Salı, 25 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ey Suriye'deki Müslümanlar! Kurtuluşunuzun Ulusal Konsey İle Olacağını Zannetmeyin... Zira O Sizin Lehinize İnşa Edilmedi!

Suriye devriminin yedinci aya ve otuzuncu cumaya girmesiyle birlikte Suriye rejiminin caniliğine rağmen günbegün cesur ehlimiz değişim iradesine sahip olduklarını ispatladılar. Rejimi devirmedeki kararlılığı artan bir devrim olduğu için Amerika, kırk yıl boyunca bölgede kendi çıkarlarını ve Yahudi varlığının çıkarlarını gerçekleştirmek için meydana getirdiği baba ve oğul Esad rejiminin artık devrilmek üzere olduğunu anladı. Rejimi desteklemek ve daha fazla kan dökmek için ona karşılıklı olarak siyasi entrikalar çevirerek zaman vermenin bu rejimin ayakta kalması için bir yararı olmadığını da anladı. Ancak bu bir zaman meselesidir. Suriye'nin düşmana karşı engel teşkil eden direnişçi ülkesi olduğu yönündeki söylemlerle insanları aldatma işinde yolun sonuna gelmiştir. Halbuki Yahudiler Golan'da hiç bir engelle karşılaşmadan ellerini kollarını sallayarak geziyorlar!

İşlerin Amerika'nın elinden kaçmaması ve devrimin de kendi çıkarlarının tersine dönmemesi için sezaryen olarak doğan Suriye ulusal konseyinin kurulmasına hırs göstermiştir. Bu konsey ölmek üzere doğarken Amerika onu kurtarmak için Amerikan - Türk yoğun bakım odasına soktuktan sonra Amerikan usulüne göre Suriye krizinden çıkışı sağlamak ümidiyle gün ışığına çıkarttı. Böylece yeni bir çehre ile yeni bir varlık meydana gelecek ve daha sonra; bu konsey sizi temsil ediyor diyerek insanları aldatma ve saptırmada kuruluşun amacına uygun olarak parlatılacaktır! Bu aldatmayı öyle kurnazca yaptılar ki son Cuma yani 7 Ekim 2011'de bazı insanlar tarafından ‘Ulusal konsey beni temsil ediyor' başlıklı sloganlar taşındı!

Amerika ve onun etrafında dönenler zannediyorlar ki - Allah'ın izniyle onların zannı boşa çıkacaktır- bu konsey, devrimi doğru yoldan çevirmek için bir garanti olarak kafidir; ki böylece Suriye'nin Daru-l İslam'ın merkezi olması ve Suriye'de Raşidi Hilafet devleti olan bir İslam devleti kurulması engellensin, pislik ve günahların kaynağı olan sivil - laik devlet- haline getirilsin ve uluslararası himaye altına sokulsun!  Nitekim bu konseyin en bariz yüzü Burhan Gelyun adlı kişi konseyin inşa edildiği gün 2 Ekim 2011'de şu açıklamada bulundu: ‘Konsey Suriye'de sivil (laik) bir devlet kurmak için çalışıyor...' Ancak Müslümanların sivil ve laik devletten nefret ettiğini görünce sözünü hafifleterek 5 Ekim 2011'de El-cezire'ye yaptığı açıklamada şöyle dedi: ‘İslami bir hükümeti kabul ederim, ancak İslami bir devleti asla kabul edemem. Ancak ben laik ve demokrat bir devlet istiyorum.' Zira bu kişi o iki devlet arasındaki farkı biliyor. Ayrıca konsey üyesi Enes El-abde konseyin inşa edildiği gün de: ‘Konseyin önümüzdeki çalışma aşaması uluslararası himayeyi talep etmek olacaktır...' şeklinde bir açıklama yaparak kendisi ve gurubunun istediği uluslararası himayenin sivilleri korumak için olacağı ve tahakkuk etmesini istediği değişimin başarılı olması için bunun gerekli olduğu şeklinde bir de bahane öne sürdüler!

Ey Müslümanlar, ey Şam topraklarındaki ayaklananlar!

Sizin tertemiz kanlarınız, büyük fedakarlıklarınız, camilerden tekbir getirerek hareket etmeniz ve hak sözünü haykırarak dışa vurmanız... işte bütün bunlar sivil -laik- bir devlet için değildi. Aksine bu kanlar Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'yı tesbih edip yücelten bir yönetim çıkartmak için aktı. Biz sizi bu kanları kaybetmenizden ve bu fedakarlıkların boşa gitmesinden dolayı uyarıyoruz. Şayet böyle yaparsanız aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca ördükten sonra, çözüp bozan kadın gibi olursunuz! Biz sizi Batı'nın ve bir takım menfaat diye zannettikleri şeyler uğruna ona fitne olarak bağlananların size süslediği sinsi tuzağına düşmekten uyarıyor ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın size emrettiği ve başkasından nehyettiği hayra davet ediyoruz. Zira izzet bütünüyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya mahsustur. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]  şöyle buyurmuştur:  الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir. Nisa 139. İşte hak olan budur. Artık haktan sonrası sapıklıktan başka bir şey değil midir? ‘Ulusal konsey beni temsil ediyor' başlıklı slogan ve armalar; ‘Allah'ın dini beni temsil ediyor', 'İslam devleti beni temsil ediyor', 'Rasulullah'ın halifesi beni temsil ediyor', 'Ukab sancağı beni temsil ediyor' ve 'La ilaha illallah Muhammedun Rasulullah sancağı beni temsil ediyor'... olsun.

Ey Suriye'deki Müslümanlar!

İslam devletinin yokluğunun üzerinden doksan sene geçti. Bu doksan senenin kırkı ise Esad ailesinin zulmü altında geçti. Değişimin Amerika ve Avrupa çıkarlarına uygun olmasına rıza göstermeyin. Çünkü böyle yapmakla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatından uzak yaşadığınız dar geçimli yaşamın ömrünü uzatmış olursunuz. Aksine çözümü İslami bir devlet olan Nübüvvet yolu üzere Hilafet olarak ilan edin. Zira Suriye'deki hatta bütün dünyadaki Müslümanların kurtuluşunun tek yolu budur.

Biz Hizb-ut Tahrir olarak kendimizi Raşidi Hilafet'in eşiğinde ve kapısını çalmakta olduğumuzu kabul ediyoruz. Onun kapısı ise ordu ve ümmet evlatlarından güç sahipleri ve samimi olanlardan oluşur. Şüphesiz ki bu kapı ancak iman çağrısına uyan cesur müminlerden başkasına açılmaz. Zira onlar Allah'ın izniyle Suriye ordusunda çoklar. Zira yarın, görenler için çok yakındır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte takvalı olup azaptan sakınmanız için Allah size bunları emretti. Enam 153

Devamını oku...

‘'Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması'' Her İki Devrimin Gidişatının Doğru Teveccühünü Gösteriyor.

  • Kategori Suriye
  •   |  

Değişim Devrimi Gençleri Organizasyon Konseyi'nin (TENU) yayınladığı bir bildiride şu ifadelere yer verildi: ‘Dolayısıyla....yaratılmış olanların en şereflisi Hz. Muhammed (صلى الله عليه وسلم)'in; ‘Ey Allah'ım! Şam'ımızı ve Yemen'imizi mübarek kıl'... şeklindeki hadisini ve duasını uygulamak üzere önümüzdeki 30 Eylül Cuma gününün ismini ‘Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması' olarak birleştirilmesine karar verilmistir. Ayrıca slogan ve armaların birleştirilmesi, Suriye devrim meydanlarında Yemen bayraklarının çekilmesi ve Yemen devrim meydanlarında Suriye bayraklarının çekilmesi hususunda da anlaşmaya varılmıştır.'

Cuma'lara belli isimler vermek; kendi düşüncelerini ve arzularını ifade etmek, kendi meseleleri üzerine zihinleri ve nefisleri bir arada toplamak, yine kendi intifadalarını motive etmek için göstericilerin alışageldiği bir üsluptur. Bu nedenle isimlerin en iyisini seçmeye azami gayret göstermelidirler. Bu isimlendirmeler göstericilerin fikri yönelişini ve gelişmesi de onların hedeflerini gerçekleştirmede ne kadar ısrar ettiklerini gösterdiğinden dolayı, geleceklerinden endişe taşıyan Batı ve onun ajanları -bu isimlendirmeleri- takip etmektedirler. Asıl olan şudur ki; bu tür isimlendirmelerin fikir ve duygu olarak uyumlu olup farklı kaynaklardan değil tek bir kaynaktan gelmesi gerekir. Misal olarak cumalardan birisine ‘Allah bizimle beraber cuması' veya ‘Allah'tan başkasına asla rük'u etmeyiz, eğilmeyiz cuması' veya ‘Zafer müjdelerinin cuması' veya ‘Diyarı koruyanların cuması'... gibi isimleri vermek İslam ümmetinin akidesi ve fikri yönüyle uyuştuğu oranda ‘Uluslararası himayenin cuması' veya ‘Muhalefeti birleştirmenin cuması' gibi isimlendirmeler ise aynı oranda tezat içermektedir. Çünkü bu son iki isimlendirme hem sömürgeci batılı kâfirlerden yardım istemenin hem de yurtdışındaki muhalefetin laik olmasını çağrıştırır. Bu nedenledir ki göstericiler dinlerine ve ümmetlerine hizmet etmek üzere isimlerin en iyisini seçmeye azami gayret göstermelidirler. Ayrıca, Batı ve onunla birlikte ajan yöneticiler bu isimlendirmeleri takip ediyorlar ki; arkasında nelerin bulunduğunu anlasınlar. Zira bunlar; ‘Sabr-u sebat cuması', 'Zillete ölümü tercih etmenin cuması', ‘Uluslararası himayenin cuması' ve ‘Muhalefeti birleştirmenin cuması' gibi isimlendirmelerden devrimin şaşkınlığa, tıkanıklığa ve hayal kırıklığına uğradığına dair bir anlam çıkarma cihetine gittiler. Bundan dolayı  Beşar Esad ve onun arkasından giden takipçileri  bu devrimin sona geldiğini dillendirme cesareti buldular.

Bu Cumaya ‘‘Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması'' ismini seçip Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in hadisine ve duasına uygun olması meselesine gelince; bu ne güzel isimlendirme ve ne güzel teveccühtür. Sanki onu seçenler Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in bu konuda kendilerine liderlik etmesini kabul etmişlerdir. Ancak Müslümanlar olarak bizlere Resulullah (صلى الله عليه وسلم) ‘in her konuda liderlik etmesi gerekir. Dolayısıyla bu bereketli davada uyumun sağlanması için Suriye ve Yemen'deki göstericileri ulusal bayrakları bir kenara bırakıp hep birlikte ‘Ukab' sancağı isimli Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in sancağını taşımaya davet ediyoruz. Bu öyle bir bayraktır ki rengi siyah ve üzerinde beyaz renkli "لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" yazısı bulunan bayraktır. Bu Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in hadisine bağlı kalmanın en güzel göstergesidir. Çünkü bunun dışındaki bayraklar kör taassup ve Şari'nin haram kıldığı bayraklardır.

Evet, bu cumaya ‘'Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması'' ismini vermek; bu ümmetin ne kadar canlı olduğunun en güzel göstergesidir. Biz de; tahrir ve değişim meydanlarındaki ehlimizin, iğrenç bölücü sınırları aşan, İslam ümmetinin ve sorununun birliğini ifade eden bu yüksek moralini takdir ediyoruz. Zira Suriye halkı, Yemen halkı ve bütün Müslüman halklarının çektiği sıkıntı; Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükümlerini geçersiz kılan ve İslam'ı hayat sahasından uzaklaştıran, akidesine zıt ve şahsiyetine ters düşen yönetim ve hayat nizamını mecbur kılan bu despot ve polisi rejimlerdir. Hizb-ut Tahrir olarak biz; göstericilerin, sorunun ne olduğunu belirlemelerinin gerektiğini vurguluyoruz. Çünkü o belirlenince, hem; hedef, söz, amel, istek, slogan ve armalar belirlenebilir, hem de devrimin ‘Uluslararası himaye' talebi gibi yanlış gayelere sapması ve bunların devrimi çalmaları engellenmiş olur. Şüphesiz ki; Müslümanların her beldesinde ölüm-kalım meselesi tektir, o; Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya, Resulüne [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], dinine ve ümmetine ihanet eden bu rejimlerin ortadan kaldırılması ve İkinci Raşidi Hilafet'in kurulması suretiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdiğiyle hükmedilmesidir.

Hayırlı  Şam ve  Bereketli Yemen'deki ayaklananlar!

"لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" şahadetini getiren herkes şunu bilir; kendisi üzerinde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bir hakkı vardır, o da; O'nun hükmünün ikame edilmesi ve Müslümanlar için bir halifeye biat edilmesidir. Bu şahadetten yola çıkarak sizi; hedefinizi net olarak belirlemeye ve gümbür gümbür yüksek bir sesle şu ayeti kerimeyi okumaya davet ediyoruz: [إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَايَعْلَمُونَ] Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Yusuf 40) Mısır, Tunus ve Libya'daki kardeşlerinizin düştüğü şaşkınlık onların tağutlarının yıkılışından dolayı duydukları sevinci bile unutturmuştur, kendilerine liderlik etmek üzere batıl fikirleri kabul ettiklerinden dolayı şu ana kadar onların hiçbir şeyi değiştirmediklerini, onların devrimini kaçıran Batı ve onun yeni takipçilerinden geri almak için onların birinci devriminin sizi kendisine davet ettiğimiz esasa kurulu olan ikinci devrime ihtiyacı olduğunu görmüyor musunuz?

Ey bereketli kılınan Şam ve Yemen'deki ayaklanan Müslümanlar!

"لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" şahadetini getiren herkes Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'e uymanın farz olduğunu bilir. Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in siyeri bize şunu göstermiştir: Eziyet Resulullah (صلى الله عليه وسلم) ve onunla birlikte müminlere şiddetlendiğinde, devleti kurmak, gücü elde etmek ve Müslümanları himaye etmek için nusret talebinde bulunmuştur. Ancak kendi davasını korumak uğruna Kisra veya Kayser'e başvurmadı, kendi uğraşı için Araplara liderlik yapma hususunda Kureyş'e muhalefet eden kabilelerden yardım istemedi ve uluslararası toplumdan endişe var diye getirdiği dinin ikamesini istediğini açıkça söylemekten çekinmediği gibi bu gerçeği gösterme işini ertelemedi... O asla müşriklerin ateşiyle aydınlanmadı. Daha doğrusu kendisine tabi olmak ve yardım etmek üzere kabileleri davet etti. Nitekim, Şeri' metot; devrimimize yardım sağlamak için ancak dinimize ve ümmetimize mensup olan güç sahiplerine başvurmamızı elzem kıldı. Evet, Suriye ve Yemen'deki Müslümanlara vacip olan şey; cani rejim zümresini devirip yerine Şam'da hilafeti ikame etmek ve burayı Dar-ul İslam merkezi haline getirmek üzere; ordu, samimi subaylar, astsubaylar ve erlerine yönelik tek bir şer'i istek ve çağrı üzerinde birleşmektir. İşte o zaman Suriye, Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve bütün Müslüman beldelerindeki Müslümanları kurtarmış olurlar. Ve böylece Müslüman beldeler tek bir ülke haline gelerek tek bir Raşidi Hilafet gölgesi altında gölgelenmiş olur.

Ey Şam ve Yemen'deki ayaklanan Müslümanlar!

Biz Hizb-ut Tahrir olarak hak şahadeti olan "لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" ‘ı söylüyoruz ve kesin olarak inanıyoruz ki Suriye'deki krizin tek çözümü İslam'dır ve özellikle Hilafet'tir. Bunu söylüyoruz ve buna kesin olarak inanıyoruz. Zira o berrak ve müstakbel olan tek çözüm, aynı zamanda da farzların tacıdır. Bizimle beraber çalışmanız için Yüce Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan niyaz ediyoruz ki kalbinizi feth etsin ve aklınızı aydınlatsın. Yine yüce Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan temenni ediyoruz ki Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in müjdelediği ikinci Raşidi Hilafeti ikame etmek suretiyle bu dine ve bu ümmete şanlılık, üstünlük, istihlaf ve iktidar nasip etsin. Temennimiz şudur ki Şam bunun kalbi olsun.

Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: [يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ] ‘Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.' Muhammed 7

Devamını oku...

Ecdadının İslam'ı Taşıdığı Beldelere, Başbakan Laiklik mi Taşıyor?

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Başbakan Erdoğan'ın yanındaki kalabalık bir heyet ile 12-17 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirdiği Mısır, Tunus ve Libya ziyaretleri; "yaraya merhem sürmek değil, yeni bir virüs bulaştırmak" mesabesindedir. Bu ziyarete yüzeysel bir bakışla bakıldığında olumlu bir hava varmış gibi görünse de, biraz olsun derinlemesine bakanlar, gizli maksatları açıkça göreceklerdir. Zira tanklara ve mermilere karşı göğüs geren, diktatör yöneticilerini devirmek için kanlarını akıtan, yıllardır etraflarını saran korku duvarlarını yerle yeksan eden ve İslami söylemlerini gün geçtikçe artıran bölge halkları için yapılan insani yardımlar, onlar için sarfedilen hamasi sözler ve gerçekleşen bu son ziyaret, "yaraya merhem sürmek" olarak algılanmıştır. Ancak bölge halkının tam da bundan sonraki yol haritasını belirleyecekleri, yeni oluşacak rejimin nasıl bir rejim olacağı tartışmalarının yapıldığı bir süreçte, Başbakan Erdoğan tarafından kendilerine telkin edilen demokrasi ve laiklik önermeleri "gizli bir virüs taşımaktan" başka nedir ki?

Başbakan Erdoğan'ın karşılanmasındaki teveccühün ana nedeni ise hiç kuşkusuz -yapılan benzetmelerden de anlaşılacağı üzere- tarihten gelen Osmanlı sevgisidir. O sevginin kaynağında ise ne demokrasi, ne laiklik, ne milliyetçilik, ne de herhangi bir sömürgecilik fikri vardır. Tam aksine yalnızca İslam vardır. Osmanlı Hilafet Devleti, bu topraklardaki halkın teveccühüne, İslam'a olan bağlılığı, onlara gösterdiği adalet ve onlara sağladığı huzur sayesinde nail olmuştur. Osmanlı Hilafet Devleti'nin yıkılmasından sonra bölgeyi işgal eden ve daha sonra askeri işgallerini yerlerine bıraktıkları uşakları eliyle siyasi, iktisadi ve kültürel işgale dönüştüren Kâfir Batılılar idi. Onların o zamanki zehirli okları ise laiklik, demokrasi, milliyetçilik vs. küfür fikirleri ve ister demokrasi, ister diktatörlük, ister krallık şeklinde olsun küfür yönetimleri idi. Bu okların isabet ettiği her Müslüman belde, günümüze dek süregelen bir zulme, zillete, hezimete, katliama, adaletsizliğe, açlığa, aşağılanmaya mahkum olmuş, bu sayede Müslümanlar günden güne İslam'dan ve sahih siyasi çözümlerinden uzaklaştırılmıştır.

İşte bugün de görüyoruz ki hem Obama, Cameron, Sarkozy gibi küfrün elebaşları, hem de Müslümanların umut dolu gözlerle baktıkları yöneticiler, aynı sömürgeci çözümlere çağrıda bulunuyorlar. Şu halde Başbakan Erdoğan'ın ziyaretinin, Sarkozy ve Cameron'un Libya ziyaretinden farkı nedir? Bu ikisi de demokrasi ve laiklik diyor, Başbakan Erdoğan da demokrasi ve laiklik diyor, hem de İslam'a aykırı olmadığını iddia edecek kadar ileri giderek? Başbakan Erdoğan'ın ziyaretini, onların ziyaretinden ayıran fark nedir? Türkiye'nin Libya petrolleri üzerinde habis emellerinin olmaması mı?

İşte bu bağlamda, Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti olarak Başbakan Erdoğan'a bazı ikazlarda bulunmak istiyoruz:

1.    Başbakan Erdoğan, kendi ülkesinde ve ziyarette bulunduğu ülkelerdeki insanların huzurlu ve güvenli bir yaşam sürmesini gerçekten arzuluyorsa, demokrasi ve laiklik söylemlerinden vazgeçmeli, Allah'ın emri ve Rasulü'nün müjdesi olan Hilafet'e çağrıda bulunmalıdır.

2.    Başbakan Erdoğan'ın aklında ve gönlünde, yıllar önce sarf ettiği düşüncelerden eser varsa bunları tekrar canlandırmalı ve etrafındaki Samirileri, Musa Aleyhi's Selam gibi kovmalıdır.

3.    Başbakan Erdoğan, gerçekleştirdiği ziyaretlerde açıkça görmelidir ki -belki de görüyordur- İslam Ümmeti'nin hakiki bir lidere olan ihtiyacı doruk noktaya ulaşmıştır. Müslümanların yaşadığı neredeyse hiçbir bölgede, mevcut yönetim şekillerinden ve dayatılan sömürgeci politikalardan dolayı huzur, refah ve adalet kalmamıştır. Bundan kurtuluşun tek yolu ise, İslami hayatın yeniden başlatılmasıdır ve bu gerçeğe hiçbir Müslümanın itirazı yoktur.

4.    Ve Başbakan Erdoğan'a son olarak deriz ki, Allah'ın size lütfettiği bu güçlü itibar ve iktidar size, Allah'ın rızasına götürecek altın bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatı kaçırıp Müslümanları bu vahim durumdan kurtarmak yerine, Sömürgeci Batılıların -Avrupa ve Amerika- planlarını Müslümanların kabullenmesi için aracılık yapacak olursanız, iktidarda kaldığınız her günün her saatinde, bütün bu coğrafya dâhilinde meydana gelen/gelecek olan tüm cürümlerin ve günahların ortağı olmaktan kendinizi kurtaramazsınız.

» صنفان من الناس إذا صلحا صلح الناس وإذا فسدا فسد الناس العلماء والأمراء « İnsanlardan iki sınıf vardır ki onlar düzelirse insanlar da düzelir, onlar bozulursa insanlar da bozulur. Onlar, âlimler ve yöneticilerdir.

 

Devamını oku...

Pakistan Silahlı Kuvvetlerindeki İhlaslı Subaylara Sesleniyoruz! Hain Yöneticilerin Silahlı Kuvvetler'imize Karşı Sürdürdüğü Haçlı Seferlerine Son Verin

  • Kategori Pakistan
  •   |  

11 Eylül olaylarından sonra eski Amerikan Başkanı George Bush İslam memleketlerine karşı uzun vadeli bir haçlı savaşı ilan etmişti. Zira Bush 16 Eylül 2001'de Camp David'te şöyle bir açıklama yapmıştı: ‘Bu haçlı savaşı... terörizme karşı daha da şiddetlenerek sürecek bir savaştır.' İşte; bu savaş ilk haçlı seferlerinde olduğu gibi kafirler ve haçlıların çıkarlarını gerçekleştirmek ve Müslümanlara en büyük zararı getirmek için ilan edilip devam ettirilmektedir. Ancak bu, tarihteki ilk haçlı savaşının aksine bir seyir gösterdi. Öyledir; çünkü Müslümanların düşmanlarına karşı el ele çalışmaları gerekirken, bu yeni haçlı seferleri Müslümanların birbirlerine karşı giriştikleri bir savaşa dönüştü. Buna ilave olarak; Müslüman beldelerinde bulunan hain liderler olmasaydı bu haçlı savaşı bir kaç gün içinde başarısız olurdu.

Pakistan'daki hain yöneticiler, Pakistan Silahlı Kuvvetlerinin gücünü zayıflatmak için Amerika ile elele vererek Müslümanlar ile kendi Silahlı Kuvvetleri (ordu) arasında ayrılık ve fitne sokmaya çalıştılar. Nitekim Amerika; Pakistan silahlı kuvvetlerinin içine sızıp yerleşmek için bu hain yöneticiler ile istihbarat ve orduyla alakalı bir takım anlaşma ve sözleşmeler imzaladılar. Böylece bu anlaşmalar sayesinde Amerika; başta Genelkurmay başkanlığı olmak üzere Silahlı Kuvvetlerin hassas konumları hakkında önemli istihbarat bilgilerini toplayabilecekti. Bu sayede Amerika çok kolay bir şekilde Taliban'a yalan isnatta bulunarak Pakistan Silahlı Kuvvetlerine karşı bir takım operasyonlar düzenlemiştir. Oysa bunun arkasında Amerika özel timleri bulunuyordu. ‘Raymond Davis' olayı uzak bir misal değildir. Nitekim; bu özel timlerin Pakistan'da çalışmasına izin verenler bu hain yöneticilerdir. Ayrıca bu hain yöneticiler Amerika'nın Afganistan'daki güçlerine lojistik destek yolunu da açtılar. Halbuki Amerika; Hindistan istihbaratının Afganistan'da çalışmasını sağlamakla Belucistan, kabile bölgeleri ve başka yerlerde fitne ortamının oluşmasına neden oldu. Yine bu hain yöneticiler Amerikan hava kuvvetlerine Pakistan içinde bir takım kolaylıklar sağlamışlar ve bu yolla Amerikan uçakları da kabile bölgelerindeki Müslümanları bombardıman altına almışlardır. Yine bu hain yöneticiler Amerikalı generallerin denetimi altında kabile bölgelerinde yıkıcı askeri operasyonlar düzenlediler. Bu nedenle milyonlarca kişi mülteci konumuna düştü. Pakistan silahlı kuvvetleri istihbaratı (ISI) samimi Müslümanların düşmana karşı güç toplamasını engelledi. Yine bu hain yöneticiler, Pakistan istihbaratını her yerde mücahitleri takip edip kafirlere kurban olarak takdim etmesi için zorladılar.

Bu hain yöneticilerin Amerika ile yaptıkları işbirliğinin neticesini Amerikan Politika Müsteşarı George Friedmann ‘Gelecek Yüzyıl' isimli kitabında şöyle açıkladı: ‘ABD İslami depreme karşılık vermiştir; şöyle ki; .... ABD İslam devletinin kurulmasıyla, güçlü ve geniş bir gücün  meydana gelmesini engellemek istiyor .... Müslümanlar birbiriyle savaştıkları sürece ABD kendi savaşını kazanmış olacaktır.' Ve böylece Pakistan'ın hain yöneticileri ve Amerika, İslam aleminin en güçlü silahlı kuvvetlerinden birini fitne savaşına sürüklemişlerdir. Binlerce sivil ve asker Müslüman bu savaşın kurbanı oldular, tertemiz kanları döküldü. Hind istihbaratı ve müttefikleri olan İngiliz istihbaratının kalplerine korku veren, keskinliğiyle ünlü Pakistan istihbaratı haçlıların ellerinde kukla haline getirildi.!

Silahlı Kuvvetler, kendilerine karşı yapılan ihanetin büyüklüğüne rağmen, İslam'a ve Ümmete karşı savaş yürüten Amerika'yı şu anda dahi birkaç gün içinde büyük bir yenilgiye uğratabilir. Hatta; birkaç gün içinde Amerika'nın gerçek gücü Müslüman Silahlı Kuvvetlerin vasıtasıyla yok olabilir. Zira korkak kâfirlerin hayata tutunduklarından daha çok Müslüman askerler şahadeti arzuluyorlar. Eğer bu hain yöneticiler Amerikan operasyonlarına sağladıkları askeri desteği çeker, ona ait askeri üsleri kapatır ve  Afganistan'daki  ABD askerlerine Pakistan'dan geçen lojistik destek hattını keserlerse, yenilgi bu şekilde de mümkün olur. Müslümanların devleti olan hilafeti ikame etmek için Hizb-ut Tahrir'e nusreti verirlerse; Pakistan Silahlı Kuvvetleri haçlılara ve Hindu devletine şiddetli bir saldırı düzenlemek üzere birkaç gün içinde İslamabad, Kabil, Dakka ve Taşkent'i bir araya getirebilir ve kabile bölgeleri, Belucistan ve bunun dışındaki diğer Müslümanları da etrafına toplayabilir.

İşte; Müslümanların, düşmanlarına karşı İslami hilafet gölgesinde toplanması gerekiyorken, bu mübarek toprakları, başı dik Müslüman halkı ve silahlı kuvvetlerini daha çok zillete ve ümitsizliğe uğratmak üzere hilafet devletinin kurulmasına ve Hizb-ut Tahrir'e karşı, hainlerin elleri kafirlerin kanlı elleriyle tutuştu. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَةَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ*جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَار Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helak yurdundan sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargahtır! İbrahim 28-29.

Ve böylece bu büyük ihanetten sonra, Amerikalıların onayıyla kendisinden önceki hain Pervez Müşerref'in Genelkurmay Başkanlığının süresini nasıl uzatmışlarsa General Eşfak Pervez Keyani'nin Genelkurmay Başkanlığının süresinin de aynı şekilde uzatılması hiç de şaşırtıcı değildir. Amerika'nın haçlı seferlerini devam ettirmeye ihtiyacı vardır. Amerika, Keyani'nin kafirlere bağlılığını bir kez daha ispatlaması için  yeterli zamanının mevcut olduğunu biliyor. Müşerref döneminde Keyani Askeri Operasyonlar Genel Müdürlüğü ve Pakistan İstihbarat Genel Müdürlüğü gibi ana ve hassas mevkilerde bulunuyordu. Amerika'nın Afganistan'ı işgal etmesinde, Lâl Mescid'i ve Hafsa üniversitesi katliamlarının gerçekleştirilmesinde, insansız uçaklar ile saldırılar ve kabile bölgelerinde askeri operasyonların düzenlenmesinde kilit adamı idi. Müşerref'e karşı Silahlı Kuvvetlerin kızgınlığı artınca, haçlı savaşını devam ettirebilmek için Keyani bizzat Benazir Butto ve partisiyle Amerika hesabına aracılık yaparak bir anlaşma sağladı. Müşerref'e karşı kızgınlık yatışmayınca Keyani'ye, ABD Dışişleri Bakanlığı vekili John Negroponte tarafından Genel Kurmay Başkanlığı mevkisi verildi. Bu olay ise Müşerref'in ordu komutanlığından azlini görüşüldüğü Negroponte-Müşerref görüşmesi öncesi gerçekleşti.

Buna rağmen, Keyani şu ana kadar pişmanlık duymadan, dostu Müşerref'e olanlardan hiçbir ibret almadan ve aldırış etmeden Amerika'nın planlarını garantilemeye çalışmaktadır. Zira Amerika kendisinden artık fayda gelmeyeceğini kesin anlayınca Müşerref'i lağım faresi gibi yolun kenarına atıverdi. İşte bundan sonra da Keyani Amerikan planlarını uygalayıp devamını sağladı, Silahlı Kuvvetler'in Amerika'ya olan düşmanlığı, duydukları kızgınlığı ve ona karşı gelme isteği bu düşmandan korkma seklinde değişti.  Abbott-Abad'da (Bin Ladin'e) düzenlenen operasyonun akabinde Keyani Amerikalıları adeta ölesiye savunmaya başladı. Kendisinden önceki Müşerref'in yaptığı gibi Keyani Amerikan çıkarlarını korumaya çalışırken Silahlı Kuvvetler'i aldatmaya gayret ediyor ve kendi planlarını gizli tutuyor. Hakikat şu ki Keyani dünyevi ve şahsi bir takım ucuz çıkarlar elde etmek için düşmanla ittifak kuruyor. Oysa Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنْ الْحَقِّ Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız onlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Mümtehine 1

Ey Pakistan Müslümanları!

Hain yöneticileriniz ne zamana kadar Batı'yı destekleyip onunla ittifak kurmaya devam edecekler?! Kendinizi ve Silahlı Kuvvetler'inizi bu haçlı seferlerinden kurtarmanın zamanı gelmedi mi?! Zira; İslam ile hükmedecek, sizin değerinizi ve Silahlı Kuvvetlerin değerini koruyacak olan yalnız halifedir ve ancak o bunu başarabilir. Tağut yöneticileri izale etmek ve sonra hilafeti ikame etmek için Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen'deki Müslüman kardeşlerinizin harekete geçtiği gibi siz de harekete geçin. Böylece bu İslam depremi hainlerin tahtlarını yıkıp onları da yerin altına gömecektir. Öyleyse cesur ve uyanık olan Hizb-ut Tahrir'le beraber olun ve Hilafet'i ikame etmek için de Silahlı Kuvvetler içinde bulunan samimi subayları Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye çağırın.

Ey Pakistan silahlı kuvvetlerinin içinde bulunan samimi subaylar!

Bu haçlı seferlerinde hainlerle beraber olmaktan, kendinize ve korumasına yemin ettiğiniz kimselere karşı gelmekten sakının! Kendi liderliğinizde bulunan hainlerden ve bir takım dünyevi kazançlar elde etme karşılığında ahireti kaybetmekten sakının! Bilakis siz bütün ümmetin duasını kazanın. Nübüvvet minhacı üzere Hilafet'i ikame etmek için çalışan Hizb-ut Tahrir'e nusret vermek suretiyle, ümmetin kazanması ve sizin de kazanmanız için çalışın. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan yardım isteyin, ümitsizliğe düşmeyin. Zira zafer Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle sizindir. Düşmanınızı yok edin ve mazlumları kurtarın. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Ali imran 139

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Nikab'ı Yasaklamak; İslam'a Bir Saldırı ve Müslüman Kadını Ezme Hareketidir

Henüz nikab (peçe) kanuni olarak yasaklanmazken, bakan ‘Donar' peçe takan müslüman kadına 380€ para cezasını ön gören yasa tasarısını bakanlar kuruluna sunmakta acele etti. ‘Donar'a göre peçe Hollanda toplumunun benimsediği kadın-erkek eşitliğiyle uyuşmamaktadır.

Kanuni olarak yasaklanmadan önce peçeye ceza tasarısı sunmak, peçeyi yasaklama yönünde bu ülkedeki siyasetçilerin ölesiye çaba sarf ettiklerini gösteriyor. Hollanda hükümetinin peçeyi yasaklama isteği bizce bilinen bir şeydi. Ancak yeni olan durum yasanın kanunlaştırılmasının hızlandırılması ve bu yasa tasarısını oluşturan felsefe yapısıdır. Lakin geçmişte  bu yasaklama fikri güvenlik düşüncesine dayandırılıyordu. O günkü söylem kamusal alanlarda kadının yüzünü kapatmasının onun tanınmasını engelleyeceği ve bunun da güvenlik açısından tehdit oluşturacağı yönündeydi. Bu görüşe göre karnavallarda yüze takılan maskeler ve miğferler gibi yüzü kapatan diğer kıyafetler de peçeye ilhak edildi. Ancak bu gün politikacılar karnavallarda yüzü örten maske ve miğfer gibi yüzü örten diğer kıyafetlerin yasaklanmayacağını söylüyor. İşte böylece geçmişte yapılan bütün bu yöndeki tartışmalardan ve güvenlik düşüncesiyle alakalı fikri gerekçelerden vazgeçildi. Böyle olunca bir tek fikir (bahane)den başkası kalmadı o da; peçenin açık olan Hollanda toplumu tarafından kabul gören bir şey olmamasıdır. Bilindiği üzere açık olan Hollanda toplumuna uyum sağlanmaması ibaresi; genel bir ifade olup gelecekte İslam ve Müslümanlar ile alakalı her şeyin yasaklanmasına neden olacak kapıyı ardına kadar açık bırakmaktadır.

Başörtüsünü yasaklayan ve onu takan Müslüman kadını cezalandıran bu kanun kuşkusuz zalimce olduğu halde buradaki siyasiler hala açık bir toplum ve kadın-erkek eşitliğinden bahsediyorlar. İnsanların inandıklarına göre amel etmesi yasaklanıyorsa, öyleyse nerede bu açık olan toplum? Kadın-erkek eşitliğinden bahsetmeden önce, dilediği gibi tasarruf hakkı verilen Müslüman olmayan kadın gibi muamele edilmediği sürece Müslüman kadının diğer kadınlarla eşitliği nasıl gerçekleşir?

Devamını oku...

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَخُونُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُوا أَمَانَاتِكُمْ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. Enfal 2 Suriye'de

14 Eylül Çarşamba günü akşamı Suriye Resmi Ajansı (SANA), 15 Eylül Perşembe günü akşamı ise Suriye resmi televizyonu  Yarbay Hüseyin Harmuş'un itiraflarını yayınlayacağını açıkladı, (geçen haziran ayından bu yana ordudan ilk ayrılan subay ve onlarca subayı içeren ‘Özgür subaylar hareketi' komutanı). Suriye rejimine bağlı medya organları, Suriye ordusunun İdlib (şehri) dolaylarında düzenlediği operasyonda onu (yarbayı) ve 13 subay ve militan gurubu ile birlikte ele geçirdiğini açıkladı.

Ardından ‘Özgür subaylar hareketi' Yarbayın tutuklanıp Şam'a teslim edilmesindeki ‘bütün sorumluluğun' Türk hükümetine ait olduğuna dair bir bildiri yayınladı. Bildiride; ‘subaylar için asıl tehlikenin kendilerine himaye sağlanması amacı ile sığındıkları Türk hükümeti tarafından gerçekleştiği ortaya çıktı' dendi. Bildiri şöyle devam etti: ‘Böylece Türkiye kendini açıkça Suriye halkının düşmanı konumuna koydu. Zira herhangi bir devlet ve istihbarat birimleri arasında Suriye halkının kanları üzerinden pazarlık yapılması ve değiş tokuş da söz konusu olamaz'.

Suriye rejimine bağlı medya organlarının yarbayın teslim edilmeyip Suriye topraklarında yani İdlib dolaylarında, tutuklandığı şeklindeki haberini subayın ailesi yalanladı. Oysa onların rivayeti kendisinin, eşinin, çocuklarının ve kardeşinin bulunduğu Türkiye'deki kamplardan kayıp olduğu yönündedir. Haberin bu şekli ile bu mesele hakkında Suriye-Türkiye arasında resmi gizli bir anlaşmanın var olduğuna delalet etmektedir. Bunu teyid eden husus ise; Suriye rejiminin Türkiye'deki patlama ile ilgili suçlu bir kaç Kürtü Türkiye'ye teslim etmesi karşılığında Türk makamlarının da Suriye'ye bu subayı teslim etmesi şeklinde medyada geçen haberdir. Belki ‘Özgür subaylar hareketi' bildirisinde geçen ‘Zira herhangi bir devlet ve istihbarat birimleri arasında Suriye halkının kanları üzerinden pazarlık yapılması ve değiş tokuş da söz konusu olamaz' ifadesinden bunu kast etmiştir. Bu gizli anlaşmayı teyid eden diğer bir husus Türk makamlarının ilk günlerden beri subayın kayboluşuyla ilgili durumu bilmesidir. Zira onun akibeti hakkında en üst düzey makamlara baş vuruldu. Fakat bu makamların verdiği cevap onların bilgisi dahilinde onun Suriye-Türkiye sınırları arasında bulunan bir dairede ve güvenilir bir yerde olduğu ve bir kaç gün sonra ailesine döneceği yönünde idi. Yine subayın ailesi de şöyle anlattı: Ondan gelen haber kendisiyle kamp dışında yüzbaşı rütbeli bir Türk emniyet görevlisi görüştükten sonra kesildi. Nitekim Türkiye, Suriye'lilerin Türk topraklarına sığındıklarından beri sadece kendi bakımı ve himayesi altında olduğunu açıklamıştı. Bunun üzerine insani yardım veya basın takibi gerekçesiyle devletlerin casuslarının sızmasından kaygılandığı için bütün uluslararası insani örgütlerin ve medya kuruluşların kamplara girmesini yasakladı. Böylesi bir subayın elbet bütün hal ve hareketleri, bağlantıları ve görüşmeleri Türk istihbaratı tarafından yoğun ve sürekli takip altında olması gerekiyor... Eğer onun kaçırılışı sadece Suriye istihbaratı tarafından gerçekleşmiş ise, bu Suriye'nin Türkiye'ye karşı bir savaş ilanıdır. Oysa biz Türkiye'nin hiçbir şey yapmadığını gördük.

Biz Hizb-ut Tahrir olarak bu tehlikeli olay karşısında, bu subayın kaçırıldığı gibi mübarek Suriye devriminin de kaçırılmasından -kullanılmasından- endişelenirken, tekrar şunu hatırlatmak istiyoruz: şuan ki Suriye rejimi de Türk rejimi gibi bölgedeki Amerika'ya bağlı olan rejimlerin sütunlarından biridir. Söylemleri ise dışı rahmet (devrimi desteklemek) içi azap olan (Amerika'nın alternatif bir rejim sağlamasında rol oynaması) göstermelik bir tutumdur. Türk rejiminin siyasi geçmişini bilmeyen bir kişi onun oynamakta olduğu rolün hakikatinin ne olduğunu kestiremez. Zira o devrime boş destekler verirken Suriye rejimi ve onun icraatlarına karşı da süslü açıklamalar yapıyor ve rejimin insanları katletmeye devam edip sınırı aştığı takdirde tehdit edeceğini söylüyor. Aynı rejim sınırı çoktan aştı, ama Türk rejimi çok gecikti... Neden bu gecikme peki!? Çünkü o, Amerika'nın kendisine vereceği talimatı bekliyor. Anlaşılan o ki Amerikan planı iki çizgi takip ediyor:

- Ya yumuşak değişim yöntemi olacak. Yani rejimin eski uşağı Beşşar el-Esad'dan yeni uşaklarına güvenli ve sessiz bir devir geçişi olacak. Bu süreç belki 2014 senesine kadar uzayabilir. Zira -‘Nabil el-Arabi'nin de açıkladığı gibi- sözü geçen yeni uşaklarını bu süre zarfında hazırlamış olur.

- Ya da sert askeri değişim yöntemi olacak. Bu yöntem yukarıdaki senaryo başarılı olmadığı takdirde devreye girecektir. İşte bu görevi yerine getirebilmek için o zaman Erdoğan'a yeşil ışık yakacaklardır. Allah'tan niyaz ediyoruz ki olup bitenler samimi Suriye devrimcilerine ve subaylarına Türk rolünün hakikatini ve tehlikesini göstermiştir.

Ey Suriye'deki subaylar!

Hizb-ut Tahrir olarak böylesi bir haber bize sürpriz olmadı. Ancak çok üzüldük, çünkü biliyoruz ki Suriye devrimini tuzağa düşüren en hilekar ve tehlikeli rol Türk rolüdür. Bu yüzden bizler samimi olarak, size çok düşkün ve sıkıntıya uğramanız bize çok ağır gelmiş bir halde diyoruz ki; her şeyi baştan sonuna kadar İslami olarak ilan edin ve onu sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ] için samimi kılın. Zira ne uluslararası himaye durumu değiştirecek, ne de uluslararası hukuk örgütlerine şikayet etmek hakları geri aldıracaktır. Batı'nın askeri ve medyatik olan maddi gücü sizi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın size olan desteğinden alıkoymasın. Dolayısıyla siz imanınızla güçlü olun ki O [Subhânehu ve Te'alâ] da ayaklarınızı sabit kılsın ve sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya ait olmak üzere yönetimi almak için işlerinizde en üst düzeyde yardım etsin. Yönetimi zalim zümrenin ellerinden söküp alırken rejimin avenelerinden korkmayacak kadar cesur olun, ecrinizi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan bekleyin ve biliniz ki eceliniz sizin kalkanınızdır.

Ey Suriye'deki ayaklanan Müslümanlar:

Tağut Beşşar'ın zümresinin döktüğü temiz ve iffetli kanlarınız sizi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın, Resulünün ve müminlerin razı olacağı doğru bir değişime götürmelidir. Sinsi planları çizme hususunda  usta olan sömürgeci kafirlerden sakının. Özellikle; bir uşağı bir başkasıyla değiştirmek isteyen Amerika ve bu işte pay isteyen Avrupa'dan sakının. Onların tuzaklarından ve devriminizi istismar etmek ve boşa çıkarmak için sarf ettikleri ölümcül çabalarından sakının ve kesin olarak biliniz ki eğer siz Allah [Subhânehu ve Te'alâ] ile beraber olursanız O [Subhânehu ve Te'alâ] da sizinle beraberdir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الْأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِين Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Ali İmran 139 Değişimi ancak Batı'nın sağlayabileceği çığırtkanlığını yapan Batı'nın avenelerinin saptırmaları sizi aldatmasın... Muhakkak ki siz Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle buna kadirsiniz. Biz Hizb-ut Tahrir olarak sizin içinizde ve size nasihat etmekteyiz. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] sizinle beraberdir ve O [Subhânehu ve Te'alâ] amellerinizi asla eksiltmeyecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. Yusuf 21

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Suriye Büyükelçiliği Önünde Gerçekleştirilen Protesto Duruşu İle İlgili Basın Açıklaması

Hizb-ut Tahrir'in, Viyana'daki Suriye Büyükelçiliği önünde düzenlenmesine davet ettiği  "Sadece Resulullah'ın sancağı altında" adlı protesto amaçlı duruşu 9 Eylül 2011 Cuma günü gerçekleşti. Bütün ulusal/vatancı/milliyetçi işaret/armalar kasıtlı olarak gözükmedi ki Suriye rejiminin halkına karşı cinayetlerin bütün Müslümanları ilgilendirdiği ve İslami beldeler arasında bulunan bu yapay sınırların şer'i bir itibar olmayıp sömürgeci devletlerin ürünü olduğu anlaşılsın. Ayrıca bunun insanların beyinlerinden de sökülüp atılması gerekir. İslam ümmetinin birlik-beraberliği siyasi bir amaç veya gerekli stratejik bir mesele değil İslam akidesinden fışkıran şeri bir vecibedir. Bu protesto amaçlı duruşa 150 kişi katıldığı gibi Almanca, Arapça ve Türkçe üç ayrı konuşma yapıldı. Konuşmacılar; Suriye'deki insanlara acilen yardım etmede Müslümanların sorumlu olduğunu ve özellikle komşu ülkelerdeki orduların sorumluluğunun olduğunu anlattılar. Arap ülkelerinde meydana gelen devrimler, Müslüman beldelerdeki ajan rejimlerin kökünden sökülmesi ve İslami beldeleri birleştirecek ve gölgesi altında adalet ve refahı yaygınlaştıracak bir Raşidi İslâmî Hilafet'in kurulması için çalışılmasının gerektiği de şüpheye yer bırakılmayacak kadar açıkça ortaya konmuştur.

Buna ilaveten konuşmacılar, Suriye ve diğer İslami beldelerde bulunan ve 'azınlıklar sorunu' olarak adlandırılan hususa da değinerek bu hususun bir 'sorun' olarak görülmesinin doğru olmadığına dikkat çektiler. Aksine bu denli kavmiyetlerin ve din mensuplarının bulunmasının İslam'ın onlara karşı hoşgörülü olduğuna delalet etmektedir. Zira diğer din mensuplarına İslam toplumu içinde güvenli bir hayat sağlayan yegane rejim kerim İslam olmuştur. Avrupa'da yıllardır çeşitli takiplerin en şiddetlisine maruz kalan Yahudilik, Nasturiler ve Monofizit gibi bir çok din mensupları güvenliği ve korumayı ancak İslam Hilafeti gölgesinde bulmuşlardır. Batılı ülkelerdeki durumdan tamamen farklı olarak İslam; hiç kimseye hayata ilişkin bakış açısını cebren benimsemesini zorunlu kılmaz. Oysa örnek olarak Almanya'da devlet; vatandaşlık hakkına sahip olmak isteyene demokrasi ve özgürlükler ilkelerine dayalı Alman devletinin rejimini benimsemesini şart koşar. Bu nedenledir ki bugün İslami Hilafet bütün dünyada var olan laik ve kapital rejimlerin ideolojik alternatifidir.

Ayrıca konuşmalarla birlikte Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sancağı kaldırıldı ve üç dilde sloganlar atıldı. Bu protesto amaçlı eylem Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya hamd olsun ki düzenli bir şekilde son buldu ve olumlu atmosfer oluştu.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Pakistan'lı News gazetesi Pazar akşamı 21/8/2011'de Ordu Komutanı General Eşfak Kayani'nin şöyle dediğini aktardı: ‘Hükümet kendisinden istediği takdirde Karaçi kentinde siyasi ve etnik şiddet eylemlerini durdurmak için Pakistan ordusu olarak yardım etmeye hazırdır.' Bu işin gerçeği nedir? Gerçekten de ordunun müdahalesine şehrin ihtiyacı var mıdır? Halbuki bu tür işler ordunun değil polisin işidir. Yoksa bu müdahele başka amaçlar için midir?

Cevap: Olup bitenlerin gerçeğini ve nedenlerini bilmek için şunları belirtiyoruz:

1- Karaçi Pakistan'ın en büyük şehri, 20.000.000 nüfusa sahip ve Muhacirler, Paştunlar, Pencap, Sind ve Bengal gibi çeşitli ırklardan oluşmaktadır. Ayrıca bu şehir Hırıstiyanlar, Hindular, Sihler, Bahailer, Yahudiler, Budistler ve İsmaililer gibi azınlık dinlerin yurtları olarak kabul edilir. Dolayısıyla herkesin hakkını verme açısından devletin İslam'ı tatbik etmemesi etnik ve dini çatışmanın fitillenmesinin ihtimalini arttırır.

2- Sovyetler Birliğine karşı yapılmış Afgan cihadından sonra birçok Paştunlar Karaçi şehrine göçüp onun içinde ve etrafında yerleştiler. Ayrıca kent, roket atar gibi ucuz ve kolayca bulunabilen silahların çokça akmasına tanıklık etti. Bunun da şehrin üzerine etkisi olmuştur. Ayrıca 2003'de Müşerref'in, Amerika'nın Kabail (Kabilelerin) bölgesinde yürüttüğü savaşı desteklemeye boyun eğdiğinden beri, Amerikan uçakları ve Pakistan ordusunun kabail bölgesine saldırıları sebebiyle Amerikan uçaklarının cinayetlerinden kaçıp Karaçi'de can güvenliklerini sağlamak için çok sayıda Paştunlar ve diğerleri bu şehre göç ettiler.

3- Son zamanlarda Amerika, genel olarak mücahitlerin özel olarak da Taliban'ın Karaçi'de güven içinde hareket edip cihad için de buradan hareket ettiklerinden şüphelenmeye başladı. Bu nedenle Karaçi'de ikamet eden Taliban ve El-kaide mensuplarına karşı hareket etmek üzere Amerika Kayani'ye baskı yaptı. Nitekim Amerika, geçen senenin yarısından itibaren bu politikayı izlemeye başladı. Özellikle Feysal Şahzad'ın 1/5/2011'de New York'taki ‘Times Square' isimli olayı ile ilgili Amerika'nın ilanından sonra başlamıştı. Ardından Amerika Karaçi'yi takip altına aldı. Zira ABD Şahzad Feysal'ın kentte serbestçe hareket ettiğini ve silahlı kimselerle irtibat halinde olduğunu açıklamıştı. Buna ilave olarak da ABD; 22/5/2011'de ‘Mihran' isimli Karaçi'de bulunan deniz üssüne düzenlenen saldırıyı Taliban'ın üstlenmesini pratik icraat uygulaması için Gilani'ye baskı unsuru olarak kullandı.

27/5/2011 tarihli Reuters ise saldırıdan bir gün sonra Pakistan'ı ziyaret eden Clinton'ın şöyle dediğini aktardı: ‘Bu ziyaret çok önemli idi. Çünkü biz dönüm noktasına geldik. Biz Pakistan ve Pakistan hükümetinin önümüzdeki günlerde keskin kararlar almasını bekliyoruz. Zira çok sayıda Taliban liderleri hala Pakistan'da yaşamaktadırlar. Afganistan'a yardım etmek üzere bize yardım etmek için Pakistan'ın sorumluğu vardır. O da isyancıların savaş için Pakistan topraklarından hareket etmelerini engellemektir.'

4- Böylece Amerika, kabail ve hudut bölgelerinde olduğu gibi Karaçi'yi de endişe verici bir unsur olarak gördü. Kendisi, insansız uçağını Karaçi gibi nüfusu kalabalık şehirlerde kullanamazken bu tür uçakları hudut bölgelerinde sınırsız bir şekilde kullanabilir. Bu yüzden ordunun bir kısmının Karaçi'ye girmesi için Kayani ile anlaştı. Buna göre ordu; Amerika'nın kabail ve hudut bölgelerinde bulunan mücahitlere karşı koymasına yardım ettiği gibi Karaçi'deki mücahitleri takip etmesine de yardım etmiş oluyor.

5- Ordunun müdahale etmesine medyatik bir bahane olarak göstermek üzere Karaçi'deki çeşitli etnikler arasında şiddet eylemlerini canlandırmak üzere avenelerini harekete geçirdiler. Bu olaylar işte bu nedenle meydana geldi. Zira bu olayların ardından bir çok ölü, yaralı ve hayati önemdeki kamu menfaatleri zarar gördü. Nitekim ‘Al-jazeera.net' 18/8/2011'de Emniyet ve Sağlık kaynaklardan şöyle aktardı: ‘Etkisi altına bıraktığı yeni şiddet eylemlerine maruz kaldığı için Deniz kıyısı Pakistan güneyinde bulunan Karaçi kentinde 24 saat zarfında 39'dan fazla kişi öldü ve 40 kişi yaralandı. Bu olaylar gerilla savaşı şeklini aldı. Ancak polis bu olayların siyasi boyutlardan ibaret olduğunu söyledi.'

6- Bütün bunlar yeni durum meydana getirmek içindir... Güveni ve asayişi tekrar sağlamak üzere insanlar ordunun Karaçi'ye müdahale etmesini talep etti. Amerika da Kayani'ye bu uğraşıda hemen yardım etmeye geçerek Karaçi kentinde güvenlik karmaşasını kaldırmak için yardım etmeyi teklif etti. Nitekim 9/8/2011 tarihinde Sind bölgesinin İçişleri Bakanı Menzur Visan Amerikan Genel Konsolosu Wilhelm Martin ile bir araya gelerek şöyle dedi: ‘Kentteki durumu aşmak için ABD  mühimmat ve deneyimler sunmayı teklif etti.'

7- Bazı siyasetçiler bu saptırmalardan etkilenerek aldandı. Nitekim medyanın bazı organlarında 3/8/2011 tarihinde geçtiği gibi yerli siyasetçiler ordunun Karaçi'ye müdahele etmesi çağrısında bulundu. Bir hafta sonra ise ordu kente girebileceğini açıkladı. Zira Kayani büyük generalleriyle görüştükten sonra askeri bir kaynak 9/8/2011'de şöyle açıkladı: ‘Toplantıda Karaçi'deki kanun, asayiş durumu, karmaşalığı ve milli ekonomiyi etkileyen sonuçlar hakkında taşıdığımız kaygıları paylaştık.'

8- Ordunun Karaçi'ye müdahale etmesi Amerika içindir. Normal olanı Ordunun; Amerika'yı razı etmek için Karaçi'deki Müslüman kardeşlerini değil, Müslüman ülke Afganistan'ı işgal eden ve Pakistan'daki insanların asayişini bozan Amerikan canilerini takip etmesi gerekiyor. Bazı yerli güçlerin Orduya çağrıda bulunmasına gelince; bunlar ya düşman Amerikan güçleri ve Kayani'nin hain avaneleri ile anlaşmalıdırlar, ya da saf ve siyasi uyanıklığa sahip değiller. Zira bunlar Ordunun müdahale etmesinin gayesinin asayişi sağlamak için olacağı zannına kapılmışlar ve bazı kiralık medya organlarının saptırmasına aldanmışlardır.

9- Şüphesiz iç asayiş; ülkeyi ve halkı Amerikan saldırısından koruması gereken Ordu ile değil polis/güvenlik güçleriyle sağlanır. Biz de; Ordunun şehirlere müdahale etmesini engellemek, Ordunun Afganistan'ı işgal eden ve insansız casus uçakları, CIA ve FBI casusları ve düşman güvenlik şirketleri ile Pakistan'ı bozan Amerikan saldırısına karşı durmasını teşvik etmek için bütün samimi güçleri seferber ediyoruz.

Asayişi sağlamak polisin görevlerindendir. Burada kast edilen asayiş/güvenlik Amerika'nın değil insanlarındır. Bu ise Amerika ve Batı'nın casuslarına değil, ülkenin maslahatlarıyla ilgilenenlere emniyet sağlamaktır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ], Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve takvalı müminlerle beraberdir ve kafir sömürgecilere karşıdırlar. Bu ise olması gerekendir.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER