Cuma, 28 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması -

 

Dr. Hakim el-Mutairî'ye;

Esselemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh;

Sitenize ulaştığımda hizbin 29.11.2010 tarihinde size gönderdiği nasihat mektubuna yönelik ("Ayaklanma Efsanesi... 23-İslamî Akım ve Siyasî Proje Krizi" başlığı altında) ikinci bir yanıt yayınladığınızı gördüm.

Ancak "nasihat" mektubuna yönelik ilk yanıtınız, sitede yayınlanmış olan yanıtınız değildir. Bilakis nasihat mektubuna yönelik ilk yanıtınız 8-9.12.2010 tarihinde olmuştur ve metni de şu şekildedir:

(... Üzerinde gittiğiniz görüşe karşıyım:

Birincisi şu sözünüz:

[Aynı zamanda ortada baştan aşağı değiştirilmiş bir şekilde Hilafet'e çağıran yazarları görüp işitmesi hizbi üzmektedir. Zira onlar, Allah'ın hakkında bir Sultan indirmediği sistemlerle yöneten tagut yöneticiler arasındaki bir federasyona çağırmaktalar ve bu federasyon için de Hilafet Konseyi olarak adlandırdıkları bir konsey icat etmektedirler. Sanki o, İslam Konferansı veya Arap Birliği veya en güzel haliyle otoriteleri birbirinden ayrılmış varlıklardan oluşan devletler arasında oluşan Avrupa Birliği gibidir. Buna rağmen bu projelerini, Hilafet projesi olarak adlandırmaktadırlar! Dolayısıyla bilerek yada bilmeyerek Müslümanların zihinlerindeki Hilafet görüntüsünü çarpıtmak için çalıştıkları gibi onun için çalışanların da kafalarını bulandırmaya çalışmaktadırlar.] şeklindeki sözünüz, kesinlikle konu hakkındaki bakış açımızı anlamadığınızın açık kanıtıdır. Şayet Özgürlük veya Tufan veya İnsanın Kurtuluşu kitaplarını okumuş olsaydınız Allah'ın izniyle bu kuruntu yok olurdu. Ve şayet sitemizi ve Raşid Siyasî Bilinç gibi makalelerimizi takip etmiş olsaydınız bu şüphe yok olurdu. Zira kast edilen, bu hükümetleri değiştirmek ve tek bir ümmet ve Raşidi Hilafet'i geri getirmek için birbirleriyle yardımlaşan İslamî hükümetler kurmak için düzenli ve siyasi cemaatsel bir çalışma yapmanın vacip olmasıdır. Çünkü bu, herkesin üzerine farz olup bunun aksi de düşünülemediği gibi bu mesele için tagut hükümetlere çağrıda bulunmak aklımdan dahi geçmemiştir!!!!

İkincisi: Hizb-ut Tahrir, Adalet ve İhsan Cemaati, el-Kaide ve diğer hareketlerin tamamı Hilafet'i kurmayı hedeflemektedirler ve bu da teşekküre layık bir iştir. Nitekim onlardan önce Hasan el-Benna ve ondan önce de Raşit Rıza Hilafet kitabında bu yönde ilerlemişlerdir... Ve benzerleri. Ancak Hilafet hakkındaki fikrî ve amelî proje bir şeydir, ne İhvan'da ne Hizb-ut Tahrir de göremediğimiz siyasî proje ise tamamen başka bir şeydir. Nitekim yetmiş yılın ardından Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi devlet kurma şeklinde olsa bile siyasî vakıada herhangi bir şeyi gerçekleştirme noktasındaki yetersizlik bunun en açık kanıtıdır!

Üçüncüsü: Hizb-ut Tahrir'in sorunu, Hilafet'i kurma metodunu aynı namaz ve diğer tevkıfî ibadetler gibi bir ibadet olarak görmesidir. Zira o, tevkıfî ibadetler ile Allah yolunda cihat etmek, emr-i bil maruf, zalimin elinden tutmak ve benzerleri gibi talep edilenleri gerçekleştirme yönünde mükellefin yapmak için içtihat ettiği diğer şeri teklifler arasındaki farkı idrak edememektedir... Mesela Allah'ın hükmünü ve Hilafet'ini kurma farzı cihat babından olup içerisine herhangi bir görüşün ve içtihadın giremediği namaz babından değildir. Ayrıca Hilafetî kurmanın vacip olması ile Hilafet'i kurma metodu arasında da fark vardır.

Sonra bu tevkıfî kaideye binaen hizbin, nusret bulabilmek için herhangi bir yerde araştırma yapması gerekir ve devletlerden herhangi bir devletin olması da zorunlu değildir. Bu nedenle el-Kaide bugün, yaptıklarından dolayı buna Hizb-ut Tahrir'den daha yakındır. Dolayısıyla herhangi bir yerde İslamî Hilafet'in kurulması ile kendisine itaat etmesi ve destek vermesi gereken bütün ümmet için kurulacak Hilafet'in arasından fark vardır!

Dördüncüsü: Hilafet konusunun, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in nusret talebinde bulunduğu sırada Medine'de kurulan Nebevî Devlet konusuna kıyas edilebileceğini düşünmüyorum. Zira iki husus ve iki durum arasında açık bir fark vardır. Çünkü Medine'deki sahabe, Sakife günü Hilafet'i kurmuşlardır ki o zaman harekete geçmişler, istişarede bulunmuşlar ve görüş ve içtihatla Eba Bekir'i seçmişlerdir. Dolayısıyla hiç kimseden nusret talebinde bulunulmadığı gibi Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi de yapılmamıştır. Bu nedenle bugün Müslümanların üzerine vacip olan, Hilafet'i kurmak ve istisnasız ümmeti birleştirmek için içlerindeki güç ve kuvvet  ehlini bir araya getirmeleridir. Şöyle ki; onların, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, iman sahibi olanların Hilafet'i kurmak için bir araya gelme güçleri olmamasından dolayı nusret talebinde bulunmak için araştırma yaparken Mekke'de yaptığı gibi yapmaları gerekmektedir. Dolayısıyla onlara düşen, hem Hilafet'i kurmak için gerekli olan gücü hem de nihai hedefi gerçekleştirecek siyasî proje olarak isimlendirdiğimiz hususa ulaşıncaya kadar gerekli olan gücü gerçekleştirmek için çalışmalarıdır!

Beşincisi: Bugün, Dâr-ul İslam'daki ümmetin halinin, Dâr-ul Küfür ve Şirk olan Mekke'deki Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in haline kıyas yapılması imkansızdır. Zira bugün ümmet, Allahuteala'nın şu kavlinin muhatabıdır: [الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ "İşte bugün, size dininizi kemale erdirdim." [el-Mâ'ide 3]] Dolayısıyla ister zayıf isterse güçlü durumda olsun bu hükmün dışına çıkamaz. Zira o, şeri hükümlerin tamamıyla mükelleftir ve hiçbir şekilde ondan bir şey sakıt olmaz. Mesela şayet ümmet yeniden birleşse, yeniden Hilafet geri gelse, sonra Halife kafir olsa ve dinden dönse ve ümmet de parçalansa ümmetin yapması gereken, nusret hakkında araştırma yapmak mıdır? Yoksa onu azletmek için harekete geçmesi yada [إلا أن تروا كفرا بواحا "Açık bir küfür görmeniz müstesna"] ve [من جاهدهم بيده فهو مؤمن "Her kim onlarla eliyle cihat ederse o mümindir."] hadisleri ile bu gibilerle cihadı meşru kılan benzeri hadislerde geçtiği gibi güçle onunla cihat edip ardından da başka bir Halife ikame ederek yeniden ümmeti birleştirmesi midir?! Dolayısıyla burada söylenenler, bizim kendi vakıamız için söylediklerimizdir. Zira ümmetin, haricî kafir düşman güçlerinden kurtulması zorunlu olduğu gibi dahilî ajanlardan da kurtulması zorunludur ve bütün ülke halkı da bunu gerçekleştirmek için çalışmalıdır.  Şayet bu onlar için gerçekleşirse bütün herkesin, birr ve takva, ümmeti birleştirmek ve tek bir Halife seçmek üzerine yardımlaşmaları gerekmektedir.

Altıncısı: Hizb-ut Tahrir'in bu anlamda teşekküre layık işleri ve övgüye değer çabası vardır ancak değişim için fikrî çabanın dışında herhangi bir eylemde de bulunmamaktadır. Bu nedenle onun, farzı ayınlardan ve bütün ümmetin üzerindeki farzı kifayelerden olmasına rağmen Hilafet'in olmadığı gerekçesiyle ümmetten saldırganlığı uzaklaştırmak için Allah yolunda cihat etme hususunda bir rolü yoktur. Bu ise kitap, sünnet ve ümmetin icmasıyla kesin olarak sabit olan birçok şeri hükümlerin askıya alınması demektir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, Allahuteala'nın; [وتعاونوا على البر والتقوى "İyilik ve takva üzerine yardımlaşın.." [Maide 2]] kavline rağmen kendisini, hem ümmetten hem de ümmetin ıslah hareketlerinden soyutlamıştır. Hatta onlar, reformcuların hakkı ikame etmek ve batılı yok etmek için yardımlaştıkları herhangi bir amele de katılmamaktadırlar. Ancak Sudan'daki durum hakkında bir bilgim yok. Belki farklı şeyler olabilir!

Yedincisi: Kerim kardeşim, Ehl-i Sünnet ve Siyasî Kriz Kitabı, sadece Selefilere yönelik olup Ehl-i Sünnet ise geneldir ve onların kendilerine ait usulleri, istidlal ve tartışma kaideleri bulunmaktadır ve biz de onlara, anlayabilecekleri ve kavrayabilecekleri şekilde hitap ediyoruz ki buda meşru siyasettendir. Diğerlerine gelince; onlar da diğer kitaplarımıza başvurabilirler.

Şayet kardeşinin ülkesinde güçlü olduğu ve tagutlara yağ çektiği imasında bulunmasaydınız nasihatinizden hoşlanmıştım. Zira bu, kendisinden uzaklaştırmaya gücü yetmeyen her Müslümana yönelttiğiniz bir şüphedir. Nitekim biz, ülkemizdeyiz, üniversitelerimizde çalışıyoruz, pasaportlar taşıyoruz ve bunların hepsi de meşru olmayan yönetim sistemleri altında olmaktadır. Dolayısıyla bunların bir zararı yoktur ve bu onlara yağ çekmek de değildir. Zira asıl olan ümmettir ve Allah ve Resulünün hükmü sayesinde toprak onun toprağı ve ülke de onun ülkesidir. Bu sistemler ise ümmetin üzerine beklenmedik bir şekilde gelmiş meşru olmayan sistemler olup üzerine beklenmedik bir şekilde meşru olmayan bir yönetici gelse bile ümmetin kendi üzerindeki velayeti durmaktadır. Dolayısıyla onun ortadan kaldırılmasının, ona kılıçla karşı konulmasının ve onun değiştirilmesinin vacip olması, ümmeti gerek kendi gerek toprakları gerekse servetleri üzerindeki velayetinden  mahrum etmemektedir. Bunun ayrıntılarını, İnsanın Kurtuluşu kitabında anlattım.

Sekizincisi: Her ne kadar görüşlerimiz farklı olsa da aramızdaki kardeşliğin ve muhabbetin devam etmesini rica ediyorum. Zira herkes kendisi için yaratılana müyesser olur ve kendi tarzına göre çalışır. Dolayısıyla bizler ve sizler, Kur'an'ın nassıyla kardeşiz. Dolayısıyla da görüş farklılığı, sizinle yazdıklarıma ulaşmanız arasında bir engel olmasın. Zira orada üzerinde durulmaya değer ve ortak hedefimize katkı sağlayan şeyler bulacaksınız ki bu ortak hedefimiz; sizin kendisini ve metodunu tevkıfî bir ibadet olarak gördüğünüz bizim de kendisini, tüm cihat üslupları ve teknikleri ile meşru siyasi çalışma becerilerinin araştırılması gereken içtihadi bir farz olarak gördüğümüz Hilafet'in kurulmasıdır. Amaçsa ümmetin vahdetini gerçekleştirmek ve yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmektir. Yeryüzündeki İstihlaf (Halifelik) işte budur.

Tartışmayı kısa kestiğim için özür dilerim. Zira tüm bu konuda yazdıklarıma müracaat etmez iseniz sorunların anlaşılması imkansızdır. Allah'ın, hem bizlere hem de sizlere başarı, hidayet ve doğruluk nasip etmesini temenni ediyorum. Amin!

Sizi Allah için seven Dr. Hakim Mutairî.]

Bunun ciddiyetsiz bir yanıt olduğu gayet açık olup bu, ilim ehlinin yanıtını önemsememeye daha yakındır. Bu nedenle hizbin, 10.12.2010'daki size yönelik yanıtı şu şekildedir:

[بسم الله الرحمن الرحيم

Dr. Hakim el-Mutairî'ye;

Esselemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh;

Elhamdulillehi ve's Saletu ve's Selamu Alâ Resulullahi ve Alâ Âlihi ve Sahbihi ve Men Vellâh;

Bizler "rekabeti-çekişmeyi" sevmiyoruz. Nitekim size, bir (nasihat) mektubu gönderdik ve şeri delillere göre hakka tabi olması için Müslümanlardan ilip sahipleriyle ciddi bir nasihatleşmede bulunmayı hesap ettik. Zira size, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in devleti bu şekilde kurmasından dolayı nusret talep etmenin vacip olduğunu açıkladık. Ancak siz bize, (8-9.12.2010) gecesi ulaşan dalgaya ve "alaya" benzeyen mektubunuzu gönderdiniz... İlim sahipleri bu şekilde nasihatleşmezler:

Siz diyorsunuz ki; Medine'deki sahabe, Sakife günü Hilafet'i kurmuşlar ve hiç kimseden nusret talebinde bulunulmaksızın Ebu Bekir Halife olmuştur! Sahabe ve Ebu Bekir, bir devlet mi kurdular yoksa Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in nusret talebinde bulunmak yoluyla daha önce kendileri için kurduğu devleti mi devam ettirdiler? O halde devletin kurulması ile onun devam ettirilmesi arasındaki farkı idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!

Ve diyorsunuz ki; şayet Hilafet mevcut olup Halife de kafir olsa, ümmet nusreti mi araştıracak yoksa onu öldürecek mi...? Bu durum, devletin kurulması durumu mu yoksa Hilafet'in varlığı durumundaki Halifenin pozisyonu mu? O halde nusret talebinde bulunmayı gerekli kılan devletin kurulması ile açık küfrü ilan etiğinde kılıçla karşı konulan devletin varlığı durumundaki Halife'nin pozisyonu arasındaki farkı idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!

Ayrıca bize gelip, Hilafet'i kurma metodunun ibadetler gibi delile göre tevkıfî bir ibadet olarak gördüğümüzü söylüyor ve sonra şunu ekliyorsunuz: Bu tevkıfî kaideye binaen hizbin, nusret bulabilmek için herhangi bir yerde araştırma yapması gerekir ve devletlerden herhangi bir devletin olması da zorunlu değildir! Peki sizin, nusretin devleti kurmak için kuvvet ehlinden talep edildiğini ve bunun ise "herhangi bir yerde" gerçekleşmeyip bilakis bir devlette gerçekleşeceğini idrak etmemeniz mantıklı mı? Ancak siz, nusret talebinde bulunmakla dalga geçmiş ve onunla alay etmişsiniz!

Bununla birlikte siz, nusret talebinde bulunmanın çok azim bir mesele olmasına rağmen nusret talebinde bulunmakla dalga geçmek ve onunla alay etmekle yetinmemişsiniz bilakis Hilafet'e ve ehline kin güden diğer insanların yaptıkları gibi sinsice, bilakis açık bir şekilde bizi, Hilafet'in bulunmadığı gerekçesiyle cihadın birçok hükümlerini askıya almakla suçlamışsınız. Gerçekten bu şekilde mi ey doktor?! Allah aşkına Hizb-ut Tahrir'in hangi kitabında yada beyanında böyle bir söz gördünüz ki? Arı duru olan hizib hakkında Allah'tan korkmuyor musun? Dolayısıyla biz, hiç kimseyi Allah'a karşı temize çıkarmıyoruz. Ayrıca mektubunuzda siz, sizinle onun arasındaki kardeşliğin devam etmesini rica ediyorsunuz?

Tüm bunların üzerine yanıtınızda geçenlere karşı bu kadarıyla yetiniyorum. Dolayısıyla dalga geçenlerin ve suçlayanların sayısı ne kadar artarsa artsın hiçbir kimse Hizb-ut Tahrir'e zarar veremeyecektir. Zira akıbet muttakilerindir. Allah Subhânehu da salihlerin velisidir.

Sizinle bu konuyu kapatıyoruz. Size nasihat edip bildirdik ya bu bize yeter. Selametle.

H. 04 Muharrem 1432 - M. 10 Aralık 2010)

Hakeza bu yanıtlar sizde gizli kalsın.

Kerim kardeşim: Sitenizde yayınlamış olan ikinci yanıtınız, bizim ve sizin arzu ettiği üzere daha önce geçen ilk yanıtınız gibi ilim ehlinin yanıtlarına daha yakın olan nazik bir yanıtın aksine bazı parçalarına olsa bile uygun bir yanıt olmamıştır. Şayet ikinci yanıtınız da bir önceki ilk yanıtınız gibi olsaydı durum bu şekilde olmazdı!

Tüm bunların üzerine biz size, "rekabet-çekişme" bağlamında "bir nasihat" göndermdik bilakis Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisi bağlamında bir nasihat gönderdik:

الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir." [Müslim rivayet etti]

Ayrıca bizler, kitabınızda iyi bir şeyin iyi olmayan bir şeyle karıştığını gördüğümüz için buna başvurduk ve diğer hattın önüne doğru bir hattı koymaktan dolayı da mutlu olduk. Şayet nasihatimizi kabul etseydiniz biz bunu hayır olarak görecektik ki bizim istediğimiz ve hoşlandığımız şey budur. Şayet kabul etmesseniz de sizi zorlayacak değiliz. Bilakis nasıl istiyorsanız öyle yaparsınız... Bu nedenle bizler, geçtiği şekilde almak ve yanıtlamakla yetiniyor ve kendi sitenizde yayınlanan yanıtınızda olduğu gibi parçalara yanıt vermiyoruz ki bu uygun değildir. Dolayısıyla nasihat mektubumuz yeterlidir. Zira görüşlerimiz, sitemizde bulunan kitaplarımızda ve beyanlarımızda gayet açık ve nettir.

Son olarak; sitenizin takipçileri için en iyi olan, size gönderdiğimiz "nasihat" mektubumuzu yayınlayıp ardından da yanıtınızı yayınlamanızdır. Zira geri kalanlarını zikretmeksizin bazı paragraflarına yanıt vermek için nasihati parçalamayınız. Bu şekilde okuyucu için görüntü açık olmaz, öyle değil mi?

Ve's Selemu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

Not: Siz sitenizde konuyu ele almadan önce biz, nasihat mektubunu ve yanıtlarını sitemizde yayınlamamıştık. Ama bu olunca "nasihat" mektubu ile sizin ilk yanıtınızı ve bizim ona olan yanıtımızı sitemizde yayınlayacağız. Nasihat mektubuna bölük pörçük cümlelerle verdiğiniz ikinci yanıtınıza gelince; nasihat mektubunu sitenizde yayınladığınızda Allah'ın izniyle onu da yayınlayacağız... Allahu Subhânehu, salihlerin velisidir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Tamam, Seferberlik Olsun! Ama Sadece Helgit'i Kurtarmak İçin Değil Bilakis Güney'deki İslamî Toprakların Tamamını Kurtarmak İçin Olsun

Her ne zaman topraklar etrafından sarılmaya başlasa Sudan'daki rejim, sadece toprağın ve ırzın korunması için seferber olup destek vermeleri talebiyle insanlara koşmaktadır. Bu ise Güney halkından olan isyancı askerlerin, ülkenin Güney Batısı'nda bulunan (Helgit) bölgesine girmelerinin ardından meydana gelmiştir. Böylece toprakların, Güney isyancılarından kurtarılması için cihat ve seferberlik hakkında yeniden konuşulmaya başlanmıştır!

Bütün insanlar bilmektedirler ki; Helgit'de, daha önce de Ebiyi ve diğer bölgelerde meydana gelenler ile ileride de meydana gelecek olanlar, Batılı rejimi razı eden ve Rabbimizi gadaplandıran Nifaşa'nın acı meyvesinden başka bir şey değildir. Zira İslamî topraklar, İslam'a saldıran ve Güney'deki Müslümanlara boyun eğdiren Nasranilik boyasına bürünmüş bir devlet kurmaları için isyancılara feragat edilmiştir ki bu devlet, Amerika ile Yahudi varlığının bir kolu olacaktır. Daha önce söylediğimiz ve söylemeye de devam edeceğimiz gibi burası, Allah'a, Resulüne ve müminlere bir hıyanet olmasının ötesinde sahibi olmayanların hak etmeyenlere verdiği bir hibedir.

Şayet rejim, insanları cihada seferber etmekte ciddi olsaydı, ilk önce cihadın zorunlu kıldığı hükümlere bağlanırdı ki bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Allah Azze ve Celle'ye tövbe edilmesi, meşum Nifaşa Anlaşması'nı ilga edilip sanki olmamış gibi sayılması, ayrılık ve sonuçları gibi anlaşmaya terettüp edenlerin tamamının ilga edilmesi.

İkincisi: İnsanları cihat için seferber etmeye çalışmanın, sadece Helgit'in kurtarılması için değil bilakis terk edilmesi caiz olmayan İslamî bir toprak olması itibarıyla Güney Sudan'daki toprakların tamamının kurtarılması için olması.

Üçüncüsü: Hakların ve mağduriyetlerin sahiplerine verilmesi, insanların işlerinin İslam'la ihsan ile gözetilmesi, herhangi bir şekilde yağmalanan kamu mallarının iade edilmesi, rejimin önce bizzat kendisi Allah'ı razı etmek için çaba sarf etmeye başlaması ardından da diğerlerini takip etmesi. Zira kamu mallarını saçıp savurmak, boğaza kadar yolsuzluğun içine batacak şekilde baskın bir özellik haline gelmiştir. O halde elinde Kisra'nın hazinelerini taşıyan ve bir dirhem dahi almaksızın bunu Halife'nin önüne koyan askerlerinden birinin pejmürde bir halde olduğunu görünce ağlamaya başlayan Ömer İbn-u Hattab [Radıyallahu Anh] gibi olunuz ki bu sırada Abdurrahman İbn-u Avf Ömer'e şöyle demiştir: "Mütevazi oldun ki onlar da mütevazi oldular. Şayet savurgan olsaydın onlar da savurgan olurlardı."

Dördüncüsü: İslamî topraklarda bir devlet kuracak olmaları itibarıyla Güney Sudan isyancılarıyla kesinlikle müzakerenin yapılmaması. Zira onlarla bir anlaşmanın yapılması şeran caiz değildir. Bilakis topraklar onlardan kurtarılıncaya ve Müslümanlar onların egemenliğinden çıkıncaya kadar fiili savaş durumunun devam etmesi gerekir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُواْ عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ " Kim size saldırırsa siz de ona size saldırdığının misliyle saldırın. " [el-Bakara 194]

Ve Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Beşincisi: Her şeyden önce, alemlerin Rabbini razı edeceğimiz, bütün insanlar arasında adaleti ikame edeceğimiz ve bugün ülkenin ve insanların temelleri üzerine yönetildiği kafir Batı rejimlerinden kurtulacağımız Nübüvvet Minhazı Üzere Raşidi Hilafet'in olduğu İslamî Devletin ilan edilmesi kaçınılmazdır. İşte o zaman Aziz ve Hamîd olan Allah'ın nusreti gelecektir. Zira O, şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُم "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a [Dinine ] nusret verirseniz Allah da size nusret verir ve ayaklarınızı [Dini üzere] sabit kılar." [Muhammed 7]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Keyâni, Hıyanetini Örtmek İçin Parlamentoyu Kullanmaktadır NATO'nun Tedarik Hatlarının Yeniden Açılması Haram Olup Allah'a, İslam'a, Ümmete ve Mücahitlere Hıyanettir

Keyâni ve yoldaşı, insanların sefalet içerisinde boğulması için ülkenin dört bir tarafındaki elektrik noksanlığını, Karaçi'deki organize cinayet operasyonlarını, Belucistan ve Gilgit'teki sözde taifecilik çatışmalarını kullanmaktadırlar ki böylece onların ihanetlerine olan dikkatlerini dağıtabilsinler. Halbuki parlamentonun, Müslümanları katleden NATO'nun tedariklerinin devam etmesine yardım etmesi Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya tam bir itaatsizliktir. Ayrıca ortada, tedarikler kapsamında olan silahlara ve mühimmata izin verilmeyeceğinin açıklanması yoluyla insanları aldatmaya dönük bir girişim de bulunmaktadır. Sanki bu yöneticiler, askeriye ile ilgili olan malları inceleyebileceklermiş gibi!! Diğer bir ifadeyle parlamento, NATO'nun tedariklerinin geçişine izin vererek yeni bir bedel karşılığı "siyasî ahlaksızlıklarına" devam etmektedirler. Nitekim bu öneriler, bazı siyasiler ve alimler tarafından onaylanmıştır. Ne üzücüdür ki "Yaşasın İslam" sloganları atan bu alimler, İslam düşmanı Amerika'nın tedarik hatlarının yeniden başlatılması için oylamada bulunmaktadırlar. Aslında bu kafir demokratik rejimin altındakilerin hepsi kirlenmiş olup insanlar, bu kafir demokratik rejimden hiçbir hayır de beklememektedirler. Nitekim anayasanın 17'inci maddesinde yapılan değişikliğin kullanılması yoluyla domuz etinin, alkollü içeceklerin ve mühimmatların Afganistan'a serbestçe geçişine izin verilmesine yasal bir kılıf giydirilmiştir. Besin kaynaklarının temini için oylamada bulunan alimler bunun, Müslüman şehitlerin üzerine bevletme ve mukaddes kitabımız Kur'an-il Kerimi kirletme imkanı bulmaları için NATO askerlerini güçlendirdiğini unuttular mı yoksa? Yine aynı gıdanın, havyalardan daha kötü olan, hiç tereddüt etmeksizin gençleri ve yaşlıları katleden ve bacılarımıza tecavüz eden askerleri güçlendirdiğini unuttular mı yoksa? Şimdi burada onlara sorarız: Bu tür gıdaların tedarik edilmesi caiz midir yoksa kesin olarak haram mıdır? İslam, sadece elbiselerin ayak bileklerinden kaldırılmasını ve sakalların uzatılmasını yasalaştırmak için mi gelmiştir yoksa bizim için dış siyaset ve aynı şekilde diğer hususlarda da hükümler yasalaştırmak için mi gelmiştir? Sonra neden ey alimler, kriz zamanlarında düşman hatlarına destek vermek yerine bu kesin olan haramın reddedilmesini ilan etmiyorsunuz? Zira bütün herkes biliyor ki, Keyâni ne zaman istese, politikacılar boyun eğip sıraya dizilmektedirler. Peki bu politikacılar, neden hak sözü söylemeleri nedeniyle Keyâni ve Zerdâri'nin cezaevlerinde yatan Hizb-ut Tahrir'in cesur şebabından bahsetmiyorlar?

Amerikan yanlısı en büyük ajan Keyâni'dir. Dolayısıyla onun, boşuna hizmet süresinin üç yıl uzatılmasına izin verilmemiştir.

Silahlı Kuvvetleri içerisindeki subayların, komutanlarına meydan okuyan ve ülkeyi kurtaran Raşid Munhis gibi kahramanların izini mi yoksa komutanı General Yahya Hân'a itaat eden ve ülkeyi parçalayan General Niyazi'nin izini mi takip edecekleri hususunda karar vermelerinin zamanı gelmiştir. Zira insanlar, Amerika Birleşik Devletleri'nin önce General Müşerref şimdi de Keyâni ve yoldaşı yoluyla ülkeyi harap ettiğine tanıklık etmektedirler.

Bizler, muhlis ordu subaylarını, hain hedeflerini gerçekleştirmede başarılı olamamaları için sivil ve askerî liderlikteki hainlerin karşısında durmaya çağırıyoruz. Yoksa koruyacağınız hiç bir şey kalmayacak!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiliz Hükümeti, Bahreyn Tagutunu Altı Hafta Boyunca Yemek Ziyafetine Katılmaya Çağırırken Özbek Tagutu Kerimov'u da Ziyaret Etmiştir

Bahreyn "Kralı" Hamad Bin İsa el-Halife, İngiltere'nin kurduğu rejimini protesto edenlere dönük devam eden kanlı baskınına  rağmen Diamond Jubilee (Elmas Yıldönümü) vesilesiyle İngiltere Kraliçesi'nin ziyafetine katılmaya davet edilmiştir.

Her zaman olduğu gibi İngiliz hükümeti, güçlü bir şekilde kendisine bağlı olan bölgelerdeki özgürlüklerden ve insan haklarından bahsetmektedir.  Ancak o, kendisine bağlandığında da statükoyu korumaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa, bu olaylarla ilgili olarak şöyle bir değerlendirmede bulunuştur: "Kamerun ve Dışişleri Bakanı Hague, dindar bir vaizin lisanıyla İngiltere'nin İslam dünyasında değişime çağıran halkın yanında yer aldıklarından bahsederlerken, korunamayacak bir duruma gelene kadar Esad, Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi ile yaptıkları gibi Bahreyn ve benzeri tagutlarla sıcak ilişki içerisine girmektedirler."

"Onların, reformlara teşvik etmeye razı olmaları istenirken çifte standarda başvurmalarını da "Durum, ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir" şeklindeki sözü gerekçe göstermektedirler."

"Bahreyn hükümeti, barışçıl göstericileri öldürmekte, yaralanan göstericileri tedavi eden sağlık görevlilerini tutuklamaktadır. Ayrıca siyasî muhalifler de tutuklanmakta ve işkence görmektedirler. Buna rağmen İngiliz hükümeti hala bu rejime silah satmakta, kitlelere egemen olması kastıyla müttefikine geçen bir yıl boyunca göz yaşartıcı gaz ve mühimmat ihracat edilmesini onaylamaktadır."

"Sadece birkaç hafta önce İngiltere Savunma Bakanı  Philip Hammond, tagut yönetime boyun eğdirilen Orta Asya Cumhuriyetleri turuna çıkmış ve aralarındaki askerî işbirliğinin pekiştirilmesini görüşmek için dünyanın en sert diktatörlerden biri olan Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov ile Taşkent'te bir araya gelmiştir."

"İslam dünyasındaki insanlar farkına varmalıdırlar ki; mesele ticarî sözleşmeler ve stratejik çıkarlarla ilgili olduğunda İngiltere gibi kapitalist devletler diktatörleri ve kasapları destekleyeceklerdir. Ayrıca onları savunmak imkansız hale geldiğinde onlardan kurtulacaklar ve kendi çıkarlarına hizmet edecek olan başka kişileri araştıracaklardır."

"Bölgede yeni bir düşünce metodu ortaya çıkmadıkça, diktatörlere ve yabancıların çıkarlarına hizmet eden rejimler ortadan kalkmadıkça ve bunların yerine tüm şekilleriyle Batılı emperyalistlere karşı koyacak ve insanların maslahatlarına yönelecek Hilafet'in olduğu yeni bir sistem gelmedikçe gerçek değişim gerçekleşmeyecektir. Orta Doğu'daki göstericilerin, giderek bu doğrultuda yürüyeceklerine inanıyoruz."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerika, Yemen Halkına Dönük Anayasa Becerisini Fransa İle Paylaşmaktadır!

Yemen'de günlük olarak yayınlanan "el-Ûlâ" Gazetesi'nin, 29. Mart Perşembe günkü 381. sayısında Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey  Friedman'ın 28. Mart Çarşamba günü yaptığı şu açıklamasına yer verilmiştir: "Yemen'in yeni anayasa taslığı için bir çerçeve belirleyeceğiz."

Batılı kapitalist devletler, Ali Abdullah Salih'i iktidar koltuğundan atan ayaklanmanın ardından doğrudan Yemen'in işlerinin idaresine müdahalede bulunmaya çalışmaktadırlar. Batılı devletlerin hedefi, istedikleri şekilde çıkarlarını gerçekleştirmek, ayaklanan insanların istediklerini gerçekleştirme düşüncesinden döndürmek ve onları bundan vazgeçirmek için yeni iktidar rejiminin aynen bir önceki rejimin çizgisinde devam etmesini sağlamaktır.

İlk etapta Müslüman ülkelerdeki insanlar, bütün rejimlerin değiştirilmesi düşüncesinden döndürülmekte ve "Halk, Rejimin Devrilmesini İstiyor" sloganından uzaklaştırılmaktadır. Çünkü bu, Hilafet Devleti'ni yıkmalarının ardından geçen 60 yıl boyunca yapılan devrimlerden sonra pekiştirdikleri rejimin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Nitekim Hilafet Sistemi gericilik ve geri kalmışlıkla suçlanırken, o zamanki ayaklananlara Batı fikirlerine ve "özellikle de anayasaları" olmak üzere Batı sistemlerine tabi olma sinyalleri verildiğinde onlar, ilerleme, refah ve uygar bir dünya yakalamak istemişlerdi!

Körfez yöneticileri ise her zaman olduğu gibi Yemen'in işlerinin idaresine erişmesi ve dosyalarını elinde tutması için Batılı ülkelere yardım etmektedirler. Bu da ya onlar adına yürütülen yada başkalarına yapma yetkisi verilen girişimler yoluyla olmaktadır!

Ancak yeni olan Amerika, tüm güvenlik ve askerî dosyalara başkanlık etmekle yetinmemekte dahası şuanda o, aslında Fransa anayasası olan Yemen'deki mevcut anayasa dosyasının yeniden formüle edilmesini elinde tutan ancak 1962 devriminin akabinde Mısır'daki Amerikan ajanlarının gelerek kendi anayasalarına atıfta bulunduğu Fransa'ya rakip olmaya çalışmaktadır. Nitekim bu anayasanın birçok durağı değişikliğe uğramıştır. Buda ilk olarak zaten olmayan iyileştirmenin ortaya çıkmaya başladığı ve birliğin korunması mugalatasıyla referandumun yapıldığı 1990 yılının akabinde olmuştur! İkinci durakta ise şeklen lafız bakımından olup ancak vakıada fiili olarak tatbik edilmeyen İslam anayasasının yasamanın "temeli olması yerine" İslam şeriatını tek kaynak kılan maddede değişiklik yapılmıştır! Bunun ardından başkanlık dönemi süresi ardında da adayın hayatı boyunca başkan olarak kalmasına izin veren maddeler belirlenmiştir. Zira 2010 Aralık ayında, yani ayaklanma patlak vermeden önce iktidardaki Genel Halk Kongresi tarafından buna yönelik bir oylama yapılmıştır.

Tüm bunlardan sonra insanlar, bu anayasanın İslam'la bir ilgisi olmadığı hususunda şüphe duymaya devam mı edeceklerdir?! Halbuki onların yapması gereken, sadece İslam akidesi temelinde İslamî bir anayasa taslağı olması için bu anayasayı reddetmeleri ve onun karşısında durmalarıdır.

Nitekim Tunus'tan Mısır ve Yemen'e varıncaya kadar anayasa savaşı başlamıştır. Bunların içeriği ise; kapitalist Batı fikirlerinin Müslümanlar üzerindeki egemenliğinin devam etmesi ve İslamî fikirlerin uzaklaştırılması için önemli olmayan küçük şekli değişikliklerin yapılmasından ibaret olacaktır.

Hizb-ut Tahrir, İslam anayasasını uygulamaya hazır açık ve tam bir vizyona sahip olup İslam'ın anayasa algısı ile insanlar arasında söz konusu olan tüm Batılı fikirler arasındaki farkın boyutunu idrak etmeleri için bunu insanların önüne koymuştur.

Amerika bugün, İslam fikirlerini yok etmek ve İslam ile hükmedecek, Müslüman ülkeleri birleştirecek ve buralardan Batılı devletlerin nüfuzunu kovacak olan Hilafet Devleti'nin kurulmasını engellemek amacıyla Yemen'deki tüm alanlara burnunu sokmak için ciddiyetle çalışmaktadır.

وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ "Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Şüphesiz Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." [et-Enfâl 30]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Canzuri Hükümeti Gerçek Yüzünü İfşa Etmekte ve Yahudi Varlığı İle Normalleşmeyi Aktifleştirmek İçin Çalışmaktadır

01.04'de elektronik web sitelerinin, "Canzuri, Ekonominin Normalleşme Süreçlerinin Gelişmesi İçin Tel-Aviv'e Bir Heyet Gönderiyor" başlığı altında yayınladıklarına göre Canzuri hükümetinin Dışişleri Bakanlığından bir heyet, Kudüs'te işgalci Yahudi devletinin Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile ekonomik alanların normalleşmesi ve dokuma ile tekstille ilgili QIZ (Nitelikli Organize Sanayi Bölgesi) çizgisinde iki ülkenin ortak sanayi bölgesi kurmasına imkan tanınması hakkında görüşmeler gerçekleştirmek için Yahudi devletine gitmiştir.

Canzuri hükümetinin bu adımıyla Canzuri, hükümetinin tabutuna bir çivi daha çakmış olmaktadır. Zira, Askerî Konsey'in onu parlatmasına ve onun rejime karşı ayaklananlardan olduğunu göstermeye çalışmasına rağmen o, helak olmuş Mübarek rejiminin simgelerinden olmasından dolayı zanlıdır.

Dr. Canzuri ve hükümeti, sanki Mısır'da ayaklanma olmamış yada sanki ayaklanma sadece Mübarek'i devirmek için olmuş gibi davranmaktadırlar.  Dolayısıyla hala olduğu üzere ülkeye egemen olan zihniyet, en çok ilgilendiği ve tek bildiği Amerika'nın ve üvey çocuğu Yahudi devletinin bölgedeki çıkarlarını nasıl koruyabilirim düzlemindeki bir zihniyettir. Zira Amerikan Büyükelçisi hala ülkenin dört bir tarafında gezip dolaşmakta, hala  iğrenç Camp David Anlaşması'nın saygınlığı korunmakta, hala mücrim terörist Yahudi varlığı Filistin'in her tarafında Müslüman kardeşlerimizi katletmekte, hala Mısır Yahudi varlığına doğalgaz ihraç etmekte ve hala QIZ Anlaşması uygulanmaktadır. Hatta bu ve benzeri hususların tamamı, insanların Amerika ile Yahudi devletinin bölgedeki simsarı helak olmuş Mübarek rejimine karşı ayaklanmalarının nedenlerinden olmasına rağmen.

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak bizler, belki düşünür yada korkar diye Dr. Canzuriye aşağıdaki hususları söylemek isteriz:

1- Mısır'ın acısını çektiği ekonomik sorunların çözümü, iman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olanlarla ekonomik anlaşmaların onaylanmasıyla gerçekleşmez.

2- QIZ (Nitelikli Organize Sanayi Bölgesi) Anlaşması feshedilmeksizin sözlerde ve eylemlerde şeri hükümlere gerçek bağlılık olmayacaktır. Çünkü İslam, toprakları işgal eden, namusları çiğneyen ve mübarek Mescid-il Aksa'yı kirleten "İsrail gibi" fiilen muharip bir devletle bu tür anlaşmaların onaylanmasını haram kılmıştır. Dolayısıyla Müslümanlar için zorunlu olan şeri vacip, "Yahudileri" İsra ve Mirac topraklarından kaldırıp atmak için hazırlık yapmalarıdır. Yoksa külliyeti ve cüziyyetiyle İslam'a aykırı olan ve Allah'ın hakkında bir Sultan indirmediği anlaşmaları onaylamak ve onlara saygı göstermek değildir.

3- Bizler Dr. Canzuri'ye deriz ki; başta Mısır ve dünyanın bütün ekonomik sorunlarını tek başına çözecek olan Raşidi Hilafet Devleti yoluyla Allah'ın şeriatını tatbik etmek olmak üzere davranışlarının ölçüsünü şeri hükümlerle mukayyet kılmalısın.

4- Mısır'ın acısını çektiği yoksulluk ve açlığın, ekonomi ve sanayide geri kalmışlığın, tarımın, sanayinin ve ticaretin geleceğinin yok olmasının nedenleri, Mısır'ın her gün Mısır'daki tarımı, sanayiyi ve ticareti nasıl tahrip ettiğini ifşa ettiğimiz Yahudi devleti ile olan ilişkisidir.

5- Askerî Konseye ve hükümetine de deriz ki; Allah ihmal etmez mühlet verir. Dolayısıyla Mısır halkının zulümden, zilletten ve yoksulluktan kurtuluşu, şeriatın tatbik edilmesidir. Amerika ve Yahudileri razı etmenin akıbeti ise dünya hayatında rezillik ve ahirette de büyük bir azaptır.

لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ "İman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisinin, Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu görürsün." [el-Mâide 82]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Afganistan, Başkentte Fesat, Fesadın Sebepleri ve Çözümleri Hakkında Bir Konferans Düzenlemiştir

Hizb-ut Tahrir / Afganistan, Afganistan'da yayılan fesat hakkında bir konferans düzenlemiştir. Konuşmacılar konferansta, vakıaya, bu olgunun nedenlerine ve Afgan toplumundaki fesat zulmünün sorgulanmasına ışık tutmuşlardır. Aynı şekilde fesat olgusunun çözümleri ve bununla ilgili diğer sorunları da tartışmışlardır. Ayrıca Afgan toplumunun merkezî değerlerini yok eden tüm bu sorunları çözmeye muktedir olan İslam'ın bakış açısını da sunmuşlardır. Yine konuşmacılar, fesadı geride bırakmaya tek muktedir olanın İslam'ın mütekamil bir şekilde tatbik edilmesi olduğunu da açıklamışlardır.

Konferans iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde; iki konuşma yapılmış olup bunları ise "Fesadın Temel Nedeni Demokrasidir" ve "İslam Ümmetinin Uyanışı" başlıklı iki belgesel filmin gösterimi takip etmiştir. İkinci bölümde ise; katılımcıların sorularına cevap verilmiştir.

İlk konuşmada, fesadın temel nedeni tartışılmış ve hayatın refahını çevreleyen fesadın gerçek nedeninin demokratik küfür rejimi ile fikirlerinin olduğuna odaklanılmıştır. Zira kukla yöneticilerin fesatlarıyla bağlantılı olanlar tarafından propagandasının yapıldığı kapitalist rejimden kaynaklanan bu tür fikirler ile rejimin vatandaşların temel sorunlarını çözmekten aciz kalması, fesadın yayılmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla vatandaşların rejime dönük güven eksikliğinin nedeni, kapitalist demokratik rejim ve değerleriyle İslam Nizamı ve insanların inandığı değerlerinin çelişkili olmasıdır. Çünkü insanlar, akidelerine dayanmayan rejimin hükümleri ile kanunlarını reddetmektedirler.

Hükümet içerisindeki idari fesat meselesinin çözümü hakkında ise fesadın kapitalizmin bir sonucu olduğu, İran ve körfez ülkeleriyle Pakistan ve Afganistan arasındaki çatışmalar ile jeopolitik gerilimlerin, kapitalist ülkeler tarafından jeopolitik laboratuarda hazırlanarak üretilmiş bir sorun olduğu söylenmiştir. Ayrıca sırf kapitalist rejim ile Müslüman ülkelerin yönetimindeki demokratik rejiminin sökülüp atılmasıyla sadece fesadın değil bilakis kapitalist rejimin neden olduğu tüm sorunların yok olacağı da söylenmiştir.

İkinci konuşmacı, özelleştirme ve özellikle mülk edinme özgürlüğü olmak üzere mutlak özgürlüğün bir sonucu olan fesadın hakikatine dikkat çekmiştir. (Askerî ve siyasî olarak) kapitalist ideoloji sahiplerinin egemenliğine boyun eğen devletler, ekonomi, toplumsal özgürlükler ve laiklik gibi bu tür kapitalist fikirlerin baskısı altında olumsuz etkilenmektedirler. Zira Irak, Afganistan ve Somali buna dair açık örneklerdir.

İkinci konuşmada, bütün mezkur sorunlara dönük kapsamlı bir çözüm tartışılmış ve amellerin ölçüsünün helal ve haram olması, servet dağılımı, servetlerin sömürülmesi ve İslam ümmetinin İslam dünyasındaki servet ve ticaretle ilgili güçlerini birleştirmesi gibi hususlarda İslam'dan alınmış olan ilkelerin ve mekanizmaların, ekonomik gelişim ve refahın oluşması için hayatî önem taşıyan pratik mekanizmalar niteliğinde olduğu zikredilmiştir. Ancak ümmet, Birinci Dünya Savaşı'ndan ve yirminci asrın başlarında Hilafet Devleti'nin Türkiye'de kaldırılmasının ardından sömürgeci kafirin ortaya çıkardığı jeopolitik rejimi tarihin çöplüğüne atmadıkça bunun pek olası olmadığı söylenmiştir. Nitekim bu hedeflerin gerçekleşmesi için Hilafet Devleti'nin kurulmasının önemli olduğuna defalarca vurgu yapılmıştır.

Konferansa; hükümet yetkilileri, kabile liderleri, analistler, siyasiler, talebeler ve ülkenin farklı bölgelerinden profesörler katılmışlardır. Katılımcılar, Hizb-ut Tahrir'in Afganlılar arasında öfke ve bölünmeye neden olan bir mesele hakkında konferans düzenleme çabalarını sıcak karşılamışlardır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER