Salı, 04 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/08/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

“Büyük İsrail” ve Kibirli ve Hain Yahudi Varlığıyla Normalleşme Denklemi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

“Büyük İsrail” ve Kibirli ve Hain Yahudi Varlığıyla Normalleşme Denklemi!

Haber:

İbrani kanal i24 News ile yaptığı röportajda Netanyahu, Filistin'den Ürdün, Mısır, Suriye ve Lübnan'a, oradan da Suudi Arabistan ve Irak'a uzanan yayılmacı bir vizyonla bağlantılı “tarihi ve manevi bir misyon” içinde olduğunu söyledi ve bunu nesillerden gelen bir mesaj olarak nitelendirdi.Röportajda, Filistin topraklarını ve Arap ülkelerinin bazı bölgelerini gösteren bir harita aldığı ve bunu şiddetle onayladığı ortaya çıktı. (Shehab)

Yorum:

Netanyahu, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak'ın büyük bir kısmı, Kuveyt, Arap Yarımadası ve Nil Nehri'ne kadar Mısır'ın doğu kısmını yutmak için büyük projesinin ortaya koyduğunu ve yedi Arap ülkesini siyasi haritadan sildiğini, Birleşmiş Milletler ve tüm uluslararası kuruluşlardan üyeliklerini düşürdüğünü ve küresel ve tarihi kayıtlardan sildiğini açıkça ilan ettiği halde neden diğer Arap ülkeleri onunla ilişkilerini normalleştirme ve diplomatik bağlar kurma konusunda ısrar ediyorlar?!Peki neden bu ülkeler hala diplomatik ilişkilerini sürdürmeye ve onunla ekonomik ve güvenlik alanında iş birliği yapmaya devam ediyorlar?!

Normalleşme veya diplomatik ilişkilerin kurulması aşağıdaki birkaç durumda gerçekleşebilir:

Birinci durum:Denk olanlar arasında olup bu denklik içinde, her iki taraf için de ticaret, bilimsel alışveriş, güvenlik ve benzerleri gibi birçok çıkarlar gerçekleşebilir;bu normalleşme, caiz olup olmamasıyla ilgili şeri kurallardan veya devletlerarası caiz olan ilişkide eşitlik olarak adlandırılan şeyden uzak bir şekilde ümmetin ihtiyaç duyduğu bu gayeler başka hiçbir yolla gerçekleştirilemiyorsa o zaman övülebilir, dahası vacip bile olabilir.

İkinci durum: Birisi güç, üstünlük, bilimsel ve askeri ilerleme ve jeopolitik etkiye sahip olan, diğeri ise tüm bu yönlerden daha zayıf olan iki çelişki arasındaki normalleşme ve siyasi ilişkiler; bu normalleşme, ya birincisinin genişlemesinden ya da eğer normalleşmeye devam etmezse çok şey kaybedecek ve bundan dolayı korku içinde olmaya devam edecek olmasından dolayı diğerini etkilenmesinden duyulan korkunun bir sonucu olur;işte bu nedenle kötülüğü uzaklaştırmak, zararı defetmek ve güvenliği sağlamak için normalleşme olabilir.Nitekim burada normalleşme, zorlama ve baskı yoluyla meydana gelmektedir;zira ilişkiler eşitsizdir ve çıkar dengesi diğeri dışında bir tarafa kaymış olup zayıf taraf bu ilişkileri sürdürmekte ısrarcıdır, hatta bunları pekiştirmeye ve kendi ülkesinin çıkarları için sunmaya çalışmaktadır; bu tür bir normalleşmeyi, yukarıda bahsedilen ülkeler arasındaki ilişkilerde görmekteyiz.

Üçüncü durum: Bu, iki taraf arasında gerçekleşmektedir; bu taraflardan biri, gerçeğe aykırı da olsa, kendisini mevcut güçlerden daha fazla güce ve nüfuza sahip bir efendi olarak görürken diğer taraf ise, güçlü tarafın varlığının bekası için gerekli olan şeyleri temin eden itaatkar bir köledir, yani diğer taraf ajan olmaktadır; ikinci tarafın varlığının gayesi, efendisinin hedeflerini gerçekleştirmek, ona hizmet etmek, onun adımlarını pekiştirmek ve amaçladığı gayeyi gerçekleştirmek için ona yardımcı olmaktır; dolayısıyla bu veya şu ajanın idare ettiği halklar için bunun hiçbir değeri yoktur. Kazançlı çıkmak, diplomatik ve ticari köprüler kurmak, toprakları, hava sahasını, kaynakları ve zenginlikleri açmak ve bu kibirli taraf (Yahudi varlığı) için iyi yaşam yollarını sağlamak da dahil olmak üzere normalleşme ve rekabet için koşturan ve yarışan bu varlıklarda gördüğümüz şey işte budur. Bu ülkelerin, kayda değer bir karşılık olmaksızın ona sunmak için yarıştıkları ve Müslümanlar halkların mahrum bırakıldığı tüm tavizlere ve cömertliğe rağmen o, tehditler savuruyor, uyarıyor ve tüm bu anlaşmaları ortadan kaldıran büyük projesini açıklıyor.

Yaşananlar, İngiltere ve Amerika gibi iki yüzü olan tek bir efendinin şu iki projesinin bir sonucu olarak yorumlanabilir; Sykes-Picot Anlaşması ve Balfour Deklarasyonu; zira bu iki proje Arap devletlerini ve Yahudi varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu anlaşmanın görevi, efendisine hizmet etmek, onun hayatta kalmasını ve bekasını sağlamak, bölgede onun adımlarını pekiştirmek, onu bu bölgede doğal ve kabul edilebilir bir varlık haline getirmek, akidevi, fikri veya sosyal engelleri ortadan kaldırmak ve onun bu topraklarda yerleşmesini sağlamak için kaldırılabilecek her şeyi kaldırmak için kölenin efendisi için olan görevi gibidir.Sonra bu varlıklar, askeri güçle bile olsa, harabelerinin üzerine saldırıp onları ele geçirerek görevlerini tamamlayacaklardır; zira birinci taraf, bu son adımın zeminini hazırladığından dolayı karşısında direniş unsularını bulmayacaktır; işte bundan dolayı bu mutant varlığın açıklaması gelmiştir.

Yok edilme ve ilhak tehdidiyle Arap ülkeleri, imzalanan antlaşmaları bekası için birleşirken, diğerleri Filistin halkının cihadını kınamak için koşturuyor, onlara destek vermiyor, aksine hiçbir maske veya kılıf olmadan güce gündüz onlara karşı komplo kuruyorlar; oysa Gazze'ye girip onun kontrolünü ele geçirmek için Arap güçleri oluşturmak ve eğitmek, efendi ile hizmetçi arasındaki normalleşmeden başka bir şey değildir.

Ümmet, şüpheye yer kalmayacak şekilde tehdit altındadır; zira ümmet, halkları ve çıkarları pahasına normalleşmek ve varlığın genişlemesi için köprüler kurmak için gece gündüz nefes nefese kalan ve çalışan rejimlerinden dolayı ciddi tehlike altındadır.

Peki hala siyah gözlükler takan ya da görmesini ve basiretini kör eden bir bandajla gözlerini bağlayanlar için bu denklemdeki düşman nerede;bu düşman, Sykes-Picot Anlaşması ile önceden yerleştirilip ümmeti yanıltmak ve onu dostun ve düşmanın kim olduğu mefhumundan uzaklaştırmak için gece gündüz çalışan zararlı devletçiklerin kurulması, sonra da bu düşmanın Arap varlıklardan oluşan diğer ajanların en yakını, en iyisi ve en sadığı olarak tasvir dilmesi ve bu nedenle de onunla normalleşmenin kaçınılmaz bir stratejik seçim olması değil midir?

Şüphesiz o, Sykes-Picot tiyatrosundaki sahnenin ritmini belirleyen ve ümmeti fikrinden, akidesinden, değerlerinden, yeteneklerinden ve gücünden mahrum bırakarak onu Yahudi varlığı için kolay bir av haline getiren iç düşmandır.

İşte vakıanın gerçeğinin anlaşılması burada yatmaktadır ki böylece ümmet, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak konumuna yakışır bir şekilde davranabilsin ve bağrına çöreklenen bu gerçekliği değiştirmek için ayağa kalkabilsin, dolayısıyla göklerin ve yerin sakinlerinin razı olacağı Allah Subhanehu'nun vaadi, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi ve farzların tacı olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetle bu vakıayı ortadan kaldırabilsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

İslam Ümmeti Yakın Bir Zamanda, Kendi Çıkarlarına Hizmet Eden ve Dininin Yüceliğini Gösteren Dürüst Bir Medyaya Kavuşacaktır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İslam Ümmeti Yakın Bir Zamanda, Kendi Çıkarlarına Hizmet Eden ve Dininin Yüceliğini Gösteren Dürüst Bir Medyaya Kavuşacaktır

Haber:

Gazze ve Sudan'da ortak noktalar ve neredeyse aynı olaylar yaşanıyor ancak dünya medyasının odak noktası Gazze olup Sudan'da yaşananlar ise standardın altında kalıyor.

Haber:

Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet Devleti'nin medya politikasının temel hedefi, İslam’ın ve hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Müslümanların çıkarlarına dayalı olacaktır;şöyle ki, İslam'ı, insanların zihinlerini harekete geçirip onu kabul etmeleri, incelemeleri ve üzerinde düşünmeleri için güçlü ve etkili bir şekilde sunacaktır.Nitekim Gazze olayları sırasında, Amerika, diğer küfür devletleri ve onlarla birlikte Müslümanların başındaki yöneticilerin zulmü ile Gazze halkının en ölümcül silahlarla bombalanmaya ve bunun sonucunda taşların ve ağaçların yıkılması, masum kanların akıtılması ve tüm ailelerin yok olmasıyla sonuçlanan hayal edilemez boyutlara ulaşan yıkımlara maruz kalmaları karşısında göstermiş olduğu efsanevi direnişin arasını karşılaştırdıktan sonra, çok sayıda insanın İslam'a girdiğini gördük.Aynı şekilde tekrarlanan ve sistematik olarak uygulanan, yerinden edilme ve son olarak acımasız ve merhametsiz bir şekilde ölümcül açlık politikası gerçekleşmiş ama buna rağmen onlar direnmeye devam etmişler ve sanki onların lisanı halleri şöyle diyordu:Asla boyun eğmeyeceğiz, pes etmeyeceğiz ve Allah'ın kazasına ve kaderine iman edenler olarak Allah'a olan ahdimiz üzere kalmaya devam edeceğiz.Müslüman ülkelerdeki zararlı yöneticilerin oynadıkları ve hala oynamaya devam ettikleri oyunlar hiç kimse için bir sır değildir; zira onlar, Batı'nın istediği zaman, istediği yere koyup oynadığı satranç taşları olmayı razı olsalar da, sonra Batı onlardan alabileceği her şeyi aldıktan sonra onları bir kenara fırlatıp atacaktır.

Sudan'daki durum da daha iyi değildir, aksine orada Gazze'de görmediğimiz bir zulüm vardır;zira iç göç ve komşu ülkelere sürülmelerinin yanı sıra buralarda maruz kaldıkları kasıtlı ihmal, onların aç kalmalarına ve ölümcül hastalıklara yakalanmalarına yol açmaktadır.En korkunç olanı ise, aslında onları savunmak için var olan ordu mensupları tarafından işlenen yaygın cinsel saldırılardır!Kendilerini korumaları ve savunmaları için orduya harcanması amacıyla, kıtlık ve aşırı yoksulluğa rağmen paraları ceplerinden zorla çalınan Sudan halkının görmesi gereken karşılık bu mudur?! Bakın işte onlar, tüm bu savaş ve dehşetten sonra, hâlâ bu korkunç felaketin yakında sona ereceğine dair kendilerine umut verecek belirli bir ufuk göremiyorlar.

Küresel stratejik konumuyla Sudan, geniş yüzölçümü ve zengin ve çeşitli kaynakları ile “dünyanın gıda sepeti” olarak adlandırılmıştı; ama Hilafet Devleti'nin yıkılmasının ardından Batı, “böl ve yönet” kaidesine göre onun mafsallarını kesmeye ve onu parça parça etmeye başlamış olup bunu da bu zenginliklerin gasp edilmesini kolaylaştırmak için yapmıştır. Nitekim her birini ayrı ayrı ele almak için Sudan Mısır’dan ayrılmış olup bu uydurma savaş ise, Güney Sudan'ın daha önce ayrılmasının ardından Darfur'un da ayrılmasını hedefleyen bu parçalamanın devamından başka bir şey değildir.

Tüm bunlardan dolayı her zaman olduğu gibi Hizb ut Tahrir Medya Ofisi, bu gerçeklere ışık tutmak ve Müslümanlar ve tüm dünya için resmi açıklığa kavuşturmak, kibirli Amerika'nın liderliğindeki kâfir Batı'nın çıkarlarına hizmet eden bu sistematik felaketlere dikkatini vermemiş olanların dikkatini çekmek ve bu sayısız ve ciddi şekilde çarpıtılmış çizgilerin karşına doğru çizgiyi koymak için çalışmaktadır.

Gerçekleri ve Hizb ut-Tahrir'in dünya çapında neler yaptığını öğrenmek isteyen herkes, “Hizb ut Tahrir'in Gazze'yi Desteklemek İçin Düzenlediği Küresel Faaliyetler!” hakkında Hizb-ut Tahrir'in Merkez Medya Ofisi'nin sayfasına bakabilir. Aynı şekilde Hizb ut Tahrir Merkez Medya Ofisi Kadın Kolları da “Sudan Savaşı: Bir Sömürgeciliğin, İhanetin ve Aldatmacanın Hikayesi” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır.

Allahu Teala'dan, Müslüman ordularının samimi subaylarının kalplerini ve zihinlerini açmasını, onların arasından İslam'a ve Müslümanlara destek verecek kimseler çıkarmasını, Allah'ın onların eliyle büyük bir fetih bahşetmesini diliyoruz ki böylece, ülkeyi ve onun içindeki kutsal yerleri, özellikle de Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için gerekli her şeyi yapacak ve Allah Subhanehu'nun yeryüzündeki iktidar vaadini gerçekleştirecek olan Hilafeti kurmaları için yönetimi ehil olan kimselere teslim edilsin; bu konuda öncü olanlara, onları takip edenlere, böylece onun askerlerinden ve şahitlerinden olanlara ne mutlu.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Raziye Abdullah

Devamını oku...

İnsanın Yaratılış Gayesi ve Bunun Cahili Olmanın Trajedisi

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İnsanın Yaratılış Gayesi ve Bunun Cahili Olmanın Trajedisi

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun; salat ve selam tüm Rasullerin ve Nebilerin efendisi Efendimiz Muhammed’in, O’nun Âli’nin, Ashabının ve kıyamet gününe kadar O’nun hidayetine tabi olanların üzerine olsun. İnsan, Allah’ın akılla şereflendirdiği bir mahluk olup Allah onu, diğer yaratılanlardan farklı kılmıştır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاًBiz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” [İsra 70] Dolayısıyla bu akılla şereflendirme, boşuna değildir; bilakis insanın teklif mahalli olması, kendi tercihlerinden sorumlu olması ve Allah’a, zorla veya baskıyla değil, kendi iradesi ve basireti ile ibadet etmekle emredilmiş olması içindir.

Bundan dolayı insanlara Allahu Teala'ya kulluğun anlamını öğretmek için semavi risaletler gelmiş olup tüm Nebiler ve Rasuller tek bir risaleti eda etmek için gelmişlerdir: وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولاً أَنْ اُعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَAndolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.” [Nahl 36]

1- İbadet

2- Yeryüzünde istihlaf/iktidar

3- İmar etmek

4- Davet ve şahitlik

Ümmet, İslam'ı uygulayan bir devletin gölgesinde yaşadığı, İslam risaletini dünyaya taşıdığı, insanları delil ve burhanla davet ettiği ve davetine azı dişleriyle sarıldığı sürece tamamlanmış olur; böylece din tamamen Allah'a ait olur ve insanın yaratılış gayesi de gerçekleşmiş olur.

Her insanın sorması gereken en büyük soru şudur: Niçin yaratıldık? Varlığımızın gayesi nedir? Ve bu hayatın amacı nedir? Ne yazık ki bugün insanların çoğu ıstılahların/terimlerin özünü idrak etmeden öğreniyorlar ve İnsanın yaratılış gayesinin ibadet, istihlaf/iktidar, imar etme ve İslam'a davet olduğunu biliyorlar... Ancak derinlemesine anlamadan veya vakıaya tatbik etmeden. Böylece bu mefhumlar, davranışlara dönüşmeyen ve yol göstermeyen boş sloganlara dönüşüyor!

Gerçek tehlike ise şudur: Bir şeyi lafız olarak bilmek, ama onun gerçeğinin ve içeriğinin cahili olmaktır; bu da toplumlarımızda kayboluşa, kargaşaya, psikolojik ve fikri karışıklıklara yol açmaktadır; çünkü neden var olduğunu bilmeyen insan, yönünü bilmeden yaşayacak ve kayboluşu onu batıl ve boş vadilerden birine sürükleyecektir.

Birincisi: İbadet – kulluk – Allah ile olan ilişkinin özü

Allah Subhanehu ve Teala, hayatı, insanı ve kainatı yarattığı gibi her şeyi de hikmetle yaratmıştır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِYedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” [İsra 44]

Dolayısıyla bu kainattaki her şey, yaratıcısına itaat edip tesbih eder; yani içindeki yaratıklar ve varlıklar da dahil bu büyük kainat, Allahu Teala'yı tesbih eder ve tesbih ederek O'na ibadet eder ama biz onu anlamayız; tıpkı Subhanehu'nun bize şöyle haber verdiği gibi: وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْO'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” [İsra 44] Yani güneş, ay, yıldızlar, hava ve su gibi var olan her şey, Allah'a itaatten kıl kadar sapmadan Allah'ın emrine ve O'nun kevni sünnetine göre hareket eder. لا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَNe güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.” [Yasin 40]

Sen ey insan; sen, Allah'a ibadet etmek için yaratıldın ve bu ibadet, namaz ve orucu kapsadığı gibi çalışmayı, tutumu, hükmü, vela ve berayı (müminleri sevmek, onları dost edinmektir. Kâfirlere buğzetmek, onlara düşmanlık beslemek ve onlardan beri/uzak durmaktır) da kapsamaktadır...

İbadet, sadece zahiri ritüellerden ibaret değildir; aksine ibadet görünen ve görünmeyen sözler ve fiiller gibi Allah'ın sevdiği ve razı olduğu her şeyi kapsayan bir isimdir. Dolayısıyla ibadet, insanın hayatındaki tüm davranışlarını, yani muamelatlarını, ilişkilerini, ahlakını, nizamını, dostluğunu, düşmanlığını kapsamakta olup bunların hepsinin Allahu Teala’nın emirlerine göre olması gerekir.

İnsan, hayatında Allah'a kulluğunun esasına göre hareket ettiğinde, tüm söz ve fiillerini ibadet mefhumu dahilinde gerçekleştirdiğinde, en yüksek mertebelere yükselir ve kendisi için yaratılmış olduğu gayeyi gerçekleştirir: وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِBen, cinleri ve insanları ancak ve yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” [Zariyat 56]

Öyleyse bizim kaygımız; nefislerimizin arzusuna veya sadece kendi arzularını tatmin eden maddi medeniyetlerin bize dayattıklarına göre değil de yaratıcımızın bizden istediği şekilde Allah'a hakkıyla ibadet etmek olmalıdır. Zira ibadet sadece ritüel ve şiarlardan ibaret değildir, aksine Allah'a itaate ve O'nun şeriatına göre hükmetmeye dayalı olan kâmil bir yaşamdır. Dolayısıyla her kim ibadeti sadece camiyle sınırlandırırsa, Kur’an'ın mefhumundan uzaklaşmış olur.

İkincisi: İstihlaf –emaneti taşımak ve Allah'ın indirdiklerine göre hükmetmek

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً“(Hatırla ki Rabbin meleklere): Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.” [Bakara 30] Yeryüzünde Hilafet, insanın hayatın her alanında Allah'ın emrini uygulama, O'nun şeriatıyla hükmetme sorumluluğunu taşıması ve Batı'ya tabi olarak yaşamaması, küfür sistemleriyle yönetilmemesi, dini ve ümmeti pahasına yozlaşmış yöneticileri razı etmemesi anlamına gelmektedir.

İstihlaf, siyasi, ekonomik ve içtimai olarak akide üzerine bina edilen bir yönetim sistemi olup sadece insanın yeryüzünde var olması demek değildir. Bunlar, Ümmetin Hilafetin yıkılmasıyla kaybetmiş olduğu şeylerdir; böylece ümmet zayıflamış, dağılmış ve kanı ihlal edilmiştir.

Allah Subhnehu ve Teala insanı, Kendisine ibadet etmesi ve yeryüzünü imar etmesi için yarattığı gibi insanın var oluş gayesini de Allah’ın dinini ikamet etmek ve O’nun şeriatını uygulamak olarak belirlemiştir. Dolayısıyla bu gaye, Hilafetin kurulmasıyla tamamlanabilir; çünkü Hilafet, İslam'ın hükümlerini uygulayan ve insanların işlerini gözeten yürütme organıdır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِEy Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır.” [Sad 26] Dolayısıyla Allah Celle ve Âla, Davud Aleyhisselam'ı sadece bireysel ibadet için halife yapmamıştır, aksine hak ile hükmetmesi ve adaleti tesis etmesi için halife yapmıştır; bu da ancak dini ikame eden ve Allah'ın şeriatıyla hükmeden bir Sultan/otorite ile mümkün olabilir.

Hilafet, tüm Müslümanların genel başkanlığı olup içeride İslam’ı tatbik eder, dışarı da ise davet ve cihat yoluyla İslam’ı yayar; yani Hilafet, anlaşmazlıkları çözen, hadleri tesis eden ve eğitim, ekonomi, sağlık, siyaset ve diğer işleri gözeten bir sistemdir. Bu yüzden Hilafet olmadan adaletsizlik egemen olur, hak kaybolur, faiz, zina, cehalet ve yoksulluk yayılır, değerler çöker ve hatta ruhi açıdan bizzat ibadet bile, insanların işlerini gözeten ve insanların istikrar ve güvenliğini sağlayan devletin yokluğundan etkilenir. Nitekim Allahu Teala, İbrahim Aleyhisselam’ın lisanı üzerinden şöyle buyurmuştur: فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَArtık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” [İbrahim 37]

Üçüncü husus ise imar etmektir: İmar etmek, yeryüzünü ifsat etmek değil ıslah etmektir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَاO, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı.” [Hud 61] İmar etmek, sadece binalar inşa etmek değildir, aksine yeryüzünü iyi bir şekilde imar etmek, adaleti tesis etmek, değerleri yaymak ve kapitalist sistemle veya insan yapımı kanunlarla değil, Allah'ın şeriatıyla hükmetmektir.

Tüm imarlar, Allah'a itaat üzerine kurulmamışsa, zahiri olarak parlak gibi görünse de yıkılmaya mahkumdur. Allah Subhanehu ve Teala insanı, kendisine kul olması ve yeryüzünde halife olması için, yani yeryüzünü heva ve arzularına göre değil de Allah’ın metoduna göre imar etme görevini yerine getirmesi için yaratmıştır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَHani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Halbuki biz, seni övgüyle tesbih ve takdis ediyoruz” demişlerdi.” [Bakara 30] Dolayısıyla Melekler, insanlar ilahi bir metot ve davranışlarını düzenleyen bir sistem olmadan bırakılırlarsa, onların yeryüzünü fesat çıkaracaklarını ve kan döküleceklerini biliyorlardı; bugün somut bir gerçeklik olarak gördüğümüz şey işte budur.

Bu nedenle yaratılışın gayesi sadece ibadet değildir, aksine aynı zamanda İslam'ın hükümlerine göre, yani ıslah temelinde imar etmektir; bu ise ancak İslam'ı uygulayan bir devletin, yani Raşidi Hilafetin varlığıyla gerçekleşebilir. Zira Hilafet olmadan yeryüzünde ıslah gerçekleşmez, ibadet düzenli olmaz, kanlar korunmaz, namus muhafaza edilmez, aksine kaos egemen olur, yolsuzluk yaygınlaşır, haklar ihlal edilir ve toplumlar, güçlülerin zayıfları yuttuğu ormanlara dönüşür.

O halde yeryüzünü gerçek bir şekilde imar etmek ancak Hilafet ile olur; tıpkı ibadetin de ancak Hilafet ile düzenlenebileceği gibi. Zira Hilafet olmadan insanlık yozlaşır, çöküşe ve barbarlığa sürüklenir; bugün dünyanın durumu işte budur.

Dördüncü husus ise davet ve şahitliktir

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيراً وَنَذِيراًBiz seni, ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” [Sebe 28] Dolayısıyla Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in gönderilmesinin gayesi, tüm insanları Allah’ın dinine davet etmektir; aynı şekilde onun ardından İslam ümmetinin görevi de, İslam risaleti tüm dünya için olsun diye bu davete devam etmektir.

İslam'a davet etmek, tercihe dayalı bir görev değil, aksine risaletin esaslarından ve yaratılışın gayelerinden biridir; ayrıca insanlara delil sunmak, sadece onlara İslam davetini bildirmek için olur; dolayısıyla bu büyük görev, ancak dünyaya daveti taşıyan, cihatla İslam'ı yayarak dinin tamamen Allah'a ait olmasını, O'ndan başka kimseye ibadet edilmemesini ve yeryüzünde sadece O'na itaat edilmemesini sağlayan bir devlet tarafından yerine getirilebilir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداًİşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.” [Bakara 143] Milletlere yönelik bu şahitlik, bireysel sözlerle veya duygusal faaliyetlerle gerçekleşmez, aksine ordularını hak için, yani halkları işgal etmek için değil, aksine halkları insana ibadet etmekten kurtarıp insanın Rabbine ibadet etmesini sağlamak için gönderen Hilafet Devleti yoluyla İslam'ı pratik olarak taşımakla gerçekleşir.

Aynı şekilde devlet döneminde bunun sahada uygulanması için davetin yayılmasına, onu koruyacak güce, ona yardım edecek cihada ve delili ortaya koyan şehitliğe ihtiyaç vardır. Bu nedenle Allah yolunda cihad sadece savaşmak değildir, aksine İslam'ı dünyaya taşımanın, kalpleri ona açmanın ve insanları köleleştiren ve onları Allah'ın dininden alıkoyan batıl sistemlerin sahteliğini ortaya çıkarmanın pratik bir yoludur.

İslam ümmeti, İslam risaletini dünyaya tebliğ etmekle sorumludur; zira o, kapalı bir ümmet değil, aksine bir risalet ümmetidir. Ancak bu görevden geri durup dünyaya yönelir ve Batı'nın peşinde solursa, o zaman ümmet zelil olur, zelil ve zayıf bir duruma dönüşür; böylece Allah'ın rızasını kazanamadığı gibi düşmanları ona saygı da duymaz.

İnsanın yaratılış gayesi, felsefe ya da fikri bir lüks değildir, aksine en büyük varoluş meselelerinden biridir. Bu yüzden İslam'ın tüm hayata hükmetmek için geldiğini, ibadet edenlerin kalplerinde ya da Allah'a saygıdan kalbi ürperenlerin olduğu camilerde hapsolmak için gelmediğini anlamamız gerekir.

Eğer ümmet, Allah'ın emrettiği gibi bu gayeleri gerçekleştirmek için geri dönmezse, asla durumu değişmeyecek ve uykusundan da uyanmayacaktır. Dolayısıyla artık bu gayeleri derinlemesine yeniden anlamamızın ve bunları, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak köklü bir değişim yönünde bir bilince, davranışa ve harekete dönüştürmemizin zamanı gelmiştir.

Gayenin bilincinde olmak, yolun başlangıcıdır... Her kim gayeyi kaybederse, haklı olduğunu zannetse bile, dallarda ve kenarlarda kaybolup gider.

Peki insanlar, hükümleri bilmeden nasıl Allah'a hakkıyla ibadet edebilirler ki? İnsanlar aç olan ve kendilerini güvende hissetmeyen mazlumlarken nasıl namazlarında ihlaslı olabilirler ki? Ayrıca insanlar, kendilerine bahşedilen servet ve zenginliklerden mahrum bırakılmışken nasıl Allah'a şükredebilirler ki?

Bugün Müslümanların gerçekliği, kaybolmuşluk, yoksulluk ve yozlaşma olup en büyük şahitlik olan Hilafetin kaybolması da ibadetlerin kaybolmasına ve tüm yönleriyle hayatın ifsat olmasına yol açmıştır. Bu nedenle Hilafetin yeniden kurulması için çalışmak, siyasi bir lüks ya da örgütsel bir hırs değildir, aksine dinin ikame edilmesi ve ibadetin insanların gerçekliğinde Allah Subhanehu ve Teala'nın razı olacağı bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak için şeri bir farz ve kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Hilafet, sadece farzların tacı değildir, aksine tüm farzların koruyucusu olup Hilafet olmadan ümmet yok olur, ibadetleri yok olur ve dini yok olur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muammer El-Hamri – Yemen

Devamını oku...

Vatancılık Bizi Bölüyor, İslam İse Bizi Birleştiriyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Vatancılık Bizi Bölüyor, İslam İse Bizi Birleştiriyor!

Haber:

Lübnan LBC televizyon kanalında 7 Ağustos 2025 tarihinde Suriye Dışişleri Bakanlığı ABD İşleri Daire Başkanı Kuteybe el-İdlibi ile yapılan röportajda şunlar geçti: “Suriye devrimi nedeniyle Lübnan hapishanelerinde tutuklu bulunan Lübnan vatandaşları, Suriye devletinin müdahale edemeyeceği bir Lübnan meselesidir.”

Yorum:

Bu açıklama, sömürgeci Batı'nın Müslümanların evlatlarının zihinlerine aşıladığı sahte kokuşmuş vatancılık anlayışından kaynaklanmakta olup bu anlayışın içinde, Suriye halkından olan Müslüman kardeşlerine karşı kıskançlık duyan gençlerin faziletini inkar etmenin yanı sıra Suriye'deki mazlum kardeşlerinin yanında durdukları için işkence gören, hakarete maruz kalan ve on yıldan fazla bir süredir demir parmaklıkların arkasında yatan Lübnan hapishanelerindeki mazlum bir grubun terk edilmesi ve Sykes ve Picot gibi düşmanlar tarafından çizilen vatanın sınırları dışında kalanlara önem verilmemesini gerektiren yozlaşmış vatancılık mefhumlarından dolayı onlara önem verilmeyip dikkate alınmaması gibi Allah'a karşı gelmek vardır.

Artık Müslümanların, güçlerini dağıtan, birliklerini parçalayan, düşmanlarının onları yutmasını ve Batı'ya ve onun araçlarına boyun eğmelerini kolaylaştıran bu fikirleri ayaklarıyla çiğnemelerinin ve bunların, İslami bağı diğer tüm bağların ve düşüncelerin üstünde tutan İslam akidesiyle çeliştiğini anlamalarının zamanı gelmiştir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ Müminler ancak kardeştirler.” [Hucurat 10]

Müslümanların kötü gerçekliğini kabul etmek ve ulusal devletlere bağlı kalmak, Müslümanların birbirlerine yardım etmesini engellemektedir; zira bugün Mısır'ın komşusu olan Gazze halkının soykırıma uğraması ve Mısır rejiminin onlara yardım edilmesini engellemesi, dahası sözle bile olsa onlara yardım edenleri suçlaması, ulusal fikirlerin uygulanmasının bir sonucudur; nitekim aynı durum Ürdün ve işgal altındaki Filistin'in çevresindeki veya uzağındaki diğer ülkeler için de geçerlidir.

Bugün İslam ümmeti için ciddi ve devam eden tehlikelerden biri de,Müslüman ülkelerde vatancılık da dahil olmak üzere Batı mefhumlarının uygulanması ve bunların pekiştirilmesidir.Bakın işte Suriye'deki otorite, devrimi destekleyen Suriyeliler dışındaki herkesi terk ediyor ve Müslümanların, Gazze, Batı Şeria, Doğu Türkistan, Keşmir ve Müslümanların diğer meselelerine destek vermesini engelliyor. Nitekim şöyle buyuran Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem ne kadar da doğru söylemiştir: إنَّ الإسلامَ بدأَ غريباً وسيعودُ غريباً كما بدأَ فطوبَى للغرباءِ، قيلَ: ومنِ الغرباءُ؟ قالَ: النُّزَّاعُ منَ القبائلِİslam garip bir halde başladı ve yine garip bir hale dönecektir. Ne mutlu o gariplere.” Bu garipler kimlerdir denilince Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: (Allah yolunda) kabilelerini terkedenlerdir.” Yani onlar, farklı kökenlerden olmalarına rağmen ülkelerinden hicret edenler, kabilecilik ve vatancılığı aşanlar ve Allah yolunda yola çıkanlar demektir. Nitekim başka bir rivayette de şöyle geçmektedir: قالوا: يا رسولَ اللهِ، ومَن الغُرباءُ؟ قال: الَّذين يُصلِحون عندَ فَسادِ النَّاسِ Dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü! Garipler kimlerdir? Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: “İnsanlar bozulduğu zaman düzeltmeye çalışanlardır.”Yani hak din üzere olanlar, insanların sünnetleri ve şeriatın hükümlerini ifsat edip bunları değiştirmelerinin ardından hak din üzere hareket edenlerdir demektir.

Allah’ım, biz bu açıklamalardan beriyiz ve Sen şahit ol ki bizler vatancılığı ve onun fikirlerini inkar ettik; Allah'ım bizlere yakın bir zafer bahşet ki, ülkemizi birleştirelim, Senin şeriatına göre hükmedelim ve senin istediğin gibi tek bir ümmet olalım.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan

Devamını oku...

Şam'ın Yeni Yöneticilerinin, Aşağılanma Yolunun Tek Bir Adımla Başladığını Öğrenmelerinin Zamanı Gelmedi Mi?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Şam'ın Yeni Yöneticilerinin, Aşağılanma Yolunun Tek Bir Adımla Başladığını Öğrenmelerinin Zamanı Gelmedi Mi?!

Haber:

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, rejimin devrilmesinden sonra Suriye'nin birleştirilmesi için verilecek mücadelenin “kanla veya askeri güçle olmaması gerektiğini” açıklayarak ülkenin bölünmesine yönelik her türlü girişimi reddettiğini vurguladı ve Yahudi varlığını güneyde “doğrudan müdahale etmekle” suçladı.

Pazar gecesi resmi televizyonda yayınlanan ve bakanlar ile siyasetçilerin katıldığı, İdlib vilayetinin önde gelen isimleriyle yapılan bir diyalog oturumu sırasında, “Suriye'nin kurtuluş savaşında rejimi devirdik, ancak Suriye'yi birleştirmek için önümüzde başka bir savaş daha var ve bu savaş kan ve askeri güçle olmamalı” dedi ve yıllar süren yıpratıcı savaşın ardından bir anlayış mekanizmasının olması gerektiğini vurguladı.

Bu açıklamaları, Süveyda kentinde düzenlenen ve Yahudi bayraklarının yanı sıra Suriye'nin önde gelen Dürzi şeyhlerinden Hikmet el-Hicri'nin fotoğraflarının da yer aldığı büyük bir gösterinin düzenlendiği günün ardından geldi. (El Cezire Net, 17/8/2025)

Yorum:

Şam'da Beşar'ın suçlu rejiminin düşmesinden ve güvenlik sisteminin çökmesinden bu yana sekiz aydan fazla zaman geçti ancak yeni karar sahipleri hala Müslüman ülkelerde kendilerinden önceki Batı'nın ajanlarının yolunu takip etmek, tavizler vermek ve Amerika ile diğer sömürgeci Avrupalıların emirlerini yerine getirmek dışında yönetimde kalmalarının başka bir yolu olmadığını düşünüyorlar!

Ne yazık ki onlar, birbiri ardına fırsatlar kaçırdılar; zira Sahilde yaşanan ihaneti, güvenlik güçlerinin içine düştüğü ihaneti ve ardından tüm Suriye'den oraya gelen mücahitlerin hareketini değerlendiremediler.Bu gücü organize edip tüm sahili tarayabilir ve rejim kalıntılarının elindeki geri kalan silahları toplayabilirlerdi ancak güçleri geri çektiler ve bunu da, Tadamon katliamlarına katılan Fadi Sakr'ı sivil barış komitesinin sorumlusu olarak atayarak, tutuklu eski rejim subaylarının çoğunu serbest bırakarak ve arananların çoğuyla da uzlaşma sağlayarak tamamladılar!

Güneyde bir başka uygun fırsat da, Süveyda bölgesindeki Dürzi Yahudilerle işbirliği yapan ve mücahitlere ve kabilelere ihanet eden suçlu Hikmet el-Hicri ve onunla birlikte hareket eden pislikleri ortadan kaldırmak ve orada yeni doğan kanserden kurtulmak için onlara destek vermek, onlara lojistik destek sağlamak ve onları organize etmek yerine onları bölgeden çekmekti.Tüm bunlar ise Amerika ve Yahudi varlığının emirlerine uyarak yapılmıştır.

Tabii sanki Şam'ın sorunu maddi bir sorunmuş ve sanki devrim onur ve Allah'ın şeriatıyla hükmetmek için değilmiş gibi bölgede şeriatın uygulanmadığı ve yardım ve yatırımlar için yalvararak bölgedeki Batı ajanlarının kucağına atlanıldığı hiç kimse için bir sır değildir!

Gerçek şu ki Colani, Mahmud Abbas gibi iradesi gasp edilmiş birinin yönetici olmasının caiz olmadığı konusunda uyarıda bulunuyordu ama bugün kendisi, daha kötüsü olmasa da onun gibi olmak için aynı adımlarla yeni bir kılıf altında ancak daha hızlı bir şekilde aynı şeyi yapıyor!!

Sonuç olarak:Şam'ın yeni yöneticilerinin, aşağılanmanın tek bir adımla başladığını, bu dünyada ve ahiretteki izzet yolunun bilindiğini, Batı'nın aldatıcı ve kendisine güvenilmez olduğunu ve onun gerçek düşman olduğunu anlamalarının, bu yüzden artık ümmetlerine ve halklarına yönelmelerinin, Batı’nın rızasını arkalarına atmalarının, gözlerini kendilerini yeryüzüne yerleştiren Allah Azze ve Celle'nin rızasına dikmelerinin, Allah’ın (dinine) yardım etmelerinin Allah’ın da onlara yardım etmesinin, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet sayesinde ümmetin izzetini ve onurunu geri kazandırmalarının, Sykes-Picot sınırı putlarını yıkmalarının, insan yapımı kanunları derin bir uçuruma atmalarının, Allah’ın şeriatıyla hükmetmelerinin, Yahudi varlığını kökünden söküp atmak, Mescid-i Aksa'yı kurtarmak ve izzetli Gazze'deki halkımızın üzerinden zulmü ve baskıyı kaldırmak için Allah'ın emrini yerine getirmelerinin ve İslam hadaratı projesini yeryüzündeki gerçek konumuna geri döndürmelerinin zamanı gelmedi mi?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
El-Muntasır Billah El-Humsi

Devamını oku...

İslami Liderlik Kaybolduğunda, Zulüm Egemen Olur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İslami Liderlik Kaybolduğunda, Zulüm Egemen Olur!

Haber:

ABD, Venezuela'ya savaş gemileri konuşlandırıyor; Maduro ise 4,5 milyon milis üyesini seferber ediyor. (Ajanslar)

Yorum:

ABD'nin Venezuela kıyılarına üç savaş gemisi göndermesi, bir kez daha sömürgecinin dış politikasının saldırgan doğasını ortaya koymaktadır; bu adımı ise Venezuela'nın uyuşturucu kaçakçılığına ortak olduğu yönündeki eski suçlamalarla gerekçelendiriyor ve Venezuela ise bu suçlamayı temelsiz ve siyasi amaçlı olduğu gerekçesiyle kesin bir şekilde reddediyor.

Buna tepki olarak Venezuela hükümeti bu manevrayı kınadı ve bunu çaresiz bir hareket olarak nitelendirdi: “Bolivarian Venezuela, ülkemize karşı tehdit ve karalamalara başvuran ABD yönetiminin çaresizliğini gözlemlemektedir. Washington'un Venezuela'yı uyuşturucu kaçakçılığına karışmakla suçlaması, ona yönelik güven eksikliğini ve bölgedeki politikalarının başarısızlığını ortaya koymaktadır.”

Başkan Nicolas Maduro, dış tehditlere karşı Venezuela'nın egemenliğini vurgulayarak şunları açıkladı: “Biz denizlerimizi, semalarımızı ve topraklarımızı savunuyoruz, onları özgürleştiriyor, koruyor ve kolluyoruz.Hiçbir imparatorluk Venezuela'nın kutsal topraklarına ayak basamayacağı gibi Güney Amerika'nın kutsal topraklarına dünyadaki hiçbir imparatorluk ayak basamayacaktır.”

On yıllardır Amerika Birleşik Devletleri, Latin Amerika, Orta Doğu ve bu ikisinin ötesinde siyasi ve ekonomik hakimiyetini dayatmak için askeri güce güvenmiştir.Dolayısıyla kendi bağımsızlığını cezalar, propaganda kampanyaları veya açık askeri tehditlerle korumaya çalışan ülkeler cezalandırılıyor. Venezuela'nın şu anki durumu, adaletle değil, aksine zorlama ve sömürüyle desteklenen bir dünya düzeninin en son örneğinden başka bir şey değildir.

Bununla birlikte Karakas'ın direnişine rağmen, hala Batı'nın finansal ve siyasi kurumlarının egemen olduğu küresel sisteme katılmaya devam ediyor. Bu yüzden bu çerçevede meydan okumak, gerçek bir bağımsızlığı garanti edemez; aksine sadece aynı zalim sistemin gölgesinde boyun eğmeyi uzatır.

İnsanlığın ihtiyacı olan şey, Batı siyasetinin başarısızlıklarını aşan alternatif bir vizyondur. Zira sömürü ve kan dökülmesine dayalı olan kapitalizm, kalıcı bir adalet sağlayamaz.İslam ise bunun tam tersidir; zira İslam, hak, merhamet ve adalete dayalı olup tarih boyunca mazlumların yanında, zalimlerin ise karşısında durmuştur.

Bugün dünyanın ihtiyacı olan şey, bu ilkelere dayalı olan bir liderliktir.Bu yüzden Hilafet sadece alternatif bir sistem değil, aksine sömürgeci hegemonyanın döngüsünü kırıp gerçek bir adalet sistemi kurmaya muktedir olan tek örnektir.

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً

İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul’ün de size şahit olması için sizi vasat bir ümmet kıldık.” [Bakara 143]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...

El-Ezher'in Açıklamasının Silinmesi Mi Yoksa Kalması Mı Dahi İyidir?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Ezher'in Açıklamasının Silinmesi Mi Yoksa Kalması Mı Dahi İyidir?

El-Ezher, Netanyahu'nun "Büyük İsrail" hayallerini dile getirdiği açıklamalarını kınadı. el-Ezher, yayınladığı açıklamasında kararlı kalacak mı yoksa Gazze dayanışmasıyla ilgili açıklamasında olduğu gibi onu silecek mi bilmiyoruz!

Açıklamanın silinmesi mi yoksa kalması mı daha iyi bilmiyorum ama açıklamanın silinmesi, içerisinde; bugünün el-Ezher'inin dünün el-Ezher'i gibi olmadığı, Mısır'ın alimlerinin ya da en azından bir kısmının, yöneticiyi hakka döndüren, yöneticiyi korkutan ve yöneticinin kendilerinin öfkesinden sakındığı seleflerinin konumunda olmadıkları, aksine piramidin tersine döndüğü düşüncesini barındırıyor. Zira yönetici, dikte etmekten başlayıp değiştirmeye, hatta sildirmeye varacak kadar el-Ezher'in tutumuna ve açıklamalarına müdahale ediyor. Hatta bu tutum, el-Ezher'den beklenen tutumların en asgarisini karşılamasa bile ki bunlar, Allahu Teala’nın şu kavline dayalı tutumlardır: وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ Allah, kendilerine kitap verilenlerden, «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” [Al-i İmran 187]

Netanyahu'nun açıklamalarına cevap olarak El-Ezher'in yayınladığı veya el-Ezher adına yayınlanan açıklamaya gelince; açıklamada “Filistin, tamamen Arap ve İslam toprağı olup gerçeklerin yok edilip çarpıtılmasına baş kaldırmaya devam edecektir zira haklar zamanla ortadan kalkmaz, batıl üzerine inşa edilenler batıldır ve yok olmaya mahkumdur” denilmesine rağmen...

Ancak herhangi bir Müslümanın, ilmi bir kurum tarafından yayınlanan bir açıklamayı işittiğinde aklına gelen şey, ümmetin vacibi veya Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyleri açık bir dille konuşacak olması olup -El-Ezher gibi- saygın ilmi bir kurumun yaptığı açıklamanın, varlığın durumunu şu şekilde tanımlamasını beklemez; “Bu, işgalci zihniyetin köklü bir yansıması olup gaspçı işgalin, bölge ülkelerinin servetlerini ele geçirmeye ve Filistin topraklarının geri kalanını yutmaya çalıştığı aşırı arzularını ve niyetlerini ortaya koymaktadır.”

Alimlerin açıklamalarının, uluslararası kuruluşların ve insan hakları örgütlerinin suçun boyutunu tanımlayan açıklamaları gibi ya da Arap Birliği'nin kınama, eleştirme, ayıplama ve inkar etme şeklindeki açıklamaları gibi rahatsız edecek kadar bile varlığa zarar vermeyen açıklamalar olmasını da beklemez!

Ayrıca ümmet de el-Ezher el-Şerif’ten şu şekilde boş sözler de beklemez: “Arap ve İslam ümmetini, ülkelerin birliğini ve tüm bölgenin istikrarını tehdit eden bu kibir karşısında birleşmeye davet eder.”

Keşke mesele, birliğin İslam temelinde birlik, güçlerin birleşmesi ve ümmet için parçalanmışlık hali yerine tek bir siyasi ve askeri liderliğin oluşturulması şeklinde anlaşılabilecek boş sözler sınırında kalsaydı; ancak açıklama, talep edileni ortaya koyduğunda bu anlayışa varmayı reddediyor; “Ayrıca el-Ezher, Arap ve İslam dünyasının ortak tutumunu güçlendirmeye, gaspçı işgalcinin yalanlarını ortaya çıkarmak ve planlarına meydan okumak için siyasi, diplomatik ve medyatik çabaları yoğunlaştırmaya da çağırıyor.” Bu açıklama bünyesinde, ülkeyi korumaya yönelik değil, aksine gaspçı varlığın rivayetlerinin yalan olduğunu ifşa etmeye yönelik medyatik, diplomatik ve siyasi bir çalışmayı taşımaktadır; sanki el-Ezher el-Şerif hala uluslararası sistemin gözüyle bakıyor, Filistin meselesini çözecek ve Müslümanların ülkesini koruyacak olanın, eylemleri ve kararlarıyla ülkemizi parçalayan ve bu ümmetin milyonlarca şehidinin kanıyla sulanmış Filistin'i altın tepside Yahudilere teslim eden uluslararası sistem ve Birleşmiş Milletler olduğuna inanıyor!

Ümmetin hala alimlerinden beklediği şey, Filistin’in durumunu tanımladıktan sonra Filistin hakkında vacip olan şeyi açıklamasıdır ki o da şudur: Filistin, orduların kendisini kurtarması için harekete geçmesi gereken haraci İslam toprağı olup bu orduların başında ise Mısır'da dahil olmak üzere çevre ülkelerin orduları gelmektedir; ümmetin görevi ise onların aç kalmalarından dolayı ağlamak değil, cihatla birlikte aç kalan mazlumlara yardım etmek için harekete geçmektir!

Hatta alimlerin fetvalarının, Allah’ın dininin ve Allah’ın hükmünün temeli dışında belirlenen ülke sınırları içinde kalmasının ardından, Allah’ın razı olduğu şeye aykırı olan bu sınırı kabul etseler bile diyorum ki; onlar, cihat yoluyla “vatanları” korumanın gerekliliği hakkında bile fetva vermediler, düşmanın bize karşı almak istediği inisiyatif temelinde hareket etmediler, dahası ilişkilerin kesilmesi, gaspçı varlıkla anlaşma yapmanın ve ondan gaz ithal etmenin ve çimento tedarik etmenin haram olduğu hakkında açıklama yapmadıkları gibi ülkeyi din kardeşlerini öldüren silahların geçiş noktası haline getirerek gaspçıya yardım etmenin hükmü hakkında da bir açıklama yapmadılar!

Burada konuşmanın başına dönüp şu soruyu sorabilirsiniz: Açıklamanın silinmesi mi yoksa kalması mı daha iyidir?

Mısır’da alimler vardı ve el-Ezher ise, ilim sahiplerini mezun etmek için muhteşem bir vaha idi ve hala da öyledir; ancak ne yazık ki bugün el-Ezher, ister yöneticinin kendisine galip gelmesi şeklinde olsun, isterse yöneticinin el-Ezher’in eliyle galip gelmesi şeklinde olsun hakkı açıklama iradesini kaybetmiştir. Bu yüzden Mısır'ın alimlerinin, El-Ezher ve alimlerini eski hallerine geri döndürmeleri ve el-Ezheri de, Allah yolunda cihad etmeleri için yöneticiyi muhasebe eden ve orduları harekete geçiren ilmin feneri yapmaları gerekir ki böylece el-Ezher, -daha önce olduğu gibi- yöneticiyi değiştiren ve ona karşı değişen ümmetin en güçlü kolu olsun.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ahmed Abdulhay

Devamını oku...

Batı Kamuoyunun, Yahudi Varlığının Ortadan Kaldırılmasını Kabul Etmesinin Ardından

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Batı Kamuoyunun, Yahudi Varlığının Ortadan Kaldırılmasını Kabul Etmesinin Ardından

Haber:

Sana'da günlük olarak yayınlanan Es-Sevra gazetesi 21 Ağustos Perşembe günü şu başlık altında bir haber yayınladı: “BM yetkilisi: ABD'nin uluslararası suçlara ortak olmasının geçerli nedenleri vardır.” Yetkili şöyle dedi: İşgal altında bulunan Filistin topraklarındaki insan hakları durumuyla ilgili BM İnsan Hakları Konseyi Özel Raportörü Francesca Albanese, ABD'nin uluslararası suçlara ortak olmasına dair makul sebepler olduğunu söyledi. BM raportörü, X hesabından yaptığı paylaşımda şunları ekledi: “İsrail Filistinlileri öldürüyor, işkence ediyor ve aç bırakıyor. ABD'nin uluslararası suçlara ortak olduğuna ve Avrupa Birliği ülkelerinin, diğer hususların yanı sıra insan haklarını korumak ve saygı göstermek gibi uluslararası ve bölgesel yükümlülüklerini açıkça ihlal ettiğine inanmak için makul nedenler vardır.”

Yorum:

Birleşmiş Milletler Filistin'deki insan hakları özel raportörü Francesca Albanese, Gazze'deki soykırım suçlarını belgeledikten sonra 9 Temmuz'da ABD tarafından yaptırımlara maruz kalmış ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından, “ABD ve İsrail yetkililerini Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaya teşvik etmekle” suçlanmıştır.

Geçmişte Yahudiler ve Filistinliler arasında yaşananlar, Yahudilerin Batılılara aktardıklarına dayanmaktadır; nitekim İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, “Bir Tarih Çalışması” adlı kitabında şöyle diyor: “Özellikle belirtmemiz gerekir ki, Tevrat'ın öyküleri, sıradan Batılılar için, kadim Doğu tarihinin tek bilindik bölümü olmaya devam etmektedir.” Şöyle ki, Yahudiler, Hıristiyanları İncil'in Eski Ahit'in yeni versiyonu olduğuna ikna ettikten sonra, Batı kamuoyunda Yahudilerin Tanrı'nın seçilmiş halkı olduğu zihniyeti oluşmuştur.

Ancak Batı kamuoyu, Yahudilerin Doğu'da Müslümanlar tarafından maruz kaldığı zulüm hakkında oluşan algı ile bugün genel olarak Filistin'de, özel olarak da Gazze'de bizzat gözleriyle gördüğü şeyin arasını karşılaştırdığında şok olmuştur; zira bu vahşi eylemler, Yahudilerin doğuda maruz kaldıkları zulüm hakkında anlattıklarıyla hiçbir şekilde örtüşmemektedir!

Biz Müslümanlara gelince; Allah Subhanehu bize, Yahudiler hakkında, Kendisinden başka hiç kimseye sormaya gerek olmayan bilgiyi haber vermiştir; zira şöyle buyurmuştur:فَبِمَا نَقْضِهِمْ مِيثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللَّهِ وَقَتْلِهِمُ اْلأَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ طَبَعَ اللَّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ اِلاَّ قَلِيلاً * وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلَى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظِيماًSözlerinden dönmeleri, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflanmıştır” demeleri sebebiyle... Dahası inkârları sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler.Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından dolayı.” [Nisa 155-156] Müslümanların Filistin'deki Yahudilerle olan ilişkisi, Allahu Teala'nın şu kavli dışında olmayacaktır: فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يرًا Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).” [İsra 7]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER