Salı, 20 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Cihad ve Fetihler İçin Can Atan Ümmet, Ruveybida Yöneticiler Tarafından Zincire Vurulmuştur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Cihad ve Fetihler İçin Can Atan Ümmet, Ruveybida Yöneticiler Tarafından Zincire Vurulmuştur!

Haber:

Medya organları, ABD Başkanı Trump'ın, Afganistan'dan Bagram Hava Üssü'nü teslim etmesini talep eden açıklamalarını aktardı. Afgan ordusu komutanının “Afgan topraklarının bir karışı üzerinde bile anlaşmak imkansızdır” şeklindeki açıklaması sosyal medyada büyük bir yankı uyandırdı.

Yorum:

Bir Müslüman, bu dünyada sanki sonsuza dek yaşayacakmış gibi çalışmasını sağlayan ama her an bu dünyayı ayaklarının altına almaya hazır olan güçlü bir akideye sahiptir; çünkü Müslüman bu dünyada kendini ahiret için hazırlanan bir yolcu olarak görür.Bu yüzden Müslüman gençlerin her zaman Allah yolunda cihat etmeyi ve şehadeti talep etmeyi arzuladıklarını görürüz; zira mücahit, canını avucunda taşır ve canını, genişliği gökler ve yer kadar olan cennet karşılığında Allah'a satmıştır.

İslam ümmetinin, işlerinin gözetilmesinde ve İslam sancağının taşınmasında bu akideyi doğru bir şekilde uygulayan bir devletinin olduğu gün Romalıları, Persleri, Haçlıları ve Tatarları hezimete uğratmasını sağlayan işte bu savaş akidesidir. Nitekim terazinin iki kefesindeki davet ve cihat, onun önündeki tüm engelleri yıkmayı garanti ediyordu. Dolayısıyla cihat, ordunun akidesi ve İslam'ı yaymanın metodu olup devletin düşmanlarına karşı izlediği politikanın temelini oluşturuyordu; bundan sonra yapılan her türlü siyasi anlaşmalar ve müzakereler kılıçların gölgesi altında oluyor ve ümmet bu anlaşma ve müzakerelerde tüm şartlarını dayatıyor ve düşmanları da ona boyun eğiyordu.

Ancak ne yazık ki Hilafet Devleti'nin yıkılması ve kafirlerin başımıza ajan bekçilerini dikmesinin ardından cihadı başlatacak, orduları harekete geçirecek ve İslam'ın yayılması için hazırlık yapacak bir Halife kalmadı; aksine Allah yolunda cihat, onları organize edecek, gözetecek ve koruyacak bir devlet olmaksızın muhlis bireyler ve gruplar tarafından yürütülen bireysel ameller olarak kalmaya devam etti ve onların gücü, zalimler için bir ateş ve ümmetin gölgesini aydınlatan bir ışık haline geldi.Ayrıca Müslümanların siyasi işleri artık onun dışındakiler tarafından yönetiliyor ve mücahitlerin fedakarlıkları, Müslümanların başındaki yöneticilerin ve aynı şekilde Batı'nın saraylarının koridorlarında kaybolup gitmektedir.Filistin, Cezayir, Irak, Mısır, Afganistan ve Suriye'de buna dair birçok kanıtlar vardır.

Afganistan mücahitlerinin işgali bozguna uğratarak elde ettikleri zafer, Allah'ın şeriatıyla hükmeden bir devlet olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet ile sonuçlanmalıydı; zira Müslümanların hayati meselesi, şeriatın ikame edilmesi ve siyaset, yönetim, ekonomi, içtimai, iç ve dış işleri gibi hayatın her alanında şeriatla hükmedilmesidir; tıpkı Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medine-i Münevvere'de yönetimi teslim aldığında yaptığı gibi. Aslında Amerika, Rusya ve diğer Müslüman ülkelerin kollarını koparacak olan işte bu yoldur.Nitekim Hizb-ut Tahrir, Taliban hükümetine Kur'an ve sünnetten istinbat edilmiş ayrıntılı bir eylem planı ve bir anayasa sunmuş ve kendisini Afganistan'ı, komşularını ve tüm ümmeti kalkındırmayı garanti eden gerçek İslami siyasi bir projenin sahibi olarak sunmuştu; gör bakalım bundan sonra Amerika üs talep etmeye cesaret mi edecekti yoksa İslam Devleti'nin kendisine yönelik şiddetinden vazgeçmesi için yalvaracak başka sözleri mi olacaktı?

Ancak ne yazık ki o bunu reddetmiş ve Afganistan'ı sınırlandırarak onu, büyük küresel bir güç olması yerine bir emirlik haline getirmede ısrar etmiştir!

Ordu komutanının açıklamalarında benim dikkatimi çeken şey, aslında onun sözlerinde ortaya çıkan izzet esintisinden dolayı Müslümanların genel olarak gösterdiği tepkiler ve duydukları sevinçti. Umarım bundan sonra hiçbir şey bunu silmez!

Evet, tüm ümmet, hayırla karakterize olmuş hareketlerden veya kendilerinde hayır olduğunu düşündüğü şahıslardan ortaya çıkan zaman zaman esen izzet esintilerinden dolayı sevinç duymaktadır ancak onlar bunları, sarayların eşiklerinde İslam'ın örtüsünü çıkarıp sırtlarının arkasına atarak ümmeti aldatmaktadırlar.

Bu sevinç, genel olarak Müslümanlarda hayat olduğunun, yoğun arzusunun ve aşağılanma ve boyun eğme dönemini sona erdirecek ve bizleri dünyayı adaletle yöneten en hayırlı ümmet olmaya geri döndürecek gerçek bir dönüş ve köklü bir kalkınma yolunda en değerli şeylerini feda etmeye ve cihat etmeye hazır olduklarının delilidir; bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir. Umulur ki bu yakında gerçekleşir de böylece muhlis mücahitlerin kanı muhlis yöneticilerin kararlarıyla birleşir ve ümmet, Halid'in kılıcı ve Ömer ile Ebu Bekir'in (Allah hepsinden razı olsun) hikmetiyle düşmanlarına bir darbe indirir.

Allah'ım bizi istihdam et, bizim için göz aydınlığı kıl ve bizlere, bizim Seni razı edeceğimiz ve Senin de bizden razı olacağın şeylerin müjdesini ver ki o da Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafettir. Ey verenlerin en cömerdi ve icabet edenlerin en hayırlısı.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beyan Cemal

Devamını oku...

Amerika Fütursuzca At Koşturuyor... İşbirlikçi Yöneticiler ise Onun Sömürgeci Emellerine Ram Olmuş Durumdalar!

Ne yazık ki ülkemizi yöneten iktidarlar, Amerikan emperyalizminin baskılarına teslimiyet göstermekten ve onun dünyayı tahakküm altına alma amaçlı sömürgeci stratejilerini desteklemekten bir an bile çekinmemiştir. Bu teslimiyetin en somut örnekleri arasında, eski Cumhurbaşkanı Sibsi döneminde Tunus’a ‘NATO Dışı Önemli Müttefik’ statüsü verilmesinin kabul edilmesi ve ‘Afrikan Aslanı 2025’ tatbikatına sekiz yıldır aralıksız ev sahipliği yapılması yer alıyor. Nitekim ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) komutanı General Dagvin Anderson, ABD Kongresi Silahlı Hizmetler Komitesi’ndeki bir oturumda Fas ve Tunus’un kıtada güvenlik ihraç etme kapasitesi en yüksek ortaklar arasında yer aldığını belirtti. TUNISIE TELEGRAPH sitesinin haberine göre, Tunus ve ABD arasındaki ikili iş birliği kapsamında önümüzdeki hafta Tunus’ta yeni bir eğitim programı başlayacak. Amerikan Savunma Tehditlerini Azaltma Ajansı (DTRA) uzmanları tarafından verilecek olan ileri düzey eğitim, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer (KBRN) tehditlere müdahaleyi konu alıyor. Eğitime Tunus Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı 61. İstihkâm Alayı katılacak.

NATO Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın, ‘Sea Guardian’ (Deniz Muhafızı) deniz operasyonuna bağlı gemilerin Tunus’a vardığını ve Tunus Donanması’nın, NATO’ya ait Yunanistan’daki Müdahale Deniz Operasyonları Eğitim Merkezi tarafından 02-12 Eylül tarihleri arasında düzenlenen özel bir eğitim kursuna katıldığını duyurduğu haberi, egemenlikten ve bağımsızlıktan dem vuran yöneticilerimizin, ülkemizi ve bizleri ne denli büyük bir tehlikeye attığının ve bizi nasıl bir bağımlılığa mahkûm ettiğinin apaçık bir kanıtıdır!

Tunus ile Amerika arasında askeri ve güvenlik alanında ‘işbirliği’ olarak adlandırılan bu yanıltıcı faaliyet ve gelen haberler karşısında, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti olarak biz, Zeytune yurdu halkına aşağıdaki gerçekleri hatırlatmak istiyoruz:

Bizimle güven tesis etmeye ve operasyonel kabiliyetlerimizi artırmaya çalıştığını iddia eden Amerika, aslında Yahudi devletinin Doha’yı vurmasına göz yumarak Katar’a ve Hamas müzakere heyetine ihanet etti. Dahası Amerika, 18 Eylül 2025 Perşembe günü Gazze’deki savaşın acilen, kalıcı ve koşulsuz olarak durdurulmasını ve Siyonist ölüm makinesiyle ve Müslüman liderlerin yüz kızartıcı tavırlarıyla felakete sürüklenen Gazze’deki halkımıza insani yardım önündeki engellerin kaldırılmasını isteyen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararını altıncı kez veto etti.

Özellikle 7 Ekim 2023’ten sonra ABD; Gazze, Batı Şeria, Lübnan, İran, Yemen, Suriye ve son olarak da sözde ‘müttefiki’ olan Katar’daki Müslümanların kanını ne kadar ucuz gördüğünü ve Müslümanlara ne denli düşman olduğunu açıkça ortaya koydu. Hain ellerinin uzandığı her İslam toprağında Yahudi varlığını desteklediğini de açıkça ilan etti.

Bununla da kalmayıp bu cani varlığa para, silah ve mühimmat desteği sağladı; işlediği suçları resmi siyasi söylemlerle ve yasal kılıflarla meşrulaştırdı ve aleyhindeki tüm kınama kararlarını veto etti. Aleyhine gelecek tüm kınama kararlarını engelledi. Gazze’deki kuşatmayı kırmaya yönelik girişimlere ya da Yahudi varlığı ve liderlerine karşı tekil adımlar atmak isteyen Avrupalı ve Arap ortaklarına baskı yaptı. Her fırsatta Yahudi varlığının suçlarını destekledi ve Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşında onun tam ortağı olduğunu vurguladı.

Daha iki hafta önce, yanı başımızdaki komşumuz Libya’da düzenlenen gizli Roma zirvesinde Amerika Birleşik Devletleri, Libya üzerindeki tam hakimiyetini gözler önüne serdi. Bölünmeyi kalıcılaştırmak amacıyla roller ve paylar, dış müttefikler ile içerideki yeni kadrolar arasında dağıtıldı. Bu arada, konunun başlıca tarafları olmalarına karşın Tunus, Cezayir ve Mısır süreçten tamamen dışarıda bırakıldı.

Tunus da ekonomik ve siyasi müeyyide tehditlerinden ve sopasından azade değildir; Buna rağmen ülkenin siyasi yönetimi, Amerika’nın bölgede gerçekleştirdiği ve emperyalist gayeleri aşikâr hale gelmiş olan tatbikat ve manevraların ekseriyetine iştirak etmeyi sürdürmektedir. ABD, Akdeniz’in güney kıyısını kontrol etmeyi, yerleşimci projeyi sürdürmek için Filistin’in batı tarafını korumayı ve Gazze’deki halkımıza yardım etmek ve Yahudilerin Amerikan yeşil ışığıyla uyguladığı ölüm makinesini durdurmak amacıyla ümmetin harekete geçme olasılığını engellemeyi amaçlamaktadır.

Ey Tunus’un yiğitleri! Ey mücahitlerin torunları! Biz, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti olarak, silahlı kuvvetlerimizin Amerikan güçleriyle katıldığı her etkinlikte, bize açıkça düşman olduğunu gösteren, halkımıza pusu kuran ve topraklarımızda gözü olan bu düşmanla işbirliği yapmaktan hiçbir hayır gelmeyeceğini vurguluyoruz. Savaş zamanında o düşmanla ortak hareket etmek, yıllar geçse de hafızalardan silinmeyecek bir suçtur. Ordularımızın o düşmanın çıkarlarına alet edilmesi ise, tüm Müslümanlar gibi dinine yardım etmeyi, ümmetini, topraklarını ve kutsallarını savunmayı arzulayan subay ve askerlerimize yapılmış bir hakarettir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” [Hud 113]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsünün “Dörtlü Bildiri ve Kayıp Egemenlik” Başlıklı Basın Toplantısı

20 Rabiu’l Evvel 1447 / 12 Eylül 2025 Cuma günü Amerika, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’dan oluşan sözde ‘Dörtlü’ ülkelerin dışişleri bakanları Sudan hakkında bir bildiri yayımladı. Bildiride öne çıkan hususlar şunlar oldu:

1- İnsani yardımların girişini sağlamak amacıyla üç aylık bir insani ateşkes ilan edilmesi ve bunun derhal kalıcı bir ateşkese dönüşmesi.

2- Dokuz ay içinde meşru bir sivil hükümetin kurulmasıyla sonuçlanacak, kapsamlı ve şeffaf bir geçiş sürecinin başlatılması.

3- Sudan’ın gelecekteki yönetim şekline, çatışan taraflardan hiçbirinin kontrolü altında olmayan, şeffaf ve kapsamlı bir geçiş süreci aracılığıyla Sudan halkının karar vermesi.

Dörtlü Komite’nin bildirisine yanıt olarak, Sudan Dışişleri Bakanlığı 13 Eylül 2025 Cumartesi günü bir açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Sudan hükümeti, savaşı sona erdirmeye yardımcı olacak her türlü bölgesel ve uluslararası çabayı desteklemektedir. Ancak, devletin egemenliğine ve halkı ile toprağını savunmakla görevli meşru kurumlarına saygı göstermeyen hiçbir müdahaleyi kabul etmemektedir. Hükümet ayrıca, Hızlı Destek Güçleri ile eşit tutulmayı da reddetmektedir.”

Sudan dosyasını ve bu topraklar üzerindeki kızışan uluslararası çatışmayı yakından takip eden herkes, bu savaşın aslında ABD tarafından yönlendirildiğini, amacın İngiltere’nin nüfuzunu bertaraf etmek ve Darfur’un ayrılması suretiyle Sudan’ı parçalamak olduğunu çok iyi bilir. Yine Amerika veya Sudan’daki araçlarının attığı tüm siyasi adımların, İngilizlerin adamlarının yeniden siyaset sahnesine dönmesini engellemeye yönelik adımlar olduğunu bilir. Dolayısıyla Dörtlü’nün son hamlesinin tam da bu zamana denk gelmesi tesadüf değildir; bu, İngilizlerin adamlarının Afrika Birliği üzerinden (Samud’u) tekrar oyuna sokma çabasına karşı yapılmış bir karşı hamledir. Sudan’daki siyasi satrancın yeni bir hamlesi olarak, bilgi sahibi kaynaklar Afrika Birliği’nin 6 Ekim’de Addis Ababa’da yapılacak diyalog toplantılarına hem ordu yanlısı ulusal güçleri hem de (Samud) grubunu davet ettiğini bildirdi. Bu davetin arkasında, özellikle Afrika Birliği Komisyonu’nda etkili olan İngiliz yanlısı aktörlerin, Abdullah Hamdok liderliğindeki (Samud) grubunu yeniden siyasi denkleme dahil etme çabası vardır. Bu çabaların bir parçası olarak, Afrika Birliği Komiseri Mahmud Ali Yusuf ile Hamdok 12 Eylül’de Abu Dabi’de bir görüşme gerçekleştirdi. Samud kanadından bir yetkilinin Sudan Tribune’e sızdırdığı bilgiye göre, görüşmede ‘Afrika Birliği’nin çatışmanın çözümünde oynayabileceği rol ve Afrika Birliği şemsiyesi altında Sudanlıların liderliğinde güvenilir bir siyasi süreç üzerinde anlaşma sağlanması’ konuları ele alındı. Bu gelişmeler üzerine Amerika, Dörtlü Komite aracılığıyla yeni bir hamle yaptı. ABD, Sudan’ın BM Daimî Temsilcisi Haris İdris’in 10 Mart 2025’te Genel Sekreter’e sunduğu yol haritasını Dörtlü üzerinden sahiplendi. Amerika, aslında Sudan hükümetinin kendi planı olan bu Dörtlü bildirisini, pişirdiği yemek tam kıvamına geldiğinde, hükümet ile Hızlı Destek Güçleri arasındaki nihai çözümün temeli haline getirmeye çalışıyor.

İşte Sudan’daki siyasi manzara bundan ibaret. Şimdi söyleyin, bu absürt tiyatroda egemenlik kelimesinin yeri tam olarak neresidir?!

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz aşağıdaki gerçekleri açıklıyoruz:

Birincisi: Batılı sömürgeci güçlerin Osmanlı Hilâfeti’nin enkazı üzerinde kurduğu ve Sudan’ın da aralarında bulunduğu Sykes-Picot devletçikleri, sömürgeleştirilmiş ve (Batı’ya hizmet eden) işlevsel devletçiklerdir. Sömürgeciler, bu devletçikler üzerinde birbirleriyle kapışmaktadır. Bu kapışmadaki maşaları ise; silahlı kuvvetlerin komutanları, isyancı hareketler ve gerek açıktan gerekse gizli çalışan laik siyasi çevrelerdir. Bu sömürgeci araçların kendi üzerlerinde dahi bir egemenlikleri yoktur; hal böyleyken, ülkelerinin bir egemenliğe sahip olması nasıl beklenebilir?

İkincisi: Dezenformasyon, sömürgeci aktör ve avenelerinin en etkili silahıdır. Onlar bu silahla düşmanı, devletin ve halkın hayatının her detayına müdahale eden bir dosta; kardeşi ise üzerine katliam makinesinin çalıştığı bir düşmana dönüştürmektedirler. İşte bu yüzden düşmanların özel temsilcileri ve büyükelçileri, ülkenin ve halkın iyiliğini düşünen şefkatli dostlar oldukları bahanesiyle, ülke sahasında istedikleri gibi at koşturmaktadırlar.

Üçüncüsü: Bu ülkenin sorunları; başta Güvenlik Konseyi olmak üzere tüm Birleşmiş Milletler kurumlarında, Afrika Birliği’nde, Arap Birliği’nde, IGAD’da, Dörtlü Komite’de, Sudan’ın komşu ülkelerinde ve ALP ittifakında tartışılıyorken, aklı başında bir insan nasıl olur da bu ülkede egemenlikten bahsedebilir?! Ne zaman iki devlet başkanı veya iki dışişleri bakanı bir araya gelse, gündemlerinde mutlaka Sudan yer almaktadır. Bütün bunlardan sonra kalkmış bir de egemenlikten dem vuruyoruz! İçinizde aklı başında tek bir adam yok mu?!

Dördüncüsü: Hilafetin yıkılmasıyla birlikte İslam dünyasında egemenlik kavramı da fiilen ortadan kalktı. Artık bu kavram, yalnızca sömürgeci kâfirin maşaları olan yöneticiler ve siyasetçiler tarafından kullanılmaktadır. Ne zaman efendilerinin çıkarlarına ters düşen bir proje olsa, geçişine izin vermemek için egemenlik kavramını bir bahane olarak kullanmaktadırlar. Fakat o suç projesini efendileri gündeme getirdiğinde ise ülkenin ve halkın maslahatını gözeten dostlar oldukları bahanesiyle tereddütsüz bir şekilde hemen yürürlüğe koymaktadırlar!

Beşincisi: Sömürgeci güçler, özellikle de kapitalist dünyanın başat gücü olan Amerika, zayıf ülkelerde çatışmaları körükleyen ana aktörlerdir. Sonra da bu savaşların yönetimini, zayıf bırakılmış halkların çıkarları için değil, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanmaktadırlar. Böylelikle sömürgeci nüfuz pekişmekte ve devletler parçalanmaktadırlar. Dolayısıyla, yabancı bir sömürgeci gücün veya onun bölgedeki işlevsel müttefiklerinin müdahalesini talep etmek veya buna izin vermek, ancak halkının çıkarlarına ihanet eden bir işbirlikçinin tavrı olabilir. İşte bu sebeple, yabancıdan yardım istemek, siyasi bir intihardır.

Altıncısı: Uluslararası ilişkiler, eşitlik ve mütekabiliyet esasına dayanmaz mı? Peki, Sudan’daki hükümetlerin; yemeğimizden gıdamıza, ilacımızdan eğitimimize, El Faşer kuşatmasından tutun da her şeyimize kadar hayatımızın en ince ayrıntılarını yöneticilerimizle görüşmek üzere elçiler gönderen devletlerle olan ilişkilerinde bu eşitlik ve mütekabiliyet ilkesinin yeri neresidir?! Örnek olarak, 10 Eylül 2025 tarihli Sudafax sitesinde yer alan bir haberde, Kamil İdris ile İngiltere Özel Temsilcisi Richard Crowder’ın bir araya geldiği belirtildi. Görüşmede Crowder, ‘ülkesinin önceliklerinin şu anda El Faşer şehrinde bir ateşkese varılması ve sivillere insani yardımların engelsiz bir şekilde ulaşmasının garanti altına alınması üzerinde yoğunlaştığını’ vurguladı. Kulaklarımız artık bu tür haberleri duymaya alıştı ve siyaset arenasındaki hiç kimse bu durumu yadırgamıyor bile. Hatta bazıları bunu bir atılım ve büyük bir başarı olarak görmektedir! Peki ama El Burhan, İngiltere başbakanıyla İngiltere’nin iç sorunlarını görüşmek üzere bir elçi gönderebilir mi? Bu tablo, bize sahte söylemlerden uzak, hakiki anlamda egemen bir devlete ihtiyaç duyduğumuzu göstermektedir.

Yedincisi: ABD, Sudan dosyasında kendisiyle çatışan ve çekişen bir tarafın belirdiğini hissetse hemen harekete geçmektedir. İşte Dörtlü Komite bildirisini yayınlatmasının ve ardından Afrika Birliği’ne özel temsilcisini göndermesinin sebebi budur. Nitekim El Cezire Net’in 18 Eylül 2025 tarihli haberine göre, ABD Başkanı’nın Afrika İşleri Başdanışmanı Massad Boulos, Sudan’a ilişkin Dörtlü mekanizmasının diğer girişimlere bir alternatif olmadığını, aksine onları destekleyen bir platform olduğunu belirtti. Boulos, Afrika Birliği’nin krizin çözümünde temel aktör olduğunu vurguladı. Boulos, Addis Ababa’da Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Mahmud Ali Yusuf ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Dörtlü Komite’nin diğer platformlarla paralel olarak çalıştığını ve özellikle net takvimler içeren reformist yol haritasının açıklanmasının ardından olumlu sonuçlar elde ettiğini açıkladı. Amerika’nın, İngilizlerin adamlarının Samud’daki kendi adamlarını Sudan siyaset sahnesine sokmak için bir Truva atı olarak kullanmak istediği Sudanlılar arası diyalog davetine taş koyması beklenmektedir. Nitekim el-Muhakkik haber sitesinin aktardığına göre, Ulusal Hareket Güçleri Başkanı Dr. Ticani Sisi, ‘ulusal güçlerin, önümüzdeki 6 Ekim’de Addis Ababa’da Afrika Birliği şemsiyesi altında yapılması planlanan Sudanlılar arası diyalog hazırlık toplantılarına katılmasının zor olduğunu’ vurguladı. Es-Sisi, Sudanlı ulusal güçlerin Afrika Birliği tarafından yapılan davete ve bu davetin sunuluş biçimine yönelik çekinceleri olduğunu söyledi. Ülkemiz, maalesef uluslararası güç mücadelesinin bir arenası haline dönüşmüş durumda!

Ey siyaset ve medya dünyası değerli isimleri! Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmamız elzemdir. Hilafet, siyaset sahnesini münafıklardan ve işbirlikçilerden temizleyecek, sömürgeci kâfir Batı’nın kapitalist ideolojisini ve faydacı zihniyetini topraklarımızdan söküp atacaktır. Böylece sadece Allah’a kulluğun o güzel kokusunu teneffüs edeceğiz ve egemenliğin yalnızca Şeriat’a ait olduğu bir hayat yaşayacağız. Bu hayatı, izzetimizi ve onurumuzu bize geri iade edecek adamlar yönetecek ve bizler yeniden ‘insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet’ olacağız. O halde ey kardeşler! Bu gaye için çalışanlardan, davet edenlerden ve müjdeleyenlerden olun! Zira bunda dünya ve ahiret iyiliği vardır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Katar'a Yönelik Saldırısının ABD'nin Bölgedeki Politikasından Bağımsız Olarak Okunması Doğru Değildir

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yahudi Varlığının Katar'a Yönelik Saldırısının

ABD'nin Bölgedeki Politikasından Bağımsız Olarak Okunması Doğru Değildir

Yahudi varlığının Katar'a yönelik saldırısının, ABD'nin politikasından ve onun bölgedeki sömürgeci stratejilerinden bağımsız olarak okunması doğru değildir; zira Amerika, uluslararası düzeyde liderlik merkezinde yer alan, dolayısıyla küresel güç ve siyasi hegemonyaya sahip olan bir ülke olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tasarlayıp temellerini attığı uluslararası sistemlerin, kurumların ve mekanizmaların da sahibidir ve bugün dünya Amerika'nın kanunlarına göre hareket etmektedir. Bu nedenle Amerika, şu ana kadar uluslararası politikayı ve uluslararası tutumu şekillendiren birinci ülke olup uluslararası alandaki büyük siyasi olayları kontrol etmekte ve bu olaylar, Amerika'nın projelerine veya onun çıkarlarına göre olmadıkça gerçekleşemez veya uygulanamaz.

Uluslararası tutum üzerindeki kontrolünü pekiştirmek ve jeostratejik hegemonyasının devamını garanti altına almak için Amerika, esas olarak sert güce, yani (Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Afrika, Orta Doğu, “İslam ülkeleri” ve Asya-Pasifik) gibi dünya coğrafyasını kapsayan askeri komutanlıkları aracılığıyla kendi askeri gücüne güvenmektedir. Dolayısıyla bu askeri komutanlıkların gayesi, Amerikan çıkarlarını güvence altına almak ve gerçekleştirmek ve onun dünya çapındaki jeostratejik sömürgeci projelerini uygulamaktır.

Bu komutanlıklardan biri, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) bünyesindeki en önemli birleşik askeri komutanlıklardan biri olan ve "CENTCOM" olarak da bilinen ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığıdır.

1983 yılında kurulan ve merkezi Florida'daki MacDill Hava Üssü'nde bulunan bu birimin faaliyet alanı (batıda Mısır'dan doğuda Pakistan'a, kuzeyde Kazakistan'dan güneyde Yemen'e kadar) İslam dünyası olup bölgedeki birçok ülkede üsleri ve birimleri yayılmış durumdadır. Pentagon'a göre, CENTCOM'un operasyon alanı yaklaşık 6,5 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsamakta olup bu alanda 560 milyondan fazla insan (Müslüman) yaşamakta ve CENTCOM, üç kıtanın ve küresel olarak hayati öneme sahip küresel ticari deniz yollarının yanı sıra hava koridorlarının, boru hatlarının ve kara yollarının kesiştiği ve içerisinde dünya petrol rezervlerinin %70'inden fazlasını barındıran İslam coğrafyasını kapsamaktadır. Burada sömürgeci Amerika için en tehlikeli jeostratejik hayati bölge olan İslam beldelerimizden bahsediyoruz.

Körfez ülkelerinde bulunan Amerikan askeri üsleri, CENTCOM'a ait en önemli üsler arasında olup bunların başında da Katar'daki El Udeid Hava Üssü gelmektedir; zira bu üs, bombardıman uçakları, avcı uçakları ve keşif uçaklarının yanı sıra çok sayıda tank ve askeri destek birimlerini içeren 319. Hava Seferi Grubu’nun ana üssü sayılır.

Jeostratejik olarak ortaya çıkan ve yenilenen şey, Amerika'nın, ABD Merkez Komutanlığı'na bağlı ülkelere Yahudi varlığını dahil etmesi olmuştur; nitekim 2021 yılında ABD Savunma Bakanlığı, bu varlığın Avrupa Komutanlığının kapsamından Merkez Komutanlığına transfer edildiğini duyurmuş ve varlığın resmi olarak CENTCOM'un kapsamına girdiğini açıklayarak “İsrail'in ABD için önde gelen stratejik bir ortak olduğunu” vurgulamış ve Amerikan Savunma Bakanlığı şöyle demiştir: “İbrahim Anlaşmalarının ardından İsrail ile Arap komşuları arasındaki rahatlama, ülkeye Orta Doğu'daki ortak tehditlerle mücadele etmek amacıyla kilit ortakları bir araya getirmek için stratejik bir fırsat sunmuştur.” Bu değişim, Yahudi varlığını bölgeye entegre etmek için İbrahim Anlaşmaları ile varlık ve bölgedeki bir dizi devletçikler arasındaki normalleşmenin ardından gelmiştir.

Yahudi varlığının içinde hareket ettiği jeostratejik alan ve stratejik durum işte budur ve bu alan ve durum, Amerika'nın projeleri ve çıkarlarının rehinesidir ve bunlar tarafından sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla varlık, Amerikan askeri komutanlığına tabi idi ve halen de tabidir; yani dün onun komutanlığı Avrupa'ya yönelikti, bugün ise Merkez Komutanlığı İslam coğrafyasına yöneliktir.

Bu da ister Gazze, Lübnan, İran ve Yemen'de olsun, isterse Kızıldeniz, Suriye veya Katar'da olsun, tüm Yahudi hareketinin ABD Merkez Komutanlığı'nın fiili denetimi altında olduğu ve Amerika'nın projelerine ve çıkarlarına hizmet ettiği anlamına gelmektedir. Bu çıkarlar arasında, İslam coğrafyasının kalbinde Amerika'nın jeostratejik aracı olan Yahudi varlığını güvence altına almak ve Aksa Tufanı operasyonunun sarsıntısının ardından onu yeniden rehabilite etmek de vardır.

Bu aşağılık Yahudi varlığının ekonomik, askeri ve güvenlik açısından can damarları Amerikalıların elinde olduğu göz önüne alındığında onun ABD Merkez Komutanlığı'na tabi olup ardından da tek başına hareket etmesi stratejik ve pratik olarak imkansızdır; aksine gerçekte bu varlık, Amerika'nın emrine amade olan işlevsiz sömürge rejimleriyle birlikte bölgedeki fare sürülerinden ibarettir.

Trump, Gazze'yi bölüp kendisine sadık Amerikan kapitalizminin çıkarı için bir Riviera'ya dönüştürmek isteyen bir kişi olduğu gibi aynı zamanda o, Gazze'deki gayrimenkul ve projelerin en büyük yatırımcısıdır; bu yüzden Trump, daha önce bu varlığın alanının küçük olduğunu belirtmiş olmasına rağmen aşağılık Yahudi varlığına Gazze'yi ilhak etmeyi önermemiştir. Gazze savaşı ve halkının yok edilmesi, Trump'ın, halkının sürgün edilmesi, öldürülmesi ve mallarının Yahudiler için değil Amerika için bir savaş ganimeti olması şeklinde sürekli tekrarlayıp durduğu bir hedeftir. Diğer bir deyişle Yahudi varlığı, Amerika'nın stratejik çıkarlarını gerçekleştirmek için yürüttüğü projelerdeki askeri bir araçtır. Gazze savaşının nihai hedefi bir Amerikan tasarımı olup bunu gerçekleştirecek olan araç da Yahudi varlığı ile işlevsel sömürge varlıklarıdır.

Aynı şekilde Katar devletçiğine saldırmasının hemen ardından Trump, özel elçisi Steve Wachtel'i Katar'a gönderdi ve ziyaretin hedeflerinden biri de Katar ile ABD arasındaki güvenlik iş birliğini güçlendirmek, yani saldırıyı Katar ve bölgede Amerika'nın sömürgeci nüfuzunu artırmak için kullanmaktır. Gazze'de devam eden soykırımın üzerini örtmek ve dikkati dağıtmak için kartların karılması ve aynı şekilde Gazze'deki soykırımın devam etmesi için zaman kazanmak amacıyla sonu gelmeyen (tökezleyen, askıya alınan, yeniden başlayan...) müzakereler tuzağının ömrünün uzatılması göz önüne alındığında, Amerika’nın zehirli ateşkesi ve sonu gelmeyen müzakereleri, Gazze’deki soykırımı döndürmeye ve onun devam etmesi amacıyla zaman kazanmaya yönelik bir Amerikan politikasıdır. Bu yüzden Gazze'deki soykırımı durdurmaya yönelik tüm projeleri baltalayan ve Güvenlik Konseyi'nde defalarca veto hakkını kullanarak soykırımı sona erdirmek için alınan kararları engelleyen bizzat Amerika'dır.

Yahudi varlığının Şam'a yönelik saldırılarına da aynı şekilde bakılmalıdır; zira bu saldırılardaki hedefi, Ahmed Şara yönetiminin, kapsamlı normalleşme yoluyla Yahudi varlığını bölgeye entegre etmek için ortaya atılan Amerikan İbrahim Anlaşmalarına katılması için yürüttüğü müzakereleri ilerletmek için bir kılıf sağlamak, ardından Şam'ın askeri gücünün güvenli ellere geçmemesi için onu yok etmek, ardından Şara yönetimini, Yahudilerle olan krizine bir çözüm bulmak için Amerika'nın kollarına atmak ve böylece Şam'ın sömürgeci Amerika'nın altında kalmasını sağlamaktır. Dolayısıyla Şam'da yaşananlar, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack tarafından yönetilen bir Amerikan politikası olup Yahudi varlığı ise bu politikanın uygulanmasında kullanılan birçok araçtan sadece birisidir.

Aynı şekilde Yemen, saldırılar ve karşıt saldırılar da, küresel ticaretin jeostratejik su yolu olan Kızıldeniz'deki Amerika'nın “yaratıcı kaosunun” bir parçasıdır; dolayısıyla Husiler ve Yahudi varlığı, (su yolları da dahil olmak üzere küresel ticaretin jeostratejik rotalarının kontrolü için) Amerika'nın Çin'le yüzleşmedeki büyük stratejisinin bir parçası olarak bu koridoru kontrol etmek için askeri varlığını yoğunlaştırmasını içeren kritik bir gerilim durumu yaratmak için kullanılan araçlardır; aynı şekilde burada da Yahudi varlığı, Amerikan projesini ve stratejisini uygulamak için sadece bir araçtır.

Lübnan'da İran'ın partisini tasfiye etmek için yapılanlar ve yapılmakta olanlar, aynı şekilde Amerika'nın onunla işi bittikten ve Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı, hükümet ve orduyu pençesine aldıktan sonraki bir Amerikan hedefidir; bu yüzden bugün Lübnan'a, siyasi ve askeri liderliği tasfiye ettikten sonra İran'ın partisinin elindeki geriye kalan silahların alınmasını dikte eden bizzat Amerika olup aynı şekilde Yahudi varlığı da, Lübnan'daki Amerikan politikasını ve planlarını uygulamak için bir araçtır.

Aşağılık Yahudi varlığı, Amerika'nın bölgedeki stratejisi, hedefleri ve çıkarlarından bağımsız olarak hareket etmeyi reddetmiş ve kaçınmıştır; zira o, İslam coğrafyasının kalbindeki bir Amerikan üssü olup Amerika bu üssü, kendi projelerine ve çıkarlarına hizmet etmek için güçlendirip geliştirmekte ve bu aşağılık varlığı bölgeye tam olarak entegre etmek amacıyla herkesle normalleşmesi için İbrahim Anlaşmalarını dayatmaktadır. Bunu da İslam ve ümmetine karşı varoluşsal haçlı medeniyet savaşı yürüten büyük Amerikan stratejisine hizmet etmesi ve Suriye, Lübnan ve Yemen'in yanı sıra bugün Gazze'yi savaş alanı olarak kullandığı kanlı haçlı savaşında ileri askeri cephe hattı olması için yapmaktadır... Çin’e karşı soğuk savaşında da bu varlığı, Hindistan'dan (Amerika'nın alternatif fabrikası) Avrupa'ya ve dünyanın geri kalanına yönelik ticaret için ana kapısı olarak nitelendirmişti.

Dolayısıyla Yahudi varlığı, Amerika'nın projelerine hizmet etmesi ve onun hedeflerini ve stratejisini gerçekleştirmesi amacıyla Amerika için bir ihtiyaç, bir politika, bir üs ve bir araçtır.

Yahudi varlığı ve ihlal edilen işlevsel sömürge varlıkları, sömürgeci Amerika'nın İslam ve ümmetine karşı yürüttüğü savaşına hizmet etmede kardeş gibidir; dolayısıyla sömürge rejimleri, sömürgecinin galibiyetini sağlamak için bir sömürge varlığı olan Yahudi varlığını korumak ve güvence altına almakla meşguldürler.

Ey İslam’ın evlatları: Bir araç olan “Yahudi varlığının” dikkatinizi, bu aracın sahibi gerçek aktör “Amerika'dan” ve onun kötü niyetli ve zehirli sömürgeci hedeflerinden uzaklaştırmasına izin vermeyin! وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَGevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” [Al-i İmran 139] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Allah Rahmet Eylesin Ahmed Bekir Amcanın (Ebu Usame) Unutulmaz Düşünceleri

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Allah Rahmet Eylesin Ahmed Bekir Amcanın (Ebu Usame) Unutulmaz Düşünceleri

Ahmed Bekir (Ebu Usame) amca birkaç gün önce vefat etti (Allah rahmet eylesin) ve kendisi nefsimde, silinmez izler ve değerli dersler bırakmıştır. Bunlardan üçünü sizlerle paylaşmak istiyorum; umarım bunların bir faydası olur da bu da onun hasenat mizanına eklenen sadaka-i cariye olur:

Birincisi: Allah rahmet eylesin kendisi, amel etmeye önem verir ve bir Müslümanı, davranışları etkilemeyen sırf bilgiler edinmek için teorik bir ilme değil, onu cehennem ateşinden kurtaracak ve onun cennete girmesini sağlayacak ilim talep etmeye teşvik ederdi.

İkincisi: Allah rahmet eylesin kendisi, Şeyh Takiyyuddîn Nebhani'nin (Allah ona rahmet etsin), ister özelde Hizb-ut Tahrir ile ilgili olsun, ister genelde İslam ümmetiyle ilgili olsun zorluklar ve sorunlar şiddetlendiğinde el-Avasım Mine'l-Kavasım kitabını okumaya teşvik ettiğini hatırlatırdı.

Üçüncüsü: Allah rahmet eylesin kendisi, sık sık gece namazını kılar ve özellikle kış aylarında buna yapmaya teşvik ederdi; zira şöyle derdi: “Mümin için en güzel zaman kıştır; zira namaza kalkmak için gecesi uzun, oruç tutmak için de gündüzü kısadır.” Nitekim gece namazı kılmanın, davet taşıyıcısının kalbini güçlendirdiği ve nefsini ağır yükleri taşımaya hazırladığı söylenir. Tıpkı Allahu Teala’nın şu kavlinde geçtiği gibi: يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ * قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلاً * نِّصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلاً * أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً * إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَقِيلاًEy örtüsüne bürünen (Peygamber)!Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt.Yahut buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku.Doğrusu biz sana, taşınması ağır bir söz vahyedeceğiz.” [Müzemmil 1-5]

Allah Ahmed Bekir (Ebu Usame) amcaya rahmet eylesin ve onunla bizi, Firdevs-i Ala’da, peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte köşkler üzerinde karşı karşıya oturur bir şekilde bir araya getirsin; onlar ne güzel arkadaştırlar.  

مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً

Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Cemil Abdullah

Devamını oku...

Avrupa, Rusya-ABD İttifakından Korkuyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Avrupa, Rusya-ABD İttifakından Korkuyor!

Haber:

Reuters'ın diplomatik kaynaklara ve Avrupalı ​​yetkililere dayandırdığı habere göre, Avrupa’nın, ABD Başkanı Donald Trump'ın Rusya ile ilişkilerindeki çelişkili tutumlarından bıkmış durumda olduğunu ifade etti.

Gazete, “Washington'daki bazı Avrupalı diplomatların, Trump'ın Rusya'ya karşı değişken yaklaşımından memnun olmadıklarını dile getirdiklerini ve Moskova'ya karşı tutumunun yeniden sertleşmesinin ikna edici olmadığını ifade ettiklerini” söyledi.Ajans şunları da ekledi: “Temmuz ve Ağustos ayları boyunca Trump, Avrupalı liderleri övdü ve Ukrayna'daki çatışma nedeniyle Rusya'ya yeni yaptırımlar uygulayacağı tehdidinde bulundu. Ancak Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Alaska'da yaptığı görüşmenin ardından anlaşmanın birçok yönüne ilişkin tutumunu değiştirdi.”

Bir Avrupa yetkilisine göre Trump, “Rus petrolü satın aldıkları için Avrupa ülkelerini kınadı ve Hindistan ve Çin'e %100 gümrük vergisi uygulanmasını önerdi.”

Kayda değerdir ki Rusya ve ABD başkanları 15 Ağustos'ta Alaska'da yapılan toplantıda Ukrayna krizini çözmenin yollarını ele aldılar ve her iki lider de toplantıyı olumlu olarak nitelendirdiler. Nitekim zirvenin ardından Rusya devlet başkanı, Ukrayna'daki çatışmayı sona erdirme olasılığının olduğunu ifade ederek, Rusya'nın uzun vadeli bir çözümden yana olduğunu vurguladı.

Yorum:

Trump, ABD Başkanı olduğundan beri, hem içeride hem de dışarıdaki siyasi çalışmalarında o kadar bocalıyor ki kendi kişisel vizyonunu tasavvur ettiği şekilde hayata geçirmek için Amerika'nın çıkarlarına zarar vermekten bile çekinmiyor;zira demokratlara savaş açıyor, Biden'ı karalıyor ve ABD'nin art arda gelen yönetimlerinin otuz yıl boyunca İngiltere'nin nüfuzuna galip gelmek için çaba harcadığı Hindistan'ı aşağılıyor.

Ayrıca müttefik veya tabiisini gözetmeksizin, dünyanın tüm ülkelerine karşı amansız bir ticaret savaşı açmıştır. Savaşın Amerika'dan daha çok kendilerinin etkilemesine rağmen geleneksel Avrupa müttefiklerini ortak etmeden Rusya-Ukrayna savaşını tek başına çözme isteğini de dile getirmiştir;bilakis daha da ileri giderek, Ukrayna adına kendisi müzakereye katılmış ve sanki kendi ülkesinin bir parçasıymış gibi Putin'e Ukrayna'nın dört bölgesini teslim etmiş, hatta Putin'e olan hayranlığını ve ona verdiği desteği bile gizlememiştir!

Ancak bu, Trump ile Putin arasındaki ilişkinin iyi gittiği anlamına gelmiyor; aksine bu ilişki, istenen çıkarları elde etmek için pazarlık, takas ve gelgitler üzerine kurulu olan bir ilişkidir; dolayısıyla bu kargaşanın ortasında Avrupa, onun güvenliği ve ekonomik yaşamı belirsizlik içinde bırakılmış, hatta öncelikle kendisini ilgilendiren bir konuda karar alma sürecinin bile dışında bırakılmıştır. Bu nedenle Avrupa'nın, Trump'ın Rusya'dan ne istediğini bilmediği için garip açıklamalar yaptığını görüyoruz; bildikleri tek şey, kendilerine karşı büyük bir oyun oynandığı ve Avrupa'nın Rus-Amerikan ittifakının kurbanı olduğudur.

Öte yandan meselenin, dolaylı bir şekilde de olsa Rusya ile Amerika arasında döndüğünü düşünüyorum; bu da Avrupa'yı Ukrayna'ya herhangi bir anlaşmayı kabul etmesi için baskı yapmaya zorlamak içindir; çünkü Avrupa, Ukrayna'yı korumak bir yana kendisini bile Rusya'dan koruyamıyor. Nitekim Rus insansız hava araçlarının Polonya hava sahasını ihlal etmesinin ardından, Rus-Belarus askeri tatbikatlarına Amerikan askeri temsilcilerinin de katılması, Rusya ile Amerika arasındaki bu anlaşmanın boyutunun kanıtıdır.Avrupa'nın korktuğu şey de işte budur; çünkü basitçe Avrupa kurban olacak ve her şeyin bedelini kendisi ödeyecektir!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Muhammed Et-Tamîzî

Devamını oku...

Ümmetin, Ajan Yöneticileri Korumaya Yönelik Savunma Anlaşmalarına Değil Mukaddesatlarını Korumak İçin Hilafete İhtiyacı Vardır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ümmetin, Ajan Yöneticileri Korumaya Yönelik Savunma Anlaşmalarına Değil Mukaddesatlarını Korumak İçin Hilafete İhtiyacı Vardır!

Haber:

Pakistan ve Suudi Arabistan, bir ülkeye yapılan herhangi bir saldırının diğerine yapılan saldırı olarak kabul edileceği tarihi bir karşılıklı savunma anlaşması imzaladı; zira Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, 17 Eylül 2025 Çarşamba günü Riyad'daki Yemame Sarayı'nda Stratejik Savunma Anlaşması'nı imzaladılar. (Ajanslar)

Yorum:

Yahudi varlığının 9 Eylül 2025'te Hamas'ın üst düzey siyasi liderlerini hedef aldığı Katar'a yönelik saldırısının ardından bu savunma anlaşması, bu saldırıya bir cevap olarak pazarlanmıştır. Pakistan'daki rejimin borazanları bunu, Pakistan'ın dış politikası için bir başarı ve zafer olarak nitelendiriyorlar! Bilakis yöneticiler, Mekke ve Medine'deki Harameyn eş-Şerifeyn'i koruma görevini üstlenmekle onurlandırıldıklarını bile iddia ediyorlar!

Ancak gerçek şu ki, bu anlaşma yeni değildir; zira Pakistan ve Suudi Arabistan arasındaki askeri ilişkiler 1967'de başlamış ve 1979'da Mescid-i Haram'da meydana gelen el-Cuhani olayının ardından, Pakistan özel kuvvetlerinin Mecid-i Haram'ı geri almaya yardım etmesiyle ilişkiler daha da derinleşmiştir. 1982 yılına gelindiğinde bu ilişkiler ikili güvenlik işbirliği anlaşmasıyla kurumsal bir kimlik kazanmıştır; zira bu anlaşma, Suudi kuvvetlerinin eğitimine, onlara danışmanlık hizmeti verilmesine, hatta on binlerce Pakistanlı askerin Suudi topraklarında konuşlandırılmasına imkan tanıyordu. Ayrıca Suudi Arabistan Pakistan silahlarının önemli bir ithalatçısı haline gelmiş ve 2015 yılında Suudi Arabistan, “İslami Askeri Terörle Mücadele Koalisyonunu” ilan etmiş ve eski Pakistan Genelkurmay Başkanı Rahil Şerif, koalisyonun ilk komutanı olarak atanmıştı; ancak medyada büyük yankı uyandırmasına rağmen bu koalisyon, bir gün olsun Yahudi varlığının Filistin'deki Müslümanlara yönelik uyguladığı terörüne karşı kullanılmamıştır! Katar'a yönelik saldırıdan sonra bile onun rolü sadece şekli tatbikatlar çerçevesinde etkinleştirilmiştir.

Pakistan rejiminin Harameyn eş-Şerifeyn'i koruma fırsatı verilmesinden dolayı gösterdiği coşku ise şu soruyu akla getiriyor: Neden 1967'den beri Yahudilerin işgal ettiği ve her gün kutsallığını ihlal ettiği üçüncü mescid olan Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için aynı coşkuyu göstermiyorlar?

7 Ekim 2023'ten bu yana Pakistan'daki Müslümanlar, Gazze'yi desteklemek, Mescid-i Aksa'yı kurtarmak ve Yahudi varlığını ortadan kaldırmak için ordularının harekete geçmesini talep ediyorlar. Ancak bu talepler, Hayber-Pahtunhva ve Belucistan'daki iç durumun kötüleşmesi veya Hindistan'ın tehdidi gerekçesiyle her zaman reddedilmiştir. Bununla birlikte bu bölgelerdeki isyanlar dinmemiş, Hindistan'ın tehdidi de azalmamıştır, aksine Hindistan, Pakistan'a karşı “Sindoor Operasyonunu” yeniden başlatmak için bir fırsat kollamaktadır. Öyleyse sorunun birden fazla cephede savaşma gücü değil, Amerika'nın dayattığı şeyler olduğu açığa çıkmaktadır. Bu yeni anlaşma Amerikan çıkarlarına hizmet etmekte olup Pakistan ve Suudi Arabistan'daki liderlerin böylesine stratejik bir kararı bağımsız olarak almaları akıl dışıdır.

“İslami NATO” gibi fikirler, yöneticilerin Gazze'ye destek vermemesi nedeniyle ümmetin öfkesini yatıştırma girişimlerinden başka bir şey değildir; dolayısıyla savunma anlaşmaları, ümmetin kutsallarına değil, sadece onların tahtlarına hizmet etmektedir. Dolayısıyla bu yöneticiler birleşiyor ama Filistin'i kurtarmak için birleşmiyorlar, aksine kendi rejimlerini korumak için birleşiyorlar; bu yüzden bu anlaşmalar, Amerikan-Yahudi ittifakına karşı asla yürürlüğe girmeyecektir. Müslümanların vahdeti, ortak savunma veya kırılgan siyasi ittifaklara değil, aksine İslam akidesine dayanmasına gerekir. Dolayısıyla ümmetin kurtuluşu, onu tevhid bayrağı altında birleştirecek bir Halifenin liderliğinde Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasında yatmaktadır. Bu yüzden –ister İslami İşbirliği Teşkilatı olsun, isterse de Arap Birliği veya ortak savunma anlaşmaları olsun– bunun dışındakilerin hepsi bir aldatmacadan ibarettir.

إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ

İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” [Enbiya 92]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Şeyh Şahzad - Pakistan

Devamını oku...

Ahmed Şara Kimi Takip Ediyor?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ahmed Şara Kimi Takip Ediyor?!

Haber:

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Yahudi varlığıyla güvenlik düzenlemeleri konusunda yürütülen görüşmelerin önümüzdeki günlerde sonuç verebileceğini söyledi.Güvenlik anlaşmasının gerekli olduğu eklemesinde bulundu ancak Yahudi varlığının Suriye'nin hava sahasına ve toprak bütünlüğünü saygı göstermesi ve Birleşmiş Milletler denetimine tabi olması gerektiğini vurguladı.

Ayrıca güvenlik anlaşmasına varılması halinde başka anlaşmalara da varılabileceği açıklamasında bulundu.

Yorum:

Yahudi varlığı Gazze Şeridi'ni yok edip kardeşlerimizi öldürürken ve aç bırakırken, Ahmed Şara ise, Filistin ve Suriye'yi kurtarmak için onunla savaşmak yerine Yahudi varlığıyla görüşmeler yapıyor!

Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i rol model olarak gören ve gayesi Allah'ı razı etmek olan bir yönetici, Gazze'de olanları görmezden gelerek, güvenlik anlaşması yapmak için Yahudi varlığıyla diyaloga girer mi? Oysa Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَا مِنْ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلَّا خَذَلَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنْ امْرِئٍ يَنْصُرُ مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَيُنْتَهَكُ فِيهِ مِنْ حُرْمَتِهِ إِلَّا نَصَرَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ نُصْرَتَهُ Her kim bir Müslümanı saygınlığının kaybolması, şerefinin elden gitmesi söz konusu olan bir yerde yardımsız bırakırsa, Allah da onu kendisine yardım edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yalnız bırakır. Kim de bir müslümana şerefinin elden gitmesi ve saygınlığının yitirilmesi söz konusu olan bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yardım eder.

Peki Ahmed Şara, Allah'ın emrine itaat etmiyorsa, o halde kimin emrine itaat ediyor?! Ve eğer o, Allah'ın Rasulü'nü takip etmiyorsa, o halde onun rol modeli kim?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nezir İbn-i Salih – Tunus

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER