Pazar, 25 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sudan Ordusunun Ateşkesi Kabul Etmesi: Ülkenin Bölünmesine Giden Bir Kapı ve Libya Modelinin Bir Kopyasıdır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan Ordusunun Ateşkesi Kabul Etmesi: Ülkenin Bölünmesine Giden Bir Kapı ve Libya Modelinin Bir Kopyasıdır!

Washington'da Sudan ordusu ile Hızlı Destek Güçleri arasında devam eden müzakerelerin gölgesinde, önerilen bu ateşkesin sadece geçici bir ateşkes değil, Libya modelinin tekrarı şeklinde Sudan'ın siyasi ve coğrafi olarak yeniden yapılandırılmasına açılan bir kapı olduğu yönünde gerçek endişeler öne çıkmaktadır ki bu da; biri Darfur'da, diğeri de Hartum'da olmak üzere iki çatışan hükümetin kurulması ve bunların meşruiyet ve iktidarı paylaşması ve her ikisinin de dışarıdan yönetilmesidir. 

Terör örgütünden müzakere tarafına:

Savaşın patlak vermesinden bu yana Sudan ordusu, Hızlı Destek Güçleri'ni isyancı milis ve terör örgütü olarak sınıflandırmış ve Darfur, El Faşir ve El Cezire'de soykırım suçları işlemekle suçlamıştır. Ancak ordu, Amerika'nın gözetiminde onunla (Hızlı Destek Güçleri) dolaylı müzakerelere girmiştir ki bu da onu yasadışı bir varlık olarak değil, zımnen paralel bir güç olarak tanıdığı anlamına gelmektedir.

Bu çelişki ordunun konumunu zayıflatmakta, Hızlı Destek Güçlerine müzakere meşruiyeti kazandırmakta ve tıpkı Libya'da Trablus ve Bingazi hükümetleri arasında olduğu gibi iktidarın paylaşılmasına zemin hazırlamaktadır.

Bölünmenin gerçekliğini pekiştiren ateşkesin şartları:

Önerilen ateşkes, üç aylık bir ateşkes olup insani yardım koridorlarının açılmasını ve dokuz aylık bir siyasi sürecin başlatılmasını içermekte ancak, aşağıdaki hususları içermemektedir:

- Hızlı Destek Güçlerinin kontrol ettikleri şehirlerden çekilmesini.

- Ordunun Darfur veya El Faşire geri dönmesine yönelik garantileri.

- Ülkeyi merkezi otorite altında yeniden birleştirmek için herhangi bir mekanizma.

Bu bağlamda ateşkes, barış yönünde atılmış bir adım değil, bölünmenin gerçekliğini pekiştiren bir unsur haline gelmektedir. Zira Darfur, Hızlı Destek Güçleri tarafından fiilen yönetilirken, ordu ise Port Sudan ve Hartum'da yoğunlaşmış durumda ve bu da zihinlere, her ayrıntısıyla Libya modelini getirmektedir.

Washington müzakereleri aracılığıyla Amerika Birleşik Devletleri, Sudan'ı stratejik çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadır ki bu çıkarlar şunlardır: İngiliz ve Avrupa'nın etkisini zayıflatmak ve yerel ajanlar aracılığıyla petrol ve güvenlik çıkarlarını güvence altına almak. Nitekim Libya modelinin kopyalanması bu görevi kolaylaştırmaktadır; zira iki çatışan hükümetin varlığı merkezi devleti zayıflatmakta ve arabuluculuk veya insani yardım kisvesi altında dış müdahaleye imkan tanımaktadır.

Ordunun tutumu: Kararlığın kaybolması ve meşruiyetin aşınması

Tarihe ve kurumlara sahip olmasına rağmen Sudan ordusu, ülkenin birliğini korumak konusunda kesin bir tavır almamıştır. Zira onun açık şartlar olmadan ateşkesi kabul etmesi, askeri inisiyatifi kaybetmesine, müzakere pozisyonunu zayıflatmasına ve gelecekteki yönetimden dışlanmasına zemin hazırlayan stratejik bir tavizdir.

Meşru ve birleştirici bir vizyonun yokluğunun gölgesindeki bu kabullenme, siyasi intihar anlamına gelmekte olup bölünmeyi pekiştirmekte ve ülkenin birliğini ve güvenliğini korumakla görevli askeri bir kurum olarak ordunun meşruiyetini kaybettirmektedir.

Bu bağlamda şerî vizyon aşağıdaki şekildedir:

- Batılı güçlerin sömürgeci araçları olarak desteklediği her türlü müzakereyi reddetmek.

- Sudan'ı Raşid bir liderliğin altında yeniden birleştirecek Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasına davet etmek.

- Gerçek çözüm olarak Allah'ın şeriatına geri dönmek ve ülkeyi bu aşağılayıcı duruma getiren demokratik sistemleri reddetmek.

Kriz, Hızlı Destek Güçleri veya orduda değil, bilakis birleştirici İslami bir projesinin yokluğunda yatmaktadır ki bu birleştirici proje ise; Müslüman ülkelerin birliğini koruyacak, ümmeti, onun kelimesini ve ekonomik ve askeri kapasitelerini birleştirecek ve siyasi veya ekonomik olarak kafir Batı'ya bağımlı olmayacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafettir.

Meşru bir iradenin yokluğunun gölgesindeki Washington müzakereleri, Sudan'da Libya modelinin tekrarlanması konusunda bir uyarıdır; zira Libya'da ülke iki başkentten yönetilmekte olup iktidar iki çatışan güç arasında bölünmekte ve politikalar dışarıdan çizilmektedir. Bugün talep edilen şey, bölünmeyi pekiştiren bir ateşkes değil, aksine Sudan'ı yeniden tanımlayan, onun vahdetini güçlendiren ve karar alma sürecini uluslararası egemenlikten kurtaran kapsamlı bir ümmet projesidir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ
Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasulü’nün çağrısına icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatem El-Attar – Mısır

Devamını oku...

Abdülmelik el-Husi Kendisinin veya Babasının Malından Bağış Yapmıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Abdülmelik el-Husi Kendisinin veya Babasının Malından Bağış Yapmıyor!

Haber:

12/11/2025 Çarşamba akşamı, Yemen'in Sana TV kanalı insani programlar “Mawtani”’yi yayınladı; programın “Sizinle Birlikteyiz” bölümünde, nadir bir hastalığa yakalanan ve 80.000 Dolarlık maliyetle Hindistan'a gitmesi gereken bir kadının durumu ele alındı; nitekim hayır kurumları ve bağışçılardan 70.000 dolar toplanmıştı ancak program sunucusu, son olarak 10.000 Dolar bağışlayan kişinin Abdulmelik el-Husi olduğunu açıklayarak onu uzun uzun övdü ve programda yer alan insani yardım vakalarına defalarca destek verdiği için onu takdir etti.

Yorum:

İslam'da yöneticinin büyük bir sorumluluğu vardır; bu sorumluluk, insanların maslahatları için harcama yapmak ve onların rahatını sağlayacak her şeyi temin etmek suretiyle onların işlerini gözetmektir; aslında yönetici, insanların hizmetkârıdır ve onların durumlarından emin olana kadar kendisini huzurlu hissetmez; dolayısıyla bu görev bir minnet ya da ayrıcalık değil, aksine İslam'ın ona yüklediği şerî bir görevdir ve bu görevi yerine getirmediği takdirde ihmalkâr sayılır ve ihmalkâr olması durumunda da İslam, ümmete onu muhasebe etmesini farz kılmıştır. Zira Aleyhissalatu ve’s Selam şöyle buyurmuştur: فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِİmam bir çobandır ve güttüğünden sorumludur.” Bu nedenle yöneticiler veya devlet bazı ihtiyaçlara dikkat ettiğinde sevinmemiz ve bunu insani bir davranış olarak adlandırmamız yüzeysel bir davranıştır; çünkü aslında bu onların temel bir görevidir.

Kapitalizm ve onun dünyadaki yönetiminin pekiştirdiği en tehlikeli mefhumlardan biri, devletin gözetim sorumluluğundan vazgeçmesi ve bu görevi, insanların sık sık yardım ve ihtiyaçlarını karşılamak için başvurduğu, bireyler veya gruplar tarafından yerine getirilen hayır kurumları ve derneklere bırakmasıdır.Dernekler fikri ilk olarak Avrupa'da, birçok ailenin sevdiklerini kaybettiği ve onlara bakacak birine ihtiyaç duyduğu dünya savaşları sırasında ortaya çıkmıştır; zira kapitalist demokratik sisteme göre devlet, insanların işlerini gözetmekten sorumlu değildir, aksine sadece özgürlüklerini korumakla yükümlüdür; bu yüzden zenginler, yoksulların kendilerine karşı devrim yapmasından korktukları için bu dernekleri kurmuşlardır.

İslam, ümmetin işlerini gözetmek, şerî haklarını korumak ve bireyler ve toplum için doyurulması gereken altı temel ihtiyacı yerine getirmek için sultanın/otoritenin varlığını vacip kılmıştır ki altı temel ihtiyaç şunlardır;Devletin; Müslüman olsun gayrimüslim olsun toplumun tüm fertlerine tek tek sağlaması gereken yiyecek, giyecek ve mesken ve devlet tarafından herkese ücretsiz olarak sağlanması gereken güvenlik, sağlık ve eğitim hizmetleri. Bir adam, Müslümanların halifesi Ömer ibn Hattab'ın yanına, karısı ve altı kızıyla birlikte geldi ve şöyle dedi: “Ey Ömer, bunlar benim kızlarım ve onların anneleri; onları doyur, giydir ve bu zamanda onlar için bir kalkan ol.” Ömer de şöyle dedi: “Ya yapmazsam ne olur?” Adam Ömer’e şöyle dedi: “Kıyamet gününde onların durumları hakkında mutlaka sorgulanacaksınız. Allah'ın huzurunda duran her kişi ya cehenneme ya da cennete gidecektir.” Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: “İçerisinde bu tür insanlar olduğu sürece bu ümmet asla yok olmayacaktır.”

Ey Müslümanlar: Bu bir hayal değildir, aksine İslam, Müslümanların Halifesine, tebaasının her bir ferdini gözetmesini vacip kılmıştır. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِİmam bir çobandır ve güttüğünden sorumludur.” Bu nedenle bizim, bu hükümleri yeniden tesis edip tatbik konumuna getirmemiz gerekir. Zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ Şüphesiz ki bir kavim, kendini nefsini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez.” [Rad 11]Dolayısıyla durumumuzu adalet ve refaha dönüştürecek olan İslam'dır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sadık Es-Sarari

Devamını oku...

Gazze'deki Ateşkes, Kan ve Enkazla Yeni Bir Gerçeklik Hazırlamaya Yönelik Bir Kılıftır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze'deki Ateşkes, Kan ve Enkazla Yeni Bir Gerçeklik Hazırlamaya Yönelik Bir Kılıftır!

Haber:

El Cezire'nin uydu görüntülerinin analizine dayanan araştırması, 10-30 Ekim tarihleri arasında Gazze'de işgalin takip ettiği sistematik yıkımların izlerini ortaya koymaktadır.

El Cezire ağının haber doğrulama ajansı "Sanad", ateşkes anlaşmasının uygulanmasının başlamasından bu yana Gazze Şeridi'nde işgalin uyguladığı yıkım, mühendislik tahribatı ve yoğun hava bombardımanını izlemiştir. (El Cezire Net)

Yorum:

Trump'ın gözetiminde ve bazı Arap ülkelerin mutabakatıyla Gazze Şeridi'ndeki mayınlı savaşın durduğunun ilan edilmesinin ardından, savaşın Yahudi varlığının lehine sonuçlandığı açıktır.Bu ise uydu görüntü analizleri ve son haber raporlarından açıkça anlaşılmaktadır; bu analizler ve haberler, Yahudi ordusunun Gazze'de, özellikle kontrolü altındaki Şüca ve Han Yunus bölgelerinde binlerce binayı yıktığını ve aynı şekilde Refah ile doğudaki bölgelerin buldozer operasyonlarına tanık olduğunu göstermektedir.

Gazze'deki kapsamlı yıkım rastgele değildir, aksine direnişi kucaklayan ortamı yıkmak gibi uzun vadeli stratejik hedefler taşımaktadır ki bunlar; Gazze'nin altyapısını, okullarını ve evlerini yok etmek, direnişin kendini yeniden düzenlemesini veya kapasitesini yeniden inşa etmesini zorlaştırmaktır; bu ise Gazze'yi yıpratıp ekonomik olarak felç eden ve yaşanmaz hale getiren yeni bir gerçekliğin dayatılması ve yeteneklerin yok edilmesi yoluyla uzun vadeli bir caydırıcılık sağlamak içindir.Bu da herhangi bir siyasi veya güvenlik çözümün kabul edilmesinin, hatta yerinden edilme fikrinin kabul edilmesinin önünü açmaktadır;çünkü Gazze'yi harabe halinde bırakmak, halkının kendi başına yeniden inşa etmesini zorlaştırmakta, dahası ülkeler ve kuruluşlar siyasi şartlarla müdahale edecek olup işgalci de Gazze'yi yeniden inşa edenin karar verme gücüne sahip olduğunu bilmektedir.Yani bugünkü yıkım, yarınki siyasi kontrol karşılığında olmuştur!

Aslında Gazze'deki savaşı sona erdirme anlaşmasını “mayınlı” olarak nitelemek boşuna değildi; çünkü bu anlaşma kısmiydi ve sözde askeri hedefleri istisna tutuyordu ki böylece Yahudiler güvenlik bahanesiyle saldırılarına ve yıkımlarına devam edebilsinler.Aynı şekilde güçlü uluslararası garantiler olmadan bu varlığın en büyük destekçisi tarafından bu sonuca varılmıştır; bu da özellikle uluslararası hesap vermenin yokluğunda onu kırılgan ve ihlale açık hale getirmekte olup bu ise Yahudi varlığını hesap vermenin üstünde kılmaktadır.

Mazlum halkımız ezilirken, yorgun düşerken, kaybolurken ve açlık çekerken bizler daha ne zamana kadar itaatkar ve boyun eğmiş bir ümmet olarak seyirci olarak kalmaya devam edeceğiz?!Tüm bunların ötesinde, her zaman ihlal edilme mi olacak?!O halde hepimiz Selahaddin olalım; zira bugün Gazze ümmete, Selahaddin'in sadece cesur bir kişi olduğunu değil, aynı zamanda bir proje taşıyan, orduya sahip olan ve arkasında tek bir ümmetin olduğu bir devletin komutanı olduğunu hatırlatmaktadır.Bu nedenle Selahaddin gibi olmaya çağrıda bulunmak, bireysel kahramanlık anlamına gelmez, aksine ümmetin tüm evlatlarını tek bir bayrak altında tek bir saf halinde askerler yapacak olan bir devleti kurmak için çalışmak anlamına gelir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ Size ne oldu da Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” [Nisa 75]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Yahudi Varlığıyla Müzakere Etmek, Onu Tanımak Demektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığıyla Müzakere Etmek, Onu Tanımak Demektir!

Haber:

Son zamanlarda Lübnan'da, siyasi ve medya ortamında, mübarek Filistin'i gasp eden ve Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır'ın bazı bölgelerini işgal eden Yahudi varlığıyla doğrudan veya dolaylı müzakereler hakkındaki birçok konuşma yapılmakta ancak onlardan bazıları bu varlığı tanımış ve onunla “barış” anlaşmaları imzalamıştır.

Yorum:

Lübnan medyasında yer alan neredeyse her siyasi haber veya yorum, yalnızca Lübnan'da değil, aksine Suriye, Filistin ve hatta Katar'da Müslümanları katleden ve yöneticileri dünyanın neresinde olursa olsun güvenliklerini tehdit eden herkesi öldüreceklerini açıkça ilan eden Yahudi varlığıyla doğrudan veya dolaylı olarak yapılan müzakereler konusuna değinmektedir.

Yahudiler, Batı ülkelerinin, özellikle de Amerika'nın bölgedeki sorunlarını kendi çıkarlarına göre sonlandırmak için önerdiği çözümleri reddetmelerine rağmen, Lübnan'ın yöneticileri ve politikacıları Yahudilerle müzakereye girmek için acele ediyorlar ve insanları, dolaylı mı yoksa doğrudan mı müzakere etmenin daha iyi olduğu konusunda tartışmaya sevk ediyorlar? Hem de hiçbir kanuna bağlı kalmayan, bizzat Batı tarafından desteklenen bu gaspçı ve katil düşmanla yapılan bu müzakerenin hedefine hiç değinmeden.

İslam ümmetinin düşmanı Amerika'nın, aynı zamanda planlayıcı ve yılanın başı olduğu aşikardır; o halde aslen müzakere edilmesi caiz olmayan, aksine tüm Filistin ve işgal ettiği diğer topraklar kurtarılıncaya kadar onunla savaşılması vacip olan varlıkla yapılan müzakerelerde nasıl olur da Amerika’yı arabulucu yapabiliriz?!

Lübnanlı bir siyasetçi dün şöyle dedi: "Güç mantığı başarısızlığını kanıtladı, şimdi mantığın gücünün kullanılması gerekir!"

Ona ve aynı şeyi söyleyen herkese diyoruz ki: Trump'ın ve onunla birlikte Yahudi varlığının yöneticilerinin defalarca söyleyip tekrarladığı "Barışı zorla dayatacağız" sözüne ne diyorsunuz? Peki burada mantık nerede Allah aşkına?!

Güç kullanımına gelince; Müslümanların bu varlığa karşı gerçek ve etkili bir şekilde hiçbir zaman güç kullanmadığını söylüyoruz; zira onun Filistin'i gasp etmesinden bu yana en azından Arap yöneticilerle anlaşma halindeydi ki bunun nedenleri şunlardır:

Ya Yahudi varlığına 425 sayılı karar gibi Amerika'nın istediği bir kararı kabul etmesi için baskı yapılacak ya da Müslümanların başındaki yöneticilerin teslim olduğu ve bu varlığın direndiği Amerikan çözümünü kabul etmesi için daha fazla baskı yapılacaktır. Nitekim bu, bir çözüm girişimi olan 1973 savaşında yaşanmış olup aslında Sedat'ın işgal altındaki Kudüs'te vardığı anlaşmanın ve Yahudi varlığının tanınmasının ardından yaşananlar da bizzat aynıydı.

Dolayısıyla bizler, Yahudi varlığıyla yapılacak her türlü müzakerenin, resmi bir tanıma olmasa bile, onun Filistin'i ve işgal ettiği tüm toprakları gasp etmesinin kabul edildiği anlamına geldiğini söylüyoruz.

Güç mantığına ve mantığın gücüne gelince; bunu söyleyen, duyan ve gören herkese diyoruz ki: Müslümanlar olarak bizler, güç için kendimizi hazırlamamız ve bunu bu gaspçı varlığı kökünden sökmek için kullanmamız gerekir ve bizim için yol haritası açıktır:

1- Bizim gücümüz ümmetin vahdetiyle başlar; bu nedenle ümmet için birleşik siyasi bir varlık kurmak gerekir; çünkü asıl güç ondadır.

2- Bizim gücümüz, bir ideoloji olmasının yanı sıra bizim, fikrimiz ve tüm amellerimiz itici bir güç olduğu gibi her şey için de bir ölçü olan İslam'dadır.

3- Kurtuluş ve özgürlük projesi için ümmetin yeteneklerini bir araya getirmek, onun hakkında araştırmak ve onu harekete geçirmek için çalışmak.

4- Bütün bunlar, ümmetin liderliğini almak ve ilk üç maddeyi uygulamaya koymak için bilinçli ve samimi bir siyasi liderliğin kapıyı çalmasını, ümmetin insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet haline geri dönmesini, kendisini ve tüm insanlığı Batı'nın ve onun yıkıcı medeniyetinin şerrinden kurtarmasını gerektirir.

Mantık ve kuvvet felsefesiyle konuşanlara diyoruz ki:Birleşik devlet kurulduğunda ve gasp edilmiş topraklar kurtarıldığında size, güç mantığını ve alemlerin Rabbine dayanan mantığın gücünün yeni birleşik denklemini uygulayacağız ki böylece bölgede yapay varlıklar olmadan gerçek barış hakim olacak ve işte o zaman sadece selim mantık, yani sadece İslam'ın mantığı hakim olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Cabir - Lübnan

Devamını oku...

Ulus Devletin Ekonomik Politikasının Başarısızlığının Bedelini Gabes Halkı mı Ödemek Zorunda?

  • Kategori Tunus
  •   |  

Tunus’ta art arda başa gelen yönetimler için, Gabes halkının yaşadıkları hiçbir zaman bir öncelik olmadı. 1972’de şehirlerine bir kabus gibi çöken Kimya Kompleksi yüzünden ülke genelinde en yüksek kanser oranına sahip olmaları, sayısız hastalıkla boğuşmaları, yöneticiler için hiçbir şey ifade etmedi. Bölgede solunum ve cilt hastalıkları, doğuştan anomaliler, böbrek ve karaciğer sorunları ile kemik erimesi vakaları korkunç boyutlara ulaştı. Kompleksten yayılan zehirli buharlar, artık öğrenciler arasında toplu boğulmalara sebep oluyor. Üstelik bu tesis, bölgenin tarımını, balıkçılığını, turizmini ve eşsiz deniz vahasını da tamamen yok etmiş durumda. Ortada böylesine korkunç bir felaket varken, peş peşe gelen hükümetler, tesisin kalmasında ısrar etmişlerdir. 29 Haziran 2017’de aldıkları kendi kararlarını bile uygulamaktan aciz kalmışlardır. Tek sığındıkları bahane tesisini ekonomik getiri ve sağladığı iş istihdamıdır. Belli ki onlar için para, insan hayatından çok daha değerlidir. İnsan yaşamının maddi menfaatlerden öncelikli olduğu temel ilkesini belli ki görmezden gelmektedirler. Oysa Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ قَتْلِ مُسْلِمٍ“Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında Müslüman bir kişinin öldürülmesinden daha ehvendir.”

Devletin halkını koruyamaması, Avrupa Birliği’nin fonladığı Gabes fosforik asit üretim tesislerini iyileştirme projesi gibi sözde çevre projelerinin asıl amacını gözler önüne sermektedir. Bu projelerin tek hedefi, Avrupa ülkelerinin ihtiyaç duyduğu maddeleri karşılamak üzere bu kirletici fabrikaların varlığını kalıcı hale getirmek ve bu sayede Avrupalıları olumsuz etkilerden korumaktır. İşte bu durum, fosfat ve türevleri gibi servetlerimiz üzerindeki egemenliğimizi sorgulamamıza neden olmaktadır. Bir enerji bakanının, üretim ve pazarlamanın yabancı şirketlerin kontrolünde olduğunu ve onlarla ‘güven’ esasına dayalı çalıştıklarını itiraf etmesi, Gabes sorununun sadece bir teknik arıza değil, derin bir siyasi egemenlik krizi olduğu kanıtlanıyor. Devlet, yabancı şirketlerin esiri olmuş durumda. Ülkemizin iradesinin özgürleştirilmesi ve karar alma gücünün geri alınması, ancak Batı’nın çıkarlarına hizmet eden bu dayatılmış Batı sisteminden kurtulmakla mümkündür. Bu kurtuluş ise, sömürgeci güçlerin dayattığı düşünsel temelleri terk edip; egemenliği Şeriat’a, otoriteyi ise Ümmet’e veren inancımızın temellerine dönmekle gerçekleşecektir. Şeriatın temellerine dönüldüğünde ancak çıkarlarımız doğru anlaşılacak, önceliklerimiz doğru belirlenecek, otorite ümmet ait olacak, böylece ümmet de kendisini felaketlere sürüklemeyecek ve dininin hükümlerini uygulayacak bir lidere (Halifeye) biat edecektir.

Yetkililer, yaşanan bu ciddi sonuçlar, halkın öfkesi ve meşru protestoları karşısında, köklü çözümler üretmek yerine güvenlikçi politikalara sığınmışlardır. Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti olarak biz, krizin sağlık, psikoloji, çevre ve toplum açısından daha da derinleşmesi üzerine şu hususların altını önemle çiziyoruz:

1- Kimya Kompleksi’nin ekonomik katkısı ve getirisi ne olursa olsun, halkın sağlığı her zaman maddi kârdan önce gelmektedir. Bu yüzden devlet, zararı ortadan kaldırmak için hemen müdahale etmelidir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

مَنْ ضَارَّ ضَارَّهُ اللَّهُ، وَمَنْ شَاقَّ شَاقَّ اللَّهُ عَلَيْهِ“Kim zarar verirse Allah da ona zarar verir, kim zorluk verirse Allah da ona zorluk verir.”

2- Başarısız politikaların faturası Gabès ve halkına kesilip bir de üstüne haksız yere ihanet yaftası vurulması zulmün ta kendisidir, büyük bir zulümdür. İktidar, halka gözetme ve işlerini gütme görevinde açıkça sınıfta kalmıştır; çözüm ve ıslahat getirmek yerine tek bildiği yola, yani baskı ve şiddete başvurmuştur. Belli ki, insanın haysiyetli ve güvenli bir yaşam sürmesinin tek garantisinin Allah’ın kanunları olduğunu ya unutmuş ya da unutmuş gibi gözükmektedir.

3- Ümmetin kaderini düşmanlarının eline bırakmak ve onların ekonomik/siyasi projelerine bel bağlamak, gerçek egemenliğin anlamını yok eder, ülkeyi yabancıların kontrolüne sokar. Oysa İslam bunu kesinlikle yasaklar! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” [Nisa 141] Bu bağımlılıktan kurtulmanın tek yolu, egemenliği Şeriat’a, otoriteyi de ümmete ait kılan İslam akidesi temelinde siyasi kararın yeniden tesis edilmesiyle mümkündür.

4- Kâr ve fayda odaklı kapitalist paradigma çerçevesinde çevresel krizin çözülmesi imkânsızdır. Bu çevre sorunun tek gerçek çözümü, İslami yönetimdir, Raşidi Hilafettir. Hilafet öncelikle halkın sağlığını korumakla, sanayi tesislerini yerleşim yerlerinin dışına taşımakla ve çevreyi kirletmeyen temiz üretim sistemlerini dayatmakla yükümlüdür. Çünkü Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur”

Ey yeşil Tunus halkı! Bugün Gabes’te yaşanan ve halkın hayatını cehenneme çeviren çevre kirliliği, pis kapitalist düzenin doğal bir sonucudur; bu düzen, çıkarcılık üzerine kuruludur ve bu yüzden tek dertleri üretimi artırmak olan dünyadaki zorba güçleri korumaktadır.

Çevreyi saran bu pislik, kapitalist açgözlülüğün eseridir. Bu açgözlü kapitalist sistemden kurtulmanın tek yolu, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hidayetini takip etmektir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ“Zarar vermek ve zararla mukabele etmek yoktur” Ebu Zer’den rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

عُرِضَتْ عَلَيَّ أُمَّتِي بِأَعْمَالِهَا حَسَنِهَا وَسَيِّئِهَا فَرَأَيْتُ فِي مَحَاسِنِ أَعْمَالِهَا الأَذَى يُنَحَّى عَنِ الطَّرِيقِ وَرَأَيْتُ فِي سَيِّئِ أَعْمَالِهَا النُّخَاعَةَ فِي الْمَسْجِدِ لاَ تُدْفَنُ“Ümmetimin iyi kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi işlerinin içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırılmasını da buldum. Kötü amelleri arasında da mescitte temizlenmeden bırakılmış balgamı gördüm.”

Devamını oku...

Eğitim Çıkmazı: Modern Devlet Neden Başarısız Oldu? Hilafet Nasıl Bir Çözüm Sunuyor?

  • Kategori Tunus
  •   |  

Modern devletin temel direklerinden biri sayılan Tunus’taki eğitim politikası, yapılan tüm reformlara rağmen başarısız olmuştur. Öğrencilerimiz küresel sıralamalarda en alt basamaklarda yer alırken, okullarımız ve üniversitelerimiz ise listeye bile girememişlerdir. Her yıl on binlerce öğrenci okulu bırakıp sokağa terk edilmekte; bu çocuklar işsizliğin, uyuşturucunun, ölüm teknelerinin ve organize suç örgütlerinin kucağına düşmektedir. Artık herkes eğitim müfredatının yozlaştığını ve sistemin başarısız nesiller ürettiğini kabul etmektedir. Bütün bunlara ek olarak, öğretmenler de maaş hiyerarşisinin en altına itilerek itibarsızlaştırılmıştır.

Bugün, (Eylül-Aralık 2023) tarihli Ulusal Eğitim Reformu İstişaresi’nden 2022 Anayasası’nda öngörülen Yüksek Eğitim Konseyi’nin kurulmasına kadar pek çok girişimde bulunulmasına rağmen, bu istişarede sunulanlar yüzeysel bir yamadan ibarettir. Aslında bu çabalar, 1958’de Fransız Jean Debiesse’in hazırladığı ve dönemin Eğitim Bakanı Mahmud Mesadi’nin hayata geçirdiği seküler, sömürgeci ve Batılılaştırıcı projeyi daha da pekiştirmekten başka bir şey değildir. Aslında bu proje, İslam’ı eğitimin dışına itmek ve toplum ile genç nesillerin uygarlık kimliğini dinamitlemeyi amaçlamaktadır.

Bu iflas etmiş modelin yeniden dolaşıma sokulması, toplumu daha fazla yozlaşmaya, çürümeye ve Batı’ya bağımlılığa sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Ümmet, ancak kendi inancından kaynaklanan özgün bir eğitim vizyonuyla kalkınabilir. Doğru eğitim politikası, İslam akidesini temel alan politikadır. Eğitim politikası ve hedefleri, akliyet ve nefsiyetiyle İslami şahsiyetler üretmek, Müslümanların çocukları, İslami ilimler (içtihat, fıkıh, yargı vb.) ve deneysel bilimler (matematik, bilişim, kimya, fizik, tıp vb.) gibi hayatın her alanında uzmanlaşmış bilim insanları olarak yetiştirmek için Ümmet’in kimliğini ve İslami inancını koruyacak şekilde belirlenir.

Bahsettiğimiz eğitim politikası, Müslümanları İslam sancağı (La ilahe illallah Muhammedun Rasûlullah) altında toplayan, tam bağımsız, kendi kararlarını kendi veren, düşmanlarına korku salan güçlü bir devletin, yani Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin uygulayacağı politikadır. Hilafet, İslam ile yönetecek; sadece Müslümanların değil, tüm dünyanın yaşadığı kriz ve sorunları çözümler üretecektir. Çünkü Hilafet, insanlar için her zaman ve her yerde neyin en faydalı olduğunu tek bilen, İnsanlığın Yaratıcısı’nın indirdiği bir sistemiyle yönetecektir. Hilafet, büyük bir bilimsel kalkınma gerçekleştirecek, muazzam bir sanayi devrimi ve eşi benzeri görülmemiş bir ilerleme meydana getirecek ve hak sahiplerine haklarını geri verecektir.

Hilafet sistemi, net ve bağımsız bir siyasi vizyona sahiptir. Eğitimi, birinci sınıf devlet adamları yetiştiren bir fabrika, liderliği arzulayan ve aşağılayıcı bağımlılığı kabul etmeyen güçlü şahsiyetler yeşerten verimli bir toprak haline gelecektir. Hilafet sistemi, eğitimi temel bir hak olarak görecek ve en yüksek kalitede, tamamen ücretsiz bir eğitim sunacaktır. Bilimsel ilerlemeyi hızlandırmak amacıyla öncelikleri Şeriat hükümlerine göre yeniden düzenleyecektir. Bilgide en üst seviyelere ulaşma kapasitesini destekleyecek altyapıları kurmak için de madenler, enerji, tarım ve hayvancılık gibi kamuya ait kaynaklardan ve devletin kontrolündeki diğer gelirlerden büyük bütçeler ayıracaktır. Bu destek sistemlerinin başında ise şunlar gelmektedir:

1- İlkokuldan üniversiteye kadar İslami şahsiyeti geliştiren bütüncül bir eğitim sistemi kurmak. Liderlik ruhu ile iman farkındalığını birleştiren ve hayatın her alanında ümmetin ihtiyaç duyduğu farklı beceri ve uzmanlıklara sahip bir nesil yetiştirmek.

2- Üniversiteler ve devlete bağlı araştırma merkezleri arasında tam bir entegrasyon sağlayarak araştırma, icat ve geliştirme faaliyetlerini yürütecek bir Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) sistemi kurmak. Araştırma, keşif ve inovasyon süreçlerini devletin yönetimi, teşviki ve finansmanı altında yürütmek.

3- Askeri kapasiteyi modern imkanlarla geliştirmek, bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamak ve ağır sanayiye dayalı entegre sanayi zincirleri oluşturmak amacıyla, devletin bağımsız olarak yönettiği stratejik bir sanayi sistemi kurmak. Devlet denetiminde ağır sanayilerle bütünleşik bir sanayi zinciri oluşturmak, hammadde, teknoloji, uzmanlık, mühendislik ve finansman da dahil olmak üzere bu sanayi için gerekli tüm tedariki temin etmek.

Ey dünyanın en prestijli üniversitesine sahip Zeytune ülkesi Müslümanları! İslam’ın eğitime seçkin bakış açısını benimseyen Hilafet sistemi, bugün birinci sınıf bir eğitim sistemi kurabilecek kapasitededir. Bu sistem, bilgi talebini devletin ve ümmetin hayati meselelerine ve çıkarlarına bağlılıkla birleştirecektir. Aynı zamanda ümmetin ihtiyaç duyduğu her konuda kendine kendine yeterli olmasını sağlayacaktır. Bu da ülkemizdeki eğitim sistemleri ile toplumlarımızın sanayi, tarım, teknik ve diğer ihtiyaçları arasında diğer ülkelere bağımlı hale gelmemize yol açan kopukluğu sona erdirecektir. Buna ek olarak Hilafet Devleti, toplumun ihtiyaçlarını bağımsız olarak karşılamak ve Hilafet’i büyük küresel bir güç haline getirmek için sanayileşme alanında kapsamlı yatırımlar yapacaktır. Bu da, devletin, devleti geliştirmek için ümmetin çocuklarının seçkin becerilerinden ve zihinlerinden faydalanmasını sağlayacaktır. Böylece yabancı ülkeler ümmetin evlatlarının değerli enerjilerini heder edemeyecek ya da çalamayacaktır.

O halde ey Müslümanlar! Bu harika modeli hayata geçirmek ve uygulamaya koymak için acele edin. Allah’ın Raşidi Hilafet Devletini kurmak için çalışmanızı farz kılması nedeniyle hemen çalışmaya koyulun. Zira Hilafet, tüm sorunlarınız için şeri yegâne çözümdür.

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac 41]

Devamını oku...

Amerika, Kendisini Gazze'nin Vasisi Kılıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Amerika, Kendisini Gazze'nin Vasisi Kılıyor!

Yahudilerin Gazze'ye yönelik saldırısı başladığından beri Amerika, yeniden yapılanma ve istikrar gerçekleştirmek için meşru bir proje gibi görünen, ancak özünde şekli bir kılıf altında Amerikan vesayeti olan bir konsey kurmak yoluyla “savaşın ertesi günü” olarak adlandırdığı şeyin özelliklerini şekillendirmeye çalışıyor. Amerika Birleşik Devletleri, Hamas'ın geri dönüşünü önlemek ve güvenlik ve istikrar olarak adlandırdığı şeyi sağlamak bahanesiyle bu konseyi önerirken gerçekte kendisinin ve Yahudi varlığının vizyonuna hizmet edecek şekilde Filistin'in siyasi gerçekliğini yeniden yapılandırmak için çalışıyor. Roller dikkatli bir şekilde dağıtılmıştır: nitekim Yahudi varlığı askeri bir güçle emrivakiyi dayatırken Amerika ise yerel araçlar yoluyla sürekli kontrolü sağlayacak şekilde siyasi ve idari kılıfın formüle edilmesini üstlenmektedir.

Bu konsey, Washington ve Tel Aviv'den gelen talimatları uygulayan, direnişi marjinalleştiren ve işgalin doğrudan çatışmaya girmeden Gazze'nin sıkı güvenlik kontrolü altında kalmasını sağlayan alternatif ve uysal bir Filistin liderliği dayatmak yoluyla Amerikan nüfuzunu pekiştirmenin aracından başka bir şey değildir.

Böylece Amerika, Gazze'yi kurtaran adil bir vasi (koruyucu) gibi görünmeye çalışırken gerçekte ise işgalin varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Gazze'de yaşananlar tecrit edilmiş bir olay değildir, aksine Yahudi varlığının hegemonyasını ve etkisini sürdürmesini sağlayacak şekilde bölgenin haritasını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen daha geniş kapsamlı Amerikan projesinin bir halkasıdır.

Ümmetin üzerine düşen, Amerika'nın ümmetin çıkarları için değil, bölgenin siyasi, güvenlik ve ekonomik olarak bağımlı bir şekilde kalmasını sağlayan ve bünyesinde kontrol ve şantaj tohumlarını taşıyan kendi stratejik projelerinin çıkarları için olduğunu idrak etmesidir. Bu planların bilincinde olmak, bu planların karşısındaki bir silah olup kimlik ve egemenliğe sarılmak ise bölgemiz üzerindeki vesayet elini kesmenin yoludur.

Bugün Gazze bir deneyim yaşıyor ve belki de yarın bu deneyim başkalarına da yayılabilir. Bu nedenle bu projelere karşı koymak, ümmetin onurunu ve sömürgeci tiranların egemenliğinden uzak bir şekilde kendi kaderini tayin etme hakkını savunmak demektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Görüşme Aşamasından Eylem Aşamasına Ne Zaman Geçeceksiniz?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Görüşme Aşamasından Eylem Aşamasına Ne Zaman Geçeceksiniz?!

Haber:

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati Çarşamba akşamı başkent Ankara'da Türk mevkidaşı Hakan Fidan ile düzenlediği basın toplantısında, başta ikili ilişkiler ve Gazze ile Sudan'daki durum olmak üzere bir dizi konuyu ele aldılar.Gazze'deki durumla ilgili olarak Mısır Dışişleri Bakanı, Türk mevkidaşı ile Gazze Şeridi'nde kurulması planlanan uluslararası istikrar gücü hakkındaki ABD karar tasarısı üzerine New York'ta devam eden müzakereleri görüştüğünü söyledi.

Sudan'daki gelişmelerle ilgili olarak Bedr Abdulati, Fidan ile Sudan krizine yönelik yeni gelişmeleri görüştüğünü belirterek, savaşı sona erdirme ve Sudan'ı bölme planlarını reddetme konusunda iki taraf arasında “konsensüs ve mutabakat” olduğuna dikkat çekti. Ve şu eklemede bulundu: “Sudan'da ateşkesin gerekliliği, siyasi çözümün önceliği, Sudan'ın birliği ve toprak bütünlüğünün korunmasının büyük önemi ve ülkeyi bölme planlarının tamamen reddedilmesi konusunda mutabık kaldık ve fikir birliğine vardık.” (TRT Arabic)

Yorum:

En büyük iki Müslüman ülkenin dışişleri bakanları, Gazze'de kurulması planlanan uluslararası istikrar gücüyle ilgili Amerikan karar tasarısı hakkında New York'ta devam eden müzakereleri görüşmek üzere bir araya geliyor, toplantıda savaşın durdurulması ve Sudan'ın bölünmesine yönelik her türlü planın reddedilmesi konusunda mutabık olduklarını açıklıyorlar!

Peki Mısır ne yaptı? Türkiye, Gazze ve Sudan'da akan kanın dökülmesini durdurmak için ne yaptı? Türkiye ve Mısır cumhurbaşkanları, Gazze ve Sudan'daki soykırım suçlarını önlemek için ne yaptı? Bu iki ülkenin orduları ne yaptı?

En azından seyirci olarak bir kenarda durdukları söylenebilir; Gazze ve Sudan'a karşı kurulan komplolara katılmamış olsalar da, ancak Trump'ın parmak işaretlerini takip etmekten başka bir şey yapmadılar; zira her iki ülkedeki rejimler, karşı olduklarını iddia ettikleri Amerikan planının Gazze'de uygulanmasına ve Sudan'ın bölünmesine katılmak için harekete geçtiler!

Mısır ve Türkiye, uluslararası politikada etkili bir süper güç oluşturabilirler, dahası aynı şekilde her biri tek başına süper bir güç olabilirdi ancak onların başındaki ruveybida yöneticiler, adamlar gibi veya erkekler gibi davranmayı reddettiler, Amerika'nın terkisinde yürümeye, onun planlarını uygulamaya ve onun arzularına göre hareket etmeye razı oldular.

Nitekim Müslümanların görevi, bu ruveybida yöneticileri kaldırıp atmak, ümmetlerinin izzetini ve onurunu geri kazandırmak, Müslüman ülkeleri tek bir Halifenin sancağı altında birleştirmek ve Allah Subhanehu ve Teala'nın vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Hilafeti kurmaktır;aksi takdirde olaylar karşısında pasif ve eylemsiz kalacaklar ve uluslararası siyasette de bir etkileri olmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER