- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber-Yorum
Amerika ve Avrupa Arasında Medeniyetin Yok Oluşu Terimi Hakkında Bir Tartışma!
Haber:
Trump yönetimi, geçen hafta yayınladığı yeni ulusal güvenlik stratejisinde, Avrupa medeniyetinin yok oluşuna atıfta bulunarak “medeniyetin yok oluşu” terimini kullandı ve göçün, diğer faktörlerin yanı sıra Avrupa medeniyetinin yıkılmasına ve Avrupa kıtasının başka bir Orta Doğu'ya dönüşmesine yol açacağını iddia etti.Trump, Polonya ve Macaristan hariç, Avrupa ülkelerinin göç sonucunda artık yaşanabilir ülkeler olmayacağını iddia etti.
Yorum:
İngiliz Guardian gazetesi, Trump'ın Avrupa medeniyetinin yok oluşuyla ilgili suçlamalarına George Monbiot'un şu başlıklı makalesiyle cevap verdi: “Gerçekler açıktır: Avrupa göçmenlere kapılarını açmalıdır; aksi takdirde kaçınılmaz bir yok oluşla karşı karşıya kalacaktır.” Yazar, Trump'ın iddiaları kullanmasını eleştirerek şöyle demiştir: “Aslında göç olmasaydı Avrupa da, medeniyet de olmayacak ve bunu tartışmak için de hiç kimse kalmayacaktı; çünkü Avrupa Birliği'nde bir kez daha düşüş gösteren doğurganlık oranı, fiilen medeniyetin yok oluşu anlamına gelmektedir.”
Amerika, yeni stratejisiyle beyaz Batılı unsuru medeniyetin temeli ve devamlılığının standardı haline getiriyor ve başkanının ırkçılığı aracılığıyla da, Avrupa kıtasındaki herhangi bir demografik dengesizliğin, onu Orta Doğu'ya benzer bir şeye dönüştüreceğini düşünüyor; yani Amerika, Ortadoğu sakinlerini sırf beyaz insan olmadıkları için küçümsediğini ortaya koyarken Avrupalılar ise, özellikle beyazların doğum oranının hızla düşmesi halinde, Avrupa'da yaşamın ancak göçle devam edebileceğini ve bunun da eğer yerlerine beyaz olmayan başka nüfus gelmezse, nüfusun yok olmasına yol açacağını düşünüyor.
Avrupa'ya beyaz olmayan nüfusları getirmeyi destekleyen bu Avrupa tutumu, halklar arasında eşitlik görüşüne değil, düşük doğum oranları nedeniyle Avrupa kıtasını yok olmaktan kurtarmaya dayanmaktadır. Başka bir deyişle, hoşgörü ve insani değerlere saygıdan değil, kardeşini bir kahraman olarak değil de zorunluluktan göçmenler olarak kabul etmek zorunda kalmalarıdır.
İslam beldeleri, Batı'nın bu hararetli yaklaşımında ve Atlantik'in iki yakası arasında yaygınlaşan bu sorunda, hâlâ yok sayılan bir varlık olarak kalmaya devam etmektedir;zira Orta Doğu ülkelerindeki sefil medya, Trump'ın Müslümanlara yönelik ırkçı hakaretlerine bir tepki göstermemekte ve onları medeniyet sahipleri olamayanlar olarak nitelendirmektedir.
Trump ve rejimini öven ve onun ülkelerine karşı tüm saldırgan planlarını memnuniyetle karşılayan Orta Doğu ülkelerinin yöneticileri, özellikle Trump'ın, Amerika'da yaşayanlarla Somali'de yaşayanlar arasında bir ayrım yapmadan tüm Somali halkını "çöp" olarak nitelendirdiği ırkçı söylemlerini teyit etmesinden sonra bile halklarının medeniyetten yoksun olarak nitelendirilmesini ve Amerika için barbarlık, geri kalmışlık ve yozlaşmanın bir örneği haline gelmelerini hiç umursamıyorlar.
Trump'ın açık ırkçılığı ve ülkesinin ırkçı politikalarına bağlılığı, yöneticilerinin gözünde İslam ümmetinin, Amerika'nın İslam ümmetini gördüğünden farklı olmadığını kanıtlamaktadır; belki de Beşar Esad'ın son zamanlarda sızdırılan ses kaydı, Orta Doğu yöneticilerinin halklarını yönelik aşağılamalarının ve onlara karşı kibirlerinin boyutunu açıkça göstermektedir.
Aslında Amerika'nın Müslümanlara yönelik kibirli bakışı, yalvarma, yatıştırma ve güzelleme politikalarıyla değil, sadece devletin ve ideolojinin gücü sayesinde dünyaya İslami siyasi değerleri dayatan güçlü bir İslami liderliğin varlığıyla değişecektir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî



