşte İslam’dan yüz çevirenlere verilen bu mükafat, kaçınılmaz sondur ve İslam’dan yüz çevirmenin doğal bir sonucudur. Yemenli siyasetçiler aklını başına toplayıp, Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet çatısı altında İslam’ı uygulama sahasına koyana kadar böylesi saldırılar ile karşılaşmaya devam edeceklerdir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ“Şüphesiz ki, Rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Mümin 51] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi Sellem de şöyle buyurdu:
ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” Hilafet, İslam’la yönetecek, ümmetin topraklarını tek bir bayrak altında birleştirecek ve yaklaşık seksen yıllık zulmün hesabını sormak için sadece uzaktan füzelerle taciz etmek gibi yetersiz yöntemlerle değil, İslam ordularının kararlı ilerleyişiyle o Yahudi varlığını kökünden kazıyıp atacaktır. Bu nihai çözüm hayata geçirilmediği müddetçe, bu cani varlığın cürümleri ve saldırıları son bulmayacaktır.
Şüphesiz Allah, bizi İslam ile aziz kılmış, onunla şereflendirmiş ve bize dünyanın tüm sorunlarını çözen, ona hidayet yolunu gösteren bir şeriat indirmiştir. Öyleyse nasıl olur da onu, kurallarını sömürgeci kâfirlerin yazdığı zalim bir beşerî hukuk (Birleşmiş Milletler hukuku) ile değiştirebiliriz?! Bugün bütün dünya bize karşı birleşmiş durumdadır. Bu nedenle Rabbimizin buyruğuna yönelmeli, İslam’ı kapsamlı, eksiksiz ve noksansız bir şekilde uygulamalı ve ümmetin ordularını, hem Müslüman beldelerini hem de tüm insanlığı kapitalizmin zulmünden kurtarmak için seferber etmeliyiz. Hizb-ut Tahrir olarak biz, Allah bizi Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet zaferi ve fetihlerle onurlandırıncaya dek ümmeti bilinçlendirme, güç ve kuvvet ehlinden nusret talep etme ve katıksız İslam projesini taşıma çalışmalarımıza aralıksız devam edeceğiz. Sizleri de bu büyük farzın ikamesi için bizimle birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]
Bundan tam dört yıl önce, 31 Ağustos 2021 tarihinde, Amerika ve NATO güçlerinin yirmi yıl süren Afganistan’daki askerî işgali, son Amerikan askerinin gece yarısı ülkeden ayrılmasıyla sona erdi. Bu stratejik geri çekilmenin ardındaki ana sebep, Amerika’nın küresel odağını Çin’in yükselişini dengelemek üzere Hint-Pasifik bölgesine kaydırmak istemesidir.
Bu yeni büyük strateji doğrultusunda, başta Afganistan ve onun direnişçi halkı olmak üzere İslam coğrafyası, Washington için dikkat dağıtıcı bir sorun ve baş ağrısı kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır. İşgalin sona erdiği o büyük günü ve elde edilen tarihi başarıyı elbette dün de bugün de takdirle anıyoruz. Tüm Müslümanların ve hassaten Afganistan halkının, İslam davetçilerinin ve mücahitlerin başarısı takdire şayandır.
Ne var ki, geride bıraktığımız dört yıllık döneme baktığımızda, kaçırılan devasa bir fırsat görüyoruz. Bu yıllar, Afganistan’da İslam’ın kapsamlı bir şekilde uygulanması ve köklü bir dönüşümün başlaması için tarihi bir fırsat sunuyordu. Tarihsel bir karşılaştırma yapmak gerekirse; Medine’deki İslam Devleti, kuruluşunun ilk dört yılında ümmetin temellerini atmayı, net bir iç ve dış politika vizyonu ortaya koymayı ve İslam’ı küresel bir aktör olarak konumlandırmayı başarmıştı.
Benzer şekilde, Afganistan’daki mevcut yönetimin de bu tarihi fırsatı kullanarak net bir yol haritası çizmesi beklenirdi. Bu, İslam’ı sadece bir slogan olarak değil, yönetimden ekonomiye, eğitimden yargıya ve dış ilişkilere kadar hayatın her alanını kapsayan bütüncül bir sistem olarak uygulamak anlamına geliyordu.
Ne yazık ki bu kıymetli fırsat layıkıyla kullanılamadı. İslâm’ın tam anlamıyla hayata geçirilmesi gerekirken, onun yalnızca bazı hükümleri, şahsî tercihler doğrultusunda, seçmeci ve aşamalı biçimde; üstelik eski cumhuriyet rejiminden miras kalan kalıplar ve modern ulus-devletin bünyesi içinde uygulamaya konuldu.
Bunun sonucu olarak ne İslam Devleti’nin ayırt edici bir özelliği ve kimliği belirlenebilmiştir ne de dış politika davet ve cihat temeli üzerine oturtulabilmiştir ne de İslam ümmeti, Afganistan’da filizlenmesini umduğu gerçek bir İslami değişimin küçücük bir kıvılcımını bile görebilmiştir. Tam tersine, İslami bir dönüşümden ziyade ulusal sınırlar içine hapsolmuş bir iç istikrarı sağlamaya, uluslararası toplumdan tanınırlık elde etmeye ve küresel güçler arasında bir denge politikası gütmeye yoğunlaşmıştır. Ancak bu yaklaşım, uzun vadede rejimin kendi meşruiyetini aşındırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Askeri işgal bitmiş olsa da asıl tehlike geçmiş değildir. Siyasete, ekonomiye ve düşünce dünyasına sızarak toplumu içten fetheden, çok daha sinsi bir hegemonya biçimi olan yumuşak sömürgecilik varlığını sürdürmektedir. Bu yöntemle, savaşın gürültüsüne veya askeri bir işgale gerek duymadan, ülkeler kendi iç dinamikleriyle kontrol altına alınmaktadır. Bu türden bir sömürge, dışarıdan bakıldığında bağımsızlık görüntüsü verse de, gerçekte ümmetin iradesini kırmakta ve İslâm’ın tam olarak uygulanmasına engel olmaktadır.
Tarihî tecrübeler, devletlerin çoğunlukla askerî güçten ziyade yumuşak güçle mağlup edildiğini göstermektedir. O hâlde bu meydan okumayla baş etmek; uyanıklığı, siyasî feraseti, yabancı elçilikler ve STK’ların kovulmasını ve İslâm’a tam bir bağlılığı gerektirmektedir.
Sonuç olarak, mücahit kardeşlerimize fırsatın henüz kaçırılmadığını, bilakis hikmetle değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatırız. Bu tarihi zafer, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’in kurulmasının temel taşına ve bir köprüye dönüştürülmelidir. Hilafet; ümmeti birleştirecek, sömürgeciliği ortadan kaldıracak ve İslam’ın mesajını dünyaya taşıyacaktır. Aksi takdirde o büyük zafer gününün tüm kazanımlarının heba olup gitmesinden korkarız. Ve Allah korusun, Afganistan, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yeniden sömürgecilik ve zillet çukuruna yuvarlanabilir! Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ bizleri şöyle uyarmıştır:
وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ“Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” [Muhammed 38]
Sudan Soykırımı: Ömer el-Beşir'in Rolü!
Dünya, Filistin'de halkımızın maruz kaldığı soykırımı çok iyi bilirken, Sudan halkının son on sekiz ayda sessizce maruz kaldığı soykırım ve çektiği acılar hakkında çok az şey biliyor veya dolaşıyor. Bu vahşet, 15.000'den fazla kişinin hayatına mal olmuş, 10 milyondan fazla kişiyi yerinden etmiş ve nüfusun yarısı olan 25 milyon insanı gıda güvensizliği ve açlıkla karşı karşıya bırakmıştır.
Bu soykırımın, Sudan Silahlı Kuvvetleri ile paramiliter Hızlı Destek Güçleri arasında devam eden çatışmadan kaynaklandığı pek bilinmemektedir. Bununla birlikte Sudan'ın sorunları 2023'te başlamamış, aksine ülkenin İngiliz-Mısır yönetiminden bağımsızlığını kazandığı 1956 tarihinden itibaren başlamıştır. O zamandan beri Sudan yedi askeri darbeye tanık olmuş ve bu darbelerin en önemlisi ise Ömer el-Beşir'i iktidara getiren ve onun otuz yıl boyunca bir diktatör olarak hüküm sürdüğü 1989 yılında meydana gelmiştir.
30 yıllık zulmün ardından Sudan halkı nihayet Beşir'i azletmiş ve yeni özgürlüklerini kutlamıştı; ancak bu özgürlük, Sudan Silahlı Kuvvetleri Komutanı Abdulfettah el-Burhan ve Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Hemedti olarak bilinen Muhammed Hamdan Dagalo tarafından kısa sürede ellerinden geri alınmıştır. Zira her ikisi de el-Beşir rejimi altında önemli ölçüde nüfuz ve servet kazanmıştır.
Ömer el-Beşir'i Sudan'da iktidara getiren 1989 yılındaki darbe öncesinde ülke, John Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Ordusu ile ikinci iç savaşını yaşıyordu. Hatta Garang çoğu kez, stratejik ve ekonomik kazançlar elde etmek için Sudan'ı bölerek ABD'nin çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışan bir Amerikan ajanı olarak hareket etmekle suçlanmıştır. Nitekim bu çabalar, el-Beşir ve Garang tarafından imzalanan ve Güney Sudan'ın bağımsızlığının yolunu açan 2005 yılındaki Nevaşa Anlaşması ile sonuçlanmıştır.
Kayda değerdir ki Güney Sudan'ın muazzam petrol rezervlerine sahip olması, Çin ile bölgesel hegemonya rekabeti içinde olduğu bir dönemde ABD'yi, “barışın inşası” ve “iyi yönetişim” sloganları altında bu gelişmekte olan ülkeye 1,2 milyar Dolardan fazla yatırım yapmaya sevk etmiştir.
Aynı zamanda Sudan ekonomisi de çökmekteydi. Bu yüzden Eski Başbakan Sadık el-Mehdi, insanların kıtlık, yerinden edilme, iç borç krizi ve %70'i aşan hiperenflasyonla karşı karşıya kalması ve tüm bunların, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getiren para biriminin çöküşüyle daha da kötüleşmesi nedeniyle halkın desteğini kaybetmiştir.
Nitekim bu şartlar, Sovyetler Birliği'ne karşı Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri ile ittifak kuran Ulusal İslam Cephesi'nin desteğiyle, el-Beşir'in 30 Haziran 1989'da barışçıl bir darbe gerçekleştirmesine elverişli bir ortam hazırlamıştır. El-Beşir iktidara gelince parlamentoyu feshetmiş, kendisini devlet başkanı, başbakan ve savunma bakanı ilan etmiş ve “İslam şeriatının” katı hükümlerini uygulamıştı.
Yeni lider olarak Beşir, kısa sürede sadık destekçilerini etrafına toplamış olup bunların en önemlisi de içerisindeki Abdulfettah el-Burhan’ın Genel Müfettişliğe terfi ettiği Sudan Silahlı Kuvvetleri'ydi. El-Burhan’ın rolü ise, el-Beşir'in güvenliğini sağlamak ve her türlü muhalefeti bastırmaktı.
Refah vaadine rağmen el-Beşir hükümeti hızla azınlıkları bastırmak için harekete geçmiştir. Genellikle “terör yılları” olarak anılan geçen asrın doksanlı yılları, aydınlar, komünistler ve ordu subayları da dahil olmak üzere muhaliflerin işkence gördüğü gizli gözaltı merkezleri olan hayalet evlerin ortaya çıkmasına tanık olmuştur. Ayrıca ABD Doları bulundurdukları için üç erkeğin idam edilmesi de dahil olmak üzere aleni olarak kırbaçlamalar ve idamlar da başlamış, bu da halk arasında bir korku dalgası yaratmıştır.
Ayrıca el-Beşir, hırsızın elinin kesilmesi gibi İslam şeriatının katı yorumlarını uygulamıştır; hatta bu, hırsızlığın açlık veya yoksulluktan kaynaklandığı durumlarda bile geçerliydi. Ancak sahih İslam fıkhına göre bu cezalar, kıtlık veya zor zamanlarda askıya alınır ki Halife Ömer ibn Hattab'ın, kıtlık sırasında bu cezayı uygulamayı reddetmesi buna örnek teşkil etmektedir. Bu arada el-Beşir ve rejimi milyarlarca Doları zimmetine geçirmiştir; zira 2019'da görevden alınmasının ardından evinde 90 milyon Dolar bulunmuştur; bu da İslam şeriatının seçici bir şekilde uyguladığını ortaya koymaktadır.
Vahşi yöntemlerine rağmen, iç savaşlar ve isyanlar patlak vermiştir. Zira Güney Sudan'da, Sudan hükümeti ile Sudan Halk Kurtuluş Ordusu arasında ikinci bir iç savaş çıkmış ve çoğu sivil olmak üzere iki milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. Bu savaşta büyük ölçüde Sudan Silahlı Kuvvetleri yer almış ve el-Burhan askeri operasyonlarda önemli bir rol oynamıştır.
Bu arada Sudan'ın batısında, Hartum'un uzun süredir ihmal ettiği Darfur bölgesinde isyan çıkmıştır. El-Beşir, Sudan Silahlı Kuvvetlerini konuşlandırmak yerine, ayaklanmayı vahşice bastırmak için Hemedti'nin de aralarında bulunduğu Cancavid milislerini görevlendirmiştir. Bu da Darfur'daki soykırımın başlangıcı olmuştur.
Acımasızlığıyla bilinen Cancavid milisleri, etnik temizlik kampanyası başlatmıştır. Bunun üzerine 300.000'den fazla insan öldürülmüş, 2,5 milyon kişi yerinden edilmiş, kadınlar tecavüze uğramış, erkekler infaz edilmiş ve çocuklar da istismara maruz kalmıştır. Hemedti ve güçleri, Darfur'daki altın madenleri aracılığıyla tazmin edilmiş, bu da yerel sakinlerin yerinden edilmesini sadece askeri bir hedef değil, aksine ekonomik bir hedef haline getirmiştir. Peki bu soykırımın “onlara ödülü” ne oldu? Sudan hükümeti tarafından resmi olarak tanınması ve yeniden Hızlı Destek Güçleri olarak adlandırılması!
El-Beşir zenginleşip kutlamalarını yaparken, sakinler ise açlık çekmeye devam etmiş ve ekonomi çökmüştür. Güney Sudan'ın bağımsızlığıyla birlikte Sudan, petrol zenginliklerinin çoğunu kaybetmiştir. Zira ulusal bütçenin incelenmesi, harcamaların %70'inin orduya gittiğini, sağlık, eğitim veya gıda güvenliği için çok az bir miktar kaldığını ortaya çıkarmıştır.
Bir de buna onlarca yıllık yolsuzluk, çalınan servetler, şişmiş borçlar ve felç edici enflasyon eklenince, Sudan halkı otuz yıldır süren bir kabusun acısını çekmeye terk edilmiştir. Ancak her şeyin bittiğini ve el-Beşir'in görevden alınmasının ardından umutların yeniden yeşerdiğini sandıkları anda, onun takipçileri boşluğu doldurmak için devreye girmiştir: zira el-Beşir'in iktidarı sırasında güçlenen iki kişi, yani el-Burhan ve Hemedti, şimdi Sudan kan kaybederken birbirlerine karşı savaşmaktadırlar.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Emetullah Haşemi
Haber-Yorum
Filistin, Sadece Saldırıların Durmasını ve Kuşatmanın Kaldırılmasını Değil, Kurtarılmayı Da Bekliyor!
Haber:
Yemen Cumhurbaşkanı el-Meşhat Gazze'deki halkımıza hitap ederek şöyle dedi: Saldırılar durana ve kuşatma kaldırılana kadar fedakarlıklar ne kadar büyük olursa olsun, duruşumuz değişmeyecektir!
Yorum:
Husilerin Yüksek Siyasi Konseyi Başkanı Mehdi el-Meşhat'ın Gazze halkına yönelik yaptığı konuşma, 28/8/2025 Perşembe günü başkent Sana'ya düzenlenen Yahudilerin saldırılarında, Sana hükümeti başbakanı Ahmet Galib er-Rehavi ile bir dizi bakanın da öldürüldüğü hayatını kaybedenlerin ailelerine taziye mesajı kapsamında gelmiştir.
Husilerin Filistin ile ilgili eylemleri, kendi işlerini gözetememelerinin gölgesinde Yemen'deki takipçileriyle birlikte izledikleri dikkat dağıtma politikasının bir parçasıdır; bu politika, sıradan insanları, Gazze halkı için cihat ve destek içinde olduklarına inandırmak içindir; oysa onlar, liderlerinin roket veya insansız hava aracı fırlatmalarının, liderlerinin haftalık yaptıkları konuşmalarının, her cuma Sabeen Meydanı'nda toplanmalarının saldırıları durdurmayacağını, kuşatmayı kaldırmayacağını, Filistin'i Yahudilerden kurtarmayacağını ve onları kökünden söküp atmayacağını bilmektedirler.
Filistin davası, sadece kimi zaman insanları kandırmak, kimi zaman da zor kullanmak gibi kurnazca ve kötü niyetli yöntemlerini kullanarak ve sonunda normalleşerek ve asla razı olmayacakları halde Batı'yı razı etmenin peşinde soluyarak onu kurnaz ve kötü niyetli taktiklerle ucuz fiyata satan yöneticilerinin davası değil, tüm Müslümanların davasıdır. Bunu ise el-Hak Tebareke ve Teala’nın şu kavli doğrulamaktadır: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” [Bakara 120]
Son söz olarak ey Mehdi el-Meşhat, Filistin ve işgal altındaki tüm Müslüman ülkelerin kurtuluşu, orduları seferber edecek ve Yahudilerle savaşmak için hazırlık yapacak tüm Müslümanlar için bir devletin varlığına bağlıdır; bunu da el-Câmiu's Saḥîh’de Ebu Hureyra Radıyallahu Anh’ın rivayet ettiği Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in şu hadisi doğrulamaktadır: لا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ، فَيَقْتُلُهُمُ الْمُسْلِمُونَ حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ وَالشَّجَرِ، فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوِ الشَّجَرُ: يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللَّهِ هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ، إِلَّا الْغَرْقَدَ فَإِنَّهُ مِنْ شَجَرِ الْيَهُودِ “Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta Müslümanlar Yahudileri öldürürler. Hatta bir Yahudi taşın, ağacın arkasına gizlenir. Bunun üzerine o taş, o ağaç, ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi. Gel, onu öldür, der. Yalnızca Garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır.” İşte bu devlet, hak ve adalet devletidir, yani Huzeyfe bin Yeman Radıyallahu Anh'ın rivayet ettiği hadiste Sadıku'l Emin'in müjdelediği Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafettir: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُبُوَّةٍ “Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır.” Bu yüzden Hilafeti kurmak için çalışmak en önemli vaciplerden biridir; çünkü vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir. Filistin'i kurtarmanın ve halkını desteklemenin şerî yolu işte budur; Allah yardımcımız olsun.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen
Haber-Yorum
Soykırım Savaşına Destek Olan Birini Nasıl Destekleyebiliriz!
Haber:
Trump: “İsrail” için benim yaptıklarımdan daha fazlasını kimse yapmadı. (El Cezire Net, 2 Eylül 2025)
Yorum:
Amerika'nın gaspçı varlığa mutlak destek verdiği, bunun hakkında konuşmanın malumun ilanı olduğu, dahası meselenin, Trump'ın Gazze'ye sanki bir parça peynir veya etmiş gibi muamele etme boyutuna ulaştığı artık hiç kimse için bir sır değildir!Bazı haberlerde, Netanyahu'nun birkaç gün önce mini bakanlar kurulu (kabine) toplantısında, Trump'ın şu sözlerini aktardığı belirtildi: “Kısmi anlaşmaları bırakın. Sonra onu daha fazla dilimlere bölün, daha fazla dilimlere. Tüm gücünüzle Gazze’ye girin ve işi bitirin.”
Bu suçun ve bu soykırım, parçalama, öldürme, yıkım ve yerinden edilmeye yardım edilmesinin gölgesinde seçkinleri ve sıradan insanlarıyla Müslümanların, Amerika ile güvenlik ve askeri ittifakın feshedilmesi ve tüm Müslüman ülkelerdeki her türlü askeri varlığının sona erdirilmesi için açık, güçlü ve yoğun bir şekilde çağrıda bulunmaları gerekir.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُواْ عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” [Mümtehine 9] Yani: Sizlere düşmanlık edenleri, sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları, yurtlarınızdan çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar, yani Allah Azze ve Celle onları dost edinmenizi yasaklar ve onlara düşmanlık göstermenizi emreder demektir. Sonra onları dost edinenlere yönelik tehdidi vurgulayarak şöyle buyurmuştur: وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” [İbn Kesir tefsiri]
Peki bugün aklı başında biri, Amerika'nın, Gazze halkını öldürmesi, onları yok etmesi ve yurtlarından çıkarması için gaspçı varlığı desteklemediğini söyleyebilir mi?
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî