1 Soru 1 Cevap: Gazze Yürüyüşünde Kelime-i Tevhid Hazımsızlığı
- Kategori Seçkiler
- |
Haber-Yorum
Riyad ve Abu Dabi, Yemen'i Islah Etmeye Çalışıyor! Bu İse Tamamen Çılgınlıktır!
Haber:
12 Aralık Cuma günü, Londra merkezli günlük gazete Şarkul Avsat, “Aden'deki Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri askeri ekibi ve koalisyon denetimindeki geçiş güçlerinin geri dönüşü” başlıklı bir haber yayınladı, haberde şöyle geçti: “Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri askeri ekibi, Suudi liderliğindeki Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu'nun doğrudan gözetimi altında, Güney Geçiş Konseyi güçlerinin Hadramut ve el-Mehra illerinden çekilmesi ve önceki konumlarına geri dönmesi için uygulama mekanizmaların oluşturulması hedefiyle acil bir görevle Yemen'in geçici başkenti Aden'e ulaştı.”
Yorum:
Geçen cuma Aden'e reformcu heyeti olarak gelenlere sakın aldanmayın; çünkü onlar sadece yozlaştırıcılar olup bunun kanıtı çok basittir; zira dün onların yaptığı şey, Yahudi varlığının kendilerine olağan yolla ulaştırmakta zorlandığı şeyi ulaştırmaktır! Nitekim onların her ikisi de, iki kıblenin ilki ve üçüncü Harem-i Şerif’i gasp eden Yahudi varlığı ile normalleşmektedir; onlardan birisi Abu Dabi, bir diğeri ise Riyad’dır ve Neom şehri de bundan çok da uzak değildir! Nitekim bu ikisinin gölgesi altında, Batı kamuoyunun Yemen hakkındaki görüşünün son iki yılda değiştiği bir dönemde, Yemen'de Yahudi varlığıyla normalleşmenin işaretleri ortaya çıkmıştır!
Abu Dabi ve Riyad, Yemen ve diğer yerleri suistimal eden sırf piyonlar olup her birinin arkasında da iki gerçek el bulunmaktadır.Dolayısıyla her ikisi de bunu, Yemen halkının zihninin yokluğunda yapabilmiştir; çünkü onların ikisi de Müslüman ülkelerdeki sömürgeci Batı'nın gerçek hizmetkarları olup Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Hilafet Devleti'nin küresel siyasi sahneden kaybolmasıyla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır!Böylece Mekke ve Medine, -Portekizli misyonerlerin liderlerinin daha önce açıkladığı gibi- sömürgeci Batı'nın her ikisini kontrol etme hırslarının mahalli haline gelmiş ve bugün de buna, Körfez ve Yemen'in servetlerini kontrol etme hırsları eklenmiştir.Abu Dabi ve Riyad'ın yöneticileri, tıpkı Ebrehe el-Eşrem'e rehberlik eden Ebu Rigal'in, Fil Yılı'nda yeni doğan bebekleri öldürme ve Kabe'yi yıkma kampanyasında yaptığı gibi, komşu ülkelerin servetlerini yağmalama ve Müslüman ülkelerdeki nüfuzlarını genişletme konusunda İngiltere ve Amerika'ya rehberler etmektedirler.
O halde iman ehline ne oldu da şeytanı, kendileri için bir öğretmen ve üzerlerine bir yönetici ve ıslah edici bir rehber yaptılar?!Oysa bu, hayatın tüm işlerini düzenleyen İslam'ın hakimiyetinden uzaklaşmaktan başka bir şey değildir; böylece iman artık bir rehber olmaktan çıkmış ve hikmet de ortadan kalkmıştır!
Yemen'in parçalanması ve bölünmesi, sanki mesele iman ehlini ilgilendirmiyormuş gibi servetlerinin ele geçirilmesini kolaylaştırmaktadır!O halde artık uyansınlar ve İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışanlarla birlikte çalışsınlar; çünkü Hilafet Devleti,tüm Müslüman ülkeleri birleştirecek, Müslümanların başındaki mevcut yöneticilerin kötülüklerini reddedecek ve Müslüman ülkelerdeki sömürgecilerin kökünü kazıyacaktır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Şefik Hamis – Yemen
Haber-Yorum
Darüsselam’da Su Kıtlığı Krizi!
Haber:
14 Aralık 2025 Pazar günü Darüsselam Su Temini ve Sanitasyon Kurumu, şehre su temini için bir zaman çizelgesi yayınladı.Bazı bölgelerde, yerel satıcılardan alınan 20 litrelik plastik bidonun fiyatı, normal fiyatın beş katı olan 1.000 Şiline kadar çıktı.
Yorum:
Sözde bağımsızlığını kazanmasından bu yana genel olarak Tanzanya, özel olarak da Darüsselam şehri, 24 saat kesintisiz su teminine tanık olmamıştır. Örneğin 2021, 2022 ve 2024 yıllarında şehir, ciddi su temini kıtlığı yaşamıştır. Hükümetin açıklamasına göre mevcut kıtlığın nedeni, yağışların gecikmesi nedeniyle Ruvu santralindeki üretimin keskin bir şekilde düşmesinin bir sonucudur.
Tanzanya'daki su krizi, neredeyse her yıl farklı şiddet derecelerinde tekrarlanan bir krizdir.Bu kriz, düzensiz su temini nedeniyle insanların yaşamlarını etkilemektedir; zira şehrin birçok bölgesinde felaketler yaşanmakta, satıcılardan su satın almak fahiş maliyetlere mal olmakta ve bazen insanlar su ihtiyaçlarını karşılamak için gece geç saatlere kadar beklemek zorunda kalmaktadırlar.
Tanzanya'nın bol su kaynaklarına sahip olmasına rağmen su kıtlığı krizi yaşaması utanç verici bir durumdur.Zira Tanzanya'da, Victoria, Tanganyika ve Nyasa gibi büyük göller ve Rufiji, Pangani, Wami, Ruvuma, Mara, Kagera ve Gombe gibi çok sayıda nehirler bulunmaktadır. Hint Okyanusu, yeraltı suları, bataklıklar ve yağmur sularından bahsetmiyorum bile.
Tüm bunların ötesinde Tanzanya, eskiyen borular ve sürekli sızıntılar gibi diğer faktörlerden de muzdarip olup bu durum su altyapısını kötü bir duruma getirmiş, bu da sızıntılar nedeniyle sağlanan suyun %37 ila %49'unun kaybına yol açmıştır.Bu da elde edilen suyun neredeyse yarısının boşa gittiği anlamına gelmektedir. Eğer sadece heder edilen sular geri elde edilebilmiş olsaydı, su temini şu anda olduğundan daha iyi olurdu.
Kapitalist sistemler halklarına işte böyle muamele ediyorlar; zira bu sistemler, su gibi temel hayatta kalma ihtiyaçları söz konusu olduğunda bile halklarını ve onların işlerini gerçek anlamda umursamıyorlar.
Sorumluluk ve insanlara adil bir şekilde hizmet etme konuları, kapitalizmde gerçeklikten çok ama çok uzaktır;çünkü bu ideolojinin ve siyasi sisteminin temelinde, sadece kişisel çıkarlar söz konusudur. Bu nedenle bu ideolojinin kapsamına giren tüm politikacıların ve kamu görevlilerinin tek bir hedefi vardır ki o da kendilerini, ailelerini ve arkadaşlarını zenginleştirmek olup insanların sorunlarını çözmekle asla ilgilenmemektedirler. Bu yüzden siyasetçileri siyasi görevlere sevk eden şey, halka hizmet etme ve sorunlarını çözme arzusu değil, kişisel çıkarlarıdır.
Öte yandan İslam'da Hilafet Devleti’nin rolü, insanlara hizmet etmek ve en büyük öncelikleri ise hayatta kalmaları için tüm insanlar için gerekli olan temel ihtiyaçların karşılanmasını sağlamaktır. Bu yüzden herkesin hizmetlere erişimini kolaylaştırmak için, ana su kaynaklarının veya diğer kamu mülkiyetlerinin özelleştirilmesi yasaklanmıştır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Bitumva - Tanzanya
Venezuela'ya Geri Dönen Çatışma
Kişisel Düşmanların Çıkar Çatışmasıdır
Donald Trump Beyaz Saray'a döndüğü andan itibaren Venezuela dosyası da uluslararası çatışmaların ön saflarına geri dönmüş ve Nicolás Maduro ile ilk döneminde olduğundan daha da güçlü görünen bir çatışmaya yol açmıştır. Ancak bu olanlar, yüzeysel olarak görüldüğü gibi sadece iki başkan arasındaki kişisel bir husumet değildir; zira ateşli söylemlerin ardında, nüfuz mücadelesi, uyuşturucu şebekelerine karşı savaş ve Latin Amerika'nın kontrolü gibi stratejik çıkarlardan kaynaklanan karmaşık bir ağ gizlidir.
Burada, Trump'ın ilk döneminden günümüze kadar Venezuela'nın hikayesini anlamak için birtakım ipuçlarını takip edeceğiz.
Chávez, ardından da Maduro'nun iktidarı yıllarında, ekonomik göstergeler (mal kıtlığı, hiperenflasyon, kitlesel göç gibi) önemli ölçüde kötüleşmiş , insan hakları ihlalleriyle ilgili suçlamalar artmış, Trump'ın ilk yönetiminin başlamasıyla birlikte Venezüella yetkililerine yönelik yaptırımlar başlamış ve 2019 yılında yaptırımlar petrol sektörünü ve ulusal petrol şirketini (PDVSA) hedef almaya başlamıştı ki bu çok önemli bir meseledir; çünkü petrol, Venezuela hükümetinin ana döviz kaynağıydı ve bu da (yaptırımlar) hizmetleri finanse etme ve yönetme gücünü sınırlıyordu.
Nitekim Nicolás Maduro 2018 yılında seçimleri kazanmıştı ancak muhalefet bunu reddetmiş, onu sahtekarlık ve uluslararası denetim eksikliği ile suçlamış ve 233. ve 333. maddelere göre, iktidarda boşluk olduğunda veya cumhurbaşkanı gayri meşru kabul edildiğinde Ulusal Meclisin belirli önlemler almasına izin veren 1999 Venezuela Anayasası'na dayanarak onu gayri meşru kabul etmişti.
İşte o dönemde Guaidó, muhalefetin çoğunluğunu kazanan Ulusal Meclis'teki muhalefet partilerinden biri olan Gençlik Partisi'nin üyesiydi ve muhalefet, 2018 seçimlerinin meşru olmadığını ve iktidarın boşalmasıyla Parlamento Başkanı'nın 233. madde uyarınca geçici başkan olduğunu ilan etmiş ve böylece Guaidó, ülkenin geçici başkanı olmuştu.
Buradaki dönüm noktası, 23 Ocak 2019'da ABD'nin Juan Guaidó'yu geçici başkan olarak tanıması, Maduro'nun uluslararası alandan izole edilmesini talep etmesi ve muhalefeti desteklemek ve Maduro'yu devirmek için uluslararası çabaları teşvik etmek amacıyla diplomatik ve ekonomik bir kampanya başlatması olmuştur.
Ancak Maduro hala orduyu ve güvenlik kurumlarını kontrol ediyordu; sonra Biden'ın göreve gelmesiyle, ABD'deki Venezuelalılara geçici yasal statü verilmiş ve petrol sektörüne uygulanan bazı yaptırımlar da hafifletilmişti; zira 2022 yılında Chevron şirketi gibi bazı petrol şirketlerinin Venezuela'da faaliyet göstermesine izin verilmiş ve hükümet ile muhalefet arasında müzakere sürecine liderlik etmeye çalışmış ve Ekim 2023'te de hükümet ve muhalefet, siyasi hakları ve seçim garantilerini güçlendirmek için bir anlaşmaya varmıştı. Biden yönetimi bunu, barışçıl diyalog yönünde gerekli bir adım olarak karşılamış, bunun ardında da petrol, altın ve gaz üzerindeki bazı yaptırımlar hafifletilmiş ve bazı tahvil alım satımlarına izin verilmişti. İşte tüm bunlar geçici olarak anlaşmanın başarısına bağlı olup aynı şekilde ABD ile Venezuela arasında mahkumlar da takas edilmişti.
Nitekim Biden'a karşı çıkan sesler ortaya çıkmış ve bu tavizlerin Maduro'ya, ekonomik yapıların ve kontrolün bir kısmını yeniden tesis etmek için nispeten bir sakinlik verdiğini ifade etmişlerdir.
Trump'ın ikinci dönemine gelince; Venezuela üzerinde dikkat çekici bir şekilde gerilimin tırmandırılması istenmiştir. Zira Venezuela kıyılarına büyük deniz ve hava kuvvetleri konuşlandırılmış ve Washington'un uyuşturucu çetelerine ait olduğunu söylediği teknelere saldırılar düzenlenmiş ve Amerika Birleşik Devletleri, (CARTEL DE LOS SOLES) adlı örgütü Venezuela'daki üst düzey yetkililer tarafından yönetilen bir terör örgütü olarak nitelendirmiştir. (Reuters, 24 Kasım 2025)
Bu gerginliğe rağmen Trump, defalarca Maduro ile diyaloğu dışlamadığını açıklamış ve Washington'un, yoğun kampanyaya rağmen Trump ile Maduro arasında doğrudan görüşmelere hazır olduğunu söylemiştir (Axios, 25 Kasım 2025)
Burada soru şudur: Trump Venezuela'dan ne istiyor?
Cevap, onun stratejik, siyasi, güvenlik ve ekonomik açıdan çeşitli şeyler istediğidir ki bunlardan bazıları şunlardır:
Uyuşturucu kaçakçılığı ve sınır ötesi suçlarla mücadele.
İktidar rejimini değiştirme, Maduro'yu görevden almaya veya istifa etmeye zorlama ve Venezuela'da Amerikan nüfuzunu yeniden tesis etme konusunda Venezuela'ya yönelik baskı.
Güvenlik, göçmen akını, kaçakçılık ve Latin Amerika'da istikrarı sağlama girişimi gibi bölgedeki Amerikan çıkarlarını korumak.
CNN'in 17/11/2025 tarihli şu haberinde geçenlere göre, petrol, stratejik ve doğal kaynaklar bir müzakere kozu olarak kullanılmaktadır: (Maduro, ABD ile gerilimin hafifletilmesi karşılığında doğal kaynaklara ayrıcalıklı erişim teklifi sunmuştur.)
Tüm bu tırmanışa rağmen, Maduro hala güçlü kozlara sahip olduğundan dolayı baskının onun hızlı bir şekilde devrilmesine yol açacağının garantileri yoktur. Aynı zamanda Trump'ın askeri müdahale tehdidi de, Washington'un bugün göze alamayacağı büyük riskler taşımaktadır. Ancak gizli bir askeri operasyonun durumu hızla değiştirebileceği veya işlerin Trump'ın istediğini elde edecek bir müzakereye doğru yönelebileceği de ihtimal dışı değildir. Aynı zamanda durumun uzun süre bugünkü gibi kalması da olası değildir ki bu durum da Venezuela'yı parçalayan ve Trump'ın önceki taleplerinin hiçbirini karşılamayan şeydir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim
Hak Yolunu, Ancak Allah’ın Seçkin Kulları Takip Eder!
Allah Subhanehu ve Teala, ancak sevdiği ve dünya ve ahirette yüceltmek istediği kimseleri kendi yolunda çalışması için seçer.Hak yolunu seçmek bir tesadüf ve güllerle döşeli bir yol değildir; aksine bu, peygamberlerin ve sıddıkların yolu olduğu gibi zorlukların ve fedakarlıkların bir yolu olup ancak kendi nefislerini Allah için satmış ve bu dünyanın süslerine takılıp kalmamış adamların takip ettiği bir yoldur.
Her kim, İslam davetini taşımanın ve dini ikame etmenin zorluk ve imtihan olmadan rahat ve kolay olacağını sanıyorsa, Allah'ın kendisini yaratma konusundaki sünnetini anlamamış demektir. Zira bu yol zorluklarla doludur ama aynı zamanda ilahi rahmet ve şefkatle ve büyüklüğünü ancak Allah'ın bildiği büyük bir ecirle de doludur.
Nitekim Habibimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu yolda yürüyenlerin en hayırlısı olup Allah’ın Rasulü’ne eziyet edildiği gibi hiçbir peygambere eziyet edilmemiştir; zira Allah’ın Rasulü dövülmüş, hakarete uğramış, yalanlanmış, kuşatılmış ve kovulmuş ama o, davetinden sapmamış ve cahiliye karşısında sesi yumuşamamıştır.
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, nusret talep etmek için Taif’e gitti ama onu, mübarek ayakları kanayıncaya kadar taşladılar fakat O kendisi için öfkelenmedi, aksine itiraz etmek için değil, bilakis alçakgönüllülük ve teslimiyetle gücünün zayıflığını Rabbine şikayet etti: اللَّهُمَّ إِلَيْكَ أَشْكُو ضَعْفَ قُوَّتِي وَقِلَّةَ حِيلَتِي وَهَوَانِي عَلَى النَّاسِ، أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، أَنْتَ رَبُّ الْمُسْتَضْعَفِينَ وَأَنْتَ رَبِّي، إِلَى مَنْ تَكِلُنِي، إِلَى بِعِيدٍ يَتَجَهَّمُنِي، أَوْ إِلَى عَدُوٍّ مَلَّكْتَهُ أَمْرِي، إِنْ لَمْ يَكُنْ بِكَ عَلَيَّ غَضَبٌ فَلَا أُبَالِي، وَلَكِنَّ عَافِيَتَكَ هِيَ أَوْسَعُ لِي، أَعُوذُ بِنُورِ وَجْهِكَ الْكَرِيمِ الَّذِي أَشْرَقَتْ لَهُ الظُّلُمَاتُ، وَصَلَحَ عَلَيْهِ أَمْرُ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ مِنْ أَنْ يَنْزِلَ بِي غَضَبُكَ أَوْ يَحِلَّ عَلَيَّ سَخَطُكَ، لَكَ الْعُتْبَى حَتَّى تَرْضَى وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِكَ “Allah’ım! Allah’ım güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan bir yabancıya mı, yoksa bana üstün kılacağın bir düşmana mı? Eğer Sen bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Ancak Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Öfke ve gazabına uğramaktan; karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Sadece Sana sığınır ve Senin rızanı dilerim. Senden başka kuvvet ve kudret yoktur!”
O anda Sallallahu Aleyhi ve Sellem yenilmiş değildi, aksine Allah'ın seçiminden dolayı mutmain olan, O'nun kazasına razı olan, O'na tevekkül eden, Rabbinin kendisinden razı olup öfkeli olmadığı sürece güçlük ya da eziyet içinde olmayı umursamayan bir kuldu.
Evet, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Taif’te eziyete uğrayıp şikayetini Rabbine arz ettiğinde bu, bir zayıflık değil, aksine gücün zirvesiydi ki bu da insanlara değil de Allah’a güvenme gücüdür.
Habeşli bir köle olan efendimiz Bilal bin Rebah Radıyallahu Anh’a bir bakın; kendisi Mekke'nin kavurucu güneşinin altında kızgın kumlara atılıp göğsüne taş konulduğunda, sadece “Ehad, Ehad” demişti; oysa onun ne kendisini koruyacak bir kabilesi ne de onu savunacak bir soyu vardı; ancak Allah onun kalbini sabit kılmış ve onun zikredilmesini ölümsüzleştirmiş, böylece yüce bir dağ gibi olmuş ve Allah ondan razı olmuş, o da Allah’tan razı olmuştur.
Yasir ailesine bir bakın; nasıl da işkenceye maruz kalmışlar ve ateşle yakılmışlardı; ta ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onlar için şöyle buyurana kadar: صَبْراً آلَ يَاسِر، فَإِنَّ مَوْعِدَكُمُ الْجَنَّةُ “Sabredin, ey Yasir ailesi!Muhakkak ki size vaat edilmiş olan Cennettir.”
Kureyş’in en şımarık bir genci olan ve gençleri arasında en güzel elbiseleri giyen ve en güzel kokuları süren Musab bin Umeyr’e bir bakın; kendisi iman ettiğinde ailesi onu her şeyden mahrum etmiş, sonra İslam'ın ilk elçisi olarak Medine'ye gönderilmiş, sonra Uhud günü şehit edilmiş ve arkasında kefenle tam olarak örtülemeyen bir beden bırakmıştır.
Bu fedakarlıklar geçici anlar değildir, aksine karanlık ne kadar yoğun olursa olsun ve yol ne kadar uzun olursa olsun bize sebat etmeyi öğreten ölümsüz derslerdi ki bundan daha da büyük olan ise: bu fedakarlıkların boşa gitmemiş olması, dahası ilk İslam Devleti için zemin hazırlamasıdır; dolayısıyla Mekke bir eğitim merkezi ve Medine de iktidar merkezi olmuştur… Ki bugün biz de böyle olmalıyız.
Peygamberlerin yolu üzere giden bir kimse, onların imtihana tabi tutuldukları gibi imtihana tabi tutulacaktır; ancak güzel akıbet müttakilerin olacaktır. Allah'ım, onların ayaklarını sabit kıldığın gibi bizim de ayaklarımızı sabit kıl, onlara yardım ettiğin gibi bizlere de yardım et.
Allah yolunda sabır ve fedakarlıkla somutlaştıran ve kalplere coşku ve metanet aşılayan birçok etkili kıssalar vardır:
Kureyşli kafirlerin eline esir düşen Hubeyb bin Adiyy Radıyallahu Anh’a bir bakın; onu çarmıha gererek öldürmeye karar vermişlerdi. Çarmıha gerilmeden önce iki rekat namaz kılmak istedi ve ona izin verdiler; bunun üzerine hafif iki rekat namaz kıldı ve şöyle dedi: “Vallahi, eğer sadece öldürülmekten korkarak uzattığımı zannetmeniz olmasaydı elbette namazı uzatırdım.” Sonra ona şöyle dediler: “Senin yerinde Muhammed’in olmasını ister misin?” Bunun üzerine Hubeyb şöyle dedi: “Vallahi ailem ve çocuklarımla beraberken bile Muhammed Sallalahu Aleyhi ve Sellem’in ayağına bir diken batmasını istemem.” Sonra Ebu Süfyan şöyle dedi: “Bir kişinin, Muhammed'in ashabının Muhammed'i sevdiği gibi bir başkasını sevdiğini görmedim.”
Suheyb er-Rûmi Radıyallahu Anh’a bir bakın; Medine'ye hicret etmek istediğinde Kureyş kâfirleri onu engellemek için onu takip ettiler. Bunun üzerine onlara şöyle dedi: “Benim, içinizdeki en iyi okçu olduğumu biliyorsunuz. Eğer bana saldırırsanız sizinle savaşırım, eğer beni bırakırsanız size paramın yerini haber veririm.” Onun parasını aldılar, onu bıraktılar ve o da hicret etti. Nitekim Medine’ye ulaştığında, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle dedi: رَبِحَ الْبَيْعُ أَبَا يَحْيَى، رَبِحَ الْبَيْعُ“Ey Ebû Yahyâ! Satış kârlı oldu! Satış kârlı oldu!”
Enes bin Nadr’a bir bakın; kendisi Bedir’de şehit olamayınca şöyle demişti: “Eğer Allah bana Allah’ın Rasulü ile birlikte olduğum bir sahne gösterirse, Allah bana ne yapacağımı mutlaka gösterecektir.” Nitekim Uhud günü, vücudunun seksen küsur yerinde kılıç ve mızrak darbesi oluşuncaya ve tanınmayacak hale gelinceye kadar savaştı; nitekim kız kardeşi onu parmak uçlarından tanımıştı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ “Müminlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren nice adamlar vardır.” [Ahzab 23]
Esma binti Ebu Bekir Radıyallahu Anha’ya bir bakın; kendisi Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hicret ettiği sırada, mağarada ona azık taşımış ve kuşağını ikiye bölerek azığı onunla bağlamıştı; bu yüzden Esma binti Ebu Bekir, “Zâtünnitâkayn (iki kuşaklı)” olarak adlandırılmıştır; sonra Ebu Cehil, babasını aramak için onun evine gelmiş, sebat edip babasının yerini haber vermeyince ona bir tokat atmıştır; hamile olmasına rağmen zayıflık göstermemiştir.
İmam Ahmed ibn Hanbel’e bir bakın; “Kur’an’ın mahluk olduğu” fitnesi sırasında, bayılıncaya kadar kırbaç vurulmuş, hapsedilmiş ve eziyet edilmişti. Kendisine; “rahatlık ne zaman?” denildiğinde şöyle demiştir: “Cennete ilk adımımı attığımda.”
Bu örnekler, sadece anlatılacak olan birer hikayeler değildir; aksine nefsini Allah’ın dinine adayan herkesin yolunu aydınlatan meşalelerdir. Hak yolu gözyaşı ve kanla doludur ama genişliği gökler ve yer kadar olan cennete götürür.
Ey kardeşler ve ey hak sancağının taşıyıcıları, sebat edip sabredelim; zira sizler, Allah'ın kendilerine zorluktan sonra yardım ettiği ve imtihandan sonra da iktidar verdiği bir topluluğun izinden gidiyorsunuz.
İslam, adamlarını işte böyle yetiştirir; dolayısıyla onlar, rahatlık değil, aksine Allah’ın rızasını ararlar; makam mevki peşinde koşmazlar, aksine zafer peşinde koşarlar; dahası onlar, dünya ile meşgul olmazlar, bilakis Allah'ın dinini ikame etme yolunda dünyaya değer vermezler.
Davet yolunda yürüyen herkes bilmelidir ki, karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar, çarpıtmalar, hapisler ve işkenceler arınmadan ve seçilmişlikten başka bir şey değildir ve ecri de hayal edilemeyecek kadar büyüktür: فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ “Onlar için ne mutluluklar (göz aydınlığı) saklandığını hiç kimse bilemez.” [Secde 17]
Ey davet taşıyıcıları, sebat edin; çünkü sizler peygamberlerin yolu üzeresiniz. Vallahi, belli bir zaman sonra bile olsa Allah size yardım edecektir. Şunu biliniz ki; hak yolu fedakarlıklarla dolu olup bu yolda ancak ulul azm peygamberlerinin sabrettiği gibi sabır ve rıza üzere eğitilmiş kimseler sebat edebilir. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ilk cahiliye döneminde karşı karşıya kaldığı şeylere karşı göstermiş olduğu sebatı, karanlıkları parçalayan bir nur olmuştur. Bugün ise, din adına gelen ama içeriği boşaltılmış, gerçeği çarpıtan ve batılı cilalayan daha tehlikeli ve daha şiddetli ikinci cahiliye dönemini yaşıyoruz.
Bugün sabır sadece eziyet görmek veya hapse atılmak için değildir, aksine yabancılaşmaya, şüphenin, yalanın, kovulmanın, alay edilmenin ve casusluğun çokluğunun yanı sıra (davet için) çalışanların çarpıtılmasına ve (vakıacılık, ılımlılık, ulusal güvenlik ve vatancılık) adına batıla çağıranların çokluğuna karşı da sabretmek vardır.
Buna rağmen Allah bizimle beraberdir; yani O, bizim için olan vaadiyle, yardımıyla ve ayaklarımızı sabit kılmasıyla bizimle beraberdir.O halde bu merhale, Mekke'deki ilk Müslümanlar için olduğu gibi bizim için de bir eğitim merhalesi olsun; biz de Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zor zamanlarda dua ettiği gibi dua edelim ve “peşinden gidildiğinde hiçbir hakkın zayi olmayacağı” yakin için çalışalım.
Allah, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinde dininin hakim olmasına ve şeriatının geri dönmesine izin verinceye kadar sebat edelim, sebat edelim.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen
Haber - Yorum
ABD Ulusal Güvenlik Belgesi ve İslam Korkusu
Haber:
Geçtiğimiz hafta Beyaz Saray, göçmenlik ve bunun Avrupa üzerindeki etkileri konusunu ele alan "ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi" başlıklı bir belge yayınladı ve haberde şunlar geçti: “Belge, Avrupa Birliği'nin, Avrupa ülkelerinin ulusal egemenliğini baltalaması, ardından kimliği yok etme noktasına kadar etkileyen uygunsuz bir göç politikası benimsemesiyle kendini gösteren Avrupa'nın acısını çektiği zorlukları sıralıyor. Göçmenliğe o kadar çok odaklanılıyor ki, kelimenin tam anlamıyla söylediği gibi belge, göçmenliği yaşlı kıta için bir tehdit düzeyinde gösteriyor: Mevcut eğilimler (başta göç olmak üzere) devam ederse, kıta yirmi yıl veya daha kısa sürede tanınmaz hale gelecektir.” (El Kuds Arabi)
Yorum:
Birincisi:Yönetimin göçmenlik alanındaki hedeflerini destekleme çabalarını yöneten Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Landau, belgenin yayınlanmasından kısa bir süre sonra şunları yazdı: “Avrupa'nın büyük ülkeleri ya onlardan miras aldığımız Batı medeniyetini koruma konusunda ortaklarımızdır ya da değillerdir.Ancak bu ülkeler, Brüksel'in seçilmemiş, demokratik olmayan ve temsil yeteneğinden yoksun bürokrasisinin medeniyetin intiharına yol açacak politikalar izlemesine izin verirken, bizim ortaklarmış gibi görünmemiz imkansızdır.” (El Cezire)
Guardian gazetesi, geçen hafta açıklanan ABD ulusal güvenlik stratejisinin, Avrupa'ya göçün kültürel yok oluşa yol açacağını iddia ettiğini söylemiştir. Yazar, büyük ölçüde akımın en önde gelen teorisyenlerinden biri olan Michael Anton tarafından kaleme alınan bu belge hakkında şöyle düşünüyor: “Amerika'yı Yeniden Büyük Yap” (MAGA) hareketi, Avrupa'ya göçü medeniyetin yok oluşuna yol açan varoluşsal bir tehdit olarak tasvir ediyor ve Amerikan dış politikasının önceliklerini, Avrupa Birliği ve NATO ile geleneksel ortaklıktan uzaklaştırarak yeniden tanımlıyor.”
İkincisi: Özellikle II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana Avrupa kıtasının iltica ve göçmenler için başlıca hedef ülke olma yükünü taşıması nedeniyle göç ve iltica dosyasının, geçen yıllar boyunca Avrupa karar alma çevrelerinde en büyük endişe kaynağı olduğu şüphesizdir. Ancak 2023 yılı, Avrupa Birliği yetkilileri için bir uyarı zili niteliğinde olmuştur; zira bu yıl, AB'nin 2015'ten bu yana en fazla sayıda yasadışı göçmen girişiyle karşı karşıya kaldığı en kötü bir yıl olarak açıklandı.
2015 ve 2016 yıllarında, çoğunluğu Orta Doğu'dan olmak üzere yaklaşık bir milyon kişinin Avrupa'ya girmesiyle bir kriz yaşandı; bu da iç tartışmaların daha da şiddetlenmesine ve göç ve iltica dosyası hakkında kampanyaları sonucunda oyların büyük bir kısmını kazanan Avrupa'daki sağ partilerin işlerinin daha da kötüleşmesine yol açmıştır. Ayrıca belgede, özellikle sağcı partiler olmak üzere Avrupa yetkililerinin hareketleri kısıtladığı yönünde bir suçlama da geçmektedir.
Avrupa düzeyindeki bu bölünme, AB kurumlarının tepkilerinde de açıkça görülmektedir; zira AB İçişleri Komiseri Ylva Johansson, Brüksel Paktı'nı tarihi bir an olarak nitelendirirken, Avrupa Mülteciler Konseyi ise onun tweetine şu yorumu yapmıştır: “Üzerinde anlaşılan şey, basitçe korunma arayan insanların haklarının baltalanmasından başka bir şey değildir.”
Göçmenlik konusu, Avrupa için çok karmaşık ve son derece hassas bir konu olduğu gibi aynı şekilde ölüm kalım meselesidir; zira Avrupa çok yaşlanmış bir kıta olup iki tehlike arasında kalmıştır; nüfus azalması ve üreme eksikliği sonucu ölümler ile işgücü piyasasının, şirketlerin ve üretim sektörünün ihtiyaçları; ayrıca askeri güce ve özellikle Ukrayna savaşından sonra ordulara ve vatandaşlığa duyulan ihtiyaç da söz konusudur.
Paris merkezli Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nde göç işlerinde uzman olan Jean-Christophe Dumont, "Eğer (göçmenlerin yüzüne) kapıyı kapatırsanız, ekonomik bir bedel ödeyeceksiniz" demiştir.
Belgede belirtilen bir diğer tehlike ise, özellikle Avrupa'da İslam ve Müslüman ülkelerden gelen göçmenlere yönelik entegrasyon politikasının başarısızlığından sonra, "Avrupa'nın medeni yüzü" olarak adlandırılan şeydir; çünkü İslam, bir ideoloji olup akide, sistem ve yaşam tarzı açısından Batı yaşamıyla çelişen hayata yönelik kapsamlı bir bakış açısına sahiptir. Nitekim Federal Meclis'te Hristiyan Demokrat Parti üyesi ve Federal İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Christoph de Vries, siyasal İslam'ı ciddi ve büyük bir tehdit olarak nitelendirmiştir. Bu ise örneğin Berlin veya onun doğduğu yer olan Hamburg'daki gösterilerde açıkça görülmektedir; zira bu gösterilerde, Almanya'da açıkça Hilafet çağrısı yapılmıştır. Ayrıca İslamcı fikirlerin "demokratik kültürleri ile bağdaşmadığını, toplumsal alanların ihlal edildiğini ve özellikle kadın ve kız çocuklarının özgürlüklerinin bastırıldığını", meselenin, "temel değerleri ile çelişen" toplumsal bir sistemle ilgili olduğunu ve devletin her düzeyde sürekli olarak bununla mücadele etmesi gerektiğini söylemiştir. Ayrıca meselenin, ideolojik ilerleme stratejileriyle ve "dini özgürlük kisvesi altında hedefli etki" ile ilgili olduğu da söylenmiştir.(Avrupa Çalışmaları Merkezi)
Sonuç olarak: Bu belge, Avrupa kıtasını acı bir gerçekle karşı karşıya bırakmayı amaçlamaktadır: Ya Batı'nın üreme politikaları ve erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkiler nedeniyle yok oluşunu ilan edecek ya da Müslümanların Avrupa'yı istila etmesiyle hadari ve ideolojik tehlikenin arasında kalacak; ayrıca mesele sadece göçmenlerin sayısı değildir, aksine Batılıların oranına kıyaslanamayacak kadar yüksek olan Müslümanların doğum oranı ve İslam'a giren çok sayıda Avrupalının olmasıdır.İşte bunlar, göç, doğum ve İslam'a girme ile ilgili üç nokta olup buna karşılık da Avrupa'nın yaşlanmasıdır.Yani mesele, iş, ekonomi ve savunma ile sınırlı olmadığı gibi herkesle, özellikle müttefikleriyle savaş halinde olan, Avrupa Birliği'ni yok etmek ve Avrupa'nın ekonomik gücünü ya da ondan geriye kalanları ortadan kaldırmak isteyen ABD yönetimi ile de ilgili değildir.Ancak bizler belgenin, Avrupa'nın Batılı medeniyet yönüyle ilgili şeylere değindiğini ve burada önemli bir konu olduğunu belirtmek isteriz: Savaş ve İslam’dan korkmak. Burada Trump yönetimi, İslam'la mücadele ve ondan korkma konusunda gerçek yüzünü göstermiştir. Bu nedenle ABD büyükelçiliklerine göçmenler tarafından işlenen suçlarla ilgili tüm verileri toplamaları talimatını vermek, Avrupa Birliği'ne karşı resmi söylemi sertleştirmek ve insan hakları raporlarını yönetimin vizyonuna uygun olarak yeniden formüle etmek yoluyla belgedeki fikir ve önerilerin pratik uygulamasına dayalı göstergeleri ortaya koymaya çalışmaktadır.Bu nedenle önceki dönemden bu yana Trump yönetimi, Batı'nın medeniyetini inkar edip halkına yönelik acziyeti ve hataları ortaya çıkmasının ardından hadari bir alternatif taşımış olmasından dolayı özellikle İslam ülkelerinden gelen göçün tehlikelerine odaklanmıştır.
Burada Trump ve onun arkasındaki kişiler, Batı medeniyetinin tek liderleri ve teorisyenleri olarak öne çıkmaktadır.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ “Hilelerinin cezası Allah katında (malum) iken, onlar tuzaklarını kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi!” [İbrahim 46]Amerika Birleşik Devletleri planlar ve hileler kurmakta olup onun hileleri ise şiddetlidir; nitekim Allah Subhânehû ve Teâlâ bunu dakik bir ifadeyle şöyle vasfetmiştir: لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ “Dağlar yerinden gidecek değildi!” Buradaki dağ, istikrar, güç ve kararlılığı simgelemektedir. Ancak Batı'nın hilesi, kendi aleyhine dönecektir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ “Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. Bu azap onlara, fark edemedikleri bir yerden gelmişti.” [Nahl 26]
Ancak bu aynı zamanda, kafirlerin hilesine karşı koymak, bunları ifşa etmek ve kınamak için stratejiler geliştirmeyi de gerektirmekte olup bu, özellikle siyasi hareketleri, alimleri ve düşünürleri olmak üzere ümmetin üzerine vaciptir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hasan Hamdan