Pazartesi, 24 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Suriye Ordusu, "Hama Şehri" Cumasında Tercihini, Dininin, Ehlinin ve Halkının Maslahatı İçin Kullanmaya Karar Verdi

"Hama şehrindeki" bu cuma, Suriye rejimine karşı start alan halk ayaklanmasının onuncu cumasıdır. Suriye rejiminin yaşanan gelişmeler karşısındaki vahşi davranışları, trajik bir şekilde Suriye rejimi ile halk arasındaki her türlü buluşma noktalarını ortadan kaldırmaya katkıda bulunmaktadır. Öyle ki bu işi, bu rejimin kendisine karşı olan halk protestoları karşısında iki başa dayandığı geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmasına katkıda bulunmuştur. Bu iki baş ise; Beşar ve kardeşi Mahir'dir. Diğer politikacılar, güvenlikçiler ve askerler ise karar alma yetkisine sahip olmayan danışmanlardır. Rejimin ortaya attığı reform iddiaları ile organizatörlerin ısrarcı oldukları bu barışçıl protestolara dönük vahşi yüzünün arasındaki uyumsuz birliktelik bunu açıklamaktadır. Ama rejim, kendisinden halkını katlettiği suçlamasını uzaklaştırmak için insanları öldürenlerin karanlık eller olduğu suçlamasıyla bu protestoların bir dış komplo olduğunda ve sonsuz bir vahşilikle karşı karşıya kaldığında ısrar etmektedir. Dahası Suriye rejiminin sadece iki başa değil üç başa dayandığı da söylenebilir ki bunlar: Beşar, Mahir ve bu protestolara karşı koyma yöntemindeki tüm cürümlerde aynen yaptığını yapmayı alışkanlık edindikleri ölen babaları Hafız'dır.

Bu rejim, halkını muhasara altına aldığı, onu tanklarla bombaladığı, zorla şehirlere girdiği, katlettiği, tutukladığı ve halkına karşı her türlü iğrenç işkenceyi gerçekleştirdiği ve uyguladığı bir sırada hızla reform iddialarını ortaya attı ama Suriye rejiminin terörü, reform iddialarına galip geldi... Halkına karşı olan protesto alanlarını kesmeye ve buraları, tüm dünyanın göreceği ve duyacağı bir şekildeki vahşi bir yöntemle bölge bölge yok etmeye dayalı kurnaz planları ise hızla geri tepti. Allahuteala'nın fazlıyla rejimin bütün uygulamalarına karşı damarlarındaki temiz ve gururlu İslam kanları kaynayan Suriye halkı, tek bir sonuca ulaştı ki o da, ne pahasına olursa olsun bu rejimden kurtulmanın kaçınılmaz olduğudur. Belki de insanların bu rejime karşı nefislerinde beslediği şey, göstericilerin ifade ettiği rejimin devrilmesiyle ilgili taleplerinden daha büyüktür... Nitekim rejimin, geçirdiği bu zor zamanlarda kendisine karşı çalışmaması ve kendi kontrolü altında kalması için insanları orduya karşı kışkırtmak, ordunun kendi yanında yer almasını sağlamak ve orduyu diğer protesto bölgelerine doğru harekete geçirmek amacıyla cürümlerine ortak etme planı hızla geri tepti. Zira rejim, bu plan gereği kendi çıkarı için insanlara dönük kararlaştırdığı tutumunu gerçekleştiremedi. Bilakis bu, kendisine daha da pahalıya patladı, protesto bölgeleri genişledi ve diğer protesto bölgelerine ordu göndermeye güç yetiremez hale geldi. Çünkü bu durum, ordu üzerindeki gücünü zayıflattı ve bu sırada ordu, rejime karşı çıkmayı ve ayaklananlara katılmayı düşünmeye başladı. Ehlini öldürme emirlerine karşı çıkan ordu mensuplarının güvenlik elemanlarını öldürdüğü önce (subayı ve eriyle) ordu, halk, dış dünya önünde tam anlamıyla ifşa olunca rejim, ne yapacağını bilemez hale geldi. Rejimin, bölgeleri muhasara altına almak ve zorla girmek için -temel görevi rejimi korumak olan- Mahir Esad'ın liderlik ettiği dördüncü tümeni harekete geçirmesi, acil durumlarda kullanmak amacıyla yedek olarak tutmak yerine bu tümeni kullanmaya mecbur bırakan acziyetten ve zafiyetten başka bir şey değildir. Görünen o ki acil durum rejimi, göstericilere baskı yapması için bu tümeni kullanmaya sevk etmiştir. Ve görünen o ki rejimin orduya olan güveni o kadar da iyi değildir. Bu güvensizlik rejimi, diğer askerî oluşumlara hakim olmak ve emirlerinin dışına çıkmamalarını garantilemek için tüm askerî bölüklere, hava istihbaratçılarından ve dördüncü tümenden oluşan güvenlik guruplarını yerleştirmeye itmiştir.

Bu rejim, resmen varlığından bu yana orduya hor baktı. Nitekim orduya karşı olan cürümleri insanlara karşı olan cürümlerinden pekte az değildir. Bundan dolayı ordunun, Allah'tan başkasından korkmadan rolünü yerine getirmesi gerekir. Zira Allah'tan başkasından korkan bir ordu, ordu değildir. Aslında o, Allah yolunda cihat etmek, kahramanlık ve şehadet için ortaya çıkarılmış ve hazırlanmıştır. Nitekim aynı olaylar onu, ya dinine, halkına ve ehline yardımcı olmaya yada bu sefil mücrim rejime yardımcı olmaya zorlamaktadır. Bundan dolayı şuanda ordunun sırf sessiz kalması bir cürüm sayılır. Bu rejimin emirlerine göre davranması ise daha büyük bir cürümdür. Evet, dininin maslahatına dönük davranması ve karar alması, ehline kan enjekte etmesi ve onların trajedilerini emniyete alması için şuanda dikkatler orduya çevrilmiştir.

Ey Suriye'deki İnsanlar!

Artık bu rejimin ayıbı, kötülüğü ve tatsız manzarası herkes için ortaya çıkmıştır. Nitekim bu rejim, gelişigüzel vurup kırmaya başladı. Zira kah demir yumrukla zulmediyor kah ulusal diyalogu tezgahlıyor kah şehirleri tanklarla muhasara altına alıyor, bombalıyor, tutukluyor, tutuklulara ağır işkenceler ediyor, ırzları kirletiyor, zorla camilere giriyor ve kutsallarını çiğniyor kah yeni bir yasa çıkararak bu seçim yasası yoluyla ayaklanan halkı sakinleştirmeye çalışıyor... Hatta hiç bir kimse, bu rejimin davranış kurallarını bilemez haline gelmiştir. Ancak bütün herkes rejimin, eski Sovyet dönemi istihbarat kalıntılarıyla nam saldığını ve günlük trajik bir manzara sergileyen bir zihniyetin, on yıllardır güvenlik çözümlerini alışkanlık edinen ve muamelede bulunmak için bunun dışında kural tanımayan bir güvenlik zihniyeti olduğunu bilmektedir... Ancak sebatınız, cesaretiniz ve gerçek değişim üzerindeki ısrarınız, Allah ve resulüne savaş açan ve kullarına işkence eden bu katil rejimin yıkılacağının teminatıdır. Bu bizim size olan sözümüzdür ve bu, rejimin paçasını tutuşturmuş ve onu başarısız olmaya itmiştir. Allah'tan, bu rejimin sonunu getirmesini temenni ediyoruz. Dolayısıyla rejimin baskısından ve ceberutluğundan korkmayan tek bir yumruk gibi üzerinde olduğunuz şekilde kalmaya devam ediniz. Zira Allah, sizlerle beraberdir ve asla amellerinizi eksiltmeyecektir.

Ey Suriye'deki Subaylar!

Hizb-ut Tahrir, sizlere seslenmekte, azimlerinizi bilemekte ve sizleri, halkınız için hayırlı bir kurtarıcı ve dininiz için hayırlı bir yardımcı olmaya teşvik etmektedir. O halde rejimin sizleri, halkınıza, dininize ve babalarımızın ve babalarınızın, analarımızın ve analarınızın, evlatlarımızın ve evlatlarınızın, kadınlarımızın ve kadınlarınızın, kardeşlerimizin ve kardeşlerinizin akan tertemiz kanlarına karşı kullanmasına izin vermeyiniz... Bu rejim, kendisine itaat etmeniz halinde omuzlarınıza dünyada ağır bir yük ve ahiretin günahını yüklemektedir. Allah'a hayır duada bulunun. Zira durumu kurtaracak ve manzarayı değiştirecek olan sizin imanınızdır. Dolayısıyla işlerinizi birleştirin, tek saf olun, bu rejimi kaldırıp atın, yönetimi sadece Allah'ın şeriatını gözetecek olan kimseye teslim edin ve ahir zamandaki İkinci Raşidi Hilafeti kurarak Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in vaadini gerçekleştirin. O halde Allah'ın aslanları olmaya koşun ve bizlere, binlercesinden bir kaçı olan Hamza'yı, Halid'i ve Sa'd'ı hatırlatın. Zira Allah, muttakilerle beraberdir ve izniyle onlara nusret vermiştir. Allahutela şöyle buyurmuştur: إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأََشْهَادُ "Şüphesiz resullerimize ve iman edenlere, hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret veririz." [Mu'min/Ğâfir 51]

O halde istikametiniz bu olsun. Zira şayet şehitler olarak ölürseniz Allah'ın izniyle cennete gideceksiniz. Ve şayet bu dinin geniş mutluluğu içerisinde yaşarsanız hakka ulaştıracak yolu, ancak Allah gösterir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Basın Toplantısına Davet


Suriye halkının ayaklanması hakkında ortaya atılan şek ve şüpheler üzerinde bir değerlendirme yapmak, Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti'nin Suriye halkına yardım etmek amacıyla harekete geçme noktasına ve bu hususta ortaya atılan şüphelere cevap vermek ve önümüzdeki günlerde hizbin bu alanda harekete geçeceğini açıklamak üzere;

 

- Sizleri Medya Bürosu Başkanı Ahmed el-Kasas'ın düzenleyeceği basın toplantısına davet ediyoruz.

- Tarih: 27.05.2001 Cuma / Saat: Öğle Öncesi 11:00

- Yer: Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Merkezi / Trablus-Ebi Samra

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Lübnan'da Askerî Yönetim Uygulamaları Devam Ediyor Güvenlik Birimleri, Fikrî Suçlamada Bulunarak Tutukluyor ve Baskı Yapıyor

Geneli şeri âlimlerden olup kamp sakinleri arasında şereflerine ve doğruluklarına bağlılıklarıyla tanınan Nehr-ul Barid Mülteci Kampındaki bir gurup sima, yaklaşık bir aydan beri Ordu İstihbarat Merkezine çağrılıyor. Bunlar arasında Hizb-ut Tahrir'in üyeleri de var. Bu kişiler, kampa sanki bir tutuklu kampı gibi muamele edilmesini eleştirdikleri bir toplantı yaptıkları için kibir ve gurur dolu bir dile muhatap oldular ve bu durumun bir daha tekerrür edilmemesiyle tehdit edildiler.

Ardından geçen ayın yirmisinde Hizb-ut Tahrir şebabı, Suriye halkına yardım etmek amacıyla Trablus'ta bir gösteriye çağrıda bulundukları sırada istihbarat birimleri, gösteriyi iptal etmesi için hizbe baskı yapmak amacıyla Lübnan toprakları boyunca bir gurup şebabın tutuklanmasıyla eş zamanlı olarak aynı kampta "Cihad Mansur" ve "Bilal Tâha" adındaki hizbin şebabından ikisini tutukladılar. Ardından gösteriden birkaç gün sonra "Cihad Mansur" aynı istihbarat merkezine çağrıldı ve oradaki subaylardan biri ona "hizbin şebabının kampta bir araya geldiklerini ve faaliyette bulunduklarını" bildiğini söyledi! Keza ona, "muhbirlerin enselerinde olduklarını ve hareketlerini gözlemlediklerini" söyledi! Ona ve diğer şebaba toplanmayı, herhangi bir faaliyette bulunmayı ve kamp içerisinde herhangi bir bildiri dağıtmayı bırakmalarını emretmekle birlikte karşı gelmeleri halinde gözaltına almak ve tutuklamakla tehdit etti!

Nakba'nın yıldönümünde yaşanan olaylarıyla ilgili olarak Hizb-ut Tahrir'in "Yahudi Liderler, Ordularına Golan, Marun Ras ve Beyt Hanun'da Bizi Öldürmelerini Emrederlerken..." başlıklı beyanının dağıtılması üzerine dün pazartesi günü istihbarat birimleri, 40 yaşında olan "Cihad Mansur" kardeşimizi tekrar çağırdılar. Kardeşimiz gitti ve bu beyanın yazıldığı saate kadar geri dönmedi. Çünkü istihbarat merkezindeki bir subay, hiçbir suç işlemeyen ve herhangi birine saldırmayan Cihad'ın gözaltına alınmasını emretti! Nasıl bir devlette yaşıyoruz?

Bu ülkede siyasiler yok mu?! Yoksa sorumluluklarını bıraktılar ve insanların başlarına tüm insanlara askerî kışladaymışlar veya tutuklu kampındaymışlar gibi bakan bir avuç subayı mı görevlendirdiler?! Bu subaylara emretme, nehyetme, çağırtma ve hiçbir hukukî ve ahlakî denetim olmaksızın istedikleri masum sivilleri gözaltına alma yetkisini kim veriyor?! İnsanlara yönelik (resmî) baskı, saldırı ve baltacı uygulamalar nedeniyle başlarındaki tagutların peş peşe çöktüğü Arap beldelerindeki askerî sistemlerin şu ana kadar ne hale geldiklerini görmüyorlar mı?! Yoksa: لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler." [el-A'râf 179]

Ey Lübnan Yöneticileri! Mesele ciddi ve akıllı bir kimse kardeşinden ibret alır. Sorumluluğunuzun bilincine varın ve maceraperestlerin ellerini insanların üzerinden çekin. Çünkü zulmün akıbeti vahimdir ve zulüm, kıyamet gününün karanlıklarından bir karanlıktır.

Ey Siyasiler ve İlgili Kanaat Önderleri! Sorumluluk bilincinde olun ve asrı kapanmasına ve sönme zamanı gelmesine rağmen hayatta kalmak için çırpınan uygulamalara karşı seslerinizi yükseltin. Akıllı kimse için tek bir söz yeter. Allahuteala, şöyle buyurmuştur: وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." [Ahzab 58]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا "Her kim bir kişiyi, bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu

İnsanlar dikkatlerini, resmi ve yarı resmi medya organlarının Siliana ilindeki er-Revhiyye olayı hakkındaki verdikleri "Şüphe, Çatışma, Karşılıklı Öldürme, Şüphelilerden Biri Kaçtı" başlıklı habere verdiler. Dikkat çekici olan ise abartılı bir şekilde habere odaklanması ve ilginç yorumların yapılmasıydı. Bu bağlamda aşağıdaki hususları mülahaza ettik:

 

1-Ümmetin evlatları arasındaki her türlü maddî ve şiddet eyleminin tehlikesine dikkat çektik. Çünkü maddî eylemde bulunmak, gereksiz yere haram olan kanı helal kılmak ve savaşacağımız düşmanımız olmamalarına rağmen ordudaki masum evlatlarımızı hedef almaktır. Bilakis onlar, ümmettendirler ve ümmet için vardırlar. Onlara zarar verme ve öldürme yoluyla karşı koymak caiz değildir. Çünkü şiddet, siyasî çalışmanın yanı sıra birçok kesimin takdir etmediği ve istemediği fikrî çalışmayı öldürür. Çünkü aynı şekilde şiddet özellikle de silahlı olanı, yerel ve küresel istihbaratçılar için bir yuvadır. Zira projelerinin tespitini ve hedeflerini gerçekleştirmeyi bu yolla yapmaktadırlar.

2- Bin Ali döneminde Tunus'ta, Cezayir'de ve Mısır'daki istihbaratçıların, insanların canlarını hiçe sayarak her türlü pis eylemleri işlemek üzere yaptıkları skandallar var. Bin Ali'nin idare ettiği, dünyasını üzerine kurduğu ama oturamadığı sahil patlamaları bu eylemlerden biridir. Nitekim düşünmekten ve yazmaktan aciz olanlar, o zaman Bin Ali'nin otoriteye ulaşması da dahil rejimin bu cürüm eylemlerinden beklediği hedefleri için bilerek yada bilmeyerek desteklemek ve tahrik etmek üzere Bin Ali'nin arkasında saf tutmuşlardı.

3- Hikaye, sarsıcı ve çelişkili olup kuşku uyandırmakta ve "gerçeği gizlemek istiyorsan yarım anlat" mantığına dayanmaktadır... Çatışma bilfiil yaşandı. Ancak şüphelilerin şivesi Tunuslu olmadığı denildikten sonra kimlikleri Tunuslu çıktı!! Bu kadar hızlı ve kesin bir şekilde kimlikleri nasıl teşhis edildi..! Hem görgü tanıkları hem de bölgedeki Ulusal Güvenlik Merkezi başkanı kaçan üçüncü bir kişinin olmadığını teyit ettiler... Eğer kaçmışsa bu kişi nasıl teşhis edildi?!! Bunlar tatmin etmeyen çelişkiler olup haberi, incelemeye, kanıtlamaya ve düşünmeye değer kılmaktadır.

4- Neden şerir bir şekilde Tunus'taki ayaklanmayı gözetleyen mücavir devletlerdeki istihbaratların olabileceği varsayımında bulunulmadı? Çünkü onlar, Tunus'taki ayaklanmanın model alınabilecek başarılı bir örnek olmasını istemiyorlar. Bilakis gerçek bir değişime götürmeyen başarısız bir örnek olmasını istiyorlar. Nitekim bu bağlamı destekleyen birçok olay vardır. Şüpheli arabanın Cerbe'de ve silahlı kişilerin Tatavin'de olması bunlardan biridir... Buna ilaveten Cezayir istihbaratı, gırtlaklarına kadar Kaddafi'ye bulaştı ve herkesin ifadesine göre paralı askerlerle onu destekledi!!! İşte bunların hepsi, rejimin içerisindeki bazı kesimlerin gerçek değişimin meydana gelmemesi ve böylece iç ve dış odakların tuzakları, tezgahlanan husus üzerinde birleşmesi istekleriyle örtüşmektedir.

5- Tunus'ta büyük paralar istihdam eden şüpheli odaklar tarafından korkutucu boyuta ulaşan terör eylemleri meydana geldi. İnsanlar korkutuldu, öldürüldü ve yakıldı... Bunların ayaklanmanın düşmanı olduğu söylendi. O halde ne diye medya olarak ortaya çıkarılmadılar ve meseleleri takip edilmedi. Bunlar gerçekte halk düşmanı olup bunlar arasında bunları kontrol eden devrik liderin eşi de vardır! Bu, kuşku uyandıran bir durumdur. İstediğinde korkutmak istediğinde rahatlatmak için halkla pazarlık yapmak üzere güvenlik kozuna sıkı sıkıya sarılan bazı kesimler var.

6- Herkesi özellikle de muhlisleri dürüstlüğe ve doğruluğa çağırıyoruz... Bazı güvenlik kesimlerinin kendilerini bu şekilde kullandırması haramdır. Aslında onlar, insanların canlarının, geçimlerinin ve ırzlarının güvencesidir. Keza bazı medya kesimlerinin, "Büyük Mücahidin" veya "Değişimi Yapanın" dönemdeymişiz gibi çekinmeden veya sorgulamadan körü körüne sürüklenmesi haramdır. Oysa medyanın asıl görevi, hakkı ve hakikati ortaya çıkarmak, sorgulamak ve araştırmaktır. İnsanların özellikle de gençlerin beklentisi bu değildir. Zira artık insanlar, yalan yanlışları ve sunî bir medyayı kabullenmeyecek derecede uyanıklaştılar.

7- Bazı yerel odakların ülkeye saldığı haydutluk boyutuna ulaşan korkuda dış odakların planladığı veya yapmayı planladıkları iki cürüm yatmaktadır: Birincisi: Ülkenin güvenli evlatları arasında ölümü yaymak. İkincisi: Sömürgeci dış odaklara hizmet etmek. Bu da Kavi ve Aziz olan Allah'ın şu kavli gereği şeran suçluların ağır hükümlerle caydırılmasını gerektirir: إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ أَوْ يُنْفَوْا مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah'a ve resulüne karşı harbedenlerin ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası, öldürülmeleri yahut asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut (bulundukları yerden) sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır." [el-Mâide 33] Her şeyden önce daha büyük cürüm ise aşağılık siyasî hesaplar uyarınca insanların güvenliğinin tacirliğini yapmaktır.

 

Binaenaleyh devlet, tüm bu olayların arkasında olanları ortaya çıkarmak ve onları ağır bir şekilde sorgulamakla yükümlüdür. Ümmet artık yalanı, eylemlerin tahrik edilmesini ve kanıtsız olarak insanlara yaftalanmasını kabullenmemektedir. Bilakis hakikatin açık ve net bir şekilde insanlara gösterilmesini istemektedir. Şayet devlet, bunu yapmazsa bizzat bu olayları tahrik etmenin arkasında olmakla veya dış odaklarla işbirliği yapmakla veya bu olayların durmasını istememekle itham olunacaktır. Çünkü devlet, bu olayların kızışmasından ve ateşinin yükselmesinden istifade etmektedir. İşte o zaman yer ve gök sakinlerinin razı olacağı gerçek değişim meydana gelinceye kadar çabalarını sürdürmesi için ümmete davetiye çıkarılmış olur ki böylece ümmet, Allah'ın şu kavlini tecelli ettirmek üzere yeryüzünde fesadın başı olan şımarık elebaşlarının fıskından kurtulmuş olur: وَإِذَا أَرَدْنَا أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُواْ فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا "Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz." [el-İsrâ' 16]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ebiyi'de Yaşananlar, Ebiyi'nin Sudan'ın Keşmir'i Olacağı Sözümüzü Doğrulamaktadır

Sudan Silahlı Kuvvetleri, Ebiyi bölgesinin şu anda bir savaş bölgesi haline geldiğini açıkladı ve Sudan Halk Kurtuluş Ordusunu, dün değil önceki gün kendisine pusu kurmakla ve 22 mensubunu öldürmekle suçladı. 199 kişi de hala kayıp durumda.

Diğer taraftan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, bu olayları yalanladı ve Hareketin Resmi Sözcüsü Wor Majak, bu olayların Ortak Entegre Birimlerine mahsus bir iç mesele olduğunu söyledi. Ayrıca Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, uluslararası toplumdan yedinci bent uyarınca sivilleri korumak için devletlerarası güçlerin konuşlandırılmasının gerekli olduğunu talep etti.

Ebiyi, bölge halkı tarafından giderilen bazı anlaşmazlıklar dışında yüzyıllarca barış, uyum ve orada bulunan kabileler arasındaki akrabalık içerisinde yaşamıştır. Ebiyi bölgesi, Güney Sudan'da dönen çatışma boyunca bu çatışmanın tarafı olmamış ve çatışma dairesine girmemiştir. Ne zaman ki -başta Amerika olmak üzere- sömürgeci kafir Batı, bu bölgenin servet zengini olduğunu öğrendi işte o zaman Amerika, Ebiyi'de kendine kalıcı bir varlık sağlamak için orayı bir çatışma odağı yapmak istedi. Ebiyi'yi İngiltere'nin aynı maksatlarla yaptığı Hindistan ile Pakistan arasındaki Keşmir gibi bir çatışma bölgesi yapmak için habis bir şekilde çalıştı. Zira Amerika, devletin Kuzey ve Güneydeki otoritesinden çıkararak Ebiyi'ye el koymak suretiyle Sudan'da başka bir Keşmir olması için Ebiyi'de sorun türetti. Meşum Nifaşa Anlaşması içerisinde ülke ve insanlar için hala bir felaket olan Ebiyi bölgesine mahsus (Ebiyi Protokolü) adında bir protokol oluşturmaya koyuldu.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak Nifaşa Anlaşmasının tehlikesine karşı defalarca uyarılarda bulunmuş ve Ebiyi bölgesinin Sudan'ın Keşmir'i olacağını vurgulamıştık. İşte meşum Nifaşa Anlaşmasının acı bir semeresi ve gayrimeşru çocuğu olan Ebiyi protokolü, bölgede zehir, yıkım ve ölüm saçmaktadır. Sözde Güney devletçiğinin Temmuz ayındaki resmi ilanından önce böyle olursa ilanından sonra durum nice olur?!

Yarından tezi yok bugün talep edilen, zillet ve aşağılık Nifaşa Anlaşması ve Ebiyi protokolü de dahil tüm protokollerinden kurtulmak ve mevcut sorunları İslam esasına göre çözmeye çalışmaktır. Ta ki her nerede olursa olsun zulüm ortadan kalksın. Şayet siyasî liderlik, bu emre icabet etmezse ümmet, bunu yapmaya koyulmalıdır. Çünkü bunu yapmak onun temel hakkıdır. Çünkü işler -Allah göstermesin- Amerika'nın istediği gibi giderse felaketin sonuçları, sadece yöneticileri ve rejimi değil herkesi kuşatacaktır!!

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz." [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ramse ve Diğer Şehirlerdeki İnsanların Katıldığı Şam Halkına Destek Yürüyüşü, Rejimin Baltacılarının Saldırılarına Rağmen Büyük Bir Başarıyla Tamamlandı

Hizb-ut Tahrir'in mücrim Suriye rejiminin zulmettiği Şam halkına destek verme kampanyası çerçevesinde Ramse şehrindeki Takva Mescidi'nden Suriye sınırına doğru start alan Şam halkına destek yürüyüşü etkinlikleri Allah'ın fazlı ve inayetiyle bugün tamamlandı. Yürüyüş etkinlikleri, cuma salahının eda edilmesinin ardından katılımcıların mescidin yakınındaki kavşakta toplanması ve ardından sınıra doğru harekete geçmeleriyle başladı.

O sırada bazı baltacılar, yürüyüşe karşı çıktı ve yürüyüşü engellemeye çalıştı ama tekbir çığlıkları yükseldi, kalabalık onları umursamadan yürüdü, tekbir çığlıklarının ve sloganların yükseldiği yürüyüş devam etti. Yaklaşık yarım kilometre sonra baltacıların sınıra giden yolu büyük bir kamyonla kesmesi ve katılımcılara sözlü taciz saldırısında bulunmasıyla kalabalık şok oldu. Kalabalık, sınıra doğru ilerlemekte ısrar edince bu baltacılar, az sayıda bulunan güvenlik birimlerinin gözü ve kulağı önünde kalabalığı rastgele ve yoğun bir şekilde taşa tuttular. Bunun sonucunda yürüyüşe katılanlar arasında bazı kişiler yaralandı. Olaylar emniyet merkezinin önünde gerçekleşmesine rağmen baltacıları engellemediler veya tutuklamadılar. Sadece fiili çatışmayı engellemek için yürüyüşün önünde durmakla yetindiler.

Baltacılar, şebabı çatışmanın içerisine sürüklemeye çalıştıysalar da bunu başaramadılar. Yürüyüşe katılanlar, sayıca çok ve kuvvet yoluyla onlara karşı koymaya muktedir olmalarına rağmen şebab, bilindik hikmetleriyle bu sefihleri bıraktılar, sınıra yakın bir alanda toplandılar, birkaç konuşma yaparak yürüyüş etkinliklerini tamamladılar. Bu konuşmalarda Müslümanlara, Şam arzındaki kardeşlerinin ve bacılarının katledildiği, zulmedildiği, saldırıldığı, hurumatlarının çiğnendiği ve tüm bunların sessiz kalarak mücrim Beşar'ın rejimine ortak olan Müslümanların yöneticilerinin gözü ve kulağı önünde meydana geldiğini hatırlattılar. Konuşmacılar, harekete geçmeleri için Müslümanların ordularını tahrik ettiler. Çünkü mustazaf Şam halkına yardım etmeye sadece onlar muktedirdir. Ardından hem Şam'daki halkımız hem de mevlamız Subhânehunun Müslümanların kanlarını, ırzlarını, onurlarını koruyacak ve Allah'ın izniyle rayelerini yükseltecek olan Raşidi Hilafeti bize tez vakitte nasip etmesi için yapılan dua ile yürüyüş son buldu.

Yürüyüşte göze çarpan ve özetle belirtilmesi gereken hususlar şunlardır:

1- Kadınların yürüyüşe etkin şekilde katılması. Yağan taşlara rağmen kadınlar, korkup kaçmadılar, tekbir getirmeye ve Hilafet Devleti için slogan atmaya devam ettiler. Erkekler kadar olmasa da Tertemiz birliklerini saran sükunetleri sayesinde kadınların da onlar kadar dirençli olduklarına şahit olduk. İçerisinde böylesi Müslüman hanımların olduğu bir ümmet, Allah'ın izniyle asla zail olmayacaktır.

2- Yürüyüşe farklı kesimlerin katılması. Zira yürüyüşte koltuk değnekli veya tekerlikli sandalyeli yaşlılar, gençler, genç kızlar, anneler ve çocuklar vardı. Ürdün'ün güneyinin uç kesiminden kuzeyine kadar her yerden gelerek tek bir ağızdan şu sloganları attılar: "Ümmet İslamî Hilafeti İstiyor", "Bu İslam Ümmetinin Hayali Sınırlarını Kaldırın", "Şam'ın Evladı ve Bu Ümmetin İçerisindeki Bir Müslüman Olarak Bu Benim Adım", "Golan ve Mecdel Şems'te Esad Kedi Oldu", "Ey Ayaklanan İnsanları Koruyacak Olanlar Şam'ı Facire Karşı Koruyun." Katılımcılar, tutumlarından dolayı Ramse halkına şükranlarını bildirdiler ve onlara atfen şu sloganları attılar: "Ben Ramseliyim, Ben Havraniliyim, Ramse Halkı Hain Değildir", "Ey Kahraman Ramse Gençleri Haydi Deraa İçin Mücadeleye!", "Ramse'nin Kahraman Gençleri Hiçbir Zillete Razı Olmaz", "Ramse... Ramse... Şerefli ve Onurlu Dar!"

3- Ramse halkı, yürüyüşe karşı çıkan ve yürüyüşü boşa çıkarmaya çalışan kişilerle bir ilgilerinin olmadığını, davranışlarından dolayı şebabtan özür dilediklerini ve bu kişilerin Ramse halkını temsil etmediklerini ifade ettiler. Bu kişilerin davranışlarından bunların dinin, yaradılışın veya kökenin caydıramadığı bir gurup sefih olduğu görülmektedir. Sözlü tacizde bulunmaları, tekbir ve tehlil çığlıklarıyla alay etmeleri, sopa, taş ve borularla silahlanmaları, hatta bazılarının dövmek için yaşlı şebabtan birini bir kenara çekmeye çalışmaları, bu kişilerin baltacılığı meslek edinmiş aşağılık birer yol kesici ve hırsız olduğunu göstermektedir. Nitekim Ahbar-ul Arap sitesi, internet sayfasında bir gazeteci ve Ramse halkından olmasına rağmen bu baltacılar tarafından saldırıya uğrayan editörlerinin tanık olduklarını aktararak şöyle dedi: "...Hizb-ut Tahrir'in yaptığı etkinlikler bittikten sonra mensuplarının kadınları şehirden çıkarmaya çalıştıkları sırada sitenin editörü, bazı sabıkalı kişilerin arabasında duran yaşlı bir adama yöneldiklerini, ona saldırmaya çalıştıklarını, bazılarının ellerinde boruların ve sopaların olduğunu, ardından onlardan birisinin birden yaşlı bir adama doğru fırladığını, arabanın şoförü olan yaşlı adamdan bölgeyi terk etmesini isteyen ve saldırganı tutuklamayan bazı güvenlik adamlarının önünde sakalına küfrederek ona saldırmaya çalıştığını gözlemledi... Bu sırada aralarında yaşlı adama saldırmaya çalışan kişinin de olduğu bu kişilerden bazıları, hiçbir güvenlik müdahalesi olmadan sitenin editörüne saldırdı. Bu durum, sitenin editörünü mekanda bulunan polis mensuplarından birisinin yüzüne açık bir şekilde 'Burada bulunanları korumayacaksanız burada ne işiniz var' sorusunu sormaya sevk etti..." [http://www.arabsnews.net/pages/details.aspx?id=513] Bu ifadenin ve olaylar sırasında gördüklerimizin sonucunda bu baltacıların, kesinlikle rejim ve baskıcı birimleriyle ilgisinin olduğunu görürüz. Çünkü güvenliğin zayıf olması ve bu baltacılara karşı koymamaları, güvenlik birimlerine bu kişilere karşı koymamaları ve görevlerini yapmaları için onlara karışmamaları emrini veren birilerinin olduğunu göstermektedir. Görgü tanıklarına göre jandarma kuvvetleri, olayların önünde meydana geldiği emniyet müdürlüğü binasının içinde gizlenmiş olmasına rağmen sanki baltacıları korumak için hazırlanmışçasına baltacıların açıkça saldırılarına karşın ortaya çıkmadılar. Ancak Allah, selametle çıkardı.

Azim olan Allah'tan bu amelimizin, hem sırf rızası için hem de gafletlerinden uyanırlar da kardeşleri Şam halkının imdadına yetişmek için harekete geçerler diye kuvvet sahiplerinin kulaklarında bir çığlık olmasını temenni ederiz. Keza Allahu Subhânehu'dan Hilafet Devleti'ni bizler için çabuklaştırmasını temenni ederiz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hain Pakistan Yöneticilerinin Hizb-ut Tahrir'in Bir Aktivistini Kaçırmaya Başvurmaları, Abbotabad Operasyonu Hakkında Doğru Bir Cevap Vermekten Aciz Olduklarının Bir İşaretidir!

Pakistan'ın Amerikan ajanı yöneticileri, tahtlarını korumak ve hainlik rollerini yerine getirmek için gizli birimlerini, Hizb-ut Tahrir'li bir aktivist olan Naim Yunus'u Abbotabad operasyonunu protesto eden beyanı dağıtırken kaçırmaya ittiler. Zira Mühendis Naim, otoritenin düzenlediği kıytırık yürüyüşlerden ve sokaklara afişler asmasının sadece birkaç gün sonrasında sivil giyimli kişilerce bilinmeyen bir yere götürüldü. Bu da bu birimleri, İslam'ın ve ümmetin hamileri olmak yerine onları baltacılara ve ucuz birimlere dönüştürdü.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan tarafından yayınlanan söz konusu beyanda, askerî ve siyasî liderliklerin Amerikalılarla işbirliği yaparak işledikleri hıyanetleri, Amerikalıların Abbotabad'a saldırmalarını kolaylaştırmaları, ağızlarını açıp yaptıklarını haklı çıkaracak doğru tek bir kelime etmemeleri, aynı şekilde sadece bir haftada şebabın evlerini basan, kadınların ve çocukların kaçırılmakla tehdit edilmesi de dahil ailelerini sıkıştıran hain ordu komutanlığının Hizb-ut Tahrir'i bastırmak için vahşice güç kullanmaya başvurması ifşa edilmiştir.

Bu kişiler, zalimlerin zulmüne karşı koyan ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'dan başka hiçbir kimseden korkmayan bir Müslümanın direncinin güçleneceğini idrak etmezler mi? Hizb-ut Tahrir şebabının dünyanın dört bir tarafındaki şerefli fedakarlıkları onlara ulaşmadı mı? Mücadelesine devam ederken ve bu gibi baskılara karşı koyarken Hizb-ut Tahrir'in gücünün arttığını görmezler mi? Her eve girmesine rağmen Firavun ve askerlerinin Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kazasından kaçamamasından ibret almazlar mı?!

Bu kişiler, bu ucuz eylemlerin Hizb-ut Tahrir'i asla durduramayacağını bilakis sadece sonlarını hızlandıracağını bilmezler mi? Nitekim Hizb-ut Tahrir, ülkedeki askerî ve siyasî liderliklerin hıyanetlerini ifşa eden faaliyetlerini yoğunlaştıracağını, bir şebabının kaçırılmasıyla asla susmayacağını, bu kaçırma olayının arkasında olanlar hakkında dava açma hakkını saklı tutacağını, bu baltacıları ve hain liderliğin Abbotabad operasyonundaki gizli işbirliğini ifşa etmek için siyasî kampanyasına ve Pakistan'ın tüm büyük şehirlerine afişler asmaya ve çıkartmalar yapıştırmaya devam edeceğini açıklamıştır.

Bu birimlere deriz ki: Kendileri için bu dünyada ve ahirette hayırlı olan Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'yı, resulünü ve müminleri dost edinmeleri ve kafir Amerika'nın müttefikleri olan bu hain yöneticileri hoşnut etmeye çalışmak yerine Naim Yunus gibi Hilafete davet eden muhlis Müslümanları derhal serbest bırakmalarıdır. Yoksa gelmekte olan Hilafet, bu fiillerinden dolayı onları muhasebe edecektir. Ahiretin azabı ise elbette daha şiddetlidir.


İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Yemen İktidar Rejiminin, Allah'ın Şeriatına Muhakeme Olma Çağrısı Samimi Bir Çağrı Değildir!

  • Kategori Yemen
  •   |  

Yemen'in 17 ilindeki mevcut gösterilerin başlamasından bu yana birçok kez Allah'ın şeriatına muhakeme olma çağrısı yapıldı. Bu çağrıların başlangıcı, Ali Abdullah Salih'in geçen Mart ayında Yemen Alimler Heyeti'nin huzurunda Kur'an'ı havaya kaldırarak şeriata muhakeme olma çağrısında bulunmasıyla oldu. Ardından en sonuncusu geçen 06 Mayıs Cuma günü olmak üzere hükümete bağlı es-Sevre gazetesinin sayfalarında bu çağrı yinelendi.

Aslında avam kesimi bile, bu çağrıların her zaman olduğu gibi Ali Abdullah Salih ve rejimi çıkmaza girince yapıldığını yakinen bilmektedir. Çünkü hanif şeriat, istisnasız şekilde sürekli hükmedilmek üzere inmiştir. Aslında şeriata muhakeme olma söylemi, İslam şeriatı ile hükmetmediğini açıkça itiraf etmesidir. Hakim olan şeriat olsa ne diye ona muhakeme olmaya çağrıda bulunsun?! Nitekim bazı akil kimseler, Alimler Heyeti bu çağrıya muvafakat edip ona tabi olsa Ali Abdullah Salih'in yalanını ve Allah'ın şeriatına muhakeme olma iddialarının sahte olduğunu ortaya çıkaracaktır.

Allah'ın şeriatına muhakeme olma çağrısı söylemini dile getirenler, bununla veliy-yul emre karşı çıkılmasının caiz olmadığını ve İslam dışı bir fikir olan "kapitalizm fikrine" dayalı anayasal meşruiyetin onun yanında olduğunu kastetmektedirler! Onlar, İslam'ı menfaatçiliğe dayanan kapitalizm ideolojisinin metoduna göre anlıyorlar. Onlar için egemenliğin sürekli olarak şeriata ait olması ve bunun ardından İslam'a başvurmak isteyenlerin dini hayattan ayırmak olan kapitalizm bakış açısına göre İslam'ın tamamen terk edilmesi önemli değildir.

Allah'ın şeriatına muhakeme olmak, siyasî, ekonomik, içtimaî, dış siyaset, öğretim siyaseti ve benzeri hayatın tüm sorunlarını çözenin sadece İslam olması, İslam'la yönetecek olan kimseyi naspetme yetkisinin ümmete ait olması, İslam'dan başka bir şeyle hükmedecek birisini naspetmeye hakkı olmaması, yani egemenliğin halka değil şeriata ait olması demektir. Bugün kapitalizm nizamının diğer İslam beldelerinde olduğu gibi Yemen'de nasıl tatbik edildiğini herkes biliyor. İnsanlar, Ali Abdullah Salih'in ne zaman ve nasıl Allah'ın şeriatına muhakeme olmaya çağırdığını ve buna gerek kalmadığında bu çağrısını unutarak nasıl başkasına muhakeme olmaya çağırdığını biliyorlar.

Son olarak bugün Yemen ve başka yerlerde bizleri demir yumrukla yöneten kapitalizm nizamı ile birinci dünya savaşı sonunda itilaf ordularının, bazı hain Arap ve Türklerin işbirliği sayesinde Hilafetin başkenti olan İstanbul'a ayak basmasından ve ardından Mustafa Kemal'in Hilafeti kaldırma cürümünü işlemesinden bu yana dünyadan kaybolan İslam nizamı arasında büyük bir farkın olduğunu ifade ederiz.

İslam'la hükmetmeye geri dönmek, hileli söylemlerle olmaz. Bilakis bu, uzak yakın tüm İslam beldelerindeki Müslümanların üzerine bir farzdır ve devletlerinin, Hilafet Devleti'nin yıkılışının üzerinden geçen 87 küsur senedir sessiz kalmakla toptan günahkar olmaktadırlar. Hilafeti kurmak ve sadece İslam'la hükmetmesi, ardından Müslümanların beldelerini birleştirmesi ve İslam'ı başkalarına davet ve cihat yoluyla taşıması şartıyla Müslümanların Halifesine biat etmek için çalışmaya koyulanlar bundan müstesnadır. Hilafeti kurmak, çadır hayatına, develerle gezmeye ve çöl hayatıyla haşır-neşir olmaya dönmek değildir. Bilakis Allah'ın şeriatını ve hükümlerini yeniden tatbik sahasına döndürmektir. Keza tüm alanlarda en üstün bir ümmet olmamız ve Avrupa'nın sanayisini tanıması ancak dünyada sanayi devriminin temeli olan Müslümanların bilimlerine itimat etmekle olmuştur. Aynı şekilde İslam'a tartışmasız en üstün olmak için döneceğiz. Çünkü bizler, Allah'ı razı etmiş olacağız. Ardından hayatın tüm alanlarında en önde olacağız.

Ey Yemen Arzındaki Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir, sizin aranızda ve sizlerin içerisinde olup ümmeti birleştirecek ve başında herkesin gözü kulağı önünde gece gündüz çiğnen mukaddesatları ve ırzları koruyacak ve akıtılan kanları durduracak olan Allah'ın şeriatıyla hükmedecek tek bir Halifenin olacağı Hilafet Devleti'ni kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmaktadır. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لاَ يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." [en-Nr 55] Keza Hilafet, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bir müjdesidir: ... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "... Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacak." [Ahmed]

Ey Yemen Arzındaki Müslüman Muhlisler!

Hala bu iğrenç rejimi ve hain taraftarlarını kaldırıp atmanızın zamanı gelmedi mi? Hala işlerinize müdahale etmesi için Batıya özellikle de İngiltere ve Amerika'ya kur yapmayı bırakmanızın zamanı gelmedi mi? Sefalet içerisinde olmamızın sebebi, bu kindar sömürgeci devletlerin müdahalesi değil mi? Müslümanlara mutsuzluk, sefalet ve servetleri yağmalamaktan başka ne hayırları dokundu ki bugün dokunsun? Sömürgeci Batılı devletlerin Yemen'in ve halkının işlerine müdahale etmesine kesin bir şekilde son verecek Hilafeti tekrar kurma şerefine nail olmanızın zamanı gelmedi mi? Bize karşı bugüne kadar içerisinde bulunduğumuz cürümleri işlemesinin ardından ne varsa yok etmesi için müdahale etmesi amacıyla razı ve hoşnut etmek yerine sömürgeci Batının bizden korkmasının zamanı hala gelmedi mi? Allahuteala, şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size yardım eder, zafer verir ve ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar. [Muhammed 7]

Ey Müslümanlar!

Ufkunuzu genişletiniz ki Rabbinizin sizleri kendisiyle diğer mahlukatlardan üstün kıldığı bir konuma geliniz. Bunu ise İslam'a geri dönmek, İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak, beldelerinizi birleştirmek, akıllarınız işgal etmek ve sizleri fikirlerinin esiri yapmak, kendisi gibi düşünmeniz sağlamak için askerlerini arzınızdan çıkaran işgalci sömürgecileri çıkararak İslamî hayatı yeniden başlatmak için Hizb-ut Tahrir'in içerisindeki muhlislerle beraber çalışarak egemenliği şeriata ait kılarak yapınız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ

"Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER