Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ey Müslümanlar! Efendileri Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan'ın Emirlerine Boyun Eğen Hain Şeyha Hasina Tarafından Muhlis Ordu Subaylarının Tutuklanmalarını, Kaçırılmalarını ve Kovulmalarını Protesto Ediniz! Ey Ordu Subayları! Kardeşlerinizin

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir bu neşriyatı, Müslüman ordunuza yönelik yaklaşan tehditleri ifşa etmek için yayınlamaktadır. Zira son hafta ve aylarda hain Hasina, kafir ve müşrik düşmanlar Amerika ile Hindistan'ın isteği üzerine İslam'ın, ülkenin ve ülkenin maslahatlarının yanında yer alan muhlis ordu subaylarını kaçırmış, tutuklamış ve görevden almıştır. Nitekim onlarca muhlis subay, ordudan atılmakla hükümetin planının kurbanı olmuşlardır. Zira bu çerçevede yazılı medya organlarında ve internette raporlar yayınlanmıştır. Bildiğiniz üzere Hasina'nın, otoriteyi üstlendiği aylar içerisinde o ve yardımcıları, 25-27 Şubat 2009'da ordu subaylarına yönelik gerçekleşen vahşi katliamda Hindistan ile işbirliği yapmışlardır. Böylece Hasina, Hindistan ile işbirliği yaparak düşmanlara dost olan hükümete karşı çıkan bu ordu subaylarından kurtulmuş bulunmaktadır.

Hasina'nın, orduya, gerçekte ise bu ülkedeki Müslümanlara yönelik bu tutumunun nedeni efendilerine olan mutlak bağlılığıdır. Zira o, Hindistan ile işbirliği içerisinde olan Amerikalılar tarafından otoriteye getirilmiş olup Amerikalılar, (Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya'nın) olduğu bu bölgelerde İslamî Hilafet'in geri gelmesinin yanı sıra Çin'in yükselişini engellemede kararlıdırlar. Bu maksatla o, bu bölgedeki güçlü varlığını garantilemek ve İslam ülkeleri üzerindeki otoritesini pekiştirmek amacıyla Hindistan ile stratejik ortaklığı tercih etmiştir. Bundan dolayı Amerika, Pakistan benzeri bir yöntemle, Bangladeş'teki hükümeti, muhalefeti ve askerî liderlikteki bazı subayları kullanmaktadır. Ayrıca bu iki ülkedeki ajanları, bölgede Hindistan'ın elini serbest bırakmak amacıyla Hindistan ile askıda kalan uzun vadeli sorunları çözmek için de kullanmaktadır. Bu hususta İslam'ın geri dönüşünü ve Çin'in kuşatmasını engelleme bakımından Amerika ile işbirliği yapmak Hindistan için daha kolay olacaktır. Dolayısıyla onlar, bu plana karşı olan tüm engelleri ve bu şerir plana karşı konuşan herkesi ortadan kaldırmak için çalışmaktadırlar. Bu nedenle Şeyha Hasina'nın komplo kurduğu "Sınır Muhafızları" katliamında muhlis ordu subayları katledilmiştir. Bu nedenle de Hasina, Hizb-ut Tahrir'i yasaklamış ve hizbe yönelik vahşî baskı politikasını takip etmiştir. Aha şimdi de o, bütün orduyu İslam'ın, ülkenin egemenliğinin ve güvenliğinin yanında yer alan tüm subaylardan temizleme operasyonu gerçekleştirmektedir.

Ey Müslümanlar!

Amerika, Hindistan ve Şeyha Hasina, şayet bu şerir planın uygulanmasında başarılı olurlarsa gelecekte ülke, kafir ve müşrik devletlerin isteklerinin ve arzularının hizmetinde çalışır bir duruma gelecektir. Buda dünyada ve ahirette zilletinize yol açacaktır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkar edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Hizb-ut Tahrir sizleri, hükümetin orduyu tasfiye etmeye dönük cürümsel politikasına karşı kararlı ve güçlü bir tutum sergilemeye davet etmektedir. Dolayısıyla kafir ve müşrik devletlerin isteklerinin ve arzularının kölesi haline gelmenize dönük bu yaklaşan tehdit karşısında sessiz kalmanız, sizlerin bekasına yaraşmaz. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], kerim Kur'an'da sizleri, en hayırlı öncü ümmet olarak vasıflandırmıştır. Zira O, şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Ey Müslüman Bangladeş Ordusundaki Muhlis Subaylar!

Hasina ve liderleri, Sınır Muhafızları katliamında, Hindistan ordusuyla doğal ilişkilerin başlaması yolunda bir engel olarak gördükleri muhlis subayları katletmişlerdir. Şimdi de onlar, müşrik ordunun egemenliğini kabul etmeyenlerden geriye kalanları da ortadan kaldırmak için çalışmaktadırlar. Bundan dolayı sizleri ve gurur kaynağınız olan kurumları tehdit eden bu tehlikenin yanı sıra bu İslamî toprakların güvenliğinin tehdit edilmesi karşısında var gücünüzü hazırlamanız ve kullanmanız acil bir göreviniz haline gelmiştir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir sizleri, aşağıdaki icraatların tamamını yerine getirmeye davet eder:

Birincisi: Mevcut hakim rejim ve aynı zamanda Hasina'nın otoritesi devrilmelidir. Zira elinizdeki tek seçenek budur. Dolayısıyla bunun, herhangi bir şekilde ertelenmesi yada başka her hangi bir yola güvenilmesi, size ve ümmete eziyet verecek bu şerli yolların takip edilmesi için düşmanlara bir vakit ve fırsat verecektir.

İkincisi: Mevcut rejimin ve Hasina'nın ortadan kaldırılması, refleks bir tepkiyle olmamalıdır. Bilakis gerçek değişim, İslam ideolojisinin talebine göre yapılmalıdır. Dolayısıyla Müslümanlar olarak, İslam'dan başka herhangi bir ideolojiyi benimse seçeneğiniz yoktur. Aksi taktirde amelleriniz abesle iştigal edecektir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur:

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ "Her kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." [Âl-i İmrân 85]

Gerçek değişimin İslam'a göre yapılması demek, sadece Hasina'nın kaldırılıp atılması anlamına gelmemekte bilakis mevcut rejimin kökünden sökülüp atılması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ister sağcı ister orta isterse de solcu olsunlar mevcut bütün siyasi liderler yada yönetimdeki partiler yada muhalefettekilerin tamamı, efendileri Amerika ile Hindistan'ı takip etmektedirler. Zira bu kafir hakim rejim, Hasina'nın türettiği bir fabrikasyondan ibarettir. Aynı şekilde Halide de aynı rejime mensup olup Hasina gibi Amerika ve Hindistan'a hizmet etmeye pek heveslidir. Bu nedenle faydasız herhangi bir geçici hükümetin yada geçiş hükümetlerinin, ihlasınızı istismar etmelerine izin vermeyiniz. Zira Avami Birlik Partisi, Bangladeş Halk Partisi ve müttefiklerinin otoriteye geri dönmelerinin tüm yollarını kesmek amacıyla emperyalizmin egemen olduğu demokratik rejimin ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Üçüncüsü: Otoritenin, Hilafet Devleti'ni kuracak olan muhlis siyasetçilere verilmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmelidir. Zira Hizb-ut Tahrir, muhlis ve uyanık bir hizib olup Kur'an ve sünnete göre hükmedecektir. Zira İslam, demokratik yada diktatör yada askerî modellere veya diğer yönetim şekillerindeki modellere izin vermemektedir. Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmaktadır:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45]

Bu nedenledir ki sizleri, Şeyha Hasina hükümetini alaşağı etmeye davet ederken otoriteyi sizin almanız için davet etmiyoruz. Zira ordunun görevi, yönetim değildir. Bilakis onun görevi, savaşmak, İslam'ı ve Müslümanları korumaktadır. Dolayısıyla bizim sizlere olan davetimiz, otoriteyi Hilafet Devleti'ni kuracak olan uyanık muhlis siyasetçilere vermeniz içindir. Zira Hilafet, Amerika Birleşik Devleri'ni, Hindistan'ı ve müttefiklerini Bangladeş'ten çıkarmak için size ve ümmete liderlik edecek, gerek sizin üzerinizde gerekse ülke üzerinde hegemonya kurmaları için emperyalist ve müşrik düşmanlara bir yol vermeyecektir. Şunu da açıklamak isteriz ki; Hindistan nüfuzunun kesilmesi demek, Amerikan nüfuzunun devam etmesi anlamına gelmemekte bilakis Müslüman Bangladeş ülkesindeki bütün yabancı nüfuzun kesilmesi anlamına gelmektedir. Zira sorunun gerçek kaynağı, hiçbir aktif politikaları bulunmayan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve diğer Batılı emperyalist devletlerdir. Dolayısıyla Hindistan'ın, Hasina'dan aldığı kurumları elde etmesi mümkün olamayacaktır. Buna ek olarak Allahu [Subhânehu ve Te'âla], ister Amerika ister İngiltere ister Hindistan isterse de herhangi başka bir ülke olsun muharip küfür milletlerinden herhangi bir milletin müttefikimiz olarak alınmasını Müslümanlara haram kılmıştır. Sonra ülkenin ordusuna ve halkına yönelik bu şerir planların arkasındakiler bizzat bu emperyalist devletlerdir. Bundan dolayı bu kafir ve müşrik devletlerle, müttefikleriyle ve ortaklarıyla muamele ederken kasıtlı bir politika formüle etmek kaçınılmazdır ki Hizb-ut Tahrir zaten bu politikayı ortaya koymuştur.

Hilafet Devleti, bu Müslüman ülkede kurulduğunda küresel bir güç haline gelmesi için onu Hilafet'in dayanak noktası yapacaktır. Buda halkın temel ihtiyaçlarını garanti altına almak, fakirlik, işsizlik, üretim ve ekonomi gibi insanların karşı karşıya kaldıkları uzun sorunları çözmek, güçlü ve gelişmiş bir savaş gücü olacak ordu inşa etmek ve İslam ümmetini birleştirmek yoluyla olacaktır. Nitekim Hizb-ut Tahrir, bu hedefin gerçekleşmesi için İslamî fikirler, çözümler ve siyasetler benimsemiştir.

İçinizden bazıları, küçük bir devlet olarak bu hedefin gücümüzün üzerinde bir hedef olduğunu tartışmaktadırlar! Buna cevabımız şöyledir; öncelikle sizlere Nebimiz [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, o dönemde Rum ve Fars devletlerinin olduğu iki büyük güçle karşı karşıya kaldığını hatırlatırız. Zira o dönemdeki maddî kaynakların bugün bizim elimizde bulunan maddî kaynaklardan daha az olmasının yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri ve Batı, toplumsal, ekonomik, güvenlik ve siyasî krizlerle karşı karşıyadırlar. Dolayısıyla onlar, Arap Baharıyla başlayan yeni bir uyanış dönemine giren cihat ümmetiyle karşı karşıya gelecek bir konumda değillerdir. Diğer yönden, sizden talep ettiğimiz nusreti Nebi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in ensarları gibi vermeniz durumunda bizler, Amerika Birleşik Devletleri ve tüm müttefikleriyle karşılaşmaya yönelik gücümüze güveniyoruz. O halde hadi çok geç olmadan bunu yapınız!

Ey Muhlis Subaylar!

Hasina sizlere hükmediyorken ve muhlis subayları katletmesinin ardından gülümseyerek oturuyorken sizler, nasıl tembel tembel oturabilirsiniz? Zira sizler, gelişigüzel bir ordu değilsiniz. Bilakis sizler, İslam ümmetinin ordususunuz. Zira dedeleriniz, bu topraklarda adaleti ikame etmek için ardı ardına ülkeler fethediyorlar, düşmanlar onlardan korkuyorlar ve insanlar da onları hoşnutlukla karşılıyorlardı. İşte sizlerin şanlı tarihi budur. O halde muhlislerin, hainlerin elleriyle katledilmelerini, kaçırılmalarını, tutuklanmalarını ve kovulmalarını nasıl kabul edebilirsiniz?

Ey Subaylar!

Azminizi bileyiniz, size ve bu ülkedeki Müslümanlara ihanet eden Hasina'yı kaldırıp atınız. Şimdi size yerine getirmediğiniz iki ahdinizi hatırlatıyoruz. Birinci ahdiniz: Sadece Allah'ın kulları Müslümanlar olmanızdan dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'âla] ile olan ahdiniz ki o da; Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın hayatın bütün işleri için göndermiş olduğu dini tatbik etmeniz. İkinci ahdiniz: Ümmeti koruyacak askerler olacağınıza yemin etmenizdir. O halde ahdinizi yerine getiriniz ve Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz ki sizin ve ümmetin kalkanı olacak Hilafet'i kurabilelim. Zira Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Son sözümüz, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın sözü olacaktır. Zira O, şöyle buyurmuştur:

وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış bulunan Cennete koşun! [Âl-i ‘İmrân 133]

Devamını oku...

Bunun Adı, Dine Önem Vermek mi Yoksa İslamî Yükseliş Hakkında Kaygı Duymak mıdır?!

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Arapça konuşan İslam ülkeleri, İslamî bir yükselişe şahitlik etmektedirler. Zira protestoda bulunmaktalar ve devam eden diktatör yöneticilere rıza göstermemektedirler. Tagut yöneticiler, zayıflık duygusuna kapıldıkları ve umutlarını kaybettikleri bir zamanda kararlı bir şekilde durmaya ve Müslümanların özgüvenini kazanmaya yönelmektedirler. Şimdi de onlar, bir biri ardına tahtlarını bırakmaktadırlar. Nitekim bu yöneticiler, güvenlikleri noktasında halklarına değil de Amerika, Avrupa ve Rusya gibi kafir devletlere itimat etmektedirler. Ayrıca onlar, halklarının maslahatları pahasına efendilerini razı etmek için çalışmaktadırlar. Dolayısıyla halklarından korkmaları nedeniyle demir yumrukla tutunmaya çalıştıklarını ve bunun için de bütün kirli araçlarıyla üsluplarını kullandıklarını görmektesiniz.

Müslüman ülkelerdeki İslamî yükselişten korkan bu yöneticilerden her birinin, bu gibi üsluplara başvurduklarını görürsünüz. Nitekim mevcut Tacikistan yöneticileri de bu yöneticilerin cinsindendirler. Zira onlar, Tacikistan'daki İslamî yükseliş dalgasını engellemekle meşguldürler. Dolayısıyla Vahdet ilinde bulunan Muhammediye camisinde yada Âli Turajanov camisi olarak isimlendirdikleri camide 09.12.2011 Cuma günü meydana gelenler, bu çerçevede anlaşılmalıdır. Ayrıca bu olay, toplumun bütün katmanlarını meşgul etmiş ve yerel yönetim ile alimler, dinler dairesi, alimler konseyi, bizzat Âli Turajanovlular ve insanların genelinin tutumu, bazı gerçekleri vurgulama yönünde olmuştur. Ancak bu hususta bizler, meydana gelen olayların detaylarında boğulmak istemiyoruz. Zira detaylar, birçok internet sitelerinde yayınlanmıştır. Ancak İslamî siyasi bir hizib vasfıyla Hizb-ut Tahrir / Tacikistan olarak bizler, Tacikistan'daki olayları takip etmemizden dolayı meydana gelen olayların bazı yönlerine ışık tutmayı uygun gördük.

Aslında gelişen olaylar bazı yönleriyle, yerel yönetim temsilcileri, dinler dairesi, alimler meclisi temsilcileri ve istihbarat görevlilerinin bu adımları atmalarına iten hususların sorgulanmasını gerektirmektedir. Bu atılan adımların sebebinin, Şii yükselişine karşı olan korkunun giderilmesi ve Sünnilerin Şia'ya dönmesi olabileceği gibi ortada başka sebepler de olabilir...

1- Bu çalışmanın, Tacikistan yöneticilerinin, özellikle de Devlet Başkanı İmam Rahmanov'un tedbir ve planları dışında yapılması imkansızdır. Zira bu birimlerin tamamı, emirleri doğrudan Rahmanov'dan almaktadırlar.

2- Şayet bu hükümet, dine özen gösteriyor ve Şia yükselişi karşısında durmak istiyorsa o halde neden başkentin ortasında İsmaililerin camisi inşa edildiğinde hiçbir şey yapmamış, onun karşısında durmamış ve onunla hiç ilgilenmemiştir? O halde neden bir Müslümanın başka bir akideye inanmasına izin veren bir takım kanunlara sessiz kalmıştır? O halde neden kendisine bağlı medya organlarının ateşe ibadet edilmesine çağrıda bulunduklarını görüyoruz? O halde neden hükümet ile bazı örgütlerin, inkar edecekleri yerde İslam'a aykırı olan Batı akidesine çağrıda bulunduklarına tanıklık ediyoruz?!

3- Ayrıca bu gelişen olayların, ilk kez olmadığının bilakis birbiriyle bağlantılı olaylar silsilesi olduğunun vurgulanması kaçınılmazdır. Zira her ne zaman İslamî bir gelişme olsa İmam Rahmanov hükümetinin, tüm kurnazlıkla İslam karşısında durmak için çalıştığını görmekteyiz. Zira insanlar, şeri hükümleri tatbik etmeye çalışmaktalar, kadınlar şeri elbiseleri tercih etmekteler, gençler mescitleri doldurmaktalar ve yaşlılar da İslam'ı öğrenmeyi kabul etmektedirler...

Tacikistan hükümeti ise Müslümanların karşısında durmakta ve Müslümanları İslam'dan uzaklaştırmak için ona saldırmaktadır. Nitekim hükümet, "Çocukların yetiştirilmesinde ebeveynlerin görevleri" çerçevesinde bir yasa benimsemiş, mescitlerde salah kılanların sayısını sınırlandırmış, 18 yaşından küçük olanların camide salah kılmalarını yasaklamış, belirli kişilerin İslam'ı öğrenmelerini sınırlandırmış, pardösü giymeye ve sakal bırakmaya karşı savaş açmıştır...

4- Ayrıca hükümet, İslam'a davet eden hareketleri gözetlemekte ve bunun için de bu hareketleri yasaklayan yasalar çıkarmaktadır. Birçok şebabı, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yıllar boyu hapishanelerin karanlığına atmaktadır.

5- İnsanlara İslam'ı öğreten imamlar raporlarla görevlerinden uzaklaştırılmakta ve onların yerine, yöneticilerin istediği şekilde dini yorumlayan hükümete sadık imamlar tayin edilmektedir. Aynı şekilde Cuma hutbeleri izlenmekte ve sürekli olarak imamlar takip edilmektedirler.

6- Hacı Mirza ve Torjan Zâd gibi ileri gelen alimlere yasak koymaktalar ve bunun için de çeşitli gerekçeler icat etmektedirler.

Yukarıda da açıklandığı üzere Aşure günü, İslam'a yönelik bir korkudan dolayı değil sırf olaya cephe almak amacıyla yapılmıştır. Dolayısıyla bu olay, daha öncekiler gibi olup bundan maksat, İslam'ın yükselişinin karşısında durmaktır. Zira bu tagutlar, esas niyetlerini gizlemeye çalışmaktadırlar. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا "De ki: Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur." [el-İsrâ 81]

Dolayısıyla bu mücrim yöneticilerin değiştirilmesi için vacip olan tek yol, sadece Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metodudur ki buda fikrî çatışma ve siyasî mücadeledir. Bu ise ferdî bir çalışmayla olmayıp bilakis Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yaptı gibi siyasî kitleleşme yoluyla kitlesel bir çalışmayla olmalıdır. Aynı şekilde bu, farz olan bir çalışmadır.

Ayrıca bizler, yalan söylemekten vazgeçmeleri hususunda Tacikistan yöneticilerini uyarırız. Aksi taktirde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın gücü ve kudreti sayesinde akıbetleri, Hüsnü Mübarek ve Bin Ali'nin akıbetleri gibi olacaktır.

Ey yöneticiler! Daha ne zamana kadar gerçekleri gizleyip ümmetin gözüne kum serperek halkınıza karşı yalan söylemeye devam edeceksiniz?! Daha ne zamana kadar terörizm ve aşırılıkla mücadele adı altında İslam ve Müslümanlarla savaşmaya devam edeceksiniz?! Yoksa sizler, siz onları bizzat terörist olarak nitelendirmediğiniz halde İslam'ı terörizm ve köktencilik olarak nitelendiren Amerika ve Avrupa'yı hoşnut ettiğinizi, Müslümanları öldürdüğünüzü ve hapishanelere attığınızı bu ümmetin fark etmediğini mi sanıyorsunuz?! Nitekim her ne zaman yalan söyleseniz, tüm gelişen olay aleyhinize dönmektedir. Zira Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ لَيُمْلِي لِلظَّالِمِ حَتَّى إِذَا أَخَذَهُ لَمْ يُفْلِتْهُ "Allah, zalime mühlet verir. Ama onu bir de yakaladı mı bir daha bırakmaz." [Muslim]

Ey alimler! Ey dinler dairesi temsilcileri! Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan ittika ediniz! ahiretinizi ve dünyanızı satmayınız! Dünya lezzetleri için ahiretin azabına maruz kalmayınız! Dolayısıyla sizlere, Mustafa Aleyhi's Selam'ın sözünü hatırlatırız ki o, şöyle buyurmuştur:

انَّهُ سَتَكُونُ بَعْدِي أُمَرَاءُ مَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُ "Benden sonra bir takım emirler olacaktır. Her kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde onlara yardımcı olursa benden değildir. Bende ondan değilim." [en-Nesâi]

Hatta Süfyân es-Sevrî, onlara bakmayı bile haram olarak görmüş ve şöyle demiştir: Tagutun yüzüne bile bakmak haramdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:

وَلا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لا تُنْصَرُونَ " Sakın zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz!" [Hud 113]

O halde bu yöneticileri dost edinmeyiniz ve tarafsız da kalmayınız. Zira bu İslamî cemaatlerin nazarında daha iyisini hak ediyorsunuz.

Ey İslam'ın livasını taşıyan Tacikistan'daki Müslümanlar! Bu olaylar, Tacikistan yöneticilerinin gerçek yüzünü bir kez ifşa etmiştir. Buda bizleri, onları değiştirmek için güçlü bir şekilde çalışmaya itmektedir. Zira onlar, bizim görüşlerimize kulak vermemekte ve kafirlerle yan yana İslam ve Müslümanlarla savaşmaktadırlar. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

إِنَّ النَّاسَ إِذَا رَأَوْا الظَّالِمَ فَلَمْ يَأْخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ أَوْشَكَ أَنْ يَعُمَّهُمْ اللَّهُ بِعِقَابٍ مِنْهُ "İnsanlar zalimi görürler de engel olmazlarsa, Allah'ın onları, katından bir ceza ile kuşatması çok yakındır." [Ebu Davud-Tirmizî]

Dolayısıyla zulmü, zalimliği, hıyaneti, pisliği, haramın helal kılınmasını ve hayra davet edenlere zulmedilmesini gördüğümüz zaman şayet zalimin elinden tutmaz isek, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bizleri gazabıyla kuşatması hiç de garip olmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Tacikistan olarak bizler sizleri, on küsur yıldan bu yana azim bir çalışmaya, yani İslamî Hilafet'i kurmaya davet etmekteyiz. Böylece umulur ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ], bu amelimizden dolayı bizleri bu tagut yöneticilerin şerlerinden korur ve hesap günü de bizleri rezil rüsva etmez.

İbn-u Abbas, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

سَتَكُونُ أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ "Öyle yöneticileriniz olacak ki onları bileceksiniz ve terk edeceksiniz. Her kim tanırsa beri olur, her kim reddederse selameti bulur, velakin her kim de rıza gösterip tabi olursa..." [Muslim]

Bu hadis açıkça delalet etmektedir ki; vacip olan sadece yöneticilerden uzak durmak ve onlarla içli dışlı olmamak değil bilakis vacip olan, onlarla sürekli olarak mücadele etmek, dahası onlarla savaşmak ve onların yerine kitap ve sünnetle hükmedecek bir Halife nasbetmektir.

Devamını oku...

Ürdün Rejiminin; Filistin Yönetiminin Yahudi Varlığı ile Arasındaki Günahkâr Görüşmelerini Kucaklaması Hüsrana Uğrayan Bir Kumarbazlıktır.

-Dörtlü Komisyon (ABD, AB, BM, Rusya) yahudi varlığını Filistin yönetimiyle bir araya getiren görüşmelere bu gün ev sahipliği yapmasıyla- sallanmakta olan Ürdün rejimi yahudi varlığını yerleştirmeye ve korumaya ve bu varlığın karşılaştığı zorlukları kolaylaştırıp yardım etmede devam edeceğine yönelik ısrarlı oduğunu göstermektedir. Üstelik ihanet dolu Yahudi varlığıyla yaptığı Vadi Araba anlaşmasını iptal etme hususundaki Müslümanların arzu ve isteklerini hiçe sayarak, onlara şu mesajı da vermektedir: Rejimin Ürdün'deki Müslümanların başına buyruk kalması, yahudilerin ve kâfir Batı'nın çıkarlarını gerçekleştirmede oynadığı role bağlı olduğunu ve efendisi olan Batı'yı razı ettiği sürece Ürdün halkının öfkesini umursamadığını göstermektedir. Kendisinden önce yıkılmış olan diğer rejimler gibi bu rejimin yaptığı  kumarbazlığın hüsrana uğrayacağı gibi kendisi de o rejimler gibi yıkılacaktır; Allah'ın izniyle. Zira ümmet korku duvarını yıkmış ve kendisinin, istediği zaman, tağutların tahtını sarsabileceğini ve bu yöneticilerin kendi efendisi nezdinde sadece birer köleden ibaret olduğunu görmüştür. Nitekim efendileri dilediği zaman onlara dirsek çevirip tarihin çöplüğüne onları atabilirler. Bu yüzden şunları söylemek istiyoruz:

Birincisi: Yahudi varlığı ile yapılmış toplantı ve görüşmeler Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya, Resulu [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve  Mü'minlere pek büyük bir hıyanettir. Bu böyle idi, böyledir ve böyle kalacaktır. Çünkü yahudi varlığı ile ilişkisindeki asıl olan durum, barış durumu veya zilletli bir şekilde ona boyun eğmek değil, bilakis savaş durumudur.

İkincisi: Yahudilerle yapılmış anlaşmalar ve antlaşmalar şer'an geçersizdir, batıldır. İslam'a ters düştüğü için Müslümanları hiç bir surette bağlamaz. Onları imzalayan rejimler de gayri meşr'u olup ümmeti hiçbir surette temsil etmez. Hali hazırda halkların gerçekleştirdiği devrimler bunun en açık delilidir.

Üçüncüsü: Biz hem Ürdün rejimine, hem Filistin yönetimine, hem Arap Birliğine, hem Arap Birliğinin Planını kabul edenlere, hem de bunların arkasında bulunan küfür ve sömürgeci güçlerine şunu hatırlatıyoruz: İslam ümmeti; kimin dinine saldırdığını ve kimin de haklarını ve mukaddesatını düşmana heba ettiğini asla unutmayacaktır. İslam ümmetini küçük düşüren, mukaddesatına dil uzatan, düşmanlarını destekleyenlerin akibeti elbet dünyada zillet ve rüsvay, ahirette de azap ve alçaklık olacaktır.

Dördüncüsü ise: Bu yöneticilerin edindikleri tutum ve davranış; kendilerinin gün be gün ümmetin düşmanından yana oldukları, ülke, insanlar ve mukaddesat aleyhine entrika ve desiseler çevirdiklerini gösterip ispatlar. Bu yüzdendir ki ümmetin bunların şerrinden kurtulması için Müslümanların ciddi şekilde harekete geçip çalışmaları bir elzem ve farzdır. Bu ise bir başkanı veya bir lideri devirmekle değil, ancak bu rejimleri kökünden söküp atarak Hilafet Devletini ikame etmekle olur. Zira Hilafet Devletiyle din korunacak ve ırzlar, canlar ve mallar muhafaza edilecektir. Nitekim bunun gölgesinde Müslümanı da zimmisi de bütün insanlar adalet, güven ve saadet içerisinde  yaşayacaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Para Yardımı, Şam'da ve Yemen'de Cereyan Eden Olaylar İçin Çözüm Değildir.

Son zamanlarda Al-jazeera kanalı, Şam ve Yemen halkını kurtarmak için Katar Dayanışma Derneği aracılığıyla bir kampanya başlattı. Bu kampanyayı 24 Kasım 2011 tarihinde başlattan bu dernek Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisini slogan edindi: ‘Allah'ım! Şam'ımızı da, Yemen'imizi de bereketli kıl'.

Derneğin düzenlediği bu kampanya; geçtiğimiz Eylül/2011'in sonlarında her iki ülkede ‘Zafer Şamımız ve Yemenimiz içindir' isimli gösteri düzenlendikten bir Cuma sonra meydana gelmiştir. Nitekim bununla her iki ülke için ortak olan bir hususa dikkat çekmek istendi. Bu ortak husus ise her iki ülkede bulunan rejimi devirmek için ayaklanmanın var olması, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın her ikisini İslam için güçlü bir varlık olarak Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in Şam'ı ve Yemen'i bereketli kılmak üzere dua etmesi. Çünkü her ikisi İslam'ın Şam'ı ve Yemen'idir. Bu nedenle Müslümanlar sevinç duydular ve bu işin de Müslümanları tek bir vücut haline gelmesi ve yeniden İslam sancağı altında gölgelenmesini yapacak bir takım sloganların taşınması için bir adım olduğunu zannettiler. Ancak bu yeni propagandada ‘Zafer' kelimesi yerine ‘Para yardımı' ifadesi geçti!

Şam ve Yemen halkını kurtarmak adına yapılan bu çağrının amacı; Müslümanların dikkatini yaklaşık 90 seneden beri çektiği acıların gerçek çözüm ve kurtuluş üzerinden çekmek içindir. Tıpkı daha önce havasını almak üzere Müslümanların çektiği acıları hissetmemesi için bir çok benzer olayların yaşandığı gibidir. Zira para izzeti geri getirmez. Çünkü bu günlerde gördüğümüz gibi zenginler daha zilletlidir.

Şam'ımızda ve Yemen'imizde cereyan eden olayların hakkı hak, batılı da batıl olarak, İslam otoritesinin geri geleceğini buyuran Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in duasını gerçekleştirmek, Batı'nın her ikisindeki nüfuzuna son vermek, sadece Şam'da ve Yemen'de değil, bir çok Müslüman beldelerde devam eden katl(ölüm) ve zulmü durdurmak için bir yardıma ihtiyaç vardır.

Hilafet'i ikame etmek için dünya çapında çalışanlar İslam âlemine çöken Batı'nın uykusunu kaçırmıştır. Hilafet'i ikame etmek için çalışanlar izzet elbisesini giyinmek ve Batı'nın Müslümanların siyasi varlığı olan ‘Hilafet'i yıkmak suretiyle bize giydirdiği zillet elbisesini çıkarmak için özlem duymaktadırlar. Bu nedenle İslami beldeler bir çok parçalara bölünmüştür. Bu bölünmüşlüğün pençesinden Arap yarım adası, Şam ve Mısır bile kurtulamamıştır. Batı da böldüğü her bir parça üzerine bir yönetici yerleştirmiştir. Bu yöneticiler ise kendilerini getirenlere karşı söz vererek İslam'ın yönetime tekrar gelmeyeceğine ve insanları siyaset etmek amacıyla Batı'nın getirdiği sistemleri uygulayacağına dair ahd ve söz verdiler.

Oysa Resulullah (صلى الله عليه وسلم) ile birlikte sahabeler de Hendek savaşında şiddetli açlık ve el darlığından dolayı karınlarına taş bağlamışlardır. Bu yüzden bugün Şam'da ve Yemen'de var olan proplem fakirlik değildir ki onlara para toplansın. Buhari sahihinde şöyle geçmektedir: Ebu Ubeyde Bahreyn'den geldiğinde bununla karşılaşmak için toplananlara Resulullah (صلى الله عليه وسلم) şöyle buyurmuştur: ‘Müjdeler olsun ve içiniz sevinsin. Allah'a yemin olsun ki ben sizin için fakirlikten endişelenmiyorum. Ancak dünyanın sizden öncekilere açıldığı gibi size de açılmasından endişeleniyorum. Zira, bu durumda,  dünya için onlar yarıştığı gibi siz de yarışırsınız ve dünya onları helak ettiği gibi sizi de helak eder.'

Şüphesiz dünyanın her tarafında bulunan Müslümanların izzet yolu İslam ile hükmetmek, Müslüman beldeleri birleştirmek davet ve cihad yoluyla İslam'ı dünyaya taşımak üzere halifeye biat etmektir. Zira Hilafet, dini korumak ve dünyayı siyaset etmek için bütün Müslümanların önderliğidir. Öyleyse onu ikame etmek için Hizb-ut Tahrir ile beraber çalışmaya gelin!

(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ)

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resûlu'nun çağrısına uyun. Enfal 24

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kafir Batı'nın Hegemonyasından Kurtulmak Ancak Ukab Sancağını Yükseltmekle Olur Ki Tekrar Tek Bir Devleti Olan Tek Bir Ümmet Olalım

Bağımsızlığın 56. yıl dönümü münasebetiyle Bakanlar kurulu 01 Ocak 2012 tarihinin resmi  tatil ilan edildiğini açıkladı. Sudan bayrağı dalgalandı, sömürgecinin bayrağı indirildi ve bu münasebetle devlet sevincini ifade ederek çeşitli kutlama ve törenler düzenledi.

Geçtiğimiz yüz yılın ortalarında uluslararası arenada sömürgeden bağımsız olmaya teşvik eden etkili  devletler bilhassa (eski) Sovyetler birliği ve Amerika olmuştur. Bundan amaç ise eski sömürgecileri (Britanya ve Fransa) bulunduğu nüfus bölgelerinden çıkarıp yerine Amerika liderliğinde yeni sömürgecinin girmesidir. Bunun için bağımsızlık düşüncesini süsleyerek sömürgecinin hegemonyasından kurtulmak olduğunu takdim etti. Onlar ise bu kavramdan direkt askeri sömürgecilik ve bu eski sömürgeci devletlerin direkt nüfuzundan kurtulmak olduğunu kast ettiler. Halbuki kurtulmak/bağımsız olmak ancak sömürgecinin askeri, iktisadi, siyasi ve fikri hegemonyasından kurtulmaktır. Bu ise ne ülkemizde ne de diğer Müslüman beldelerinde olmamıştır. Gerçekleşen tek şey Britanya ordusunun çekilmesidir. Fakat sömürgeciliğin iktisadi, siyasi ve fikri  diğer egemenlik unsurlarının kalıp devam etmesidir. Oysa bu unsurlar sömürgeciliğin en tehlikeli çeşitleridir. Bunun içindir ki sadece sömürgeci orduların ülkeden çekilmesini bağımsızlık olarak adlandırmak saptırmanın bir çeşididir. Nitekim; askeri egemenlik onbinlerce yabancı askerlerin Darfur'a, güney Kardufan'a ve Ebyey'e gelmesiyle tekrar ülkeye geri döndü. Oysa çekilen İngiliz sömürgeci askerlerinin sayısı altı bin askeri geçmemiştir.

Bağımsızlık düşüncesi sinsi bir siyasi düşüncedir. Ondan maksad ise sömürgeci kafir Batının ajanı, birer vatancı, milli ve zayıf devletler olarak Müslüman beldelerinin bölünmüşlüğünün pekiştirilmesidir. Nitekim geleceği kararlaştırma veya kaderi tayin etme  hakkı adına Sudan'ı Mısır'dan ayırarak 01/01/1956'da gerçekleşen budur. Bu da 2011 yılında güney Sudan'ı kuzeyinden ayırarak tekrarlandı. Hala da Sudan'ı parçalama desisesi Batı'nın programına uygun olarak devam etmektedir.

Ey Müslümanlar!

Sömürgecinin nüfuzundan gerçek kurtuluş, sıradan insanların zannettiği gibi, sömürgecinin bayrağını Sudan bayrağıyla değiştirmek değildir. Çünkü bütün bu bayrakların İslam ümmeti ve onun ideolojik kalkınma projesiyle hiç bir ilgisi yoktur. Aynı zamanda bu demek değildir ki kimliği olmayan kabilevi, bölgecilik ve diğer ayrımcılık unsurları gibi kendi ölüm fermanını taşıyan milli ulusçu bir devletimiz olsun! Zira bunlar helak, yok olma, sürekli çatışma ve bölünme  yollarına götürür. Bu iş ancak İslam sancağı olan Ukab sancağı, yani; Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in sancağını yükseltmekle olur. Böylece bu sancak yükseklerde dalgalansın ki Müslüman beldelerde var olan ulusçu ve milli devletler arasında bulunan hayali sınırları ortadan kaldırsın ve bu beldeleri Raşidi Hilafet Devleti olan ideolojik, evrensel ve tek bir devlette tekrar birleştirsin. Zira bu devlet kafir Batı'nın fikri, siyasi, iktisadi ve askeri nüfuzunu yok edecektir. Hatta daha fazlasını yaparak, geçmişte de yaptığı gibi, insanları kapitalizmin karanlıklarından kurtarıp İslam'ın nuruna, adaletine ve rahmetine kavuşturmak üzere İslam'ı hidayet ve nur Risaleti olarak davet ve cihad yoluyla dünyaya taşımaya başlayacaktır.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لا يَعْلَمُونَ

Allah emrinde galibtir, fakat İnsanların çoğu bilmezler. Yusuf 21

Devamını oku...

Suriye'deki Arap Birliğinin Gözlemcileri; Sağır, Dilsiz ve Kördürler, Daha Doğrusu Onlar Hayvan Gibidirler, Hatta Daha Sapık Yol Üzerindedirler

  • Kategori Suriye
  •   |  

Suriye rejimine meydan okumak ve onu devirme isteğini göstermek suretiyle dikkat çekici bir ısrarla dün Cuma günü 30/12/2011'de yüz binlerce Suriyeli ‘Özgürlük meydanlarına ilerleme Cuması' adlı gösteri yaptılar. Göstericiler; düzenledikleri barışçıl gösteriler kanla boyanmasın diye Arap gözlemcilerin aralarında bulunmalarının olumlu bir faktör olacağını zannettiler! Lakin cani rejim mümin ve savunmasız halkına karşı dünyanın gözü önünde cinayet işlemeye devam etti. Rejim gözlemcilerin orada bulunmasını hesaba katmadan bütün bunları işlemektedir. Zira görevlerini yerine getirmek için gözlemcilerin ulaşım ve iletişimin sağlanması ve korumalar gibi hususlarda rejime ihtiyacı vardır. Ayrıca bu gözlemciler bölgeden bölgeye geçmek maksadıyla kör ve sağır için rehberlik eden güvenlik güçleriyle kuşatılmışlardır.

İşte böylece Suriye'ye gönderilen gözlemcilerin yalanı çok çabuk ortaya çıktı, hatta onun başarısızlığı ve kötü davranışı hakkında çok konuşuldu ve bir takım eleştiriler yapıldı. Sanki insanlar ondan hayır bekliyormuş ve ona ümit bağlıyormuş gibi. Oysa o; daha fazla kan dökmek için Suriye'nin cani rejimine ard arda süre tanıyan  ajan Arap Birliğinin ürünüdür. Bunlar yapılırken aynı zamanda şehid kafileleri ard arda geçiyor ve Müslüman, mazlum ve katledilmekte olan -bilhassa Humus- halkının yardım feryatları yükselerek şöyle diyordu: ‘Ey Müslümanlar neredesiniz?! Biz de sizin gibi Müslüman değil miyiz?! Siz kendi aile ve çocuklarınız arasında rahat bir yaşam sürdürmekten hoşlandınız da  Allah'ın, Resulunun ve mü'minlerin düşmanı olan, etimizi yiyen, kanımızı akıtan ve ırzımıza tecavüz eden zalim birine bizi teslim ettiniz?! Allah bizim için yeterdir ve O bizi asla yalnız bırakmayacaktır...biz ise sizin boynunuzda bir emanetiz, dolayısıyla emanetinizi de bizi de yalnız bırakmayın.'

Böylesi bir heyetten hayır bekleyen kimse kendi yanılgısının hastası ve hayrın olmadığı bir yerden hayrı temenni eden kimse gibidir. Çünkü ne şehit kafileleri durdu, ne de sefil ve cani rejimin tankları ve topları çekildi. Şair ne güzel söylemiştir:

Eğer çoban sürünün düşmanı ise; Kurt düşmanlığından dolayı ayıplanmaz

Gözlemci heyetinin suç ortağı olduğunu göstermek için heyet başkanı M. Ahmed El-Dabbi'nin yaptığı açıklamalardan daha açık bir delil yoktur. Açıklamaları ise ‘'heyet üyeleri Humus şehrinde endişeli bir şey görmediler'' şeklinde idi. Bununla yetinmeyen M. Ahmed El-Dabbi kendi gözlemci heyetine süre verilip fazla zamanın tanınmasını talep ederek Reuters ajansına şöyle açıklama yaptı: ‘dikkat etmeniz gerekir. Bu birinci gündür. Fazla zamana ihtiyacımız var.' Halbuki kendisine verilen sürenin insanların canına kıymak ve yeni katliamlar işlemek için Suriye rejimine verilmiş bir süre olduğunu görmezlikten gelir. Zira El-Dabbi arkadaşlarıyla birlikte bunların başlangıcını gördü. Nitekim gözlemciler; evleri içindekilerle birlikte yerle bir eden tankları sakladıktan sonra güvenlik güçlerinin ve yüksek binalarda yerleşen keskin nişancıların açtığı ateşten kaçmak için göstericilerin evlerinde saklandı. Humus'a bağlı Baba Amr mahallesinin halkı ise içlerinde Suriye istihbaratına bağlı bir subayın bulunduğu için heyetle görüşmeyi reddetti. Bu arada şeytan temsilcisi Cihad Makdisi çıkıp şöyle dedi: ‘Heyetin görevi araştırmak değil sadece gözlemek ve izlemektir!'

El-Dabbi'nin bu tutumundan dolayı şaşılacak bir durum yok. Çünkü o ve dostları yalancı şahit hatta şahit olmaktan kaçmayı kendilerine yakıştırarak kendi dininden ve zalim ve sefil bir yöneticiye karşı olan Müslüman bir halkın kanı üzerinde dans ederler. Devrimin aktivistlerinin o heyetin ikinci gününde iken faydasız olduğunu değerlendirmeleri üzerine Amerikan dışişleri bakanlık sözcüsü Mark Toner ise aktivistleri sabırlı olmaya davet etti. Mark Toner'in bu açıklaması ise El-Dabbi'nin açıklamasıyla paralel geliyor. (El-Dabbi: zor görevlerin adamı ve Sudan ordusundan emekli. Darfur olaylarında araştırma yapmak üzere benzer bir heyetin başkanlığını yapmıştı. Ömer El-Beşir'i toplu katliamlar ve savaş suçlusu olmaktan kurtarmak için görev almıştı!) El-Dabbi'nin açıklaması ise cani Suriye rejiminin tutumuyla hem paralel  hem de işine geliyor.

Ey İslam merkezi olan Suriye'deki alnı dik Müslümanlar!

İşte oynanmak istenen oyun budur. Artık onu anlayın ve aldanmayın. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kurtuluşu bir an önce göndermesini niyaz edip,  Şam tağutunu devirecek ordu içinde bize güç sahipleri nasip etsin. Böylece Şam'da Raşidi Hilafet Devleti aracılığıyla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükmü ikame edilmiş olur. Şüphesiz bu Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya göre güç değildir. Biz de onların Hizb-ut Tahrir'e el uzatmasını bekliyoruz ki gerçek değişimde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yardımcıları olsunlar. Zira Hizb bunun ikamesi için yoğun çalışmaktadır. Çünkü Müslümanları bütün acılarından kurtaracak yegane kurtuluş odur. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] buyurdu ki:

﴿وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ* فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ﴾

Onlar tuzak kurdular. Biz de -onlar farketmeksizin- bir tuzak kur­duk. Tuzaklarının akıbeti nasıl oldu, bîr bak! Çünkü Biz onları da, ka­vimlerini de hep birlikte helak ettik Neml 50/51

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yeni Anayasa Hakiki Bir İslami Anayasadan Başkası Olmamalıdır

Bu günlerde Mısır'ın siyasi çevrelerinin gündemi yeni anayasadır. Zira partiler ve liberal güçler, hatta askeri konsey de dahil İslami Hilafet Devleti olan İslam yönetimine susamış Mısır halkının ezici çoğunun duygularını ifade eden İslami anayasa istememektedirler. Bunların istememeleri açıktır ve bunda hiç şüphe yoktur. Bu yüzden yeni anayasaya ilişkin kendi görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Tıpkı askeri konseyin sivil, laik ve demokrat devlet anlayışını pekiştiren ‘‘Essilmi Belgesini'' zorunlu kılmaya çalıştığı gibidir. Ancak bunda başarısız olunca alternatif olarak başka bir plan aramaya başladı. İşte bu yüzden millet meclisine eş değerli tuttuğu ve anayasa hazırlığı için ortak kıldığı İstişari Meclisi kurdu. Yine  bunda da başarısız olmuştur. Bu nedenle; anayasa hazırlığı hususunda belli bir tarafın ‘İslamcıların' sınırsız yetki sahibi olmaması için anayasa kurucu meclisinin parlamenter olmayan üyelerinin seçilme prensiplerini koymak için kullanmak gerekirdi. Tıpkı 28/12/2011 tarihinde İstişari Meclisin resmi sözcüsü Muhammed El-huli'nin açıkladığı gibi. Diğer taraftan  Nur partisi başkanı Dr. İmad Abdulğafur'da; yeni anayasanın hazırlanması için partisinin hukuki bir heyet oluşturmaya başladığını ve en iyisini seçmek için bütün anayasa ve ‘eski tecrübeler'den yararlanabileceğini açıkladı. Ayrıca bu partinin sözcüsü Dr. Yusri Hammad 27/12/2011 tarihinde El-mısri gazetesine verdiği demeçte, kendi partisinin hazırlayacağı anayasa tasarısında ülke yapısına uygun olmadığı gerekçesiyle başkanlık sisteminin yer almayarak benimsenmeyeceğini ve devlet yapısında bir dengesizliğin meydana gelmemesi için İslam şeriatını ‘tedrici' olarak tatbik etmeye çalışacağını açıkladı.

Biz de bunlara deriz ki; insanların İslam'a karşı teveccüh göstermesi fıtridir. Bunu da millet vekili seçimlerinin birinci ve ikinci kademeli sonuçları kanıtlamıştır. Batı ise gerçek İslam'ın bir devlet ve bir toplum şeklinde hayat vakıasına tekrar dönmesinden açık olarak endişelenmektedir. Onun avaneleri insanları bu teveccühten ne kadar saptırmaya çalışsalar da ve sivil toplum örgütleri ne kadar imkan sarf etse de, asla başaramayacaklardır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إنّ الّذينَ كَفَروا يُنْفِقونَ أموالَهُمْ لِيَصُدّواعنْ سبيلِ اللهِ، فَسَيُنْفِقونَها ثُمَ تَكونُ عَليهِم حَسْرَة ثُمَّ يُغلَبون.

O kâfirler, şüphesiz mallarını Allah yolundan alıkoymak İçin harcarlar.  İşte paralarını harcayacaklar, ama; sonra bu harcama, onlara bir yürek acısı olacaktır. Sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. Kâfir olanlar, toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.Enfal 36

Mısır'da İslami projeye sahip olanlara da deriz ki; sizin bu anayasanın İslami olması için Mısır anayasanın ikinci maddesini yeterli görmeniz yanlıştır. Çünkü bu madde İslam'ın hükümleri değil şeriatın ‘ilkeleri' şeklinde geçmektedir ki bundan hiç bir fayda sağlayamayan adalet ve eşitlik ilkeleri gibi genel kelimeler kasd edilmektedir. Ayrıca bu madde geçtiği gibi ‘‘yasama için baş kaynak'' ifadesi de İslam dışındaki diğer kaynakların hükmüne başvurmayı reddetmez. Peki biz size sorabilir miyiz: Şeriatı uygulamak devletin yapısında dengesizlik mi meydana getirecek? İslam da tedrici olarak nasıl uygulanabilir? Şayet siz gerçekte İslami anayasa istiyorsanız onun ilk maddesi aşağıda belirtildiği gibi şu şekilde olmalıdır: ‘İslam akidesi devletin esasını oluşturur. Öyle ki, İslam akidesini esas kılmaktan başka hiçbir şeyin varlığı devletin yapısında, kuruluş veya kontrolünde yahut devletle ilgisi olan diğer bütün alanlarda geçerli olamaz. Aynı zamanda İslam akidesi şer'i kanunlar ve anayasanın esasını oluşturur. İslam akidesine aykırı olan kanun veya anayasa ile ilgili hiçbir şeyin bulunmasına müsaade edilmez'. İslam'ın yönetime taşınması ve alemlerin Rabbinin bizden istediği devleti ikame etmek için size bir kez daha hatırlatıyoruz; gelin şu altın fırsatı kaçırmayın.

Askeri konseye de deriz ki; İslam ile yönetilmekten başkasına rıza göstermeyen ümmetin seçtiğinden yana olmalısınız. Bu da ancak Raşidi Hilafet Devleti ile mümkün olabilir. Zira bu hem Rabbimizin vaadi hem de Nebi (صلى الله عليه وسلم) Efendimizin müjdesidir ki bu devlet ümmeti ‘insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet' olan eski konumuna kavuşturacak ve kendini de dünyanın süper gücü olarak kabul ettirecektir. Hizb-ut Tahrir olarak biz sizi nübüvvet metodu üzere bir Hilafet  ilan etmek için bizimle beraber çalımaya davet ediyoruz. Önünüze de bu devlette uygulanması için hizbin hazırladığı anayasayı koyuyoruz.

Mısır'daki Kıptilere deriz ki; onlar veya diğer gayrı müslimler de diğer tebalar gibi İslam devletinin tebalarıdır. Onların hem tebalık, hem koruma, hem yaşam garantisi, hem güzellikle davranma ve hem de yumuşak huylulukla davranma hakkına sahip olduğu gibi yine onlar müslüman ordusuna katılabilir ve savaşabilirler. Ancak savaş onların üzerine mecburi değildir. Aynı zamanda onlar Müslümanların sahip olduğu haklardan da yararlanabilirler, sorumlu olduğu görevleri onlar da yerine getirmekle sorumludurlar. Kadı karşısında, işleri gözetlemede ve muamelat ve ukubat ile ilgili hükümler tatbik edilirken her hangi bir ayırım olmaksızın Müslümanlara davranıldığı gibi onlara da aynı şekilde davranılacaktır. Müslümanlara karşı adaletli davranma görevi onlar için de geçerlidir. İşte bu haklarınızı koruyacak, emanı ve güveni sağlayacak olan tek şey sadece İslam anayasasıdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] buyurdu ki:

فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤمنونَ حَتّى يُحَكَّموكَ فيما شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدوا في أَنفُسِهِمْ حَرَجَاً مِمّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّموا تَسْليما

Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerin­de hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadık­ça İman etmiş olmazlar.Nisa 65

Devamını oku...

Fransa ve Diğer Sömürgeci Devletlere Haddini Bildirecek Tek Güç Hilafet Devleti'dir

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Fransız Parlamentosu tarafından 22 Aralık 2011 Perşembe günü kabul edilerek Senato'ya gönderilen ve "Ermeni Soykırımının" da inkârını suç sayan yasa tasarısı, 23.01.2012 günü yapılan oylama sonucunda Senato tarafından kabul edilmiştir. Senato'da kabul edilen tasarı Sarkozy tarafından da onaylanırsa resmen yasalaşmış olacaktır. Bu tasarının kabulü bizlere bir kez daha göstermiştir ki Sömürgeci Batı patentli "düşünce özgürlüğü" gibi fikirler koca koca safsatalardır, aynen demokrasi, insan hakları ve diğer özgürlükçü fikirler gibi!

1915 olayları, Osmanlı Hilafet Devleti ile onun dünya sahnesinden yok olmasını arzulayan Batılı devletlerin sinsi ve milliyetçi planlarla kışkırttığı Ermeni asıllı tebaası arasında çıkan bir meseledir. Yüzyıllardır bir arada yaşamış ve o güne kadar hiç sorun yaşamamış olan Ermeniler, o tarihte kimler tarafından ve neden isyana teşvik edilmişlerdir. Bu hususlar araştırıldığında ortaya çıkacak olan tarihi gerçekler, günümüzde yaşanan olaylara da ışık tutacak ve meselenin aslının ne olduğunu gösterecektir. Ayrıca gerçekleşen tehcir sırasında meydana gelen üzücü hadiseler, Batılıların tüm dünyada yaptıkları gibi bilinçli ve tasarlanmış hareketler olmadığından burada bir soykırımdan söz etmek zordur.

Fransa, Ocak 2001 tarihinde "Fransa, 1915'te Ermenilerin maruz kaldığı soykırımı tanır" ifadesi ile sözde soykırımı zaten yıllar önce kabul etmiş bir ülkedir. O zaman da yaygaralar koparılmış ve büyük laflar edilmiştir. Fakat aynen günümüzde olduğu neticeye tesir eden zerre miktarı ciddi hamleler yapılmamıştır. Ayrıca "Ermeni Soykırımı" ile ilgili iddialar bu zamana kadar yalnızca Fransa tarafından gündeme getirilmiş de değildir, aksine yirmi küsur devlet tarafından kabul edilmiştir.

Bu meselede asıl üzerinde durulması gereken konu, diğer ülkelerle de yaşanan bu tür sorunlar karşısında hükümetlerin neler yaptığıdır. Bu minvalde Türkiye'nin gücünü ve samimiyetini savunanlar acaba şu hususlar karşısında ne diyeceklerdir:

1.    Mavi Marmara saldırısı sonucu kardeşlerimizi katleden Yahudi varlığı "İsrail"e karşı sözde yaptırımlar şöyle dursun, istenen cüzi talepler dahi yerine getirtilememiştir. Kuru bir özür dahi dilettirilemeyen bu gaspçı varlığa karşı uygulanacağı söylenen yaptırımlar acaba uygulanmakta mıdır? 2011 yılı içerisinde "İsrail" ile Türkiye'nin ticaret hacminin %29 civarında artış göstermesi onlara karşı uygulanan yaptırımların mı neticesidir?

2.    Danimarka gibi küçük bir ülkeye dahi siyasi baskı yapamayan ve bir TV kanalı konusunda bile istediği kararı çıkartamayan Türkiye Hükümeti mi güçlüdür? Oysa aynı Danimarka, kendi Başbakanı Rasmussen'i NATO Genel Sekreteri yapmış ve Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e hakaret eden karikatürleri savunan Rasmussen'i bu göreve getiren kritik oyu da Türkiye vermemiş midir?

3.    Aralıkta ayında Fransa Parlamentosu'nda alınan karardan sonra sert açıklamalar yapan ve "Fransa ile tüm askeri, siyasi ve ekonomik ilişkilerin askıya alındığını" duyuran Başbakan Erdoğan'ın açıklamasından sonra gazetecilerin sorusu üzerine "Fransız yatırımcıların başımızın üstünde yeri var" diyen Ekonomi Bakanı mı bu yaptırımları uygulayacaktır?

Bütün bunlar gösteriyor ki yapılanlar, sırf kuru gürültüden ve halkı teskin etmekten başka bir şey değildir. Büyük liderler ve büyük devletler, sırf sözleriyle değil, daha ziyade icraatları ile konuşurlar. Fransa Senatosu'nun bu kararı akabinde Hükümetin fırtına koparacağını zannedenler, Başbakan Erdoğan'ın 24.01.2012 tarihinde yaptığı grup toplantısında söylediği "Henüz sabır aşamasındayız" açıklamasıyla bu konuda da Türkiye'nin geri adım atacağını görmüşlerdir. Zira Dünya Ticaret Örgütü, Gümrük Birliği, AB ve NATO anlaşmaları buna izin vermemektedir. O nedenle diyebiliriz ki Fransa gibi geçmişi katliamlar ve sömürgecilik uygulamalarıyla dolu bir devletin, halkı Müslüman bir ülkeyi aşağılaması karşısında başımızdaki yöneticilerin elleri, kolları bağlıdır. Oysa daha dün, Osmanlı Hilâfet Devleti "hasta adam" olarak tanımlandığı günlerde, yani en zayıf ve en aciz kaldığı dönemde dahi Kâfirlerin kalbine korku salabiliyor, Londra'yı ve Paris'i titretebiliyordu. İşte bunlardan dolayıdır ki Fransa ve diğer sömürgeci devletlere haddini bildirecek olan tek güç, bütün Müslümanların koruyucusu olacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nden başkası değildir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER