Çarşamba, 07 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/10/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Müslümanların Gafleti İle İslam Nizamının Terk Edilmesinin Arasında Ümmetin Uyanmasının Zaman Gelmedi Mi?

بسم الله الرحمن الرحيم

Müslümanların Gafleti İle İslam Nizamının Terk Edilmesinin Arasında Ümmetin Uyanmasının Zaman Gelmedi Mi?

Hilafet Müslümanların gerçekliğinden kaybolup İslam yönetim mecralarından uzaklaştığından beri ümmet, kendisi, dini ve fıtratı konusunda acı verici bir yabancılaşma sarmalının içine girmiştir. Ümmetin sadece toprakları işgal edilmemiş, aksine Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmesi de kaldırılmış ve ümmetin kültürel temelleri ve ahlaki standartları yok edilmiştir. Musibet sadece birleşik varlığın yok olması değildir, aksine mefhumlar değişmiş, dengeler bozulmuş ve topraktan önce zihinler işgal edilmiştir.

Gözlerimizle gördüğümüz şeyler: Sömürgeci Batı ile savaş, sadece tanklarla ve silahlarla olan savaşı değildir, aksine fikir ve medeniyet savaşıdır. Nitekim onlar, Müslümanları kimliklerine göre değil, sömürgecinin imajına göre yeniden şekillendirmek, dinlerinden sapmalarını, geçmişlerini inkâr etmelerini ve kendi gerçekliklerine teslim olmalarını istiyorlar. Ne yazık ki mefhumların birbirine karıştığı bir zamanda yaşıyoruz:

Yalan süslü gösterilip "özgürlük" diye sunuluyor, iyilikle alay ediliyor ve sanki modern bir yaşam biçimiymiş gibi münkerin propagandası yapılıyor. Haram moda haline gelirken yozlaşma ise gelişmişlik ve açılım olarak pazarlanıyor. Birçok kişinin zihninden, medeniyetin İslam’ın mefhumlarını terk etmek anlamına gelmediği gibi ilerlemenin de insanın değerinden, dininden ve fıtratından vazgeçmek anlamına gelmediği kaybolmuş durumdadır.

Evet, günümüzde Müslümanın durumu, kendi ülkesinde hakikati yabancı olarak görmeye ve sırf akidesine bağlı kaldığı için aşırılıkla suçlanmaya kadar ulaşmıştır. Ümmet içindeki çatışma artık fıkhî ayrıntılarla ilgili değildir, aksine kimlik, onur ve aidiyetle ilgili bizzat varoluşun anlamıyla ilgilidir. Ayrıca Müslümanlar, Batı'nın kendileri için çizdiği hayatı kabul etmeye zorlanmakta olup bu hayatın zahiri düzen ve refah, batını ise bağımlılık ve yok oluştur.

Müslüman, Batı'nın halini düşünmeye başlamıştır; zira Batının sakin ve düzenli bir hayat yaşadığını görmekte, bundan büyülenmekte ve sırrın dininde, sistemlerinde ve şeriatında değil de onlarda olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla Müslümanlar, Batı’da var olan şeylerin ruhsuz sahte bir kabuk olduğunu ve kendilerinde var olan şeyin ise alemler için bir rahmet olduğunu unutmuş ya da unutturulmuştur.

Sorun sadece cehalet değildir, aksine sorun aldatmadır. Bu yüzden günümüz Müslümanı, İslam’ın hayatın tüm işleri için kapsamlı bir çözüm olduğunu görmeden sadece ona ruhi bir akide olarak tutunmaya devam etsin diye bir hayat nizamı olan İslam hakkında umutsuzluk tohumları ekerek Müslümanın toprağından önce zihnini hedef alan sömürgeci bir Batılılaşma projesinin kurbanı olduğunun farkında bile değildir.

Bir insan, dini hayattan ayıran insan yapımı sistemlerin yönettiği bir gerçeklikte yetiştirildiğinde, onun bilinci İslam'ın getirdiği hak ve batıl standartlarından uzaklaşarak yeniden şekillenir. Böylece başarının standardı, medyanın propagandasını yaptığı şey haline geldiği gibi kabul standardı da Batı medeniyetinin, çarpıtılmış mutluluk, özgürlük ve ilerleme mefhumları hakkında tasvir ettiği şey haline gelir. Böylece de daha dün münkerden nefret eden biri artık onu "şahsi özgürlük" olarak görmeye ve İslam yönetiminin gölgesinde yaşamayı arzulayan biri de artık siyasetin "kirli bir oyun" olduğuna ve İslam'ın yönetimle hiçbir ilgisi olmadığına ikna olmaya başlar. İşte bugün yaşadığımız gerçek yabancılaşmadır, yani fikrin yabancılaşması, fıtratın yabancılaşması ve kimliğin yabancılaşmasıdır.

Allah Subhanehu ve Teala’nın şu kavlini ya unuttuk ya da unutturulduk: فِطْرَتَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُAllah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur.” [Rum 30] Bilakis bu fıtratı değiştirmek için gece gündüz çalışan modern cehaletle uyum sağladık ve bu yüzden de fıtratı olması gereken yere geri döndürmek için çabalamaktan başka bir seçeneğimiz yoktur; dolayısıyla insanlara çağrımız şöyle olsun: Fıtratınıza geri dönün ve İslam’ınız için ayağa kalkın; zira sizi, yozlaşmanın esaretinden kurtaracak ve çalınmış insanlığınızı geri kazandıracak olan sadece budur.

İnsan, içinde bulunduğu çevrenin bir ürünü olup bu çevre, fikir ve sistemi vahiyden gelen saf İslami bir çevreyle değiştirilmezse, kendisinin doğruluk üzere olduğunu zannetse bile, sapkınlığın esiri olmaya devam edecektir.

Ümmeti yok eden şey, sadece onun maddi olarak geri kalmışlığı değildir; aksine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metodunun hayatından yok olmasıdır. Zira bu metot, ruh ve aklın, ibadet ve muamelatın, bireyin ve toplumun, devlet ve tebaanın arasını, kapsamlı ve adil ilahi bir sistem içinde birleştiren bir metottur. Çünkü bu eğrilik ancak İslam ile düzelebilir. Daha restorasyon ve veya yamalama ile değil, aksine insanı fıtratına geri döndürecek ve İslam’ı hayatın tüm işlerinde liderlik ve rehberlik merkezine geri getirecek hadari bir inkılapla düzelebilir.

İnsan, Allah’ın yarattığı gibi, hak olanı idrak etme ve ruhunu canlandıracak ve yolunu aydınlatacak şeylerle etkileşime girme üzerine yaratılmıştır. Ancak insan, çarpık bir çevrenin, Allah'ın indirdikleriyle yönetemeyen sistemlerin, zehirli bir eğitim sisteminin, yönlendirilen medyanın, faizli bir ekonominin ve yabancı bir fikri sistemin için yetiştirildiği zaman, fıtratına aykırı olan şeylerin kölesi olmaya ve bilinci de dininden olmayan standartlarla şekillenmeye başlar.

Böylece de iç kırılma başlar…

Yani insan, hissetmeden akidesine yabancılaştığı ve siyasi zulmü ve toplumsal kayboluşu, İslam’ın bir hayat sistemi olarak kaybolmasının bir sonucu olarak değil de, kaçınılmaz bir kadermiş gibi kabul ettiği zaman, iç kırılma başlar.

Bugün içinde yaşadığımız gerçeklik, bir boşluktan dolayı ortaya çıkmamıştır; aksine İslam'ın yönetimden dışlanmasının ve Batı'dan gelen küfür sistemlerinin benimsenmesinin doğrudan bir sonucu olup bu sistemler ise, sömürgecilikle birlikte Müslüman ülkelere girmiş ve bunun ardında yapay sınırlar ve beşeri anayasalarla ulus devletler şeklinde kök salmış ve sömürgeci kafirlerin çıkarlarını koruyan ve onun ümmeti parçalamak ve hayatı laikleştirmek için yürüttüğü projeyi denetleyen işlevsel hükümetlere dönüşmüştür.

Evet, bu sistemlerin altında mefhumlar değişmiş ve fıtrat çarpıtılmıştır: Zira Allah’ın şeriatıyla hükmetmeye davet edenler gerici, iffetine bağlı olanlar geri kalmış ve cihada davet edenler de dünya barışını tehdit eden biri olarak nitelendirilir bir hale gelmiştir. Ayrıca açılım yozlaşmaya, özgürlük küfür özgürlüğü ve sapkınlığa ve akılcılık ise Batı kurumlarının dikte ettiği şeylere boyun eğmeye dönüşmüştür.

Bu, hiç kimse için bir sır değildir; zira Batı, sadece Hilafeti yıkmakla yetinmemiş, aksine müfredat, medya, sanat ve bugün gördüğümüz gibi saray mollalarının lisanı üzerinden sunulan "yozlaşmış dinleri" aracılığıyla sözde İslami şahsiyetleri yeniden şekillendirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bizlere, vatanları Allah’ın dininden daha çok sevmeyi, renkli bayrakları Allah’ın Rasulü’nün bayrağından daha çok kutsallaştırmayı ve akideye değil de coğrafyaya ait olmayı öğrettiler.

Evet, Müslümanların nefislerine kâfir Batı karşısında aşağılık kompleksi ekilmiştir. Dolayısıyla standartlar Batılılaşmış, örneklikler Batılılaşmış ve kriterler de Batılılaşmıştır; böylece bazıları, düzen ve refahın ancak bu Batı sistemlerinin gölgesinde olacağını ve İslam'ın modern hayata uygun olmadığını zannetmeye başlamıştır. Bu yüzden Batı'da “sistem” olarak gördüğü şeyin, Müslümanların kanı ve serveti üzerine kurulu olduğunu, ruh ve gayeden kopuk tamamen materyalist bir sistem olduğunu, bilakis teknolojisi ve refahı hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın nihai akıbetinin yıkım olduğunu fark edemiyor.

Evet, bugün Batı, ümmete yönelik savaşında sadece Müslümanları zayıflatmak istemiyor, aksine onların kimliklerini yok etmek ve onları, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti temsil eden Rabbani hadari projesinden soyutlamak istiyor.

Günümüzde dünya, karmaşık krizlerin kaynadığı bir ortamda yaşıyor; zira bir kriz çözülür çözülmez bir diğeri patlak veriyor. Batı medeniyetinin önderlik ettiği küresel sistemin, sadece arka arkaya gelen ekonomik krizler nedeniyle değil, aynı zamanda halkların sisteme olan güveninin sarsılması, çözüm yollarının başarısızlığı ve derin ahlaki çürüme nedeniyle de çökmeye mahkum olduğu aklı başında herkes için artık açık bir hale gelmiştir.

Menfaati her şeyin temeli haline getiren kapitalist sistem, insanları, dünyayı ve değerleri yok eden açgözlü bir tüketim canavarı üretmekten başka bir şey yapmamıştır. Bu sistem artık gerçek çözümler sunamıyor, aksine krizleri bir ülkeden diğerine aktarıyor, başarısızlığını savaşlar, çatışmalar ve kavgalarla örtbas ediyor ve her alandaki çelişkileri altında boğuluyor, böylece yönetenler ve yönetilenler arasında güven krizi büyüyor, siyasi kurumlar aşınıyor, aileler çöküyor ve toplum benzeri görülmemiş bir ahlaki çöküş yaşıyor. Dolayısıyla Batı, her ne zaman özgürlük ve adaleti savunmaya çalışsa, kendi merkezindeki insanların yaşadığı sefil gerçeklik karşısında maskeleri düştüğü gibi yeryüzünün diğer halklarına da fesat ve zulüm ihraç etmiştir.

Evet, Batı'nın çöküşü tarihin sonu değildir, aksine acıların rahminden ve bu kokuşmuş medeniyetin yıkıntılarından filizlenecek yeni bir aşamanın başlangıcıdır. Bu da İslam ümmetine, risaletini yeniden canlandırması ve vahiyden kaynaklanan adil bir Rabbani sistem olan İslam ile dünyaya liderlik etmesi için büyük bir kapı aralamaktadır. Bu ise ancak bireyleri İslam bilinciyle eğitecek, takva temelinde bir toplum inşa edecek ve Batı standartlarına göre değil, şeriat temelinde bir devlet kuracak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulmasıyla olacaktır. Bu nedenle çözüm, sadece çirkin yüzleri güzelleştirmek değil, sistemi tamamen değiştirmekle olabilir.

Burada Müslümanlar, bugün dünyanın bir alternatif aradığını tam olarak idrak etmesi gerekir. Gerçek alternatif ise Çin, Rusya veya başka herhangi bir insan yapımı sistem değil, aksine İslam'ı Allah'ın indirdiği gibi uygulayacak, gerçek adaleti tesis edecek ve insanların işlerini alemlerin Rabbinin şeriatına göre gözetecek Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafettir. Bu yüzden ümmetin, küfür sistemleri kapsamındaki reform vehimlerini aşması ve gerçek değişimin sadece kapitalist sistemi kökünden söküp atarak gerçekleşebileceğini anlaması gerekir; böylece komünizm nasıl çöktüyse, kapitalizm de çökecektir; bu ise aziz olan Allah için hiç de zor değildir.

İslam bir ritüel değildir, aksine bir hayat sistemedir; bu yüzden Müslümanlar, ancak İslam ile hükmettiklerinde izzeti öğrenecekler, üzerlerine cumhuriyet, krallık ve İslam ile hiçbir ilgisi olmayan tüm insan yapımı sistemler dayatıldığında ise zilleti öğreneceklerdir. Dahası Batı, İslam'ın camiye hapsolmasını isterken Allah ise İslam'ın siyasi, ekonomik ve sosyal hayatı düzenleyen ve risaletini dünyaya taşıyan kapsamlı bir din olmasını istemektedir.

Hepimiz şunu bilelim ki, İslam sistemi olmadan gerçek bir kalkınma olamaz; o halde ümmetin izzetini ve şanını geri kazanmamızı engelleyen şey nedir? Peki bizimle iman ile onurun, saflık ile liderliğin arasını mezceden Sahabeler ve Tabiinlerin arasını engelleyen şey nedir? Bizimle Allah ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emirlerine tabi olmak arasında duran şey nedir? Gerçekten gücümüzü mü kaybettik, yoksa aramıza acziyet tohumları ekildi de artık yalan bir kesinlik haline mi geldi? Bizi engelleyen tek şey vehimdir; yani İslam'ın bu çağa uygun olmadığı vehmi, ilerlemenin Batı'yı taklit etmeye bağlı olduğu vehmi, geçimimizin düşmanlarımızın elinde olduğu ve egemenliğin onların değişmez kaderi olduğu vehmidir.

Gerçekte Allahu Teala her şeyi bizim için hazırlamış, bizim için bu tamamlanmış dinle Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i peygamber olarak göndermiş ve şeriatını her zaman ve mekan için bir rahmet kılmış, ardından O'nun emrine uymamız durumunda bize nusret ve iktidar vaat etmiştir. Öyleyse neden bu vaadi tasdik etmiyoruz? Ve neden bunun için çalışmıyoruz?

Bugün ümmetin, muazzam bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ve yeteneklerin yaşandığı bir zamanda Peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in metoduna geri döndüğünü bir hayal edin. Peki şayet imanın gücü maddi ilerleme birleşmiş olsa, şayet ümmetin serveti Allah’ın şeriatına göre yönetilmiş olsa, şayet ümmetin orduları birleşmiş olsa ve nesiller de sarsılmaz bir akide üzerine yetiştirilmiş olsa, dünyanın durumu nasıl olacak acaba? Dahası bizim zayıflığımızdan ve bölünmüşlüğümüzden beslenen sömürgeci kafirini durumu nasıl olacak acaba?

Düşman bize karşı sadece silahlarıyla değil, aksine hile ve kurnazlığıyla zafer kazanmıştır; zira bizler, gerçekliğe razı olmaya başlayıp önemsiz zevklerle meşgul olup ümmetin meselelerini terk edip bir somun ekmek peşinde koşmaya başlayınca, vizyonumuz kaybolmuş ve endişelerimiz ortadan kalkmıştır; gençlerin en büyük arzusu “seyahat etmek” ve genç kızların gayesi de “küçük bir proje” olmuştur; sanki biz dünyaya liderlik eden bir ümmet olmamışız gibi!

Bizleri, rızkın onların elinde olduğuna ve rahatlık isteyen birinin ülkesini, dilini ve dinini terk edip onların trenine binerek onların sistemlerinin altında zelil bir tabi olması gerektiğine inandırdılar. Ancak gerçekliği düşünen biri şu gerçeği görecektir:

Onurumuzu yeniden elde etmemizi engelleyen şey Batı değildir, aksine korktuğumuzdan, rehavete kapıldığımızdan ve Allah'ın vaadinden daha çok onların yalanlarına inandığımızdan dolayı bizleriz. Şüphesiz Allah yardımını vaat etmiştir ancak yardımı için bir şart koymuştur: وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُAllah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder.” [Hac 40]

Halkına asla yalan söylemeyen bir lider olan Hizb-ut Tahrir’in, hastalığın aslına parmak bastığını herkes bilmektedir: Hastalığın aslı ise İslam’ın bir hayat nizamı olarak kaybolması ve Allah indiklerinden başkasıyla yöneten ve ümmeti sömürgeci kafir Batı’nın medeniyetine ve anayasasına bağımlı olmaya sürükleyen ajan rejimlerin varlığıdır.

Bu nedenle ümmeti, şunlara davet ediyoruz:

1- Gerçekliğin bilincinde olmak: Bugün yaşadığımız zillet ve geri kalmışlık, İslam dışındaki yönetimin kaçınılmaz bir sonucudur.

2- İslami kimliğin ihya edilmesi: İslam'ı ruhani bir boşlukla değil, gerçekçi siyasi bir anlayışla anlamak.

3- Müslümanları tek bir bayrak altında birleştirecek, şeriatın egemenliğini yeniden tesis edecek ve İslam'ı bir nur ve hidayet risaleti olarak taşımak için ümmete liderlik edecek Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmak için ciddiyetle çalışmak.

Artık Müslümanların bir yanılsama içinde yaşadıklarını fark etmelerinin zamanı gelmedi mi? Artık ümmetin, gafletinden uyanmasının zamanı gelmedi mi? Ümmet gaflet içinde olduğunu anladığında, kaçınılmaz olarak kalkınacaktır; peki ya uyanıp İslam sancağı altında birleşirse nasıl olur acaba?

Allah egemenliği vaat etmiş ve Allah amel etmeyi de şart koşmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] O halde Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışanlarla birlikte çalışalım; zira İslam ümmetinin izzetine ve onuruna geri dönmesi için gerçek umut ve tek yol Hilafet Devleti'dir. وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَBiz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) varis kılmak istiyorduk.” [Kasas 5]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nuseybe Fellahi (Ümmü Vad) – Yemen

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER