Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Şeriata Aykırı Tüm Olgulara Dönük Köklü Çözüm Sadece Hilafet'tir

Hartum yerel yönetimi, olumsuz durumlar ve olgular olarak adlandırdığı hususlar için gelecek ay uygulanacak olan bir kamusal güvenlik planı ortaya koymuştur. Aslında insanların üzerine İslam'ı hayattan ve toplumdan uzaklaştıran laik anayasaya dayalı hükümler ile yasaları uyguladığı bir sırada Müslümanların duygularına İslamî sloganlarla hitap eden devletin sefil çelişkili davranışından kaynaklanan aykırılıklar ile kötülüklerin tamamının şeriat ölçekli olması gerekirken laik anayasa metninde, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya kulluk mefhumunun gerçekleştiği şeri hükümleri tatbik etmek yerine özgürlükler fikri geçmektedir. Dolayısıyla aslında sorun, genel hayatta işlenen kötülükler ve günahlardan ibaret olup buda aşağıdaki olguları ortaya çıkarmaktadır:

- Şeriatın onayına gerek duyulmaksızın erkeklerle kadınların bir araya gelmesi.

- Gerek üniversitelerdeki genel hayatta gerek devlet dairelerinde gerekse de diğer kurumlarda ihtilatın [kadınla erkeğin karışık halde bulunması] olması.

- Kadınların, kamusal yaşam alanlarına ince elbiselerle çıkmaya meyletmesi.

- Şeriatın, kadına mubah kıldığı iş yerindeki kadınların istismarı olgusu ve bu kötü olguların pazarlanması.

Aslında sorun, bu kötülükler, günahlar ve benzerleri olup buda İslam'ın devlet ve toplumdaki yokluğundan dolayıdır. Bu nedenle şeriata aykırı olan bu olguların çözümü için gerekli olan, İslam akidesinden kaynaklanan anayasaya dayalı şeri kanunların çıkartılması yoluyla İslam'ın kamil bir şekilde tatbik edilmesidir. İşte o zaman hastalığın tedavisini belirlemiş oluruz. Nitekim ümmetle birlikte çalışan Hizb-ut Tahrir'in, tatbik konumuna getirmek ve uygulamak için yayınladığı Hilafet Devleti'nin anayasa taslağında aşağıdaki maddeler geçmektedir:

Madde-113: Aslolan; erkeklerin kadınlardan ayrılmasıdır. Hac ve alışveriş gibi şeriatın müsaade ettiği bir ihtiyaç ve kendisi için toplantı yapılmasına müsaade ettiği ihtiyaç haricinde bir arada bulunmamalarıdır.

Madde-114: Erkeklere verilen haklar kadınlara da verilir. Erkeklere yüklenen yükümlülük kadınlara da yüklenir. Ancak İslam'ın kadın ve erkeklere şer-i deliller ile tahsis ettiği haklar müstesnadır. Dolayısıyla kadının ticaret, ziraat ve sanayi işlerine katılma, muamelat ve akitlerde bulunma, her tür mülke sahip olma hakkı vardır. Kendi başına veya başkası ile ortak olarak malını çoğaltabilir. Hayat işlerinin hepsine bizzat katılabilir.

Madde-118: Mahrem olmayan biriyle halvet men edilir. Yabancılar önünde teberrüc ve avretin açılması da men edilir.

Madde-119: Her erkek ve kadın, ahlaki tehlike içeren veya toplumu ifsat edici iş yapmaktan men edilir.

Bu köklü çözümleri tatbik etmenin yolu bizzat Hilafet Devleti'dir. Zira o, Müslüman ve gayrimüslimlerden sorumlu olduğu gibi onlar hakkında Allah Azze ve Celle önünde de sorumludur. Nitekim otorite, Allah'ın şeriatını tatbik etmek ve devletin anayasasını uygulamak için hazırlanır ki buda şeri hükümlerdir. Dolayısıyla vacip olan, Raşidi Hilafet Devleti'nin olduğu İslamî Devleti ortaya çıkarmak için çalışmaktır.

لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ "İşte çalışanlar böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar." [es-Saffat 61]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- General Keyâni, İçerideki Muhalif Seslere Karşı Dava Açarken Sözde Terörizmle Savaşlarında İngiltere ve Amerika İle Gizli Anlaşma Yapmaktadır

Pakistan Genelkurmay Başkanı Keyâni, bugün İngiltere Savunma Bakanlı yetkilileriyle bir araya gelerek onlarla Afganistan'daki terörizmle savaşlarında daha fazla işbirliği hakkında görüşme yaparken bu gibi gizli anlaşmaları kınayan Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ndeki bazı subaylara ise dava açmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa, Keyâni'nin İngiltere ziyaretini şöyle yorumlamıştır: "İngiltere ve Amerika, Pakistan'ı istikrarsızlaştırmak için geçen hafta 16 Afgan sivilin ölümüne neden olan Afganistan müdahalelerini sürdürürken Keyâni, Gilâni ve Paşa'da, Müşerref'in İslam'a ve Pakistan'a karşı sömürgeci güçleri destekleyen aynı politikalarını takip ederek müdahaleyi desteklemeyi sürdürmektedirler. Bu hain yöneticiler, ülkenin kara ve hava yollarının yanı sıra askerî tesisleri ve İstihbarat Teşkilatlarını da sömürgecilere teslim etmişlerdir. Muhlis ordu subayları ve diğer Müslümanlar bu gibi hıyanetlere karşı seslerini yükselttiklerinde ise ya kaçırılmaktalar ya işkence görmekteler yada askerî mahkemelerde yargılanmaktadırlar. Dolayısıyla gerek Dr. Afiyet Sıddıkî yada Raymond Davis davalarında olsun gerek Salalah kontrol merkezine olan saldırıda olsun gerekse de insansız uçaklarla yapılan hava saldırılarında binlerce vatandaşın katledilmelerinde olsun bu hain yöneticiler, her zaman ümmete karşı Batılı sömürgeci güçlerin yanında yer almışlardır."

"Keyâni ve diğer hain yöneticiler, Amerika'nın Pakistan'daki varlığına karşı olan güçlü sesleri susturma girişiminde bulunarak Pakistan Silahlı Kuvvetleri içerisindeki muhlis subayları hedef almaya başlamışlardır. Zira Amerika, Keyâni ve Paşa vasıtasıyla isyancı olarak suçlanmaları yoluyla Tuğgeneral Ali gibi subayların seslerini kesmek istemektedir. Aslında askerî mahkemelerde yargılanmaları gereken, Amerika ve İngiltere ile açık bir şekilde komplo kurmalarının yanı sıra Allah'a, Resulü Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e ve ümmete hıyanet etmelerinden dolayı Keyâni ve Paşa gibi olan hain subaylardır."

"Otoriteye, sadece ülkeyi fesada uğratmak için gelen sözde bu demokrasi yoluyla asla değişim gerçekleşmeyecektir. Ancak gerçek değişim, sadece Amerika'nın Pakistan'daki varlığına son verecek, onların güçleriyle istihbarat teşkilatlarını ülkeden kovacak ve hıyanetlerinde dolayı Zerdâri ve Keyâni'yi yargılayacak olan Hilafet'in kurulmasıyla olacaktır. "

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Şebabını Kaçıranlar Bizzat Devlet Birimleridir

14 Mart'ta, Başsavcı yardımcısı, İslamabad'taki Yüksek Mahkeme Başyargıcı Sayın İkbal Hamidurrrahman'ın önünde Pakistan İstihbaratı'nın (ISI) bir mesajını okumuştur. Mesajda, Pakistan İstihbaratı Hizb-ut Tahrir üyelerinin kaçırılmasına karıştığını yalanlamakta olup dahası Pakistan İstihbarat Kurumu mesajında, Hizb-ut Tahrir üyelerini silahlı ve yıkıcı faaliyetlerini yürütmek için yeraltında çalışmakla suçlamaktadır.

Hizb-ut Tahrir, devlet kurumundan gelen bu cevabı tamamen reddetmiş ve bunun, yalanlardan bir demet olduğunu açıklamıştır. Zira bugüne kadar Dr. Abdulkayyum, hala bu devlet kurumunun merkezlerindeki işkence hücrelerinde yatmaktadır. Bu kurumun, ajanları Zerdari ve Keyani vasıtasıyla Amerika'nın emirlerine binaen Pakistan vatandaşlarını kaçırdığını, onları öldürdüğünü ve cesetlerini de terkedilmiş yerlere attığını herkes bilmektedir. Bugüne kadar Keşmir'deki analar ve bacılar, parlamento binası önünde kamp kurup akrabalarının resimlerini kaldırarak ağlayıp durmaktadırlar. Ayrıca bu sadık insanlardan binlercesi, bu devlet kurumlarını yalanlamaktadırlar.

O halde Hindistan'daki Terörle Mücadele Kanunu ile Pakistan'daki Terörle Mücadele Kanunu arasında ne fark var acaba? Cihadın terör olduğunu ilan eden Hindistan kurumlarıyla İslam'ı tatbik etmek için çalışanları kaçıran ve onlara işkence eden Pakistan kurumları arasında ne fark var acaba?

Geçen yıl Temmuz ayında, Mutlan, Lahor, Ravalpindi, İslamabad ve Rahim Yar Han gibi şehirlerde birçok Hizb-ut Tahrir üyesi görgü tanıklarının önünde evlerinden ve sokaklardan kaçırılmışlardır. Nitekim bu kaçırma operasyonları bağlamında devlet kurumlarına karşı birçok anayasal davalar gündeme gelmiş olup bu davarlardan kaynaklanan baskılar nedeniyle de hükümet, en ağır işkence görmelerinin ardından birçok üyeleri serbest bırakmış ve onlara, medya organları ve yargı otoritesiyle bağlantı kurmalarının sonuçlarıyla ilgili tehditte bulunmuştur. Ancak Hizb-ut Tahrir'in cesur üyeleri, serbest bırakılmalarının ardından derhal davaları yargıya intikal ettirmişler ve kaçırılmalarının sorumlusu olarak Pakistan İstihbar Kurumlarını suçlamışlardır. Ancak bu devlet kurumları, kaçırılmasının üzerinden yedi ay geçmesine rağmen Dr. Abdulkayyum'u hala bugüne kadar serbest bırakmamışlardır. Çünkü onlar, onun serbest bırakılmasının ardından kendileri hakkında dava açmayacakları hususunda akrabalarından güvence alabilmiş değillerdir.

Bu kurumların içerisindeki Müslüman subaylara, Müslümanlara işkence etmeyi durdurmalarını öneririz. Zira onlara, Ebi Leheb ve Ebi Cehlin adımlarını takip etmeleri yakışmaz. Bu kurumların içerisindeki muhlis subaylar, Amerika'nın şimdi de Müslüman kardeşlerine karşı kullanmak amacıyla Pakistan İstihbarat Kurumu'nu Hindistan'dan çekmek için çalıştığını görmüyorlar mı? Zira Amerika, Pakistan İstihbaratının bölgesel rolüne son verdikten sonra onu, Müslüman kardeşlerine karşı kullanacaktır. Nitekim Keşmir cihadı terk edilmiş olup şimdi de Amerika Birleşik Devletleri Pakistan İstihbaratı'nı Kabileler Bölgesi ve Afganistan'daki Müslümanları katletmesi için kullanmaktadır. Buna ek olarak Amerika, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla üzerine daha fazla baskı uygulamak için Pakistan İstihbaratı'nı uluslararası terörist bir örgüt gibi kategorize etmektedir.

Bu kurumların içerisindeki subaylar, Amerika'ya yardım etmek için muhlis Müslümanlara işkence ettiklerini görmüyorlar mı? Oysa Amerikalıların Kur'an'ı yaktıkları, kadınları ve çocukları evlerinde katlettikleri bir sırada Pakistan İstihbarat Subayları, şereflerini satarak görevlerini garantilemektedirler. Ayrıca onlar, Amerika'yı hoşnut etmek için sadece şereflerini satmamaktalar aynı şekilde ahiretlerini de harap etmektedirler.

Bu hain yöneticilere ve yardımcılarına, Hizb-ut Tahrir şebabına zulmederek asla onları Hilafet'i kurmak için olan mücadelelerinden vazgeçiremeyeceklerini vurgularız. Ayrıca bu ajan yöneticiler ile yardımcılarının, çok yakında Hilafet'in kurulmasının ardından cürümlerinden dolayı adalete teslim edilecek olmalarını da unutmamaları gerekmektedir. Ahiretin azabı ise daha büyük ve daha şiddetlidir.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru:

22.02.2012'de Rusya Devlet Başkanı, Rus gaz şirketi "Gazprom'a", Türkiye karasularından Avrupa'ya yıllık olarak 63 milyon metre küp oranında gaz taşıyacak olan "Güney Akım" boru hattını döşemeye başlama talimatını vermiştir. Bundan daha önce de, yani 28 Aralık 2011'de Batı tarafından desteklenen "Nabucco" boru hattı projesine rakip ve alternatif bir proje olarak görülen "Güney Akım" boru hattı projesine izin veren bir anlaşma imzalanmıştı...

Bunu kesin bir şekilde reddeden ve bunun yerine "Nabucco" projesini kabul eden Türkiye'yi, Rus "Güney Akım" projesini kabul etmeye iten şey nedir? Bu, Rusya ile arkasında Amerika'nın olduğu Türkiye arasındaki bir anlaşmadan mı ibarettir? Şayet böyleyse, bu nasıl olmaktadır?

Cevap:

Türkiye'nin tutumundaki bu değişimin nedeni, Nabucco Projesi ve Güney Akım Projesi'nin gerçeği ile bu iki projeyi çevreleyen şartlarda belirginleşmektedir:

Birincisi: Nabucco Doğalgaz Boru Hattı [Nabucco Pipeline], 3900 km. uzunluğunda bir boru hattı olup 31 milyon m3 enerji kapasitesine sahiptir. Bu boru hattının inşasındaki itici güçler, Avrupa Birliği ve arkasında Amerika'nın olduğu Türkiye'dir. Bu da; Hazar havzasına kıyı ülkelerin doğalgazını Türkiye'ye ardından da Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya'ya taşımak içindir. Nitekim hat, Türkiye'deki Erzurum'dan Avusturya'nın doğalgaz ana merkezi olan Baumgarten an der March'a kadar uzanacaktır.

Boru hattının güzergahının Rusya üzerinden geçmesi engellenmektedir. Bu nedenle Rusya, Nabucco Projesini, Rusya'nın düşmanı olan bir proje olarak nitelendirmektedir.

Aslında proje, başlangıçta dünyanın dördüncü büyük gaz rezervlerine sahip olan Türkmenistan doğalgazının ithal edilmesine güvenmekteydi. Ancak Rusya'nın Türkmenistan'a yönelik müdahaleleri, Türkmenistan'ın bu husustaki ortaklığını imkansız hale getirmiştir. Bu nedenle 2008 yılının başlarında alternatif kaynaklar düşünülmeye başlanmıştır ki bu alternatiflerin en kolay olanı da Azerbaycan gazıdır.

Nitekim proje için hazırlıklar, 2002 şubat ayında başlamış olup Avusturyalı [OMV] şirketi ile Türkiyeli [BOTAŞ] şirketi arasındaki ilk görüşmeler ile de çakışmaktadır. 2002 yılının Haziranında, (Avusturya (OMV), Macaristan (MOL), Bulgaristan (BULGARGAZ), Romanya (TRANSGAZ) ve Türkiye (BOTAŞ)'ın olduğu) beş şirket, Nabucco boru hattının inşası için niyet protokolü imzalamışlardır. Bunu da 2002 Ekim ayındaki ilk depolama işbirliği anlaşması takip etmiştir. 2003 Ocak ayında ise Avrupa Komisyonu, piyasa analizi ile teknik, ekonomik ve malî çalışmalar da dahil fizibilite çalışması için beklenen toplam maliyetin %50 oranına denk gelen miktara izin vermiştir. 2005 Haziran ayında da Nabucco ortakları olan beş şirket arasında ortaklık anlaşması imzalanmıştır. Ayrıca 26 Haziran 2006 tarihinde Viyana'da Nabucco boru hattı ile ilgili bir Bakanlar Bildirisi imzalanmıştır.

2008 Şubat ayında Almanya [RWE] şirketi konsorsiyuma ortak olmuş ve 11 Haziran 2008'de de Nabucco boru hattı üzerinden Bulgaristan'a, Azerbecan'dan doğalgaz tedarik edilmesine dönük ilk sözleşme imzalanmıştır.

19 Ocak 2009'da Türkiye Başbakanı Recep Tayyib Erdoğan, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerinin başlamasına dönük engellerin devam etmesi durumunda Türkiye'nin Nabucco projesinden geri çekileceğini ifade etmiştir. Ayrıca 27 Ocak 2009 yılında Budabeşte'de Nubacco zirvesi düzenlenmiş ve zirvede, Avrupa Yatırım Bankası [EIB] ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası [EBRD] başkanları, Nabucco doğalgaz boru hattı için malî destek vermeye hazır olduklarını açıklamışlardır.

29 Ocak 2009 yılında Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Azerbaycan'ın önümüzdeki beş yıl içerisinde boru hattına gaz tedarik etmek için gaz üretimini en az iki katına çıkarmayı planladığını açıklamıştır.

13 Temmuz 2009 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında, Avrupa'ya Türkiye üzerinden Orta Asya ile Orta Doğu'nun doğalgazını tedarik edecek olan Nabucco boru hattı projesine izin veren bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma ise Avrupa'nın Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltmak içindir.

Türkiye, Avusturya, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan başbakanları, 13.07.2009 günü Türkiye'nin başkentinde düzenlenen Nabucco zirvesi sayesinde hattın topraklarından geçmesine ve özel şirketlerin oluşturduğu ittifakın uygulanmasına izin veren bir anlaşma imzalamışlardır.

Nabucco projesi için çalışan Avrupa Birliği üyeliğine girmeyi arzulayan Türkiye, Batı açısından bir enerji merkezi olmaya çalışarak Avrupa'daki konumunu pekiştirmeyi ümit etmektedir.

İkincisi: Güney Akım Projesi [South Stream]:

Bu proje, Rusya doğalgazını Karadeniz üzerinden Bulgaristan, Yunanistan, İtalya ve Avusturya'ya taşıyacak olan bir boru hattı olup 2015 yılında tamamlanması beklenmektedir. Projenin, Nabucco hattına karşı olduğu ve onun etkinliğini yok etmek dahası onu ortadan kaldırmak için planlandığı görülmektedir. Nabucco hattının, Rusya'yı göz artı etmesinden ve onu dışlamasında dolayı Rusya onu, kendisine düşman bir proje olarak görmektedir.

Proje, 23.06.2007 tarihinde açıklanmış olup Rusya ile İtalya, Roma'da ENİ şirketi [Eni Paolo Scroni] ile Rus gaz şirketi [Gazprom] arasında bir mutabakat zaptı imzalamıştır.

22.11.2007 tarihinde de bu iki şirket, proje hakkındaki nihai anlaşmayı Moskova'da imzalamışlardır. Nitekim Avrupa Devletleri'ni bu projeye imza atmaya ikna etmek için büyük bir çaba sarfedilmiş ve nihayet 18.01.2008'de Rusya ile Bulgaristan, 25.01.2008'de Rusya ile Macaristan ve 29.04.2008'de de Rusya ile Yunanistan buna imza atmıştır.

15.05.2009 tarihinde Rusya, İtalya, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan, Güney Akım'ı inşa etme anlaşmasını imzalamışlardır. Bunun ardında da 14.11.2009'da Rusya Slovenya ile imzalayıp 21.03.20011'de de bunu teyit etmiş ve 02.03.2010'da ise Rusya Hırvatistan ile imzalamıştır.

Türkiye'nin bu projeye karşı çıkmasının yanı sıra Türkiye, Avrupa Birliği ve bunların arkasındaki Amerika, Nabucco projesinin yürütülmesine ağırlık vermişlerdir... Dolayısıyla Rusya ile Türkiye, "Güney Akım" projesi üzerinden tartışmaya girmişlerdir... Ancak Türkiye 28.12.2011'de, projeyi ve Karadeniz karasularından geçişini onaylamıştır.

Nitekim "Eş-Şark-ul Avsat", Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in, 28.12.2011'de Ankara'nın "Güney Akım" doğalgaz boru hattının Karadeniz'deki Türk karasularından geçişini onayladığını açıkladığını bildirmiştir.

"İnterfax" Rus Haber Ajansı bu açıklamanın, Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın da katıldığı Rus ulusal gaz tekeli [Gazprom] şirketi ile Türk Enerji Kurumu [BOTAŞ]'ın yöneticileri arasındaki imza töreninde Moskova'da bulunan Putin tarafından geldiğini bildirmiştir. "Güney Akım" projesi, Rusya, İtalya, Almanya ve Fransa'nın sahip olduğu ortak bir proje sayılmakta olup Karadeniz'in altından geçecek olan "Güney Akım" boru hattını, Güney ve Orta Avrupa tüketicileri için Hazar Denizi'ndeki doğalgaz sahasına bağlayacaktır. Nitekim projenin, Türkiye'ye nispeten çok daha pahalıya mal olan uluslararası derin sulardan geçişini önlemek için boru hattının, sığ karasularından geçmesine izin verilmiştir.

Reuters, Putin'in 28.12.2011 Çarşamba günü şöyle bir açıklamada bulunduğunu nakletmiştir: "Türk ekonomik bölgesinde Güney Akım boru hattının inşasına izin vermesinden dolayı Türkiye hükümetine teşekkür etmek istiyorum."

Nitekim 03.10.2011'de, hattı inşa etmek ve bunu Güney Akım AG [South Stream AG] adı altında çalıştırmak için bir şirket kurulmuştur ki bu şirket şunlardan oluşmaktadır: Rus Gazprom, İtalya ENİ, Fransa Electricite ve Almaya "Wintershall" şirketleridir.

Bu dört şirket, kotaları şu şekilde paylaşmışlardır: Gazprom %50, ENİ %20, Electricite %15 ve Wintershall %15.

Güney Akım projesi, Nabucco boru hattı projesine rakip bir projedir. Güney Akım projesinin maliyetinin [19-24] milyar Euro arasında olduğu bilinmesinin yanı sıra projenin başlangıçtaki maliyeti neredeyse yaklaşık 12 milyar Euro'ya mal olan Nabucco'nun iki katıdır.

Ayrıca proje, Rus doğalgazını Karadeniz'in altından geçerek Bulgaristan, Macaristan, Sırbistan ve Slovakya üzerinden Batı Avrupa'ya taşımayı hedeflemekte olup her biri 940 km. uzunluğunda olan dört paralel boru hattından oluşmasının yanı sıra yılda 63 milyar metreküp gaz taşıma kapasitesine sahiptir.

Çalışması 2015'in sonunda tamamlanacak olan bu proje, Kafkas gazını Rusya'yı by-pas ederek Türkiye ve Balkanlar üzerinden Batı Avrupa'ya ulaştırmayı hedefleyen Nabucco boru hattı projesiyle rekabeti zorunlu kılmaktadır.

Üçüncüsü: Yukarıda açıklandığı üzere Nabucco projesi, toprakları üzerinden geçmemesinden dolayı Rusya'yı görmezden gelmekte olup bilakis Türkiye toprakları üzerinden Avrupa'ya geçecektir. Türkiye de bunu, güçlü bir şekilde desteklemekte ve bununla, Rusya by-pas edilerek doğalgazın Hazar Denizi bölgesinden Avrupa'ya aktarılmasında anahtar bir bağlantı olması itibarıyla Avrupa Birliği'ne girmeye dönük kartlarını güçlendirmeyi arzulamaktadır. Aynı şekilde yukarıda da açıklandığı üzere Güney Akım projesi, Nabucco projesini zayıflatmaya yada onu yok etmeye dönük bir Rus projesidir.

Avrupa'ya gaz transferi üzerinde büyük ölçüde kontrol sahibi olmak Türkiye'nin çıkarına olmakla birlikte bunu, Güney Akım projesiyle gerçekleştiremeyecektir... Söz konusu soru şudur: Türkiye'yi, Güney Akım'ın kendi karasularından geçiş anlaşmasını imzalamaya iten şey nedir? Hem de Türkiye bunun, öncelikle hem Nabucco'ya rakip olan hem de onun etkinliklerini ortadan kaldırmak için tasarlanmış bir Rus projesi olduğunun farkında olmasına rağmen?

Türkiye hükümeti, Rusya'nın Samsun-Ceyhan boru hattını onaylaması mukabilinde Güney Akım'ı onayladığını göstermeye çalışmaktadır. Bu da Türkiye'nin projeye şiddetle karşı çıkmasının ardından onu onaylamasına bir gerekçe olarak getirilmektedir. Halbuki bu, şu iki yönden bir gerekçe olamaz:

Birincisi: Güney Akım projesi, aslen Rusya'yı göz ardı eden Nabucco'ya karşı kurulmuştur.. Rusya ise Güney Akım projesini inşa ederek Nabucco'yu yok etmek için çok çaba harcamaktadır. Dolayısıyla mevzunun Samsun-Ceyhan ile bir alakası olmadığı gibi siyaseti takip eden herkes, Güney Akım projesinin Nabucco projesine karşı olan bir proje olduğunu bilmektedir.

İkincisi: Samsun-Ceyhan boru hattı, iki Türk limanı arasındaki bir hat olmasının yanı sıra Türkiye topraklarından geçmekte olup gaz transferiyle ilgili bazı özel anlayışlar olmasına rağmen Türkiye şayet isterse bir gürültü ve patırtı çıkmaksızın onu inşa edebilir. Ancak o bunu, Rusya Samsun-Ceyhan'ı onaylayarak taviz vermiştir, Türkiye de Güney Akım'ı onaylayarak taviz vermiştir şeklinde nitelendirmiştir!

Türkiye'nin, şiddetle karşı çıkmasının ardından Güney Akım'ı onaylaması meselesinde racih olanın başka bir hususun olduğudur ki oda şudur; bu, Türkiye'nin, Amerika'nın NATO adı altındaki talebine icabet ederek kendi topraklarında Füze Kalkanı Radarlarının kurulmasını onaylamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla mesele, aşağıdaki şekildedir:

2011 sonbaharında yeni bir mesele gündeme gelmiştir. Buda; Amerika'nın inşa etmeyi planladığı Amerikan Füze Kalkanı konusudur ki bu kalkanın bir parçası da dev radarların kurulmasıdır ...

Amerika başlangıçta bunu, bazı Doğu Avrupa ülkelerinde kurmayı düşünmüştü. Ancak Obama geldiğinde bunun, NATO adı altında Türkiye'de kurulmasını düşünmeye başlamıştır ki zaten Türkiye'de NATO'nun bir parçasıdır. Bu radarlar, binlerce kilometre uzaklıktan Güneydoğu yönünün denetimini sağlayacaktır. Nitekim Türkiye 01.09.2011'de, NATO'nun Avrupa'ya konuşlandırma niyetinde olduğu Füze "Kalkanı" çerçevesinde kendi topraklarında erken uyarı radarlarının kurulmasını onayladığını açıklamıştır.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, bundan saatler önce bir bildirim yayınlayarak şöyle demiştir: "Ülkemizde, Amerika Birleşik Devletleri'nin NATO'ya tahsis ettiği erken uyarı radar sisteminin konuşlandırılması kararlaştırılmıştır. Türkiye, bu unsura ev sahipliği yapacak, NATO'nun yeni stratejik konsepti çerçevesinde geliştirdiği savunma sistemi ülkemize katkı sağlayacak ve NATO savunma yeteneği ile ulusal savunma sistemimizi geliştirecektir."

Türk Anadolu Ajansı; Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünden radarların yerinin, yaklaşık 400 mil uzaklıkta olan, yani başkent Ankara'nın Güney Doğusu'na yaklaşık 650 km uzaklıkta olan "Malatya" şehrinde bulunduğunu aktarmış ve radarların, Türk-Amerikan askerleri aracılığıyla idare edileceğine dikkat çekmiştir.

Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nde tasarlanan Füze Kalkanı Sistemi'ne ait merkezlere ev sahipliği yapmayı onayladığını gösteren beş Avrupa devletlerinden biri sayılır. Zira Portekiz, Polonya, Romanya ve İspanya'dan her biri, bu sitemin parçalarının kendi topraklarında kurulmasını memnuniyetle karşılamışlardır.

Türkiye'deki radarların düşman füzelerini gözetleyecek olmasının yanı sıra Romaya ve Polonya'da durdurucu füzeler bulunurken operasyonun merkezi Almanya olup İspanya'nın Rota şehrinde ise savunma kapasitesine sahip dört balistik füze bulunmaktadır.

Türkiye'nin radarların konuşlandırılmasını onaylamasını haklı çıkarmak için Gül, Türkiye'nin bunu onaylamasına müteakiben bir televizyon röportajında şöyle demiştir: "NATO, bu savunma sistemini benimsemiş olup bunu, üye devletlerden birçoğunda konuşlandırma kararı almıştır ve Türkiye'de NATO'nun bir üyesi olması itibarıyla bunu kabul etmiştir. Radar sistemlerinin ülke topraklarına konuşlanması, NATO sözleşmesinde karara bağlanmış yükümlülükler gereğince olmaktadır." Ve Gül şunu eklemiştir: "Birkaç ay önce ülkenin Doğusuna konuşlanan radar sistemi, NATO ülkelerini tehdit eden balistik füze tehlikelerine karşı NATO'nun savunma görevini yerine getirme kapsamında gerçekleşmiştir."

Ancak Türkiye'nin onayı, kendisini Rusya ile karşı karşıya getirmiştir. Bu nedenle Putin, Türkiye'nin onayının ardından yaptığı bir konuşmasında şöyle demiştir: "Rusya, Batı tehditlerine, özellikle de Avrupa'nın Doğusu'nda ve Türkiye'nin Güneyi'nde konuşlanan Füze kalkanına karşı koymak için sonuna kadar güçlü bir şekilde silahlanacaktır."

Dördüncüsü: Hakeza Rusya ile Türkiye arasındaki hususlar gerginleşmiş ve Rus yetkililerinin Türkiye'nin onayına yönelik açıklamaları aralıksız devam etmiştir:

- Türkiye'nin 01.09.2011'de, radarları onayladığını açıklamasın ardından Türkiye'de radarların kurulmasını yorumlayan Moskova merkezli "Stratejik Değerlendirme ve Araştırma Merkezi'nde" araştırmacı olan Nikolai Savkin, şöyle demiştir: "Türkiye'ye radarların kurulması da dahil kalkanların konuşlandırılmasına dönük yeni proje, özellikle birçok Rus askeri üslerinin (konuşlandırıldığı) Karadeniz ve Kafkaslar olmak üzere Rusya'nın Güneyi'nin tamamını kapsamakta olup NATO hakimiyeti altında olacaktır."

- [Kaynak: Almanya-El-Cezira / 10.10.2011]

"Diğer yandan Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, hükümetinin bu sistemin konuşlandırılmasına muhalif olan tutumunu yenileyerek, fiili olarak kurulması durumunda Moskova'nın hızlı bir misilleme reaksiyonunun olacağını bildirmiş ve NATO planıyla hedeflenen ve silahları etkilenebilecek olan tek ülkenin de Rusya olduğunu söylemiştir. Avusturya menşeli Profil Dergisi ile yaptı röportajda ise şöyle bir eklemede bulunmuştur: Bizlere, sistemin bize karşı olmadığı söyleniyor. Ancak [NATO ülkeleri], resmî bağlılık anlaşmasıyla ilgili taahhütte bulunmayı reddediyor. O halde bizler de çok büyük bir çaba harcamaksızın intikam alabilir yada yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalabiliriz."

- [Kaynak: Euro Haberler / 23.11.2011]

Rusya Devlet Balkanı Dimitri Medvedev de şöyle demiştir: "Rusya'nın çıkarlarına aykırı olarak gelişen durumların devam etmesi halinde silahların sınırlandırılması kararlarının uygulanmasını sürdürmeyi durdurma hakkımızı saklı tutmaktayız. Ve Amerika'nın Avrupa'daki anti-füze savunma tesislerini imha edebilecek şekilde Rusya'nın Batısı ile Doğusuna gelişmiş saldırı füzeleri kurulabileceği tehdidinde bulunmuştur."

- [Kaynak: BBC / 29.11.2011]

Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa'da bir füze kalkanı kurmasına dönük planına yanıt olarak Rusya, Batı sınırlarına yönelik füze saldırısına karşı erken uyarı radar sistemini etkinleştirmiştir.

Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, Avrupa Birliği sınırındaki Kaliningrad radar ünitesine yaptığı ziyareti sırasında, sistemin etkinleştirilmesi ve söz konusu birimin Voronezh-M modeli radar ünitesiyle donatılmasıyla ilgili talimatlar vermiştir.

Ayrıca Medvedev, Amerika füze kalkanı kurmada ileriye giderse Rusya'nın, Avrupa Birliği sınırı yakınlarına füzeler yerleştirebileceği uyarısında bulunmuştur.

İnterfax Rus Haber Ajansı, şu sözleri Medvedev'e atfetmiştir: "Şayet bu adımlarımızı göz ardı ederseniz, sert karşı önlemlerin benimsenmesi ve vurucu güçlerin konuşlandırılması da dahil başka savunma araçları kuracağız. "

Medvedev, "İskender" füzelerinin konuşlandırılması hakkında da konuşmuştur ki bu, mobil "karadan-karaya sükut" füzelerinin geliştirilmiş bir versiyonudur.

- "Rusya el-Yevm", 29 Kasım 2011'de Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'den şunu aktarmıştır: "Füze saldırıları erken uyarı" radar sisteminin çalıştırma düğmesini zorlayabilir." Ayrıca radarların, Batı'ya karşı yöneltilmeyeceğini ancak onun, Avrupa'da füze savunma sisteminin konuşlandırılmasına bir yanıt olarak benzer önlemler sistemine girdiğini açıklamıştır.

- [Kaynak: El-Cezira Ajanslardan nakletmiştir / 07.12.2011]

Rusya Genelkurmay Başkanı 07.12.2011'de şöyle demiştir: Avrupa'da füze kalkanı kurma planları, ülkemize savunmasını güçlendirmekten başka bir seçenek bırakmamaktadır. Moskova, nükleer silahlanma yarışı istememektedir.

Nikolai Makarov, Avrupa'da bir füze kalkanı kurulması fikri, Rusya'nın NATO ile olan ilişkilerini -tehlikeli ve hızlı bir şekilde- kötüleştirebilir demiştir.

Diğer yandan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 07.12.2011'de Litvanya'nın başkenti Vilnius'de, NATO'nun Moskova'ya yazılı garantiler vermesini ve Avrupa'daki füze kalkanının Rusya için bir tehdit oluşturmadığını teyit etmesini önermiştir.

Bu açıklama, NATO üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanları'nın 07-08.12.2011'de Brüksel'de yaptıkları bir toplantı sırasnda Rusya ile olan "işleri sakinleştirmeye" çalıştıkları bir sırada gelmiştir.

Diplomatik kaynaklar, NATO üyelerinin, yeniden anti-füze savunma projesinin devam edeceğini ve bunun Rusya'ya karşı olmadığını vurgulayacaklarına dikkat çekmişlerdir.

İlgili kapsamda Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, özellikle Avrupa'daki NATO anti-füze kalkanı hakkında Moskova'nın tutumunu ele almak üzere 07.12.2011 akşamı Prag'a bir günlük ziyarette bulunmuştur.

Rusya, ülkenin Batısı'ndaki Kalingerad bölgesinde yeni bil silahlanma sistemi konuşlandırmaya başlamış olup NATO füze kalkanının çalışmasından hemen sonra iki taraf arasında dengeli bir nükleer caydırıcılığı sağlamak için çaba harcamaktadır.

- [Kaynak: İtar Tass Haber Ajansı- Yayınlayan: Ruya el-Yevm / 08.12.2011]

Sergey Lavrov 08.12.2011 Perşembe günü, Rusya-NATO toplantısının ardından şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Rusya'nın, Amerikan füze kalkanı siteminin kendi topraklarından bir parçasını kapmasına izin vermesi imkansızdır. Zaten füze kalkanı çerçevesinde Türkiye'de konuşlanacak olan yeni radarların Rusya'nın büyük bir bölümünü gözetleyeceği de bilinmektedir. Rusya, kendi kapasitesine bağlı olarak güvenliğini garanti almayı planlamaktadır."

Beşincisi: Ancak Türkiye'nin radarların kurulmasının onaylamasının akabinde Rusya ile Türkiye arasında oluşan kriz, geçen yılın son günlerinde, özellikle de Türkiye'nin 28.12.2011'de Güney Akım projesini onaylamasıyla hafiflemiştir. Zira ardı ardına radarlara ve füze kalkanına karşı hafifletici açıklamalar gelmeye başlamıştır:

- Nitekim 2012 şubat ayının başlarında, el-Cezira'nın Reuters'den aktardığı üzere Avrupa-Atlantik Güvenlik Komitesi bir öneri açıklamış ve öneride, Amerika Birleşik Devletleri, NATO ülkeri ve Rusya'nın, Kuzey Kutbu konusu, enerji konuları ve bölgesel çatışmaların yanı sıra füze savunması konusuyla ilgili işbirliği içerisinde olmaları gerektiğini vurgulamıştır.

Avrupa-Atlantik Güvenlik Komitesi tarafından varılan yeni öneri metninde ise Amerika, NATO ve Rusya'nın, füze saldırılarıyla ilgili olarak radar ve uydu verilerini paylaşabileceği geçmektedir. Dolayısıyla her bir taraf, bir diğerine her türlü saldırı hakkında daha fazla ve tam bir görüntü sağlayacak, ancak her bir taraf kendisini tehdit eden her hangi bir füzenin düşmesindan sorumlu olacak ve kendi anti-füzesi (füzesavar) üzerinde egemenlik, komuta ve kontrol sahibi olacaktır.

- [Kaynak: Rusya el-Yevm: "İtar Tass" Haber Ajansı Rus haberlerinden aktarmıştır. / 29.02.2012]

"Diğer taraftan Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ryabkov, NATO ile ilişkilerin kötü olduğunu söylemenin imkansız olduğuna dikkat çekmiş ve şöyle demiştir: ""Şu anda askerî operasyon alanlarında füze kalkanı tatbikatları yapmak için hazırlanıyoruz." Ve Şöyle bir eklemede bulunmuştur: "Yakın bir zamanda bununla ilgili yeni haberler almayı umuyoruz." Ayrıca Rusya'nın, Mayıs ayında Chicago'da yapılması planlanan NATO zirvesini katılma kararını incelediğini de söyleyerek gitmiştir."

- [Kaynak: Rusya el-Yevm / 07.03.2012]

Rusya Savunma Bakanı Anatoly Serdyukov, Savunma Bakanlığının Mayıs ayının başlarında Moskova'da füze savunma sistemi hakkında uluslararası bir konferans düzenleyeceğini ve katılmaları için ilgili devletlerin tamamının davet edileceğini söylemiştir. Bu açıklama ise 07. Mart günü Moskova'da, Ukraynalı meslektaşı Dmitry Solomattin ile olan görüşmesinin akabinde gelmiştir.

Onun söylediğine göre konferansa, "ilgili devletlerin tüm" temsilcileri ile aynı şekilde çeşitli sivil toplum kuruluşlarından bu alanda uzman olanlar davet edilecektir.

Rusya Savunma Bakanlığı'nın verilerine göre konferans, bu yılın Mayıs ayının 3-4 günleri arasına denk gelen bir dönemde yapılacak ve konferansın başlığı, "Füze Kalkanı Faktörü ve Yeni Bir Güvenlik Alanının Oluşturulması" olacaktır.

- [Kaynak: El-Cezira-Ajanslardan / 10.03.2012]

"Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, Devlet Başkanı Obama ile seçilen Devlet Başkanı Putin'in, yaptıkları telefon görüşmesinde, önümüzdeki yıllarda yeniden başarılı ilişkiler kurmak için çalışmanın zarureti üzerinde anlaştıkları söylenmiştir."

Açıklamada, iki liderin füze kalkanı da dahil iki ülke arasında bulunan farklı alanlardaki tartışmalara devam etme kararı aldıkları da eklenmiştir.

Diğer taraftan Putin'in yardımcılarında biri Rus haber ajansı RIA Novosti'ye, Obama'nın Putin'e, kendisiyle yakından çalışmaya hazır olduğunu bildirdiğini söylemiştir.

Altıncısı: Hakeza Rusya'nın, Türkiye'de radarların kurulmasına yönelik saldırı lehçesi hafiflediği gibi dahası füze kalkanına dönük sıcak çatışmalar çerçevesindeki lehçesi de hafiflemiş ve dikkatler, görüşmelerle, konferanslarla, dahası birlikte bazı tatbikatlara katılarak bu meselenin sessiz sedasız çözülmesi için Rusya ile NATO arasındaki görüşmelere çekilir hale gelmiştir.

Binaenalayh Türkiye'nin Güney Akım projesini onaylamasında racih olan, Rusya'nın, NATO'nun kurduğu füze kalkanı kapsamındaki radarların kurulmasına karşı çıkmaması için Rusya ile yarı bir anlaşmanın olduğudur.

Yedincisi: Kayda değerdir ki radarlar, Türk ordusu gözetiminde ve liderliğinde olsa dahi Türkiye hükümetinin radarların kurulmasına dönük ortaya koyduğu gerekçelerin hiçbir dayanağı olmadığı gibi bu doğru bir iş olsa da bunun, NATO ile veya bundan daha ziyade Amerika ile hiçbir ilgisi yoktur. Zira Müslümanların güvenliğinin korunması ve onların savunulması için hazırlıkların yapılması İslam'da talep edilen bir husustur. وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvetten hazırlayın" [el-Enfâl 60] Ancak mesele bu şekilde değildir. Zira esasında proje, bir Amerikan düşüncesi olup sonra NATO'nun bir üyesi olması itibarıyla projeyi onaylaması için Türkiye'ye şekli bir gerekçe oluşturmak amacıyla bu projeye NATO kılıfını giydirmiştir. Dolayısıyla bu projeden maksat, Avrupa, Amerika ve bu ikisini takip eden sömürgeci kafirlerin güvenliğini korumaktır...

Radarların, birinci derecede Amerika'nın çıkarları için kurulduğunu teyit eden şey, Avrupa'daki Amerikan Kuvvetleri ve Yedinci Ordu Komutanı Mark Hertheling'in yaptığı açıklamalardır. Zira o, 27.02.2012'de bu konu hakkında yaptığı ilk açıklamasında, Amerikalı askerlerin ve askerî uzmanların Malatya'daki radar istasyonuna yerleştiklerini söylemiştir. Ve Karadağ'ın başkenti Podgorica'da şöyle demiştir: "Askerlerimiz, Türkiye'nin Güneyinde bulunan radar istasyonuna yerleşmişlerdir." Ve şunu da eklemiştir: "Biz sadece arazi ile ilgili üniteleri araştırıyoruz. Ancak Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleriyle koordinasyon da mevcuttur. Ve biz, bunun için planlananlara uygun bir şekilde ilerliyoruz."

Açıktır ki radar istasyonlarındaki gerçek egemenlik, Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleri'ne aittir. Bu da sömürgeci kafirleri, Müslüman ülkelerin üzerinde egemenlik sahibi kılmaktadır. Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur: وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141] Yani Türkiye'nin NATO'ya ortaklığı, eşit bir ortaklık değildir. Bilakis bunun vakıası, tabi olan ile tabi olunanın vakıasından ibarettir... Ancak gerçek bir ortaklık olsa dahi bu, İslam'da caiz değildir. Çünkü kafirlerle yardımlaşmak haram olup büyük bir günahtır. Ebu Davud'un, müminlerin annesi Aişe [Radıyallahu Anhe]'den tahriç ettiğine göre Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

إِنَّا لا نَسْتَعِينُ بِمُشْرِكٍ "Biz, bir müşrikle yardımlaşmayız."

Aynı şekilde en-Nesai, Enes İbn-u Malik'ten tahriç ettiği hadiste Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ "Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayınız."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Kurucu Anayasanın..." %50'si Parlamentodan %50'si de Dışarıdan Olması Askerî Konseyin Mısır Halkına Dönük Bir Aldatması Olup "İslamcı Parlamento" İçinse Siyasî Bir İntihardır

Halk Meclisi ve Şura Konseyi, konferans salonundaki ortak bir toplantıda % 50'si parlamento içinden %50'si de genel şahsiyetler ile kurum ve kuruluşlar gibi parlamento dışından olmak üzere anayasanın formüle edilmesini üstlenecek olan kurucu komitenin oluşturulması için oylamada bulunmuştur.

Nitekim "İslamcı Parlamento", tamamen Allah [Subhânehu ve Te'âla] dışındaki Askerî Konseyi, Amerika'yı ve Yahudileri hoşnut etmeye boyun eğdirilmişlerdir. Böylece onlar, kendilerini sadece atılan İslamî sloganlardan dolayı seçenlerin güvenlerine merhamet kurşununu sıkmış oldular. Çünkü bu parlamenterler, Müslümanlara, gayrimüslimlere, dahası İslamî yada gayri İslamî olsun din umurlarında olmayan laiklere bile "kontenjanın" ayrılacağı bir anayasaya için çağrıda bulunmaktadırlar!

Böylece Mısır'daki siyasî bir gözlemci, bir taraftan Askerî Konsey ile onun arkasındaki Amerika'nın ayaklanmayı sarmalamasının geçici olarak sona erdiğini gözlemlerken diğer taraftan da "İslamcı Parlamentonun" siyasî intiharını gözlemleyecektir. Çünkü onlar, Mısır'ın bir İslam beldesi olduğunu dikkate almaksızın çeşitli bileşenlerden oluşan görüşlerin paylaşıldığı bir anayasayı empoze etmektedirler. Bu ise şeran caiz değildir. Çünkü hayatın bütün işlerinde, İslam akidesinden kaynaklanan kamil İslamî bir anayasandan başkasıyla hükmedilecektir.

Nitekim bu ülke, asırlarca İslam ile yönetilmiştir. Dolayısıyla ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun bütün oluşumlar, adil, güven ve güvenlik içerisinde yaşamışlar ve adaletin gözetilmesinde Müslüman ile gayrimüslim arasında hiçbir fark olmamıştır. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] de Kıptilerle ilgili hayır ve onlar için akrabalık bağı tavsiyesinde bulunmuştur. Ayrıca Halifelerin, sözleşmeleri üzerinde olanları korudukları ve Müslümanlar ile Kıptiler arasında her hangi bir sorunun çıkmadığı da İslam tarihinde meşhur olan bir husustur. Ancak Mısır'da, İslam'ın hükmü sona erip İslamî anayasa kaldırılarak onun yerine ona yabancı ellerle beşerî anayasa konulunca ne Müslümanların nede gayrimüslimlerin hayrı istenmiştir. Dolayısıyla "azınlıklar" olarak adlandırdıkları sorunları tahrik etmişler, işler keşmekeşleşmiş ve Müslümanlar ve gayrimüslimler için hayat çekilmez olmuştur.

Bu iş uzamayacaktır. Zira tüm güvenlerini ve umutlarını Allah'a bağlayan Mısır halkı, artık kendilerine karşı kurulan komploları hızla ifşa etmektedir. Çünkü onlar, adalet, ekonomi, öğretim, dış ve iç siyaset, ticaret, sanayi ve benzerleri gibi her düzeydeki işlerinin gözetilmesi hususunda bir değişim görememektedirler. Bundan dolayı kendileri için, sadece Hizb-ut Tahrir'in davet ettiği ve ortaya çıkarmak için çalıştığı İslamî Hilafet Devleti gölgesinde İslam akidesinden kaynaklanan İslamî bir anayasa sayesindeki köklü değişim yoluyla adalet ve onurlu bir yaşam gerçekleşinceye kadar ayaklanmayı sürdürmeye devam edeceklerdir.

Bekleyeni için yarın çok yakın değil midir?

إِنَّ ٱللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ "Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir." [Talak 3]

Devamını oku...

Suriye'deki Hizb-ut Tahrir'den; Suriye Halkına, Alimlerine, Kuvvet Ehline ve Tüm İslam Ümmetine Sıcak Bir Çağrı

  • Kategori Hizb
  •   |  

15.03.2012 Cuma günkü şafağın doğmasıyla birlikte mübarek Suriye ayaklanması ikinci yılına girmiş oldu. Nitekim geçen sene, kelimenin tam anlamıyla trajik bir yıl olmuştur. Zira bu yıl içerisinde günahkar Suriye rejimi, korkunç cürümler işlemiş ve mümin Suriye halkının ilk düşmanı olduğunu kanıtlamıştır. Buna mukabil bu halk da; imanının canlı olduğunu kanıtlamış, sabır ve sebatta en güzel örnekliği göstermiş, bu rejimi değiştirmeye ve onu tarihin çöplüğüne atmaya yönelik fedakarlıklara ve kararlılıkları da tahammül etmiş ve mübarek topraklarını tertemiz kanlarıyla sulamıştır. Tüm bunları ise halk, Şam tagutunun, pervasızca cürümler işleyen güvenlik sisteminin, onunla birlikte olan tüm güvenlik hayaletleriyle hortlak medyasının ve zalimi koruyan ve mazluma acı çektiren uluslararası beşerî yasanın baskılarına karşı olan korkusunu azim bir iradeyle ayakları altında çiğnemesinin ardından gerçekleştirmiştir.

Fedakarlıklara tahammül etmek için olan bu büyük gücü, Suriye halkının rejimi değiştirmeye dönük ısrarını, rejimin boyun eğdirme girişimlerine "Biz Allah'tan Başkasının Önünde Eğilmeyiz" çığlıklarıyla karşılık vermeyi, laikliğe meylettirme girişimlerine "Bu Allah İçindir... Bu Allah İçindir" sözleriyle cevap vermeyi ve muhalif ordu taburlarını sahabenin isimleriyle adlandırmayı ortaya çıkaran şey sadece Allahuteala'ya olan imandır. Böylece Suriye'nin içindeki ve dışındaki Müslümanlar, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in, عُقْرُ دَارِ الإِسْلامِ بِالشَّامِ "İslam Dârı'nın merkezi Şam olacaktır." hadisinin kokusunu almaya başlar hale gelmişlerdir. Ayrıca bu müjde, Müslümanlar için bir hayır olurken içerideki ayaklanmanın, kendi çıkarı için bir sonraki aşamaya liderlik edebilecek popülerliğe sahip olamayan laik dış muhalefetin aksine kendilerine egemen olup İslam'a yöneldiğini fark eden Batı içinse kötü bir uyarı ve korku kaynağı olmuştur.

Suriye'deki Hizb-ut Tahrir Olarak Bizler Allah'tan, Dinleyen Kulaklara ve Bilinçli Kalplere Ulaştırmasını Temenni Ederek Sıcak Bir Çağrıda Bulunmaktan Mutluluk Duyarız:

Mübarek Suriye'deki Halkımıza Bir Çağrı:

İmanınızla, sabrınızla ve fedakarlıklarınızla sizler, kırk küsur yıldır üzerinize sefil Suriye rejimini uygulayan adamların bütün korku, korkaklık ve baskı çemberlerini kırdınız ve insanlar, imanın olup nifakın olmadığı ve nifakın olup imanın olmadığı iki kamp haline gelinceye kadar bütün münafıkları ve ajanları ifşa ettiniz. Bir yıl içerisinde, tüm ümmetin Hilafet Devleti ve parıldayan tarihinin geri dönmesiyle ilgili umudunu yeşerttiniz...  Yaptıklarınızdan dolayı sizleri tebrik etiğimiz gibi Allah'ın muhlis kullarını kutladığı bütün her şeyle tebrik edildiniz. Hizb-ut Tahrir olarak bizler sizlere, ayaklanmanızın esasını sadece hanif İslam'ı kılmanızı vurgularız ki böylece ayaklanmanız, hem akidenizden kaynaklanmış hem de facir laiklik yada kafir demokratik bir temele değil de akidenizin temeline dayalı olmuş olsun. Zira sizin elbiseniz, kafir demokrasi olmayıp bilakis sadece İslam'dır. Bundan dolayı muhlis bir şekilde sizleri, ayaklanmanızda Hilafet'i kurmaktan başka bir hedef belirlememeye, ayaklanmaları çalınan, şehitlerinin kanları satılan ve ayaklanmaları başka bir ayaklanmaya muhtaç olan Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'deki kardeşlerinizin içine düşmüş olduğu duruma düşmekten sakınmaya çağırıyoruz.

Suriye'deki halkımızdan daha henüz Şam tagutuna karşı harekete geçmemiş olanlara da deriz ki; daha nereye kadar bekleyeceksiniz ki?! Yoksa dininizin aşağılanmasını, camilerin bombalanmasını, namazların engellenmesini, cumaların askıya alınmasını ve Mushafların parçalanmasını kabul mü edeceksiniz?! Allah aşkına dininizden, bacılarınızın namusundan, akrabalarınızın katledilmesinden ve din kardeşlerinizden dolayı ayaklanmayacaksınız da başka ne için ayaklanacaksınız?! Zira sizler, sadece dininizin ve diğer bölgelerde ayaklanan halkınızın tarafını tutsanız bile bu mücrim rejim ayak bastığı hiçbir yerde barınamayacaktır. Dolayısıyla bu, yerine getirmeniz gerek şerî bir vacip olup bu hususta tercih hakkınız da yoktur. Aksi taktirde Allahu Subhânehu, dinini ve ümmetini yüz üstü bırakını yüz üstü bırakacaktır.

Suriye Alimlerine Bir Çağrı:

Allahu Subhânehu sizden, insanlara hakkı açıklamanız ve onu gizlememeniz için söz almıştır. Dolayısıyla Suriye'de açıklamanız gereken ilk şey, kafir rejimin yıkılıp onun yerine Allah'ın hükmünün ikame edilmesinin vacip olduğudur. Zira camilerden ve Cuma namazlarından sonraki gösterilerin başlamasıyla sizlerin sorumluluğu daha da artmıştır. O halde insanların gerçek liderleri olunuz ve değişimde Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in metoduna bağlanınız -ki sizler, buna daha layıksınız-, demokrasi, laiklik ve sivil devlete çağıran, yabancı müdahaleyi talep eden, Uluslararası Güvenlik Konseyi'ndeki ümmetin düşmanlarından çözümler dilenen zararlı çağrılardan insanları sakındırınız. Zira bu çağrılar, bir fitne olup bunun sadık imandan başka çözümü de yoktur. Nitekim Ahmed'in rivayet ettiği bir hadis de Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bunu bize haber vermiştir: أَلاَ وَإِنَّ الإِيمَانَ حِينَ تَقَعُ الْفِتَنُ بِالشَّامِ "Dikkat edin! Fitne koptuğu zaman iman Şam'dadır." O halde bu fitne ile onu ortaya çıkaranları ifşa etme ve onun içindeki hak imanı açıklama sorumluluğunu alimlerden başka kim taşıyabilir?

Suriye Ordusu İçerisindeki Muhlis Müslüman Güç Ehline Bir Çağrı:

Artık yönetim çetelerinin, nefislerinizdeki asıl madenden ayrı oldukları ortaya çıkmıştır. Zira rejimin, halkınızı katletmekle ilgili emirlerine karşı çıkmanızın yanı sıra taburunuzun ismini, sahabe-i kiramın isimleriyle adlandırmanız da Allah'ı, resulünü, onun sahabesini ve azim İslam dinini sevdiğinizin bir kanıtı olmuştur. Bizler, Batılı devletler ile onların bölgedeki araçlarının kurnazlık halakalarının sizlere kadar genişlediğini görmekteyiz. Bu nedenle İslam düşmanları tarafından silahlandırılmanız meselesi hakkında sizleri uyarıyoruz. Zira bu, dininiz ve ideolojiniz için bir pazarlıktan ibarettir. O halde Allah'ın düşmanları ile onların ülkelerinde ve Büyükelçiliklerinde aylak aylak dolaşan şüpheli laik dış muhalefetten olanlara karşı uyanık olunuz ve liderliğinizi onlardan herhangi birine vermeyiniz. (Ayrılmış yada henüz daha ayrılmamış olan) Suriye ordusu içerisindeki muhlis Müslüman güç ehlinden olanların hepsi iyi bilsinler ki şerî bir vacip olarak yapmaları gereken, güçlerini Suriye ordusu içerisinde gerçekten Hilafet'i kurmak için çalışan subayların güçleriyle birleştirmeleridir. Zira bu, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in ashabının yaptığı aynı vaciptir ki buda; şuan Şam'daki mevcut tagut yöneticilerin devrilmesi ve yönetimin de kendisini Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek amacıyla Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'i kurmak için hazırlamış olan Hizb-ut Tahrir'e teslim edilmesidir.

Ümmete Bir Çağrı:

Allahu [Subhânehu ve Te'âla] sizlere, hem tek hem de insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olarak hitap ettiği gibi Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] de en alttakilerin verdiği emana bağlı kaldığı, en üsttekilerin de onlara icabet ettiği ve kendileri dışındakilere karşı tek yumruk olan diğer insanların dışında tek bir ümmet olarak hitap etmiştir... İşte sizlere, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in hadisindeki hitaptan bir fasıl:

مَا مِنِ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً عِنْدَ مَوْطِنٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلاَّ خَذَلَهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِى مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنِ امْرِئٍ يَنْصُرُ امْرَأً مُسْلِماً فِى مَوْطِنٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَيُنْتَهَكُ فِيهِ مِنْ حُرْمَتِهِ إِلاَّ نَصَرَهُ اللَّهُ فِى مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ "Mukaddesatının çiğnendiği ve onurunun aşağılandığı bir yerdeki bir Müslümanı yüz üstü bırakan hiçbir kimse yoktur ki Allah Azze ve Celle de o kimseyi, nusret vermekten hoşlandığı bir yerde yüz üstü bırakmış olmasın. Onurunun aşağılandığı ve mukaddesatının çiğnendiği bir yerdeki bir Müslümana yardım eden hiçbir kimse yoktur ki Allah'ta o kimseye, nusret vermekten hoşlandığı bir yerde nusret vermiş olmasın." [Ahmed]

Hizb-ut Tahrir olarak bizler Allah'tan; bu çağrımızı bütün müminlere, insaflı ve kalp sahibi olanlara ulaştırmasını, Suriye halkına bir an önce nusret ve çıkış yolu vermesini, zalimlerin tuzaklarını başlarına geçirmesini, onları kendi yönetimleri içerisinde yok etmesini ve bu krizin sonunda bize, tagutların devrilmesi ve Raşidi Hilafet'in ilan edilmesi sevinçleri olmak üzere iki sevinç yaşatmasını temenni ederiz. Zira Allah, bunun velisi ve buna muktedirdir. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey imân edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız. [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yöneticiler, Afgan Sivilleri Katletmede Amerikalıların Ortağıdırlar

Afganistan'daki Müslümanlar, bir kez daha 11 Mart 2012'de gece saat 02:00 sularında Kandahar vilayetinin güneyindeki Pençvaiya bölgesindeki kardeşleri ve bacılarına yönelik yapılan katliama tanık olmuşlardır. Zira haçlı ordusu, 17 masum Müslümanı merhametsizce katletmiş ve ardın da onları yakmıştır. Bölge halkının ifadelerine göre, vatandaşların evlerine girerek vahşice cürümler işleyen Amerikalı askerler tarafından hazırlanan katliam operasyonu sayesinde hayatlarını kaybeden 17 sivilin arasında kadınlar ve çocuklar da bulunmaktadır.

Özgürleştiriciler ve kurtarıcılar olarak adlandırılan kimselerin işledikleri bu insanlık dışı operasyona tepki olarak bu hain yöneticilerden, yine aynı boş negatif söylemler işittik. Zira yine soruşturma açılması ve komisyonlar oluşturulması çağrısında bulunmuşlar ve operasyonu kınamışlardır. Ancak bizler, geçmişte oluşturulan bu gibi soruşturmaların ve komisyonların sonuçlarını biliyoruz. Zira bunlar, tüm bu cürümlerde Amerikalılar ve müttefikleriyle ortak olan yöneticilerin faciasını vurgulamaktan başka bir şeyle sonuçlanmamaktadır.

Ey Müslümanlar! Afganistan yöneticileri ile Afganistan'daki Müslümanlara dayatılan rejimin, bu gibi operasyonları durdurmayacakları şüphe götürmez bir netlik kazanmıştır. Bu sömürgeci kafirlerin güçlenmelerinin nedeni de demokratik rejim ile katiller ve haydutlarla stratejik anlaşmalar imzalayan hain yöneticilerdir. Dolayısıyla bunların, ne masum Müslümanların canlarına nede bünyelerindeki NATO üslerinin birindeki işgalci askerler tarafından birkaç hafta önce Mushafları yakılan Kur'an'a herhangi bir saygıları vardır.

Sunday Telegraph'ın Afganistan'daki İngiltere Büyükelçisi William Patey ile yaptığı Afganistan'ın bütün barış ve gelişim çağrılarından uzaklaştığıyla ilgili en son röportajda şöyle demiştir: "Afganistan'da birkaç yıl içerisinde kaos olacaktır..."

Ey Müslümanlar! Artık bu kapitalist demokratik rejimle birlikte İslam ümmetine karşı işgalci kuvvetlerin ilk savunma hattını temsil eden hain yöneticileri kaldırıp atmanın ve onun yerini, bu asil ümmetin kanlarını, onurunu, değerlerini, servetlerini, birliğini ve tüm bunlarında ötesinde akidesini koruyacak olan İslamî Hilafet ile değiştirmenin zamanı gelmiştir.

وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ "Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." [el-Bakara 217]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Ülkede Amerikan Özel Kuvvetlerinin Varlığına Karşı Protesto Mitingleri Düzenlemiştir

Hizb-ut Tahrir, ülkenin çeşitli büyük şehirlerinde Cuma namazı sonrası cami çıkışında protesto gösterileri düzenlemiştir. Nitekim protesto, ülkede Amerikan özel kuvvetlerinin varlığına karşı düzenlenmiş olup mitinglerdeki konuşmacılar şöyle demişlerdir: Hasina'nın, Amerikan özel kuvvetlerinin Bangladeş'teki varlığına izin vermesi kendisini ülkenin öncelikli suçlusu yapmakla birlikte İslam'a karşı savaşta Amerika ile olan işbirliği iğrençliğine yeni bir boyut daha eklemiştir. Dolayısıyla dünyanın ilk teröristi, ellerinden Müslüman subayların kanları damlayan ve bu ülkedeki Müslümanları kaçırıp katledebilsin diye ellerinden dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların kanları damlayan Amerikan askerlerinin ülkedeki varlığına gizlice izin veren Şeyha Hasina'dır. Amerikan özel kuvvetleri hakkında tam olarak bilinenin bu olmakla birlikte onların görevlerinin doğası da budur. Zira onlar, dünyanın dört bir tarafında şiddetli terörist eylemlerinin yürütülmesinde uzmanlaşmışlardır. Nitekim Raymond Davis ile diğer Amerikan unsurlarının Pakistan'daki Müslümanlara karşı işledikleri cürümlerin örnekleri bize çok uzak değildir. O halde Hasina, hükümetin yerel genç suçlulardan dolayı insanların evlerindeki güvenliğini sağlayamadığını söylerken neden onların burada çalışmasına izin vermektedir ki? Halkı, bu küresel terörist zihinlerden nasıl korumayı planlıyor acaba?!

Ayrıca ülkenin yada ordunun bundan ne çıkarı olacak ki? Kesinlikle hiçbir şey! Yoksa Hasina, bunu insanlardan niye gizlesin ki? Ancak Amerikalıların, gerçekleşmesini hedefledikleri çıkarları olduğundan bunu halklarına açıklamaktadırlar. Zira onların hedefleri, Amiralin açıklamasından da açığa çıkmaktadır. Zira onlar, orduları sözde terörizmle mücadele etmek için hazırlamaktadırlar. Dolayısıyla bunun, Amerika'nın nezdinde tek bir anlamı vardır ki o da; Müslüman bir ordunun Müslüman kardeşlerini kaçırmaya ve katletmeye dönük İslam'a karşı olan bir savaşa katılması için Hasina'yı zorlamaktır. Amerika, Pakistan'da yaptıklarının aynısını yapmaya çalışmaktadır. Zira o, bu savaşa katılmaya karşı çıkan subayları ya kaçıracak ya tutuklayacak yada katledecektir. Bizlere düşense bu katliama kanıt olarak 2009 yılındaki Sınır Muhafızları Subaylarının katledilmesini, askerî kurumda devam eden "temizleme" operasyonunu ve Pakistan'daki 24 askerî personelin NATO güçleri tarafından katledilmesini hatırlatmaktır.

ABD Pasifik Güçleri Komutanı Amiral Robert Willard şöyle demiştir: "Güney Asya bölgesi, Amerika Birleşik Devletleri için büyük stratejik bir öneme sahip olmasının yanı sıra bölge ülkeleriyle olan güvenlik ortaklığı ise ABD Pasifik güçleri liderliğinin misyonu için yaşamsaldır." Basit bir dille bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgede Hilafet Devleti'nin geri dönmesi engellemeyi ve Çin'i kuşatmayı tasarladığına işaret etmektedir. Dolayısıyla Amerika'yı Bangladeş'e tam olarak egemen olmak için çalışmaya iten şey de işte budur. Nitekim konuşmacılar insanlara, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın şu kavlini de hatırlatmışlardır:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Ayrıca konuşmacılar, insanları çok geç olmadan uygun önlemler almaya teşvik etmişlerdir. Zira Şeyha Hasina, bir biri ardına, gece ve gündüz hain eylemler işlemektedir. Dolayısıyla insanların yapması gereken, Şeyha Hasina ve mevcut rejime karşı mücadele etmek için sokaklara çıkmaları ve haçlı kuvvetlerini ülkeden kovacak olan Hilafet Devleti'ni kurmalarıdır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER