Cumartesi, 21 Zilkâde 1444 | 2023/06/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müslümanın Kılmadığı Namaz Kaza Edilmesi Gereken Boynundaki Bir Borçtur

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

Müslümanın Kılmadığı Namaz Kaza Edilmesi Gereken Boynundaki Bir Borçtur

Muhammed El-Hacc’a

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Tahiyyeten tayyibeten ve ba’d:

Geçenlerde sayfanıza baktım ve Hizb-ut Tahrir gençlerinden biri bu konuda bana yardımcı oldu; özellikle fıkhî soru cevaplar olmak üzere konu hakkındaki aydınlatmanızdan ve delilinizin gücünden etkilendim. Aliyy ve Kadir olan Allah’tan, hayırlı ameller için ömrünüzü uzatmasını, ilminizi artırmasını ve beni, Allah’ın ve Rasulü’nün razı olduğu yola iletmesini temenni ediyorum.

Bana şu sorunun cevabını vermenizi rica ediyorum:

Muhasebe çağından yıllar sonra namazıma bağlı kaldım Allah’a hamd ve şükürler olsun. Soru şudur: Kaçırmış olduğum namazları kaza etmem gerekiyor mu yoksa kaza etmediğim taktirde Allah beni bağışlar mı? 

Teşekkür ederim.

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Öncelikle sizi hayra iletmesinden, namaza bağlı kalmanızdan ve namazı eda etmeye olan hırsınızdan dolayı Allah Subhanehu’ya hamd ediyor ve Allah Subhanehu’dan sizin için yardım ve sebat niyaz ediyorum…

Buluğ çağına gelip şerî olarak mükellef olmandan bu yana kılmadığın namaz açısından olana gelince; sen bir Müslümansın, bu yüzden kılmadığın namaz, kaza edilmesi gereken boynundaki bir borçtur. Bu nedenle buluğ çağına ulaştığınız andan namazı kılmaya başladığınız ana kadar geçen süreyi hesaplamalısınız. Örneğin bu sürenin üç yıl olduğunu varsayalım; sizin üç yıllık beş vakit farz olan namazı kaza etmeniz gerekir. Sünnetlerini ise kaza etmeniz gerekmez…

Örneğin her gün farz olan namazın ardından geçirmiş olduğunuz namazın kazasını yaparak bunu organize edip kolaylaştırabilirsiniz. Tekrar kaza namazı kılmak isterseniz hepsi bir hayırdır ve bu hesaplanan yıllar bitinceye kadar devam etmelidir… Allah Subhanehu ve Teala’dan, kaçırdığınız bu namazları eda etmeniz ve namazı vaktinde eda etmeye yönelik hırsınızı artırmasınız noktasında size yardım etmesini niyaz ediyorum…

Bu konu hakkındaki şerî delilleri açıklamak için size, (Ali Ragıp’a) ait Ahkamus Salah Kitabı’nda geçenlerin bir kısmını aktarıyorum:

[Şerî bir mazeret olmaksızın kasten namazın vaktini geciktirmek, Kur’an nâssıyla kesin olarak haramdır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ * الَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَYazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar.” [Maun 4-5] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلاَةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّاًNihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” [Meryem 59] Ayrıca bu, vakitleri açıklayan mütevatir hadisin mefhumuyla da sabittir. Dolayısıyla Allah her bir vakit için, belirli bir süre içinde başlayıp belirli bir süre içinde sona eren her iki tarafı sınırlı bir vakit belirlemiştir. Nitekim Aleyhissalatu ve’s Selam şöyle buyurmuştur: مَنْ فَاتَتْهُ صَلَاةُ الْعَصْرِ فَكَأَنَّمَا وُتِرَ أَهْلَهُ وَمَالَهُİkindi namazını kaçıran kimse ehlini ve malını da elinden kaçırmış gibidir.” Yine Sallallahu Aleyhi ve Sellem, namaz vaktinin geciktirilmesi hakkında şöyle buyurmuştur: لَيْسَ التَّفْرِيطُ فِي النَّوْمِ إِنَّمَا التَّفْرِيطُ فِي الْيَقَظَةِUyumak halinde kusur yoktur. Kusur, ancak uyanıklık halindedir.

İster özürlü ister özürsüz kaçırsın her kim farz olan bir namazı kaçırırsa onu kaza etmelidir. Çünkü namazın kazası, sahih hadisle sabittir. Zira Sahihayn’de İmran İbn Husay’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: كُنَّا فِي سَفَرٍ مَعَ النَّبِيِّ صلى الله عليه، وَإِنَّا أَسْرَيْنَا حَتَّى كُنَّا فِي آخِرِ اللَّيْلِ وَقَعْنَا وَقْعَةً وَلَا وَقْعَةَ أَحْلَى عِنْدَ الْمُسَافِرِ مِنْهَا، فَمَا أَيْقَظَنَا إِلَّا حَرُّ الشَّمْسِ... فَلَمَّا اسْتَيْقَظَ النَّبِيُّ صلى الله عليه و سلم شَكَوْا إِلَيْهِ الَّذِي أَصَابَهُمْ فَقَالَ: «لَا ضَيْرَ أَوْ لَا يَضِيرُ ارْتَحِلُوا، فَارْتَحَلُوا فَسَارَ غَيْرَ بَعِيدٍ، ثُمَّ نَزَلَ فَدَعَا بِمَاءٍ فَتَوَضَّأَ، ثُمَّ نَادَى بِالصَّلَاةِ فَصَلَّى بِالنَّاسِ “Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bir seferdeydik. Geceleyin ilerlemeye devam ettik. Gece’nin sonlarına geldiğimiz zaman düşüp uyuduk. Bir yolcu için bundan daha tatlı bir uyku olamazdı. Sabahleyin ancak güneşin sıcağı bastırınca uyanabildik…Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem uyanınca, O’na başlarına gelenleri şikayet ettiler. Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle dedi: “Hiçbir zararı yok veya bir şey olmaz, haydi yola koyulun.” Bunun üzerine insanlar yola çıktı. Biraz yürüdükten sonra, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem konakladı ve abdest suyu istedi.Sonra abdest aldı. Namaz için ezan okundu. Daha sonra Allah’ın Resulü insanlara namaz kıldırdı.” Cabir Radıyallahu Anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ جَاءَ يَوْمَ الْخَنْدَقِ بَعْدَمَا غَرَبَتْ الشَّمْسُ فَجَعَلَ يَسُبُّ كُفَّارَ قُرَيْشٍ، قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا كِدْتُ أُصَلِّي الْعَصْرَ حَتَّى كَادَتْ الشَّمْسُ تَغْرُبُ، فَقَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه: وَاللَّهِ مَا صَلَّيْتُهَا، فَقُمْنَا إِلَى بُطْحَانَ فَتَوَضَّأَ لِلصَّلَاةِ وَتَوَضَّأْنَا لَهَا فَصَلَّى الْعَصْرَ بَعْدَمَا غَرَبَتْ الشَّمْسُ ثُمَّ صَلَّى بَعْدَهَا الْمَغْرِبَ “Ömer İbn Hattab Hendek savaşında güneş batmak üzere iken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına geldi ve Kureyşli kafirlere hakaret etmeye başladı: Ey Allah’ın Rasulü güneş batmadan neredeyse ikindi namazını kılamayacaktım dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Allah’a and olsun ki, ben bile kılamadım” buyurdu. Sonra kalkıp Buthan’a gittik. Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaz kılmak için abdest aldı, biz de abdest aldık. Güneş battıktan sonra ikindi namazını kıldırdı. Ondan sonra da, akşam namazını kıldırdı.” Ebu Said’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: حُبِسْنَا يَوْمَ الْخَنْدَقِ عَنْ الصَّلَاةِ حَتَّى كَانَ بَعْدَ الْمَغْرِبِ بِهَوِيٍّ مِنْ اللَّيْلِ حَتَّى كُفِينَا، وَذَلِكَ قَوْلُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ: ﴿وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيّاً عَزِيزاً﴾. قَالَ: فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه بِلَالًا، فَأَقَامَ صَلَاةَ الظُّهْرِ فَصَلَّاهَا وَأَحْسَنَ صَلَاتَهَا كَمَا كَانَ يُصَلِّيهَا فِي وَقْتِهَا، ثُمَّ أَمَرَهُ فَأَقَامَ الْعَصْرَ فَصَلَّاهَا وَأَحْسَنَ صَلَاتَهَا كَمَا كَانَ يُصَلِّيهَا فِي وَقْتِهَا، ثُمَّ أَمَرَهُ فَأَقَامَ الْمَغْرِبَ فَصَلَّاهَا كَذَلِكَ “Hendek günü namazdan alıkonduk; o kadar ki, akşamdan sonra gecenin bir bölümü girmiş oldu. İşte Allah Azze ve Celle’nin: "Allah(ın yardımı) savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir." [Ahzab 25] sözü bu idi. (Ravi) dedi ki: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bilal’i çağırdı, öğle namazı için kamet getirdi, Sallallahu Aleyhi ve Sellem de öğle namazını vaktinde nasıl kılıyorsa öylece güzel kıldı. Sonra ikindi için kamet getirmesini emretti. O da kamet getirdi ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ikindi namazını vaktinde nasıl güzel kılıyorsa, öyle kıldı. Sonra akşam namazı için kamet getirmesini emretti. O da kamet getirince, Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu da öylece kıldı.” Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet edildiğine göre Hasami’den bir kadın O’na bir sordu ve şöyle dedi: يَا رَسُولَ اللهِ، إِنَّ أَبِي أَدْرَكَتْهُ فَرِيضَةُ الْحَجِّ شَيْخاً زَمِناً لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يَحُجَّ، إِنْ حَجَجْتُ عَنْهُ أَيَنْفَعُهُ ذَلِكَ؟ فَقَالَ لَهَا: «أَرَأَيْتِ لَوْ كَانَ عَلَى أَبِيكِ دَيْنٌ فَقَضَيْتِهِ أَكَانَ يَنْفَعُهُ ذَلِكَ؟ قَالَتْ: نَعَمْ. قَالَ: فَدَيْنُ اللهِ أَحَقُّ بِالْقَضَاءِ “Ey Allah’ın Rasulü! Allah'ın farz kıldığı Hac, babamı Hac yapamayacağı yaşlı bir haldeyken yakaladı; onun yerine Hac etsem ona bir faydası olur mu? Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına şöyle dedi: Ne dersin? Babanın başkasına borcu olsaydı da sen onu ödeseydin. Babanın borcu ödenmiş olur muydu? (Kadın) da evet dedi. Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Allah'a karşı olan borç, ödenmeye daha layıktır.”

Bu hadislerin tamamı namazın kazası noktasında açık olup bu da, namazın kazasının vacip olduğuna ve ister özürlü isterse özürsüz terk edilsin namazı terk etmenin kazadan başka kefareti olmadığına delalet etmektedir; çünkü hadisler açıktır. Dolayısıyla bütün bu hadisler, uyku, unutkanlık, savaş ve güç yetirememe gibi belirli olaylarla sınırlıdır, bunların tamamı şerî özürler olup bunlardan dolayı namazı terk edip vaktini geciktirmenin bir günahı yoktur, bu yüzden kaza bunlara has olup kasıtlı olanın dışında diğerlerini kapsamamaktadır ve (namazı) kaza etmenin caiz olduğuna dair bir nâssta gelmemiştir denilmez. Böyle denilmez; çünkü bu olaylarda uyku, unutkanlık ve savaşın sıfatı kayıt altına alma şeklinde gelmemiştir. Aksine bu olayda kayıt altına alma sıfatı anlaşılmaksızın meydana gelen bir vakıayı vasfetmek için gelmiştir. Görmüyor musunuz Cabi’in hadisinde nasıl da Ömer İbn Hattab Kureyşli kafirlere hakaret etmeye başladı ve Ey Allah’ın Rasulü güneş batmadan neredeyse ikindi namazını kılamayacaktım dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: وَاللَّهِ مَا صَلَّيْتُهَا “Allah’a and olsun ki, ben bile kılamadım” buyurdu. Sonra (Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaz kılmak için) kalktı, abdest aldı ve namaz kıldırdı. Peki bu olayda, kendisine has olduğunu gösteren kayıt altına alma sıfatı hani nerede? Diğer olaylar için de aynı şey söylenilebilir; zira onlar için kayıt altına alma olduğuna ve onların dışındakiler için ise caiz olmadığına dair bir lafız bulunmamaktadır. Aksine belirli bir vakıa hakkında meydana gelen bu hadislerin her biri, kayıt altına almayı belirtme yoluyla değil bir vakıayı belirtme yoluyla gelmiştir ve hadisler okunduğunda da anlaşılacağı gibi namazın sadece onlar için kaza edileceğine dair özel olan bir neden görülmemektedir. İçerisinde vasıf anlamına götüren fiilin geçtiği hadislere gelince ki onlar şu sözlerdir: مَنْ نَامَ “Kim uyursa”, uykuya daldığında أَوْ نَسِيَهَا “Veya unutursa”, أَوْ غَفِلَ “Veya gaflet içinde olursa” ve مَنْ نَسِيَ “Kim unutursa”; bunların hepsi, vasfın kayıt altına alınması olarak kabul edilmekte olup bunlarda mefhumu muhalefetin olduğuna itibar edilir; çünkü bunlar sıfattır ve sıfatta mefhumu muhalefet muteberdir. Çünkü şayet bunların zikredilmesi kayıt altına alma olarak sayılmazsa, o zaman bunların bir vasıf ile zikredilmesi abes olurdu ve hadis bundan uzaktır. Ancak bu nâssların mefhumu muhalefeti, diğer nâsslarla amel etmeyi devre dışı bırakır. Şayet bir nâssın mantuku diğer nâssın mefhumuna aykırı olarak varit olursa, o zaman mefhum devri dışı bırakılır ve mantuk alınır. Çünkü mantukun mana üzerindeki delaleti, mefhumun delaletinden daha güçlüdür… Dolayısıyla bu hadisler, savaş dışında geçirilen (namazın) kazası hakkında varit olan hadislerin mefhumunu devre dışı bırakmaktadır. Şu şekilde geçen Haccın kazası hakkındaki hadise gelince: فَدَيْنُ اللهِ أَحَقُّ بِالْقَضَاءِ “Allah'a karşı olan borç, ödenmeye daha layıktır.” Tüm borçları kapsayan genel bir lafızla gelmiştir; namaz da Allah’a karşı bir borç olup “Allah'a karşı olan borç” kelimesinin genelliği altına girmektedir; çünkü bu, mudaf olan cins bir isim olup kesinlikle umum sigasındandır. Her Müslümana hitap edildiği gibi namazı kasten terk eden kimseye de hitap edilmiş olup onun namazı eda etmesi vacip olmuştur; zira namaz onun üzerindeki bir borç haline gelmiştir. Borç ise ancak ödenirse düşer. Aynı şekilde vakti geçirilen namaz da kazası eda edilince düşer. Buna göre namazı vaktinde terk etmek günahtır.] Ahkamus Salah Kitabı’ndan aktarılanlar bitti.

Umarım bu kadarı yeterli olmuştur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 23 Ramazan 1442

M. 05/05/2021

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4121/

Devamını oku...

Akıl, İdrak veya Fikir

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fikrî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

Akıl, İdrak veya Fikir

Atmani Atmani Atmani’ye

Soru:

Esselamu Aleykum faziletli Şeyhimiz: Düşünme metodunda, ön görüşler ile ön bilgiler arasındaki fark; fikrin, idrakin veya fikrin, vakıa, duyu, ön bilgiler ve bağlantı kurmak için sağlam bir beyin gibi dört bileşenden oluştuğu bilinmekle birlikte, vakıanın yorumlanmasıyla ilgili ön görüşler ile ön bilgiler arasındaki fark nedir? 

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

1- Soruda da geçtiği gibi akıl, idrak veya fikir, vakıanın duyular vasıtasıyla, bu vakıayı açıklayan ön bilgilerle birlikte dimağa/beyine nakledilmesidir… Yani akli sürecin tamamlanabilmesi için şu dört unsurun bir arada bulunması gerekir: Vakıa, vakıanın ihsası (duyular), bağlantı kurmak için sağlam bir dimağ-beyin, vakıa veya onunla ilgili ön bilgiler…

2- İnsanın bu dünya üzerinde düşünebilmesi için Allah Subhanehu Adem Aleyhisselam’a, yeryüzünde düşüncenin konusu olarak cereyan eden vakıaları açıklayan ön bilgileri vermiştir… Nitekim Şahsiyetin 3. cildinde şöyle geçmektedir:

[Allahu Teala’nın şu kavline gelince: وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا(Allah) Adem’e isimlerin hepsini öğretti.” [Bakara 31] Allahu Teala’nın bu sözünden kastedilen diller değil, eşyaların anlamlarıdır. Yani Allahu Teala, eşyanın hakikatlerini ve özelliklerini öğretmiştir. Yani eşya hakkında hüküm vermek için kullanacağı bilgileri vermiştir. Zira vakıayı hissetmek, hakkında hüküm vermek ve hakikatini idrak etmek için tek başına yeterli değildir. Bilakis vasıtasıyla vakıanın tefsir edildiği öncül bilgiler de kaçınılmazdır. Allahu Teala, Âdem Aleyhisselam’a isimleri yani eşyanın anlamlarını öğretmiştir. Böylece ona, hissettiği eşya hakkında kendisi ile hüküm verebileceği bilgileri vermiştir…] Bitti.

3- Ardından Allah’ın Adem’e verdiği ön bilgilerle meydana gelen ilk düşünceden beri fikirler ortaya çıkmış ve birbirini takip etmiştir; sonra ön bilgileri, düşüncenin konusu olan vakıayı, onunla birlikte bulunan diğer iki unsurla (beyin ve duyular) yorumlamak için kullanmış ve hayat, geniş düşünce alanlarıyla dolup taşmaya devam etmiştir… Dolayısıyla insanın ilk düşünme eyleminin meydana gelme keyfiyetini doğru bir şekilde idrak etmesi, kaçınılmaz olarak Allah Subhanehu’ya imana yol açacaktır. Bu nedenle yaratıcının varlığını inkâr eden kâfir hareketler, aklı veya fikri ön bilgileri bırakarak tanımlamaktadırlar! Oysa vakıa hakkındaki düşüncenin, vakıayı tefsir eden ön bilgiler olmadan oluşması imkansızdır ve bu, kesinlikle bilinmelidir. Ancak komünistler gibi kâfir akımlar,bu hayatta ilk düşünceyi yaratmak için Âdem Aleyhisselam’a ön bilgileri veren ve sonra düşünme sürecini devam ettiren bir yaratıcıya inanmalarına yol açmaması için ön bilgileri inkâr etmişlerdir. Çünkü beyin ile vakıanın hissedilmesi, düşünceye konu olan vakıayı yorumlayacak ön bilgiler olmaksızın bir düşünce üretmez. Zira salt histen düşünce meydana gelmez. Salt histen sadece his ortaya çıkar. Zira his artı his artı milyon kere his eşittir yine histir. Hissetme sayısı ne kadar çoğalırsa çoğalsın sonuç değişmediği gibi sadece histen de düşünce oluşmaz. Bilakis İnsanda düşüncenin oluşması için insanın, hissettiği madde aracılığıyla yorum yapabilmesine imkân verecek olan ön bilgilere sahip olması gerekir. Sonra fikirler birbirini takip eder, özellikle ilk düşünce, Âdem Aleyhisselam’a ön bilgileri veren Allah’a iman etmeye yol açar…

4- Bu, ön bilgiler hakkındaydı. Ön görüşlere gelince; bunlar, ister fikri amelle yapması ve vakıa üzerine hüküm vermesi şeklinde olsun, isterse bu hükümleri başkalarından almak, okumak ve benzeri yolla telakki etmek şeklinde olsun daha önce insandan sadır olan vakıaya ilişkin hükümlerdir… Yani ön görüşler, vakıa hakkındaki fikirlerdir.

5- Hakeza ön bilgiler ile ön görüşler arasındaki fark, iki ana bölümde özetlenebilir:

Birincisi: Ön görüşler, insandaki ön fikirler olup ister külli, ister cüzî olsun hakkında araştırma yapılan vakıa üzerindeki hükümdür. Ön bilgilere gelince; o, üzerine hüküm vermeksizin kendisiyle vakıanın yorumlanabildiği şeylerdir, yani sadece onu yorumlamak içindir. Dolayısıyla o, onsuz düşüncenin gerçekleşmediği düşünme faktörlerinden biridir.

İkincisi: Ön görüş, hakkında düşünmenin amaçlandığı vakıa hakkındaki önceki hükümdür. Yani bu, düşünürün nazarında doğru hükmü bulmak içindir. Bu nedenle düşünme eyleminde kullanılması doğru değildir. Dolayısıyla ön görüşün düşünceye müdahalesini engelleyip sadece ve sadece bilgiler kullanılır. Zira şayet ön görüş kullanılırsa, yanlış kavramaya yol açabilir;ön görüşler, bilgilere zaman zaman musallat olduklarından bu bilgiler yanlış yorumlanabilir ve dolayısıyla idrak etmede hataya düşülebilir. Bu yüzden ön görüşler ile ön bilgileri dikkatle ayırt etmek ve düşünme eyleminde sadece bilgileri kullanıp ön görüşlerden uzak durmak gerekir … Nitekim Tefekkür Kitabı’nın 28. sayfasında şöyle geçmektedir: (Ancak aklî metodu tanımlarken bir şey hakkındaki öngörüşler veya onunla ilgili şeyler ile ön bilgiler veya onunla ilgili şeylerin arasını ayırmak gerekir. Zira aklî metotta esas olan, maddeyle ilgili herhangi bir öngörüşün veya ön görüşlerin değil, aksine ön bilgilerin var olmasıdır. Burada önemli olan görüşlerin değil, bilgilerin varlığıdır…) 

6- Yukarıda geçenleri açıklığa kavuşturmak için iki örnek verelim:

a- Aramızda bulunan herhangi bir insanı ele alalım. Bu kişiye Süryanice bir kitap verelim ve bu kişi, Süryanice ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmasın. Kişinin hissini, görme ve dokunma duyuları aracılığıyla kitaptaki yazılara yöneltelim. Bu işlemi milyonlarca kez tekrarlayalım. Böyle bir durumda kişinin Süryanice ile ilgili bilgi sahibi olmasını sağlayacak bir tek kelime bile bilmesi mümkün değildir.Oysa kendisine Süryanice hakkında birtakım direkt veya dolaylı bilgiler verildiği zaman, düşünmeye başlayacak ve kitabın muhtevasını algılayabilecektir. Bu durum sadece dillere has bir özelliktir denemeyeceği gibi, dilin insanlar tarafından ortaya konduğu, dolayısıyla bir dili bilmek için o dille ilgili ön bilgilere sahip olmanın şart olduğu da ileri sürülemez. Çünkü amaçlanan ister bir hüküm ortaya koymak ister bir göstergeyi veya hakikati anlamak olsun konu, aklî bir eylemle ilgilidir. Aklî eylem ise tüm unsurlarda aynı işlevi görür…

b- Siyasi bir konuyu araştırmak ve o konuda doğru görüşe ulaşmak istediğinizde; örneğin konu, Türkiye’nin Libya’daki olaylara müdahale etmesi, paralı asker göndermesi, Serrac’a ve ulusal mutabakat hükümetine silah ve bilgi desteği vermesi olsun… Orada Erdoğan’ın ulusal mutabakat güçlerine verdiği desteğin, Müslümanlara olan sevgisinden ve Libya halkına olan ilgisinden dolayı olduğuna dair bir ön görüş vardır; çünkü o, silahlı İslami hareketleri destekliyor ve onlara destek veriyor ve benzerlerini yapıyor… Bu görüş, araştırmak istediğiniz konuyla ilgili bir hüküm olup sadece o konu hakkında ön bilgi değildir; dolayısıyla araştırmanın sıhhati, bu ön görüşten vazgeçmenizi, konuyu mevcut siyasi deliller çerçevesinde, objektif bir çalışma ile incelemenizi gerektirmektedir… Ardından konu hakkında doğru görüşe ulaşabilirsiniz.

Umarım bu açıklama yeterli olmuştur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 04 Ramazan 1442

M. 16/04/2021

 

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4115/

Devamını oku...

Fıkhi Görüşlerdeki İhtilaf Örneğin Ramazan Ayının Başlangıcının İspatı Gibi

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

Fıkhi Görüşlerdeki İhtilaf

Örneğin Ramazan Ayının Başlangıcının İspatı Gibi

Esedullah el-Kuraşî’ye

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Hizb-ut Tahrir’in emiri olan Emirimiz ve Şeyhimiz Şeyh Allame Ata İbn Halil Ebu Raşta’ya -Allah onu korusun, onun ve onunla birlikte Hizb-ut Tahrir gençlerinden mümin bir grubun eliyle İslam’a nusret versin ve izzetli kılsın- bir soru.  

Celil Şeyhimiz, ihtilaf fıkhı olarak adlandırılan hususa giren Hizb’teki fıkhi görüşlerin benimsenmesi noktasında bizimle ihtilaf halinde olan dört imam ve diğer müçtehitlerin fıkhi görüşleri hakkında bir sorum olacak. Örneğin: Astronomik hesaplama ile Ramazan orucunun ispatı gibi; sanırım İbn Süreyc eş-Şafi gibi bazı eski fakihler ile Şeyh Ahmed Şakir el-Mısri ve Şeyh Mustafa ez-Zarkâ el-Halebi el-Hanefi gibi diğerleri bu husustaki görüşlerini ayrıntılı olarak söylemişlerdir. Soru şudur: Hizb’te bizim benimsediğimize muhalif olan görüşlerle, özellikle de bunlar büyük müçtehit imamlardansa nasıl muamele edeceğiz? Örneğin astronomik hesaplama yoluyla orucun ispat edilmesi meselesini kabul ediyor muyuz? Nitekim bu meselede iki farklı görüş vardır ve cumhurun görüşü farz değil mubah olduğu yönündedir; peki fakihler arasında ihtilaflı olan ve benim taklit ettiğim fakihin de caiz dediği bir meselede beni sorumlu tutamazsınız diyen birinin sözünü kabul ediyor muyuz?      

Sorunun gayesi, ihtilaf fıkhı hakkındaki anlayışımı netleştirmektir; örneğin ikinci görüş ne zaman tercih edilir, ikinci görüş ne zaman savaşılması gereken inkâr edilen bir görüş olur, örneğin bizim açımızdan tercih edilen olsa bile ikinci görüş ne zaman ihtilaf olarak kabul edilir? Örneğin: Diğer görüşü kabul etmek açısından astronomik hesapla Ramazan orucunu ispat etme meselesi ile yüz ve ellerin avret olduğunu söyleyen Hizbin görüşene muhalif olan erkek için kadının avret olması arasında ne fark vardır? 

Uzattığım için özür dilerim. Ancak neden ihtilaflı görüşün olduğunu açıklamanızı rica ediyorum, tabii ki benim açımdan; “şayet hata ettiysem özür dilerim.”  Sebep, bu hükümlerin Hilafetin ve ona bakış açısının birliğine yakınlığı ve uzaklığı mıdır?

Allah sizi hayırla mükafatlandırsın. Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Güzel dualarınızdan dolayı Allah seni mübarek kılsın ve biz de size, daha hayırlı ve bereketli dua ile karşılık veriyoruz…

Sahih şerî bir içtihatla şerî delillerden istinbat edilen hüküm, sahibi hakkındaki şerî hüküm olup bizim söylediğimiz ve benimsediğimiz görüşe muhalif olsa bile İslami bir görüştür. Hatta bu görüş, dört mezhep imamlarının ve bu mezhep müçtehitlerinin içtihatları gibi ilim ve takva ile meşhur olmuş mezhep imamlarından bir müçtehidin görüşü olsa bile… Nitekim benimsediğimiz fıkhi görüşe muhalif olan fıkhi görüşlerle muamele etme keyfiyetini, Hizbi kültür kitaplarının birçoğunda açıklamıştık. Şimdi size, Allah’ın izniyle sorunuza daha iyi cevap olması için iki yerden aktarımda bulunacağım:     

1- Hizb-ut Tahrir Mefumları Kitabı’nda şöyle geçmektedir:

[İslam’a iman, hükümlerini ve kanunlarını anlamaktan başka bir şeydir. Zira O’na iman, akıl yolu ile ya da aslı akla dayanan bir yol ile sabit olmuştur. Bundan dolayı ona hiçbir şüphe sızamaz. Hükümlerini anlamaya gelince; bu, yalnızca akla bağlı değildir. Ancak Arap dilini bilmeye, istinbat kuvvetinin varlığına ve sahih hadisleri zayıflardan ayırt edebilmeye bağlıdır. Bunun içindir ki daveti taşıyanlar, şerî hükümlere dair anlayışlarına, hatalı olma ihtimali bulunan doğru anlayışlar, başkalarının anlayışlarına ise, doğru olma ihtimali bulunan hatalı anlayışlar olarak itibar etmelidirler ki İslâm’a ve hükümlerine, kendi anlayışlarına ve istinbatlarına göre davet edebilsinler. Yine doğru olmaihtimâli bulunan hatalı anlayışlar olarak îtibâr ettikleri başkalarının anlayışlarını, hatalı olma ihtimali bulunan doğru anlayışlar olarak itibar ettikleri kendi anlayışlarına dönüştürebilmeleri mümkün olsun. Bunun için daveti taşıyanların, kendi anlayışları hakkında; bu, İslâm’ın görüşüdür, demeleri doğru olmaz. Bilakis onlara düşen, kendi görüşleri hakkında; bu, İslami bir görüştür, demeleridir. Mezhep sahibi müçtehidler, çıkardıkları hükümlere, hatalı olma ihtimali bulunan doğrular olarak îtibâr ediyorlar ve hepsi de “Hadisi sahih bulduğunuzda benim mezhebim odur, onu alın, benim sözümü duvarın ortasına çarpın.” diyorlardı. Keza daveti taşıyanlar da, benimsedikleri ya da anlayışlarına göre İslâm’dan ulaştıkları görüşlere, hatalı olma ihtimali bulunan doğru görüşler olarak itibar etmelidirler…] Bitti.

2- Topluma Giriş Kitapçığı’nda şöyle geçmektedir:

[… Giriş yönünden olana gelince; İslam’a sadece bütün şaibelerden arınmış bir şekilde girilmesine izin verilmelidir; zira kâfirler, yöneticiler ve siyasetçiler, İslam adı altında İslam dışı fikirleri topluma sokmaya çalışacaklar, böylece toplumda İslam açısından bir akışkanlık oluşturacaklardır. Bu yüzden Müslümanların, bu yönün tamamen bilincinde olmaları gerekir böylece Müslümanlar, her türlü küfür düşüncesine saldırdıkları gibi İslam’a aykırı olan her türlü düşünceye de saldırsınlar; çünkü bunlar, apaçık bir küfürdür. 

Ancak bu saldırı, sadece siyasi veya teşrî-yasama fikirlerine yani düşünce yayınlandığında veya araştırma yapılırken devlet işlerinde araştırma yapılan toplum ilişkileriyle ilgili fikirlere yönelik olmalıdır.Örneğin çok eşliliğin yasaklanması, yardım derneklerine, bakanlıklara katılmaya, her bir yöneticinin olduğu gibi bekasını korumak için İslam dünyasındaki mevcut yöneticiler arasında yakınlaşmaya ve İslami üniversiteye izin verilmesi, yaşam standardının yükseltilmesi, ülkeye yabancı paranın girdirilmesi ve benzeri fikirler gibi. Zira bunların tamamı, İslami olduğu veya İslam’a aykırı olmadığı şeklinde itibar edilerek girdirilen İslami olmayan fikirlerdir. Bu yüzden bunlara saldırılmalı, bunlarla savaşılmalı ve toplumda akışkanlığın meydana gelmemesi için topluma girmelerine imkân verilmemelidir. Hizbin benimsemiş olduğu şeylere muhalif olan İslami fikirlere gelince; bu husustaki anlayış hatalı görülebilir ancak saldırılmamalı, aksine bunun İslami bir görüş olduğu ancak delilin zayıf olduğu açıklanmalıdır. Örneğin müçtehitlerden bir kısmı Halife’nin Kureyş ve Ehl-i Beyt’in dışında olmasını caiz görmemekte, onlardan bir kısmı kadının kâdi olmasının caiz olmadığını düşünmekte, yine onlardan bir kısmı zekatının verilmesi durumunda altın ve gümüş biriktirmenin caiz olduğunu düşünmekte ve onlardan bir kısmı da ziraat arazisini kiralamanın caiz olduğunu düşünmekte ve benzerleri gibi. İşte bu görüşlerin tamamı İslami görüşler olup topluma girmeleri engellenmez; çünkü bunlar, Hizbin delile ve şibhi delile dayalı olarak benimsediği görüşler gibi İslam olduğu için toplumda bir akışkanlık meydana getirmezler. Dolayısıyla bu İslami fikirler için hatalı olduklarını açıklamak yeterlidir.             

Ancak Hizb, gazetelerinde, neşriyatlarında ve tartışmalarında, kesinlikle benimsemiş olduğu görüşe aykırı olan hiçbir görüşü taşımaz. Ama o, daha önce fikhi veya teşri için model olarak benimsemediği görüşlerin yayınlanmasına izin verir ancak kendisinden sadır olan kimseye atıfta bulunmaz, aksine deliliyle iktifa eder. Bu Hizbin yayınladığı görüşler açısındandı. Ama Hizbin kanalıyla olmayan İslami bir görüş yayınlar ve bu görüşte Hizbin görüşüne aykırı olursa, o zaman tartışılması gerekirse tartışmakla yetinir, aksi taktirde onu ihmal eder. Tüm bunlar sayesinde Hizb, toplum ile toplumda meydana gelmesi korkulan akışkanlığın arasını engeller. Böylece İslam ile küfür arasındaki savaş, küfür mağlup olup İslam galip gelinceye kadar devam eder.] Bitti.

Yukarıda aktarılanlardan anlaşılmaktadır ki Hizb, sahih şerî içtihatla istinbat edildiği sürece başkalarının kendi benimsedikleriyle çelişen fıkhi görüşler söylemesini inkar etmez. Eğer mesele bu şekilde olursa, onları inkar etmez. Aksine bu konuda onlarla tartışır, görüşlerinin hatalı olduğu ve delillere dayalı olan kendi görüşünün doğru olduğu noktasında onları ikna etmeye çalışır, onların görüşleriyle savaşmaz, onlara saldırmaz, aksine bu konuda hata olduğunu açıklamakla yetinir ve bunların toplumda var olmasına izin verir; çünkü bunlar, her ne kadar tercih edilmiş ve Hizb açısından delil zayıf olsa da İslami görüşlerdir…    

- Buna dair örneklerden biri kadının yüzü ve ellerinin avrettir sözüydü; bu, bazı fakih ve müçtehitlerin söylediği İslami fıkhi bir görüştür ve biz bunu söyleyenleri inkâr etmiyoruz. Ancak bizler onları, kadının yüzünün ve ellerinin avret olmadığı şeklindeki görüşümüze davet ediyor ve onlara görüşümüzün sıhhatini şerî delillerle açıklıyoruz. Ancak onların bu görüşlerine saldırmıyoruz ve onların bunlara tabi olmalarını inkâr etmiyoruz; çünkü bunlar, müçtehit fakihlerin söyledikleri İslami görüşlerdir…   

- Astronomik hesaplama sözüne gelince; bunu söyleyenler nezdinde birden çok söz vardır… Zira onlardan bir kısmı, şayet hilal gece görünürse, o gecenin Ramazan’ın ilk gecesi olduğu görüşünü benimser… Onlardan bir kısmı, şayet hilal gündüz görünür ve güneş battıktan sonra kaybolursa, kaybolma süresi ne olursa olsun bunun Ramazan gecesi olduğunu söylüyor… Onlardan bir kısmı, hesaplama ile görmenin arasını uzlaştırmaya çalışıyor ve şöyle diyor; şayet gündüz görünür ve görme ihtimalinin olduğu süreyle birlikte güneş battıktan sonra kaybolursa, o zaman bu gece Ramazan’ın ilk gecesidir… Sonra bu sürenin miktarının 10 dakika mı, 15 dakika mı yoksa 20 dakika mı olduğu noktasında ihtilaf ediyorlar… Ben bu içtihadın doğru olduğu eğiliminde değilim. Zira oruç ve iftar hilalini görmeyle bağlantılı olan nâsslar açıktır: صُومُوا لِرُؤْيَتِهِ وَأَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِHilali gördüğünüz zaman oruç tutun. Hilali gördüğünüzde iftar edin.” [Müslim tahriç etti.] Nasıl oluyor da bunu hesaplama ile denk tutabiliyorlar? Özellikle de Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, hilalin görülmemesine bulutları örnek vermesine rağmen; şayet hilal bulutların arkasında mevcut olsa bile ancak bulutlar onu engelliyor ve görünmüyor. Bu durumda hilal görülmediğinde Şaban’ın 30 güne tamamlanmasını zorunlu kılıyor; şayet hilal bulutların arkasında mevcut olsa bile ancak görülmüyor: فَإِنْ غُمِّيَ عَلَيْكُمُ الشَّهْرُ فَعُدُّوا ثَلَاثِينَEğer hava kapalı olursa, Şaban ayını otuza tamamlayın.” [Müslim tahriç etti.] Bütün bunlar, oruç tutmanın ve iftar etmenin sebebinin hilali görmek olup başka herhangi bir sebep olmadığını teyit ediyor.  Bu nedenle Astronomik hesabın sahih şerî içtihatla istinbat edilmesine itibar edilmesi noktasında içimde bir şey var… Allah’ın izniyle bizler, sahih şerî usule göre sahih içtihada dayalı olarak onaylanan şerî bir görüşü benimsedik.            

- Sonuç olarak bizler, şeri bir içtihatla İslam’dan istinbat edilmiş olduğu sürece muteber müçtehitlerin söylediği herhangi bir İslami görüşe saldırmıyoruz, aksine görüşümüzün doğru olduğu noktasında onlarla güzel bir şekilde tartışıyoruz, delillerimizi söylüyoruz ve onları dinliyoruz… Ancak bizler, şiddetle İslam dışı görüşleri girdirip bunlarla insanları saptırmak isteyenlerin karşında duruyoruz; zira bunlar, doğu ile batı kadar İslam’dan uzak fikirlerdir! Dolayısıyla bu görüşlerin sahte oldukları açıklanırken küçük görülmesi doğru değildir; tıpkı faizli kazançların mubah olduğu söylemek ve küfür sistemlerine katılmanın ve Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yönetmenin caiz olduğunu söylemek gibi. Hatta onların durumu, Yahudilerle sulh (barış) yapmanın ve varlıklarıyla ilişkileri normalleştirmenin caiz olduğunu söylemelerine kadar ulaşmıştır: أَلَا سَاءَ مَا يَحْكُمُونَBakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” [Nahl 59] Ve benzeri görüşler zamanımızda yayılmış olup bunlar, sahih şerî bir istinbatla istinbat edilmemişlerdir. Aksine bunlardan bazıları, Allah Subhanehu’nun Kitabı’nda ve Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde geçen kesin delillerle çatışmaktadır. Dolayısıyla bu tür görüşler, şerî hükümler ve İslami görüşler olarak kabul edilmez. Dolayısıyla da bunları söyleyen ve alan kişi inkâr edilir, savaşılır ve bunların varlığı engellenir…           

Umarım bu kadarı yeterli olmuştur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 25 Şaban 1442

M. 07/04/2021

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4110/

Devamını oku...

Haram Olan Maddeleri İçeren Aşıyı Olmanın Hükmü

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

Haram Olan Maddeleri İçeren Aşıyı Olmanın Hükmü

Muhammad Abdulbasir’e

 

Soru:

Esselamu Aleykum Emirimiz ve Şeyhimiz.

Allah’tan, sizi ve bu asil Hizbi korumasını, nusreti sizin elinizle gerçekleştirmesini ve bu ümmete, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti ikram etmesini niyaz ediyorum. Amin.

Sorum şudur: Birleşik Krallık'ta hükümet, grip olmasınlar diye çocuklarımıza her kış grip aşısı yapıyor. Bu bir önlem meselesi olup ebeveynler çocuklarına aşı yaptırmamayı tercih ediyorlar. Öğrendiğime göre aşı domuzlardan elde edilen jelatin içeriyor ve onun saflaştırıldığını ve aşının sprey/burun spreyi şeklinde yapıldığını söylüyorlar.

Çocuklara ve yetişkinlere, koruma amaçlı aşı, aynı şekilde domuz, alkol ve benzerleri gibi haram olan maddeler içeren ilaçlar yaptırmak caiz midir?

Allah’tan, sağlığınızı en iyi şekilde korumasını ve cevaptan dolayı sizi büyük bir şekilde ödüllendirmesini niyaz ediyorum.

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

İslam’da kardeşiniz

Abdulbasir

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Öncelikle bizim için yaptığınız o güzel dualarınızdan dolayı Allah sizi mübarek kılsın ve biz de size ondan daha güzel bir dua ile karşılık veriyoruz…

Siz, aşısı haram olan maddeleri içeren aşıyı yapmanın şerî hükmünü sorduğunuz gibi aynı şekilde haram olan maddeleri içeren ilaçlarla tedavi olmak hakkında soruyorsunuz… Daha önce biz, aşı yaptırmanın hükmünü cevapladığımız gibi aynı şekilde haram ve necis olan bir şeyle tedavi olmanın hükmünü de cevaplamıştık. Bu cevapların toplamında, sizin şu anki sorunuzun cevabı olacaktır. Şimdi size, verdiğimiz cevapların bir kısmını aktarıyorum:

Birincisi: 18/11/2013 tarihli aşı olmak ve onun hükmü hakkındaki soru cevapta şöyle geçmektedir:

[Aşı, bir tedavidir. Tedavi ise menduptur, farz değildir. Bunun delili şudur:

1- Buhari'nin Ebu Hurayra'dan rivayet ettiğine göre Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ، فَإِذَا أُصِيبَ دَوَاءُ الدَّاءِ بَرَأَ بِإِذْنِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ  "Allah hiçbir hastalık indirmedi ki şifasını da indirmemiş olsun."

Müslim de Cabir İbn Abdullah'tan rivayet ettiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ، فَإِذَا أُصِيبَ دَوَاءُ الدَّاءِ بَرَأَ بِإِذْنِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ "Her derdin bir devası vardır. Eğer o derdin ilacı bulunursa, Allah'ın izniyle o hastalık iyileşir." Ahmed de Musned'inde Abdullah İbn Mesut'tan şunu rivayet etti: مَا أَنْزَلَ اللَّهُ دَاءً، إِلَّا قَدْ أَنْزَلَ لَهُ شِفَاءً، عَلِمَهُ مَنْ عَلِمَهُ، وَجَهِلَهُ مَنْ جَهِلَهُ Allah, hiçbir hastalık indirmemiştir ki o hastalığın şifasını da indirmiş olmasın. Bunu bilen bilir, bilmeyen de bilmez.

Bu hadislerde her derde şifa verecek bir devanın olduğuna bir irşat vardır. Bu da Allah'ın izniyle derdin devasına yol açan tedaviye yönelik bir teşviktir. Bu bir irşattır, farz kılıcı delil değildir.

2- Ahmed'in Enes’ten rivayet ettiğine göre Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: إِنَّ اللَّهَ حَيْثُ خَلَقَ الدَّاءَ، خَلَقَ الدَّوَاءَ، فَتَدَاوَوْا "Şüphesiz Allah derdini yaratmış ise devasını da yaratmıştır. Onun için tedavi olunuz." Ebu Davud, İbn Usame İbn Şerik'ten rivayet ettiğine göre أَتَيْتُ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابَهُ كَأَنَّمَا عَلَى رُءُوسِهِمُ الطَّيْرُ، فَسَلَّمْتُ ثُمَّ قَعَدْتُ، فَجَاءَ الْأَعْرَابُ مِنْ هَا هُنَا وَهَا هُنَا، فَقَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَنَتَدَاوَى؟ فَقَالَ: تَدَاوَوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلَّا وَضَعَ لَهُ دَوَاءً، غَيْرَ دَاءٍ وَاحِدٍ الْهَرَمُ Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının yanına sanki başlarında kuş varmış gibiyken vardım. Selam verdim sonra da oturdum. Ardından oradan buradan bedeviler geldi.  Dediler ki: "Ey Allah’ın Rasulü tedavi olalım mı?" O da "Tedavi olunuz, çünkü Allah Azze ve Celle verdiği her hastalık için, mutlaka bir deva yaratmıştır. Ancak bir dert hariç, o da yaşlılıktır.” diye buyurmuştur." Yani ölüm hariçtir.

İlk hadiste tedavi olmayı emretti. Bu hadiste ise hem bedevilere bir yanıt olarak hem de kullara hitaben tedavi olmalarını emretti. Çünkü Allah, yarattığı her dert için şifasını da yarattı. Her iki hadiste de hitap emir sığası ile geldi. Emir ise mutlak talep ifade eder. Kesin emir olursa ancak farz ifade eder. Kesinlik ise ona delalet eden bir karineyi gerektirir. İki hadiste de farza delalet eden herhangi bir karine yoktur. Buna ek olarak tedavi olmamanın caiz olduğuna delalet eden başka hadisler de vardır. Bu hadisler, iki hadisteki farz olma olasılığını ortadan kaldırırlar. Müslim, İmran İbn Husayn'dan rivayet ettiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مِنْ أُمَّتِي سَبْعُونَ أَلْفًا بِغَيْرِ حِسَابٍ، قَالُوا: وَمَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ: «هُمُ الَّذِينَ لَا يَكْتَوُونَ وَلَا يَسْتَرْقُونَ، وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ "Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız cennete girecektir." Dediler ki: "Kim onlar ey Allah’ın Rasulü!" Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Bunlar dağlama ve rukye yapmayıp Rablerine tevekkül eden kimselerdir." Buyurdu." Rukye ve dağlama, bir tedavi çeşididir. Buhari de İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre dedi ki: هَذِهِ المَرْأَةُ السَّوْدَاءُ، أَتَتِ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ: إِنِّي أُصْرَعُ، وَإِنِّي أَتَكَشَّفُ، فَادْعُ اللَّهَ لِي، قَالَ: «إِنْ شِئْتِ صَبَرْتِ وَلَكِ الجَنَّةُ، وَإِنْ شِئْتِ دَعَوْتُ اللَّهَ أَنْ يُعَافِيَكِ» فَقَالَتْ: أَصْبِرُ، فَقَالَتْ: إِنِّي أَتَكَشَّفُ، فَادْعُ اللَّهَ لِي أَنْ لاَ أَتَكَشَّفَ، «فَدَعَا لَهَا "Bu siyah kadın, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelerek dedi ki "Ben saraya tutuluyorum, üstüm açılıyor. Benim için Allah'a dua et." Dedi ki: "Dilersen sabredersin ve cennete girersin. Dilersen iyileşmen için Allah'a dua ederim." Bunun üzerine kadın: "Sabrederim" dedi. Ardından da "Üstüm açılıyor, Allah'a dua et de üstüm açılmasın" dedi. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem de o kadın için dua etti." Bu iki hadis, tedavinin terk edilebileceğine delalet eder.

Tüm bunlar tedavi olunuz ifadesinde geçen emrin, farz için olmadığına delalet eder. O halde buradaki emir ya mubah ya da mendup içindir. Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem şiddetle tedaviye teşvik ettiği için hadislerde geçen tedavi olma emri mendup için olur.

Buna göre aşının hükmü mendup olur. Çünkü aşı, bir tedavidir. Tedavi ise menduptur. Ancak belirli bir tür aşının zararlı olduğu kanıtlanırsa, herhangi nedenden dolayı aşı içeriklerinin bozuk ya da zararlı olması gibi, bu durumda aşı, bu içerikle Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde geçen zarar kaidesine göre haram olur. Ahmed Musned'inde İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَZarar vermek ve zararla mukabele etmek yoktur.” Ancak bu gibi durumlar nadirdir…

Hilafet Devletinde ise enfeksiyon hastalıkları ve benzerleri gibi aşı gerektiren hastalıklara karşı aşı olacaktır. İlaç ise tüm şaibeden temiz ve saf olacaktır. Şifa veren ise Allah Subhanehu ve Teala’dır: وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِHastalandığımda da O bana şifa verir.” [Şuara 80] Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sözü ile amel ederek işlerin güdülmesi uyarınca sağlık bakımının Halifenin görevlerinden biri olduğu şeran bilinen bir husustur.  الإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ وَمَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ "İmam, bir çobandır, güttüklerinden sorumludur." [el-Buhari] Bu hadis, sağlık ve tıbbın devletin görevleri içerisine girdikleri için sorumluluğu hakkında genel bir nâsstır.

Burada sağlık ve tıp ile ilgili özel deliller de vardır. Müslim, Cabir yoluyla rivayet ettiğine göre بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ طَبِيبًا فَقَطَعَ مِنْهُ عِرْقًا ثُمَّ كَوَاهُ عَلَيْهِAllah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ubeyy İbn Ka’b’e bir hekim gönderdi. Hekim ondan bir damarı kesti sonra da onu dağladı.” Hâkim, Müstedrek’te Zeyd İbn Eslem'den, babasından şunu rivayet etti: مَرِضْتُ فِي زَمَانِ عُمَرَ بِنَ الْخَطَّابِ مَرَضاً شَدِيداً فَدَعَا لِي عُمَرُ طَبِيباً فَحَمَانِي حَتَّى كُنْتُ أَمُصُّ النَّوَاةَ مِنْ شِدَّةِ الْحِمْيَةِÖmer İbn Hattab zamanında çok ağır bir hastalığa tutuldum. Ömer benim için bir hekim çağırdı. Hekim bana diyet verdi. Hatta ben şiddetli diyetten dolayı çekirdeği emiyordum.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir yönetici niteliği ile Ubeyy'e bir hekim gönderdi. İkinci Raşid Halife Ömer de tedavi etmesi için Esleme bir hekim çağırdı. Bu iki olay, sağlık ve tıbbın tebaanın temel ihtiyaçlarından olduğuna delildir. Devlete, tebaanın sağlık ihtiyacını ücretsiz sunması farzdır.] Bitti.

İkincisi: 26/1/2011’de, haram ve necis olan şeyden faydalanmak ve bunlarla tedavi olmak hakkındaki soru cevapta şöyle geçmektedir:

[… 2- Necis ve haram olan şeylerden faydalanmak haramdır ve buna dair deliller şunlardır:

- Buhari, Cabir İbn Abdullah Radıyallahu Anh’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'nin fethedildiği sene Mekke’de iken şöyle dediğini işittiğini rivayet etmiştir: إِنَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ حَرَّمَ بَيْعَ الْخَمْرِ وَالْمَيْتَةِ وَالْخِنْزِيرِ وَالْأَصْنَامِ فَقِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَرَأَيْتَ شُحُومَ الْمَيْتَةِ فَإِنَّهَا يُطْلَى بِهَا السُّفُنُ وَيُدْهَنُ بِهَا الْجُلُودُ وَيَسْتَصْبِحُ بِهَا النَّاسُ فَقَالَ لَا هُوَ حَرَامٌ ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ قَاتَلَ اللَّهُ الْيَهُودَ إِنَّ اللَّهَ لَمَّا حَرَّمَ شُحُومَهَا جَمَلُوهُ ثُمَّ بَاعُوهُ فَأَكَلُوا ثَمَنَهُŞüphesiz ki Allah ve Rasulü şarabın, murdar ölen hayvanın etinin, domuzun ve putların satışını haram kıldı.” Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Ey Allah’ın Rasulü! Murdar ölen hayvanın iç yağları hakkında ne dersiniz? Murdar ölen hayvanın iç yağlarıyla gemiler cilalanır, deriler yağlanır, onunla insanlar aydınlanır denildi. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Hayır o haramdır” buyurdu. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan sonra da şöyle dedi: “Allah Yahudilere lanet etsin! Allah murdar ölen hayvanın iç yağlarını onlara haram ettiği zaman, onlar bu yağı eritip sonra onu sattılar ve parasını yediler.

- Taberî’nin Tehzîbü'l Asâr’ında Cabir’den rivayet edildiğine göre Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لا تَنْتَفِعوا مِنَ الميْتَةِ بِشَيْءٍÖlüden hiçbir şekilde faydalanmayın.

- Ebu Davud’un İbn Abbas’tan rivayet ettiği hadiste geçtiği gibi ölünün derisi istisna edilmiştir; Müsedded ve Vehb Meymune’nin şöyle dediğini söylemiştir; Bizim azatlı bir cariyemize sadaka (olarak toplanmış koyunlar) dan bir koyun hediye edilmişti, bir süre sonra koyun öldü. Derken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, (ölü olarak yol üzerine atılıverilmiş olan) bu koyunun yanından geçerken şöyle dedi: أَلَا دَبَغْتُمْ إِهَابَهَا وَاسْتَنْفَعْتُمْ بِهِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّهَا مَيْتَةٌ قَالَ إِنَّمَا حُرِّمَ أَكْلُهَاBu koyunun derisini tabaklayıp ondan yararlansaydınız ya. Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulü, o bir leştir. (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: (Ölü hayvanın) ancak yenmesi haramdır.

- Buhari, Cabir İbn Abdullah Radıyallahu Anh’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'nin fethedildiği sene Mekke’de iken şöyle dediğini işittiğini rivayet etmiştir: إِنَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ حَرَّمَ بَيْعَ الْخَمْرِŞüphesiz ki Allah ve Rasulü şarabın satışını haram kıldı.

- Buhari, aynı şekilde Enes Radıyallahu Anh’dan şunu rivayet etti; Ebu Talha’nın evinde sakilik yapıyordum. O gün onların şarabı, Fadih (hurma koruğu şarabıydı). Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emri üzerine tellal: أَلَا إِنَّ الْخَمْرَ قَدْ حُرِّمَتْİyi biliniz ki şarap haram kılındı” diye seslendi. Ebu Talha (bana) şöyle dedi: "Çık ve bu şarabı dök. Ben de çıkıp döktüm. O gün, Medine sokaklarında şarap selleri aktı.

- Ebu Davud, Ebu Hureyra’dan Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَ الْخَمْرَ وَثَمَنَهَا وَحَرَّمَ الْمَيْتَةَ وَثَمَنَهَا وَحَرَّمَ الْخِنْزِيرَ وَثَمَنَهُAllah, içkiyi ve onun kazancını haram kıldı. Murdar eti ve onun kazancını haram kıldı. Domuz ve onun kazancını haram kıldı.

3- Tedavi, bu haramlılıktan istisna edilir. Zira haram ve necis olan bir şeyle tedavi olmak haram değildir:

- Haram olan bir şeyle tedavi olmanın haram olmamasına gelince; Müslim’in, Enes’ten rivayet ettiği şu hadisten dolayıdır: رَخَّصَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَوْ رُخِّصَ لِلزُّبَيْرِ بْنِ الْعَوَّامِ وَعَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ فِي لُبْسِ الْحَرِيرِ لِحِكَّةٍ كَانَتْ بِهِمَا Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, izin verdi (veya) kaşıntı hastalığı olmalarından dolayı Zübeyr İbn Avvam ile Abdurrahman İbn Avf'ın ipek giymesine izin verdi.” Erkeklerin ipek giymesi ise haramdır. Ancak tedavi amaçlı olursa caizdir.

- Necis olan bir şeyle tedavi olmanın haram olmamasına gelince; Buhari’nin, Enes Radıyallahu Anh’dan rivayet ettiği şu hadisten dolayıdır: أَنَّ نَاسًا اجْتَوَوْا فِي الْمَدِينَةِ فَأَمَرَهُمْ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يَلْحَقُوا بِرَاعِيهِ يَعْنِي الْإِبِلَ فَيَشْرَبُوا مِنْ أَلْبَانِهَا وَأَبْوَالِهَا فَلَحِقُوا بِرَاعِيهِ فَشَرِبُوا مِنْ أَلْبَانِهَا وَأَبْوَالِهَا... “Bir gurup insan Medine'de (yemeklerinin yaramamasından dolayı) rahatsızlandılar. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, sürülerine, yani develerine gitmelerini sütünden ve bevlinden içmelerini emretti. Onlar da sürülerine giderek sütünden ve bevlinden içtiler…” İçtevev kelimesinin manası, Medine’nin yemekleri onlara yaramadığından dolayı hasta oldular demektir. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem de necis olduğu halde “bevl” ile tedavi olmalarına izin verdi…] Bitti.

Üçüncüsü: 19/09/2013 tarihli soru-cevapta şöyle geçmektedir:

[… Tedavi amaçlı alkol ve alkolün karıştığı ilaçları kullanmak mekruh olmakla birlikte caizdir. Bunun delili şudur:

 İbn Mâce, Tarık ibn Suveyd el-Hadramî yoluyla rivayet ettiğine göre: قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ بِأَرْضِنَا أَعْنَابًا نَعْتَصِرُهَا فَنَشْرَبُ مِنْهَا قَالَ لَا فَرَاجَعْتُهُ قُلْتُ إِنَّا نَسْتَشْفِي بِهِ لِلْمَرِيضِ قَالَ إِنَّ ذَلِكَ لَيْسَ بِشِفَاءٍ وَلَكِنَّهُ دَاءٌ “Dedim ki: "Ey Allah’ın Rasulü! Topraklarımızda üzümler oluyor, biz onlardan içki yapıp içiyoruz." Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Hayır” buyurdu. Ben de tekrar döndüm ve “Onu hastalar için şifa olarak kullanıyoruz” dedim. Bunun üzerine “Şüphesiz o, ilaç değil, ancak bir hastalıktır.” buyurdu.” Bu, necis veya haram olan bir şeyin -içkinin- bir ilaç olarak kullanılması konusunda bir nehiydir. Ama Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem necis olan “deve idrarı” ile tedaviye cevaz vermiştir. Buhari Enes kanalıyla şunu rivayet etmiştir: أَنَّ نَاسًا مِنْ عُرَيْنَةَ اجْتَوَوْا الْمَدِينَةَ فَرَخَّصَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يَأْتُوا إِبِلَ الصَّدَقَةِ فَيَشْرَبُوا مِنْ أَلْبَانِهَا وَأَبْوَالِهَا Urayne kabilesinden bir gruba Medine'nin havası dokununca Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem deve idrarı içmeleri için ruhsat verdi. Onlar da sütünden ve idrarından içtiler.” İçtevev el-Medine kelimesinin manası, Medine’nin havası onlara yaramadığından hasta oldular demektir. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem necis olduğu halde deve idrarı ile tedavi olabileceklerine dair izin verdi. Ayrıca Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ipek giymek gibi haram olan bir şeyle de tedavi olunabileceğine ruhsat verdi. Tirmizi ve Ahmed Enes yoluyla şunu rivayet etti: أَنَّ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَوْفٍ وَالزُّبَيْرَ بْنَ الْعَوَّامِ شَكَيَا الْقَمْلَ إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم فِي غَزَاةٍ لَهُمَا، فَرَخَّصَ لَهُمَا فِي قُمُصِ الْحَرِيرِ. قَالَ: وَرَأَيْتُهُ عَلَيْهِمَاAbdurrahman İbn Avf ve Zubeyr İbn Avvam bir gazvede bitlerden dolayı Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e şikayette bulundular. O da: "İpek gömlek giyebileceklerine dair ruhsat verdi.” Ravi dedi ki: “Ben onların giydiklerini gördüm.” Bu iki hadis, İbn Mace hadisinde geçen yasağın kesin bir yasak olmadığına yönelik bir karinedir. Yani necis ve haram olan bir şey ile tedavi olmak mekruhtur.

Bu nedenle üretiminde içine alkolün karıştığı ilacı kullanmak, mekruh olmakla birlikte caizdir. İlaç endüstrisinde alkolü kullanmamak daha efdal olanıdır. Ancak ilaç imalatında kullanılması durumunda ise mekruhtur. Bu nedenle hastanın içinde alkolün olduğu bir ilacı içmesi mekruhtur. Tüm bunlar, içinde alkolün olduğu karışımın başka bir şey değil ilaç olması halinde böyledir. Bunun ilaç olup olmadığının tespiti uzmanların görüşüne bağlıdır.] Bitti.

Binaenaleyh necis veya haram maddeler içeren aşılarla aşı olmak, mekruh olmakla birlikte caizdir. Çünkü aşı olmak, tedavi kapsamına girmektedir. Haram ve necis olan şeyle tedavi olmak ise açıklandığı üzere mekruh olmakla birlikte caizdir… Ancak zararlı olduğu ortaya çıkarsa, o zaman caiz olmaz. 

Umarım mesele açıklığa kavuşmuştur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 08 Şaban 1442

M. 21/03/2021

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4105/

Devamını oku...

İslam’a Davet Etmek İle İslam İçin Çalışmak Arasındaki Fark

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

İslam’a Davet Etmek İle İslam İçin Çalışmak Arasındaki Fark

Fehmi Burhan’a

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Affedersiniz, size davet etmek ile çalışmanın anlamını sormak istiyorum.

Hizbi Kitleleşme Kitabı’nın yazarı şöyle diyor: Biz kalkınmanın gerçek temelinin, fikir ve metodu içeren bir ideoloji olduğuna inanıyoruz ki bu ideoloji İslam’dır. Zira İslam, devletin ve ümmetin bütün işlerine, hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akidedir. Evrensel bir nizam olmakla birlikte başlangıçta evrensel bir şekilde çalışılması onun metodundan değildir. Ona evrensel bir şekilde davet edilmekle birlikte, bir veya birkaç bölgenin çalışma sahası yapılması mutlaka gereklidir. Ta ki o bölgelerde İslam iyice yerleşsin ve İslam Devleti kurulsun…

Ben bu metinden, davet etmek ile çalışmak arasında bir fark olduğunu ve sanki Hizb nezdinde bu ikisi için özel bir ıstılah varmış gibi anladım. Zira İslam’ın metodunun, evrensel bir şekilde çalışmak olmadığını, aksine başlangıçta evrensel olarak davet etmenin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Nitekim Hizbi Kitleleşme Kitabı’nın yazarı yine başka bir yerde şöyle demiştir: Bundan sonra kitle bazen soğuk, bazen de sıcak havalarla karşılaşacak, üzerine sert ve yumuşak rüzgârlar esecektir. Hava bazen ağır bazen de açık olacaktır. Kitle eğer bütün bu durumlara karşı sebat gösterir ise fikri billurlaşmış, metodu açıklık kazanmış, şahıslarını hazırlayarak aralarındaki bağları kuvvetlendirmiş bir şekilde davet ve çalışmada amelî ilk adıma ve diğer adımlara güç yetirecek. Böylece Hizbî bir kitleden ideolojik mütekâmil bir Hizb haline gelecektir…

Yine Hizbin, Başlangıç Noktası Kitabı’nda şu metin geçmektedir: Bu nedenle davetin, Hizb yoluyla ve Hizb adına olması gerekir, yani davet İslam için, çalışmak da İslami hayatı yeniden başlatmak için olması gerekir; ancak İslam davetini taşıyan ve İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan Hizb-ut Tahrir’dir.   

Sorum şudur:

1- Hizb-ut Tahrir’in, davet etmek ve çalışmak hakkında özel bir mefhumu mu vardır?

2- Davet ile çalışma arasında bir fark var mıdır?

Allah, İslami Hilafetin kurulmasıyla sizi birçok hayırla mükafatlandırsın. Şayet metinleri yanlış anladıysam lütfen beni bağışlayın ve sizden, şayet anlamakta hata ettiysem düzeltmenizi rica ediyorum. Umulur ki Allah tez zamanda nusretini nasip eder; işte o gün müminler sevineceklerdir.

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Evet, Hizbi Kitleleşme Kitabı’nda sorduğunuz bağlamda İslam’a davet etmek ile İslam için çalışmak arasında bir fark vardır; zira İslam’a davet etmek, onun fikirlerini taşımak ve onları tebliğ edip açıklamaktır. İslam için çalışmaya gelince; İslam’ı, hayat, devlet ve toplum vakıasında ikame etmek için çalışmaktır. Bunun metodu ise İslam’ı taşıyan siyasi bir kitlenin, bir veya birkaç bölgede toplumu değiştirmek, devleti kurmak ve yönetimi almak için çalışmasıdır… Sonra davet, Müslümanların ülkelerini birleştirmek, İslam’ı ve onun tatbikini tüm dünyaya yaymak için devlet yoluyla taşınır… Bu fark, senin sorunda aktarmış olduğun satırlarda ve onları takip eden satırlarda gayet açıktır; zira Kitleleşme Kitabı’nda şöyle geçmektedir:

[Biz kalkınmanın gerçek temelinin, fikir ve metodu içeren bir ideoloji olduğuna inanıyoruz ki bu ideoloji İslam’dır. Zira İslam, devletin ve ümmetin bütün işlerine, hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akidedir. Evrensel bir nizam olmakla birlikte başlangıçta evrensel bir şekilde çalışılması onun metodundan değildir. Ona evrensel bir şekilde davet edilmekle birlikte, bir veya birkaç bölgenin çalışma sahası yapılması mutlaka gereklidir. Ta ki o bölgelerde İslam iyice yerleşsin ve İslam Devleti kurulsun. Böylece bu devlet tabii bir gelişmeyle önce İslam beldelerini kapsamına alsın. Ondan sonra da ebedî ve evrensel bir mesaj olması itibariyle İslam’ı tüm dünyaya yaysın.] Bitti.

Aynı şekilde Hizb-ut Tahrir Mefhumları Kitabı’nda, bu konuya daha fazla açıklık getirilmiştir:

[Amelin başarılı olabilmesi için, çalışmaya başlanacak mekanın ve cemaatin belirlenmesi kaçınılmazdır. Evet, muhakkak ki İslam evrenseldir, tüm insanlığa bakar ve bütün insanoğlunu eşit sayar. Yine davette bölgelerin, atmosferlerin, toprakların ve benzerlerinin farklılığını bir ağırlık olarak değerlendirmez. Bilakis tüm insanoğlunu davete girmeye elverişli olarak görür. Müslümanları da bu daveti bütün beşeriyete tebliğ etmekle sorumlu tutar. Lakin bununla birlikte ona dünya çapında başlanmaz. Çünkü böyle bir başlangıca, hiçbir neticeye götürmeyen ve fiyaskoya uğramış bir amel olarak itibar edilir. Aksine başlangıcın fertte ve bitişin dünyada olması kaçınılmazdır. Bundan dolayı davet, içerisinde yerleşeceği bir mekânda başlamalıdır ki, bu mekân Başlangıç Noktası haline gelsin. Sonra burası ya da davetin içerisinde yerleştiği mekânlardan birisi Hareket Noktası olarak benimsenir. Davet o noktadan yoluna devam eder. Sonra orası ya da bir başka mekan Tutunma Noktası olarak alınıp, orada devlet kurulur ki, davet tabii yolu olan cihad yolu ile yürüsün.] Hizb-ut Tahrir Mefhumları Kitabı’ndan aktarılan bitti.

Böylece taşımaya, ona davet etmeye ve dünyanın her yerindeki insanlara tebliğ etmeye elverişli evrensel bir nizam olmasından dolayı İslam’a davet etmek ile içindeki toplumu değiştirmek ve İslam ile hükmedecek ve onu davet ve cihad yoluyla dünyaya taşıyacak bir devleti kurmak için alanı bir veya daha fazla bölgeyle sınırlandırarak İslam için çalışmak arasındaki fark ortaya çıkmış oldu.

Umarım mesele açıklığa kavuşmuştur.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 21 Recebu’l Hayr 1442

M. 05/03/2021

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4103/

Devamını oku...

أَبَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ شَرٌّ “Bu hayırdan Son Şer Olacak mı” Hadisi İle ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet Olacaktır” Hadisinin Arasını Cem Etmek

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

أَبَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ شَرٌّ “Bu hayırdan Son Şer Olacak mı” Hadisi İle ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet Olacaktır” Hadisinin Arasını Cem Etmek

Muhammed Şatat Ebu Sabah’a

 

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Umarım mesajım size ulaştığında sağlık ve afiyette olursunuz.

Sizden aşağıdaki hadisleri açıklamanızı istiyorum; çünkü bu hadisler, zahirinde çelişki taşımakta olup birtakım gruplar bu iki hadisten kastedileni anlamaksızın bunları birbirlerine cevap vermek için kullanıyorlar;

Birinci grubun hadisi:

Numan İbn Beşir’den şöyle dediği rivayet edildi: Mescitte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile oturuyorduk ki bir adam Beşir’in konuşmasını kesti. Bunun üzerine Ebu Salabe El-Huşaniyyu gelerek şöyle dedi: Ey Beşir Bin Sa’d, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emirler hakkındaki hadisini ezberliyor muydun? Bunun üzerine Huzeyfe dedi ki: Ben onun hutbesini ezberliyordum. Sonra Ebu Salabe oturdu ve Huzeyfe, Allah’ın Rasulü Salllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi: تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضّاً فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» ثُمَّ سَكَتَ... “Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Sonra sükût etti. …”

Diğer grubun hadisi de şöyledir:

Huzeyfe İbn Yeman’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: كَانَ النَّاسُ يَسْأَلُونَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ الْخَيْرِ وَأَسْأَلُهُ عَنْ الشَّرِّ وَعَرَفْتُ أَنَّ الْخَيْرَ لَنْ يَسْبِقَنِي قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَبَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ شَرٌّ قَالَ يَا حُذَيْفَةُ تَعَلَّمْ كِتَابَ اللَّهِ وَاتَّبِعْ مَا فِيهِ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَبَعْدَ هَذَا الشَّرِّ خَيْرٌ قَالَ هُدْنَةٌ عَلَى دَخَنٍ وَجَمَاعَةٌ عَلَى أَقْذَاءٍ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ الْهُدْنَةُ عَلَى دَخَنٍ مَا هِيَ قَالَ لَا تَرْجِعُ قُلُوبُ أَقْوَامٍ عَلَى الَّذِي كَانَتْ عَلَيْهِ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَبَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ شَرٌّ قَالَ فِتْنَةٌ عَمْيَاءُ صَمَّاءُ عَلَيْهَا دُعَاةٌ عَلَى أَبْوَابِ النَّارِ وَأَنْتَ أَنْ تَمُوتَ يَا حُذَيْفَةُ وَأَنْتَ عَاضٌّ عَلَى جِذْلٍ خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تَتَّبِعَ أَحَداً مِنْهُمْ “İnsanlar Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hayır hakkında sorarlarken ben de O’na şerri soruyordum ve hayırlı bir şey olacaksa benim gözümden kaçmayacağını biliyordum dedim ki: Ey Allah’ın Rasulü! Bu hayırdan sonra şer olacak mı? (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç defa şöyle buyurdu: "Ey Huzeyfe! Allah'ın Kitabını öğren ve içindekilere tabi ol.” Ben (yine) dedim ki: Ey Allah’ın Rasulü! Bu hayırdan sonra şer olacak mı? (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Duman üzerinde bir barış ve içerisinde fesat olan bir toplum olacaktır.” Ben dedim ki: Ey Allah’ın Rasulü! Duman üzerindeki barış nedir? (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “(Kargaşadan sonra) kavimlerin kalplerinin eskiden olduğu hale dönmemesidir.” Ben yine dedim ki: Ey Allah’ın Rasulü! Bu hayırdan sonra şer olacak mı? (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Kör ve sağır bir fitne olacak ki…Cehenneme davet edenler olacak. Ey Huzeyfe! Senin bir ağacın köklerini ısırarak (yiyerek) ölmen o fitnecilerden birisine uymandan daha hayırlıdır.

Birinci grup, Allah’ın izniyle hayrın ümmet için geleceğini ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin de geleceğini ve Allah’ın şeriatıyla hükmedileceği -ki bu da bizzat hayırdır- şeklinde yorumladı.

İkinci grup ise hadisiyle, ümmetin hayrı için olan zamanın geçtiğini, bizim bizzat Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bildirdiği fitne döneminde olduğumuzu ve bir Müslümanın diniyle birlikte kaçarak insanlardan uzak durması gerektiğini savundu…

Açıklamanızı rica ediyorum; lütfen saygı ve takdirlerimi kabul ediniz.

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

İlk hadisi Ahmed ve Tayalisi tahric etti. Soruda bahsedilen ikinci hadisi ise Ahmed tahric etmiştir. Ancak Buhari şu lafızla tahric etmiştir… Bana, Ebu İdris el-Havlani, Huzayfe İbn Yeman’ın şöyle derken işittiğini rivayet etti: كاَنَ النَّاسُ يَسْأَلُونَ رَسُولَ اللَّهِ ﷺ عَنْ الْخَيْرِ وَكُنْتُ أَسْأَلُهُ عَنْ الشَّرِّ مَخَافَةَ أَنْ يُدْرِكَنِي، فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّا كُنَّا فِي جَاهِلِيَّةٍ وَشَرٍّ فَجَاءَنَا اللَّهُ بِهَذَا الْخَيْرِ، فَهَلْ بَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ؟ قَالَ: نَعَمْ. قُلْتُ: وَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الشَّرِّ مِنْ خَيْرٍ؟ قَالَ: نَعَمْ، وَفِيهِ دَخَنٌ. قُلْتُ: وَمَا دَخَنُهُ؟ قَالَ: قَوْمٌ يَهْدُونَ بِغَيْرِ هَدْيِي تَعْرِفُ مِنْهُمْ وَتُنْكِرُ. قُلْتُ: فَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ؟ قَالَ: نَعَمْ، دُعَاةٌ إِلَى أَبْوَابِ جَهَنَّمَ مَنْ أَجَابَهُمْ إِلَيْهَا قَذَفُوهُ فِيهَا. قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، صِفْهُمْ لَنَا. فَقَالَ: هُمْ مِنْ جِلْدَتِنَا وَيَتَكَلَّمُونَ بِأَلْسِنَتِنَا. قُلْتُ: فَمَا تَأْمُرُنِي إِنْ أَدْرَكَنِي ذَلِكَ؟ قَالَ: تَلْزَمُ جَمَاعَةَ الْمُسْلِمِينَ وَإِمَامَهُمْ. قُلْتُ: فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُمْ جَمَاعَةٌ وَلَا إِمَامٌ؟ قَالَ: فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ كُلَّهَا وَلَوْ أَنْ تَعَضَّ بِأَصْلِ شَجَرَةٍ حَتَّى يُدْرِكَكَ الْمَوْتُ وَأَنْتَ عَلَى ذَلِكَ “İnsanlar Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hayır hakkında soruyorlardı. Fakat ben bana dokunmasından korkarak şer hakkında soruyordum. Dedim ki; "Ey Allah’ın Rasulü! Biz cahiliye ve şer içindeydik Allah’u Teâla bize bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; Evet. Dedim ki; “O şerden sonra hayır var mı?” Dedi ki; "Evet fakat içinde karışıklık var." Dedim ki; "O karışıklık nedir?" Dedi ki; "Bir takım insanlar benim gösterdiğim yolun dışında bir yol takip edecekler. Onları tanıyacaksın ve onları kabul etmeyeceksin." Dedim ki; Bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet. Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Kim onlara uyarsa onu cehenneme atacaktır." Dedim ki; "Ey Allah’ın Rasulü! Bize onları tarif et? Dedi ki; “Onlar bizim hemşerimiz insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar." Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların cemaatinden ve İmamından/Halifesinden ayrılmazsın." Dedim ki; "Eğer Müslümanların cemaati ve imamı yoksa?" Dedi ki; "O zaman bütün cehenneme davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir ağacın köklerini ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye kadar o durum üzere kal.

Kerim kardeşim, görünen o ki bu konuda kafanız karışmış; Zira sen, ثم تكونُ خلافةً على مِنهاجِ نُبُوَّةٍSonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır” şeklinde geçen birinci hadisin sonunun, فِتْنةٌ عَمْياءُ صَمَّاءُ، عليها دُعاةٌ على أبوابِ النارِ“Kör ve sağır bir fitne olacak ki… Cehennemin kapılarında davetçiler olacak” şeklinde geçen ikinci hadisin sonu ile örtüştüğünü sandınız?!

Mesele bu şekilde değil ey kardeşim! Zira birinci hadisin sonu, ikinci hadisin sonundan başkadır. Nitekim Huzeyfe, ikinci hadisin sonundan sonra, yani “cehennemin kapılarında davetçiler olacak” (cümlesinden) sonra soru sormamış, aksine bu durumu idrak etmesi halinde ne yapacağıyla ilgilenmiştir. Zira Müslümanların durumunun, bu duruma (cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır durumuna) düşmesi ona ağır gelmiştir. Bu yüzden onun için önemli olan Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, bu durumu idrak etmesi halinde ne yapacağını sormak olmuş ve O’na bundan sonra ne olacağını sormamıştır…

İkinci hadisteki bu duruma gelince; birinci hadisteki (zorba diktatörlükle), yani Hilafetin ortadan kalkmasından sonra ortaya çıkan, ardından insanların iradesine rağmen ve Müslümanların rızası olmaksızın ve İslami yönetim olmaksızın onlara zorla dayatılan zorba diktatörlük durumuyla, yani 1924 yılında Hilafetin ilga edilmesinden bugüne kadar Müslümanların üzerinde olduğu durumla aynı durumdur… Bu durumda, cehennemin kapılarında davetçilerin olduğu gayet açıktır; tıpkı Buhari’de şu şekilde geçtiği gibi: (دُعَاةٌ إِلَى أَبْوَابِ جَهَنَّمَ مَنْ أَجَابَهُمْ إِلَيْهَا قَذَفُوهُ فِيهَا... “Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Her kim onlara icabet ederse, onu cehenneme atacaklardır…”) Dolayısıyla 1924’te Hilafetin kaldırılmasından sonraki bu yüzyılı düşünen bir kimse, bu vasfın gerçekleştiğini görecektir!

Birinci hadisteki (zorba diktatör) durumunun, ikinci hadisteki (cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır) aynı duruma delalet etmesine gelince; dolayısıyla birinci hadiste geçen zorba diktatörlükten önceki durumu düşünün ve ikinci hadiste geçen kör ve sağır bir fitne olmasından önceki durumu düşünün… Birinci hadis, zorba diktatörlükten önce ısırıcı meliklerden, yani Emevî, Abbasi ve Osmanlı dönemlerinde yaklaşık 1300 yıl süren Halifenin evinden-hanedanından ardışık olarak gelen Hilafetten bahsetmiştir; nitekim bizler kitaplarımızda, özellikle biat noktasında olmak üzere bu dönemde meydana gelen kötü uygulamadan bahsettik. Zira bir önceki Halifenin evinden-hanedanından olan birine biat edilmiş ve Müslümanlar da buna alışmışlardı. Nitekim biat, Müslümanların genelinin içinden Müslümanların kendisinden razı olduğu bir kişiye olmak yerine biat, Halife’nin eviyle sınırlı kalmıştı. Yani bu merhale Hilafetti ancak bu aşamada Hilafetin kendi evinin dışına çıkmaması için (Halife azı dişleriyle sımsıkı sarılmıştır). Buhari’nin rivayetinde, “Evet fakat içinde karışıklık var." Dedim ki; "O karışıklık nedir?" Dedi ki; "Birtakım insanlar benim gösterdiğim yolun dışında bir yol takip edecekler. Onları tanıyacaksın ve onları kabul etmeyeceksin” şeklinde geçtiği gibi İkinci hadisin (Duman üzerinde bir barış) şeklinde bahsettiği işte bu merhaledir.

Bu merhaleden sonra Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem birinci hadiste bize, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin zorba diktatörlüğün ardından olacağını haber veriyor… İkinci hadise gelince; Huzeyfe Radıyallahu Anh, kör ve sağır bir fitneden ve cehennemin kapılarında davetçilerin olmasından sonra soru sormamıştır. Yani bu şerden sonra ne olacağını sormamış, aksine bu mesele ona ağır gelmiş, bu durumu idrak etmesi halinde ne yapacağı sorusuyla meşgul olmuştur…

Sonuç olarak iki hadisinin arasının cem edilmesi aşağıdaki şekildedir:

1- Birinci hadis, zorba diktatörlükten bahsetmiş, onun şerlerini detaylandırmamış ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin, bu zorba diktatörlükten sonra döneceğini haber vermiştir.

İkinci hadise gelince; Huzeyfe, bu kör ve sağır bir fitneden sonra ne olacağını sormamış, yani birinci hadiste geçen zorba diktatörlükle aynı merhale olan bu merhaleden sonra ne olacağını sormamış, aksine bu durumu idrak etmesi halinde ne yapacağını sormuştur…

Hakeza iki hadisin sonu bir değildir, aksine farklıdır: Zira birincisi, zorba diktatörlükten sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet ile son bulmuş, ikincisi ise cehennemin kapılarındaki davetçilerden, yani zorba diktatörlük üzerinde durmuş ve Huzeyfe bundan sonrasını sormamıştır.

2- Geriye ikinci hadisteki sorunun sonunda geçen mesele kalmıştır: (وَأَنْتَ أَنْ تَمُوتَ يَا حُذَيْفَةُ وَأَنْتَ عَاضٌّ عَلَى جِذْلٍ خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تَتَّبِعَ أَحَداً مِنْهُمْEy Huzeyfe! Senin bir ağacın köklerini ısırarak (yiyerek) ölmen o fitnecilerden birisine uymandan daha hayırlıdır..”) Ve Buhari’nin rivayetinde de şöyle geçmektedir: (قُلْتُ فَمَا تَأْمُرُنِي إِنْ أَدْرَكَنِي ذَلِكَ قَالَ تَلْزَمُ جَمَاعَةَ الْمُسْلِمِينَ وَإِمَامَهُمْ قُلْتُ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُمْ جَمَاعَةٌ وَلَا إِمَامٌ قَالَ فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ كُلَّهَا وَلَوْ أَنْ تَعَضَّ بِأَصْلِ شَجَرَةٍ حَتَّى يُدْرِكَكَ الْمَوْتُ وَأَنْتَ عَلَى ذَلِكَ “Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların cemaatinden ve İmamından/Halifesinden ayrılmazsın." Dedim ki; "Eğer Müslümanların cemaati ve imamı yoksa?" Dedi ki; "O zaman bütün cehenneme davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir ağacın köklerini ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye kadar o durum üzere kal.”)

Doğal olarak bu, kendisini davet etmek için hak açık olmayan, sadece cehennemin kapılarındaki davetçileri gören ve bu yüzden de onlardan uzak durması gereken kimse içindir… Şayet kendisi için hak açık olur ve hakka davet eden insanları görürse, onlarla birlikte hareket etmeli ve uzak durup geride kalmamalı, aksine sadece bütün cehenneme davet edenlerden uzak durmalıdır…

Buna göre iki hadisin arasını, bahsedildiği şekilde anlayıp cem etmek mümkündür. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.

Kardeşiniz H. 14 Recebu’l Hayr 1442
Ata İbn Halil Ebu Raşta M. 26 Şubat 2021

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4102/

Devamını oku...

Şerî Hükümleri Benimseme Hakkı Sadece Halife’ye Aittir

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

Şerî Hükümleri Benimseme Hakkı Sadece Halife’ye Aittir

Ahmed El-Kayravan’a

Soru:

Esselamu Aleykum, “şerî hükümleri benimse hakkı sadece Halife’ye aittir” cümlesinin anlamı nedir?

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh.

Sorunuzun cevabı, Anayasaya Mukaddimesi Kitabı ile Hizbin diğer kitaplarında ayrıntılı olarak geçmektedir. Şimdi size, Anayasa Mukaddimesi Kitabı’nın birinci bölümünde bu konu hakkında geçenlerin bir kısmını aktaracağım: 

- Word dosyasının 110. sayfasında şöyle geçmektedir:

[Hükümleri benimsemeye sadece halifenin hakkı olduğu dördüncü kaideye gelince; hükümleri benimsemeye sadece halifenin hakkı olduğu icmâ-us sahâbe ile sabittir. Bu icmâdan da şu meşhur kaideler çıkarılmıştır: (أمر الإمام يرفع الخلاف) “İmamın emri ihtilafları ortadan kaldırır.” (أمر الإمام نافذ) “İmamın emri nafizdir-uygulanır.” (للسلطان أن يحدث من الأقضية بقدر ما يحدث من مشكلات) “Sultanın ortaya çıkan sorunlar miktarınca kadâda bulunma hakkı vardır.”] Bitti.

- Word dosyasının 146-153. Sayfalarındaki 36. maddenin şerhinde şöyle geçmektedir: 

[(a) fırkasının delili; icmâ-us sahâbedir. Şöyle ki: Kanun ıstılahi bir lafızdır ve “insanların gereğince hareket etmeleri için sultan tarafından yayınlanan emir” anlamındadır. Nitekim kanun şöyle tanımlanmıştır: “Sultanın insanları, karşılıklı alakalarında uymaya mecbur ettiği kaideler toplamıdır.” Yani sultan [hakimiyet sahibi yönetici] birtakım hükümler emrettiği zaman, bu hükümler kanun halini alır ve insanların bağlanmasını gerektirir. Sultanın emretmedikleri ise kanun olmaz ve insanların bağlanmasını da gerektirmez. Müslümanlar ise şer-i hükümlere göre hareket ederler. Dolayısıyla sultanın emirleri ve nehiylerine göre değil, Allah’ın emirleri ve nehiylerine göre hareket ederler. Dolayısıyla da gereğince hareket ettikleri şer-i hükümlerdir, yöneticilerin emirleri değildir. Ancak sahabeler, bu şerî hükümler hakkında ihtilaf etmişlerdir. Şerî nâsslardan, bazıları bir şey anlarken, bazıları başka bir şey anlamışlardır ve her biri kendi anlayışına göre hareket etmiştir. İşte onun bu anlayışı, kendisi hakkında (nezdinde) Allah’ın hükmü olmaktadır. Lakin burada, ümmetin işlerinin güdülmesinin Müslümanların tamamının tek bir görüş üzerinde topluca hareket etmelerini ve herkesin kendi içtihadına göre hareket etmemesini gerektiren birtakım şerî hükümler söz konusudur. Nitekim bu, bilfiil gerçekleşmiştir. Zira Ebu Bekir’in görüşü, malın Müslümanlar arasında eşitlik ile dağıtılması gerektiği, çünkü hepsinin eşit hakları bulunduğu şeklinde idi. Ömer’in görüşü ise Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e karşı savaşanlara, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ile birlikte savaşanlar kadar verilmesinin ve fakire zengin kadar verilmesinin sahih olmayacağı şeklinde idi. Ne var ki Ebu Bekir Halife idi ve kendi görüşü ile amel edilmesini emretmişti. Yani malın eşitlik ile dağıtılmasını benimsemişti. Müslümanlar da bu konuda ona bağlanmışlar, kâdılar ve valiler de gereğince hareket etmişlerdi. Ömer de ona tâbi olmuş, Ebu Bekir’in görüşü ile amel edip o görüşü infaz etmişti. Ömer halife olunca, Ebu Bekir’in görüşüne muhalif bir görüş benimsedi. Yani malın eşitlik ile değil, üstünlük ile dağıtılması şeklindeki kendi görüşü ile amel edilmesini emretti. Böylece mallar, önceliğe ve ihtiyaca göre dağıtıldı. Müslümanlar da ona bağlandılar, kâdılar ve valiler de bununla amel ettiler. Dolayısıyla imamın, sahih içtihat yoluyla şeriattan alınmış muayyen hükümler benimsemeye, bunlar ile amel edilmesini emretmeye, kendi içtihatlarına muhalif olsa dahi Müslümanların bunlara itaat etmeleri, kendi görüşleri ve içtihatları ile amel etmeyi terk etmeleri gerektiğine dair icmâ-us sahâbe akdolunmuştur. İşte benimsenen bu hükümler, kanunlardır. Bundan dolayı kanunlar çıkarmak, tek başına Halifenin hakkıdır ve ondan başka hiç kimse, bu hakka mutlak olarak sahip değildir.] Bitti.

Umarım artık mesele açıklığa kavuşmuştur.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 07 Recebu’l Hayr 1442

M. 19/02/2021

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

http://archive.hizb-ut-tahrir.info/arabic/index.php/HTAmeer/QAsingle/4100/

Devamını oku...

Kremlin’e İHA Saldırısı

Soru Cevap

Kremlin’e İHA Saldırısı

Soru:

ABD’li insansız hava aracı uzmanlarının görüşüne göre “Geçtiğimiz Çarşamba günü Kremlin üzerinde düşürülen iki insansız hava aracının Moskova ve çevresindeki pek çok savunma sistemini atlatması, Rusya içinden fırlatılmış olabileceklerini göstermektedir.” (06.05.2023 El Cezire, Reuters) 03 Mayıs 2023 gecesi Moskova’nın kalbindeki Kremlin Sarayı’na İHA saldırısı gerçekleşti... Ukrayna parlamentosunda Dışişleri Komitesi Sekreteri, Kremlin’e yönelik saldırının Moskova tarafından planlandığını söyledi. (03.05.2023 El Cezire) Soru: Bu saldırı Rusya’nın suçladığı gibi “Ukrayna”nın bir dış tertibi mi? Yoksa Amerikalı uzmanlar ve Ukrayna’nın iddia ettiği gibi “Moskova”nın bir iç tertibi mi? Başka bir deyişle bu farklı açıklamalardan sonra bu saldırının arkasında kim var?

Cevap:

Evet, Rusya Devlet Başkanlığı Basın Ofisi Kremlin’e iki insansız hava aracı tarafından düzenlenen saldırının önlendiğini duyurdu ve saldırıyı “terör” eylemi olarak nitelendirdi. Ukrayna hemen Ukrayna’nın Kremlin’e yönelik saldırıya karıştığı iddialarını yalanladı ve Moskova’yı, çatışmanın olası herhangi bir şekilde tırmanmasını haklı çıkarmak için saldırıyı medyada kasıtlı olarak gündeme getirmekle suçladı. Kremlin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in zarar görmediğini söyledi... Bu saldırının amaçlarının anlaşılması için şunların hesaba katılması gerekir:

Birincisi: Rusya’nın Şubat 2022’de başlattığı Ukrayna savaşının üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçtikten sonra savaş cepheleri bazı durgunluğa tanık oldu. Bakhmut şehrinde sekiz aydır süren çatışmalar dışında ve Rusya’nın Ukrayna derinliklerine düzenlediği bazı füze saldırıları hariç geri kalan cephelerde durgunluk yaşanıyor. Bu durgunluğun iki nedeni var. Birincisi, kış yüzünden doğaldır. İkincisi, taraflardaki mühimmat ve teçhizat yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Sürekli olası bir Ukrayna saldırısından söz edildiği bir anda Kremlin’e yönelik saldırı, cephelerdeki durgunluğu sona erdirebilir ve muhtemelen bir tırmanış olabilir.

İkincisi: Amerika liderliğindeki Batı, Ukrayna’ya sürekli ve kademeli olarak destek vererek Rusya’yı bitkin düşürmüştür. Ağırlıklı olarak Bakhmut şehrinde savaşan Rus Wagner Grubu’nun lideri, sürekli mühimmat yetersizliğinden yakınmaktadır ve hatta Rus ordusu içindeki kesimleri bile bile mühimmatsız bırakmakla suçlamaktadır. Özellikle de geri kalan cepheler, kış aylarında neredeyse durma noktasına gelmiştir. Ayrıca Rusya, Ukrayna derinliklerine çoğunlukla dalga dalga saldırılar düzenlemektedir. Diğer bir deyişle Rusya, kesintisiz saldırılar düzenlemek için yeterli füze ve uçaklara sahip değildir. Sanki bir ayda ürettiğini biriktirip Ukrayna’ya boşaltıyor gibi. Bu, Rusya’daki bitkinliğin bir başka ifadesidir. Buna ek olarak Batı yaptırımları nedeniyle Rus askeri sanayinde hassas parçalar sıkıntısı söz konusu. Haberlerde Batı’daki mühimmatın da tükendiğinden söz ediliyor. Bunun doğruluk payı olsa da Batı’nın askeri sanayisi bu boşluğu doldurmak için Rusya’nınkinden çok daha güçlüdür.

Üçüncüsü: Sonuç olarak Rus ordusu, asker alım kampanyalarına rağmen özellikle karasal saldırı yeteneklerinden yoksun gibi görünüyor ve sofistike Batı silahları ile olası bir Ukrayna saldırısından korktuğunun bir kanıtı olarak cepheler boyunca siperler inşa etmektedir. Hatta Wagner Grubu’nun lideri, olası bir Ukrayna saldırısını “Rusya için bir felaket” olarak nitelendirdi. Buna, Rus Hava Kuvvetlerinin pek ortalıklarda görünmemesini de ekleyebiliriz. Rus Hava Kuvvetleri, Ukrayna hava sahasını tam olarak kontrol altına almaktan aciz kalmıştır ve uzaktan bazı saldırılar düzenlemekle yetinmektedir. Rusya’nın bu zayıflığı, Ukrayna savaşını perde arkasından yöneten Amerika ve Batı için aşikardır. Her şeye rağmen savaş planlaması, Rusya’ya karşı savaşın başında tasavvur edilemeyen bir boyut kazanmaya başlamıştır. Özellikle Amerika ve Batı, nükleer savaş hayaletini ortadan kaldırmada başarılı olmuştur. Çünkü Rusya’nın nükleer silah kullanma tehdidi düzeyine çıkan tüm imaları, yaygın eleştirilerle karşılık bulmuş ve hatta pervasızlığı ve Amerika’nın tepkisinden dolayı Rusya’nın gözü korkmuştur.

Dördüncüsü: Tüm bu koşullar ışığında bu yaz büyük olasılıkla sıcak geçecek ve pek çok kısıtlamadan azade olacaktır. Savaşın sadece Ukrayna içinde yürütülmesi, azade olunacak kısıtlamalardan biridir. Her ne kadar Ukrayna sorumluluğunu üstlenmese de Rusya içinde birkaç saldırı meydana gelmiştir. Hatta sanki Rusya’daki saldırıların sorumlusuymuş gibi Putin iktidarını reddeden bir “Rus Direnişi” üretilmiştir. Başkent Moskova’nın kalbinde yer alan Kremlin Sarayı’na yapılan bu saldırı, Rusya’nın egosunu derinden yaralamış, Rusya, saldırıyı Rusya Devlet Başkanı Putin’e suikast girişimi olarak değerlendirmiştir. Fırlatıldıkları yer neresi olursa olsun İHA’ların Kremlin Sarayı’ndaki kubbelerin üzerine ulaşması ve doğrudan Kremlin’in üzerinde infilak edilmeleri Rusya’nın zayıflığını göstermektedir.

Beşincisi: Rusya’nın Ukrayna’yı gerçekleştirmekle suçladığı bu cüretkâr saldırıdan dolayı Moskova ve tüm Rusya’da yaşanan şok nedeniyle sert açıklamalar yapılmıştır. Bu açıklamalar, Rus yetkililerin yaşadığı şokun ciddiyetini kanıtlamaktadır:

1- Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, Çarşamba günü Telegram hesabından yaptığı açıklamada, “(Kremlin’e karşı) bugünkü terör saldırısının ardından Zelenski ve zümresinin fiziki tasfiyesinden başka seçenek kalmadı” ifadesini kullandı. (03.05.2023 sputniknews)

2- Rusya Federasyonu Federal Meclisi Devlet Duması Başkanı Vyacheslav Volodin, Kremlin’e yönelik gerçekleştirilen İHA saldırısına tepki olarak “Kiev’deki terör rejimini durdurabilecek ve yok edebilecek silahların kullanılmasını” talep etti. Volodin, Telegram uygulamasından yaptığı açıklamada, Kiev’in sorumluluğunu üstlenmediği “sözde” saldırının ardından Rusya’nın Ukrayna devlet başkanı ile müzakere etmemesi gerektiğini söyledi ve Rusya’nın, Avrupa’nın ve tüm dünyanın güvenliğini tehdit eden Zelenski rejimiyle müzakerelerin “imkânsız” olduğuna dikkat çekti.” (03.05.2023 El Cezire)

Böylece bu açıklamalardan, iki insansız hava aracının Kremlin’e düzenlediği saldırıdan Rusya’nın ne kadar şok olduğu anlaşılmaktadır.

Altıncısı: Ukrayna’daki savaşı tırmandırmak için saldırıyı Rusya’nın düzenlemiş olmasına gelince, pek olası değildir. Bir yandan saldırı, egosunu yaralamaktadır, büyüklüğüne bir tokattır, artık kimsenin Rusya ve devlet başkanından korkmaması gerektiğinin bir habercisidir. Öte yandan Rusya, nükleer silahlar dışında Ukrayna’daki savaşı etkili bir şekilde tırmandıracak yetenekte değildir ve Amerika’nın tepkisinden korktuğu için Ukrayna’da nükleer silah kullanma iradesine de sahip değildir. Rusya’nın kendi kendini vurmuş olabileceği olasılığını bertaraf eden hususlardan biri de, Rusya’nın doğrudan Amerika’yı saldırıya karışmakla suçlamasıdır. Bu, benzeri görülmemiş bir durumdur ve saldırının cüretkarlığından dolayı Moskova’da yaşanan şokun ciddiyetini göstermektedir. İlgili açıklamalar bunu ortaya koymaktadır:

1- Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Kremlin Sarayı’na düzenlenen İHA saldırısının arkasında ABD’nin olduğuna işaret ederek, “Böyle saldırılara ilişkin kararlar Kiev’de değil, Washington’da alınıyor. Kiev sadece kendisine söyleneni yapıyor” dedi. 04 Mayıs 2023 Perşembe günü Kremlin’de düzenlediği basın toplantısında konuşan Peskov, “ABD ve Ukrayna’daki bu saldırıyı inkâr etmeye yönelik girişimler son derece gülünç. Bu tür terör eylemlerine yönelik kararların Kiev’de değil Washington’da alındığını biliyoruz. Kiev kendisine söyleneni yapıyor.” dedi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, MSNBC’ye verdiği demecinde saldırının arkasında ABD’nin olduğu iddialarını yalanladı. Kirby, “Henüz ne olduğunu bilmiyoruz ve herhangi bir değerlendirmede de bulunmuyoruz. Sabah Dmitry Peskov’un yorumlarını ve bizim bir şekilde buna dahil olduğumuza dair iddiaları gördüm. Sizi temin ederim ki, ABD’nin bu olaya herhangi bir müdahalesi olmadı. Her ne ise, biz içerisinde değiliz.” dedi.” (04.05.2023 Russia Today)

2- Tüm bunlara rağmen Amerika’nın, Rusya’da gördüğü zayıflık ve bitkinlik nedeniyle Ukrayna’daki savaşı Rusya’ya karşı birçok kısıtlamadan azade bir boyuta taşıdığı söylenebilir. Hatta Kremlin’e yapılan saldırı, Rusya Devlet Başkanına kişisel bir tehdidi ifade etmektedir. Kremlin Sözcüsü Peskov’un açıklamalarından, Rusya’nın mesajı aldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle Rusya, Amerika’ya, saldırının arkasında Amerika’nın olduğunu bildiğini söylemek istemiştir. Ancak “Rusya”, Amerika’dan çok korktuğu için onu doğrudan tehdit etmekten kaçınmış, Ukrayna’yı tehdit etmekle ve Devlet Başkanı Zelenski’nin ortadan kaldırılması tehdidiyle yetinmiştir.

3- Saldırının Amerika tarafından planlanmış Rusya’ya bir meydan okuma olduğunun göstergesinden biri de, Ukrayna Devlet Başkanının Ukrayna’dan çıkarılmasıdır. Ukrayna Devlet Başkanının saldırı sabahı aniden Finlandiya’nın Helsinki kentini ziyaret ettiği ortaya çıktı. Ardından uçağının Hollanda’nın Amsterdam kentine iniş yaptığı görüldü. Daha sonra Almanya Başbakanı’nın programında Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin kabul edilmesi yer aldı. Bütün bunlar, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’yi Rusya’nın yanıtından korumak yani Medvedev’in talep ettiği gibi tasfiyesini engellemek için yapılmıştır.

4- Amerika’nın kendisine gelince, bu olay hakkında yorum yapmak istemiyormuş gibi göründü ve hatta Rusya’nın anlatısı hakkında şüphe duyduğunu dile getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Moskova’nın sözde saldırıyla ilgili haberlerinden haberdar olduğunu ancak “bunları hiçbir şekilde doğrulayamayacağını” söyledi. Blinken, “Bilmiyoruz. Gerçeklerin ne olduğunu göreceğiz. Gerçeklerin ne olduğunu öğrenmeden bu konuda yorum yapmak veya spekülasyonda bulunmak gerçekten zor” diye konuştu.”  (03.05.2023 CNN Arapça)

5- ABD’nin Rusya Devlet Başkanı Putin’e suikast girişiminde rol aldığının göstergesinden biri de, geçtiğimiz aylarda sızdırılan ve Nisan 2023’te açığa çıkan Amerikan belgeleridir. Belgelerde, savaş senaryolarından biri olarak Rusya Devlet Başkanı Putin’in öldürülmesinden bahsedilmektedir. “Görünen o ki “Pentagon”un gizli belgeleri sızdırma işlemi, pek çok sürpriz ve sırlarla doludur. “The New York Times” gazetesinin elde ettiği gizli bir istihbarat belgesi hakkında ifşa ettikleri, bu gizli belgeler arasında yer almaktadır. Gizli belgelerde Ukrayna savaşından bir yıl sonra olağanüstü durumla başa çıkmak için geliştirilen planların ayrıntıları da var. Sızan gizli belgeler, ABD Savunma İstihbarat Kurumu’nun Rusya-Ukrayna savaşında ortaya çıkabilecek dört varsayımsal senaryoyu da ele aldığını ortaya koydu ve savaşın gidişatı üzerinde bir etki bırakıp bırakmayacağı da değerlendirildi. The New York Times’ın aktardığına göre, ABD Savunma İstihbarat Kurumu’nun ele aldığı söz konusu senaryolar arasında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin olası ölümleri, Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey isimlerinin görevden alınması ve Ukrayna’nın Kremlin’i vurması yer almaktadır.” (12.04.2023 Eş Şark)

Yedincisi: Uzun lafın kısası Moskova’da Kremlin Sarayı’na düzenlenen drone saldırısı, Ukrayna’daki savaşın tehlikeli bir tırmanışı anlamına gelmekte ve Amerika’nın yanı sıra Ukrayna’nın da savaşın gidişatını değiştirebilecek güçlü saldırılar başlatmak için Rusya içinde yeterli ajana sahip olduğuna işaret etmektedir. Rusya’da demiryollarını, petrol ve elektrik tesislerini ve diğer yerleri hedef alan patlamalar başladı bile ve giderek artan bir nitelik kazanmıştır. Başka bir deyişle savaşı Ukrayna’dan Rusya’ya aktarma süreci bilfiil ve hatta çok cesurca devam etmektedir. Özellikle Rus ordusu Ukrayna’da büyük ölçüde bitkin düşmüştür ve savaşın seyrini değiştirebilecek etkili saldırılar gerçekleştirmesi artık zordur. Kaldı ki Amerika öncülüğündeki Batı, savaşın gidişatını Ukrayna lehine değiştirmek için Ukrayna’yı daha sofistike silahlarla desteklemeye devam etmektedir. Ukrayna’nın Herson şehrini ve Kharkiv’deki bölgeleri geri almasının ve Bakhmut kentine yönelik sekiz aydır süren ve kenti ele geçiremediği saldırısında Rusya’nın kayıplarının ciddi şekilde artmasının ardından savaşın şu anki seyrinin Rusya lehine olmadığı bilinmelidir.

İşte bunlar, Rusya’da Kremlin’e düzenlenen bu saldırının boyutları ve arka planıdır. Bütün bunlar, Rusya’nın askeri ve güvenlik kapasitesinin Moskova’nın kalbindeki siyasi merkezini koruyamayacak kadar sarsıldığını göstermektedir! Savaşın sadece Rusya ile Ukrayna arasında olmadığı, aksine Amerika ve Batı’nın Ukrayna’yı maddi ve manevi olarak desteklediği doğrudur. Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı bir yılı aşkın süredir devam etmektedir ve Rusya’nın Ukrayna’da işgal ettiği bölgelerde istikrarı hâlâ ciddi şekilde sarsılmaya, mali ve insani büyük kayıplar vermeye devam etmektedir. Bütün bunlar, Rusya’nın gözle görülür bir şekilde büyük devlet isminden tamamen uzaklaştığını kanıtlamaktadır. Öyle görünüyor ki Rusya bunun farkındadır. Bu nedenle 9 Mayıs 2023 Zafer Günü kutlamaları öncesi Bakhmut’u tamamen ele geçirerek bu namını yeniden kazanmak için her türlü çabayı göstermiş, ancak saldırılarını yoğunlaştırmasına ve Wagner Grubu’nun seferberliğine rağmen bugüne kadar kenti ele geçirememiştir.

Amerika ve Batıya gelince, son Ukrayna askeri kalana kadar savaşacaktır! Savaşa karışmak istemiyorlar, aksine başkalarının kanıyla çıkarlarını sağlıyorlar.

Sonuç olarak, 1 Mart 2023 tarihli soru cevapta belirttiklerimi yineliyorum: “Günümüz dünyasında büyük ülkeler olarak adlandırılan bu sömürgeci kafir ülkeler, dünyanın iyiliği için değil, kötülük ve zararı için aralarında çatışmaktadırlar. Rusya, hareket halindeki her Ukraynalıyı öldürmek için Ukrayna’ya saldırırken, Amerika ve Batı kendi askerlerinden ziyade Ukraynalılar ile düşmana karşı bir savaş yürütmektedir! Dolayısıyla iki taraf da Ukraynalıları öldürmek için Ukrayna’da birbirleriyle çatışmaktadır... İşte yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışan bu ülkeler böyledir. Çıkarlarını daha doğrusu bir kısım çıkarlarını gerçekleştirdiği sürece akan kanın yoğunluğunu dikkate almazlar... Sanki tarih tekerrür ediyor. Pers ve Roma devletleri, birbirleriyle çatışıyorlardı. Biri galip geliyor, diğeri yenilgiye uğruyordu vs... Her biri kendi çıkarları için insanların kanını emen birer makine gibi hareket ediyordu... Bu durum, Allah hak ve adalet ehli İslam ümmetine zafer ve apaçık fetih nasip edene dek böyle devam edegelmiştir. Böylece İslam ve Müslümanlar üstünlük elde etmişler, küfür ve kâfirler de zillete uğramışlardır. Ve bu, Allah’ın izniyle yeniden olacaktır.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ  “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6] Bu, Raşidi Hilafetin kurulmasıyla olacaktır.

وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيباً  “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

H.19 Şevval 1444
M.09 Mayıs 2023

Devamını oku...

Sudan’daki Çatışmalar ve Siyasi Çatışmalara Yansımaları

Soru Cevap

Sudan’daki Çatışmalar ve Siyasi Çatışmalara Yansımaları

 Soru: Sky News Arabia sitesi, Amerika’nın 23 Nisan 2023 Pazar sabahı diplomatlarını tahliye ettiğini aktardı. “Pazar sabahı ABD Başkanı Joe Biden, ordusunun günlerdir şiddetli çatışmalara sahne olan Sudan’da bulunan Amerikan diplomatlarını ülkeden tahliye ettiğini duyurdu... Biden yaptığı açıklamada, “Bugün (Pazar günü) verdiğim emirle birlikte, ABD ordusu Hartum’daki hükümet personelini ülkeden çıkarmak için operasyona başladı” dedi. 23 Nisan 2023 tarihinde Arabi 21 sitesinin bildirdiğine göre, “Sudan ordusu, Amerikalı diplomatların tahliyesi hakkında yorum yapmaktan kaçındı. Ancak Sudan ordusu, daha önce yaptığı açıklamada ABD, İngiltere, Fransa ve Çin’in “önümüzdeki saatlerde” diplomatlarını ve diğer vatandaşlarını Hartum’dan tahliye edeceklerini söyledi. Bu tahliyeler, savaşın süreceğini mi gösteriyor? Özellikle El Burhan ve Hamideti, Amerika’nın ajanı olduklarına göre bu çatışmalar nasıl açıklanabilir? Ya da El Burhan ve Hamideti’den biri, İngiltere ve Avrupa’ya meyletti için mi bu çatışmalar meydana geldi? Peki bu çatışmanın sonunda nasıl bir çözüm bekleniyor? Teşekkür ederim.

Cevap: Cevabı netleştirmek için Anayasal Bildiri ve Anayasal Bildiri’ye karşı gerçekleşen askeri darbeden itibaren yaşanan olaylara bir göz atacağız:

Birincisi: Anayasal Bildiri Aşaması:

1- İngiliz ve Avrupa ajanları (sivil bileşen) ile birlikte Amerikan ajanları (Askeri Konsey), taraflar arasında 17/08/2019 tarihinde imzalanan "Anayasa Belgesi" ile yükümlüydüler. Sonra 03/10/2020 tarihinde imzalanan Cuba anlaşması ile takvimde değişikliğe gidildi. Nitekim süre 51 aya çıkarıldı ve dolayısıyla sivil yönetime geçiş Kasım 2021'e sarkıtıldı... Zaten bu belge çoğu güç merkezinin askeri bileşenden sivil bileşene aktarılmasını öngördüğünden el-Burhan ve Hamideti bundan rahatsızlık duyuyordu. Dolayısıyla sivil bileşenin Anayasal Bildiri’de belirtilen güç merkezlerini devralmasına yaklaşık iki ay kala bir darbe girişiminin tespit edildiği duyuruldu. Peki kimden? Tedaviden döndükten beş gün sonra askeri bileşenin adamlarından birinden: “21 Eylül 2021’de Sudan Savunma Bakanı Korgeneral Yasin İbrahim, Tümgeneral Abdulbaki Hasan Osman Bekravi liderliğindeki farklı rütbelerde 22 subayın, astsubayın ve erlerin darbe kalkışmasının önlendiğini duyurdu.” (21.09.2021 BBC)

Bu darbe kalkışmasını incelendiğimizde, yapay olduğunu görürüz. Çünkü “Darbe kalkışmasının lideri, askerlik hizmeti sırasında Bahr el Cebel operasyonlarında El Burhan’ın, Batı Darfur’da da Şemseddin Kebbaşi’nin meslektaşıydı...” (22.09.2021 Arabi21) Bu kişiler, Sudan ordusunun ve Egemenlik Konseyi’nin üst düzey komutanlarıdır. Başka bir deyişle Bekravi, ordu komutanlığı içindeki üst düzey Amerikan ajanlarına çok yakın ve güvenilir biriydi. Onun için darbe kalkışması, gerçek değildi. Egemenlik Konseyi’nin başkanlığının sivillere devredileceği tarihten önce yönetimde bazı düzenlemelere gitmek için Bekravi ile askeri liderlik arasında tertip edilmiş bir darbe girişimiydi... Bunun üzerine “Askeri darbe söylentilerinin ardından Sudan ordusu Pazartesi sabahı Başbakan Abdullah Hamduk’un yanı sıra hükümetin çoğu üyesini, birçok yetkiliyi ve gazetecileri gözaltına aldı...” (25.10.2021 El Cezire) Gözaltındaki Hamduk’un ofisinden yapılan açıklamada, “Yaşananlar, Anayasal Bildiri’nin yırtılmasıdır ve devrim kazanımlarına karşı bir darbedir” ifadelerine yer verildi...” (25.10.2021 El Cezire)

3- Böylece 2019’da Özgürlük ve Değişim Güçleri içindeki siviller ile askeri konsey arasında imzalanan anlaşmanın bir tuzak olduğu açığa çıkıyor. Egemenlik Konseyi’nin birinci dönem başkanlığı askerlere, ikinci dönem başkanlığı da sivillere verilerek askeri konsey ve arkasındaki Amerika tarafından bu güçlere tuzak kurulmuştur. Onun için Özgürlük ve Değişim Güçleri, askeri konseyin başkanlığını yani ilk 21 aydan sonra Sudan’daki yönetimi devralacakları hayaline kapılmışlardır. Eğer Özgürlük ve Değişim Güçleri askeri konseyin başkanlığını devralmış olsalardı, o zaman İngiliz ve Avrupa yanlısı ajanlar, Sudan’da Amerikan nüfuzunu tehdit edecek şekilde ordu komutanlığı ve finansmanında geniş çaplı değişiklikler yapacaklardı. Bu yüzden Amerika buna izin vermemiştir...

Bundan sonra insanlar arasında, El Burhan ve Hamideti’nin Anayasal Bildiri’yi ortadan kaldırmak için bir gecede darbe tertipledikleri şayiası yayılmıştır... Ardından insanlar, kimisi içtenlikle, kimisi de sivil bileşenin dürtüsüyle sokaklara dökülmüşledir, protestolar günlerce hatta aylarca sürmüştür...

İkincisi: Çerçeve Anlaşması Aşaması:

 Bir önceki darbenin ifşa olmasının ve protestoların sokaklara yayılmasının ardından sivil bileşene tuzak kurmak için yeni bir aşamaya geçildi. 5 Aralık 2022 tarihinde Çerçeve Anlaşması imzalanıncaya kadar askeri ve sivil bileşenler arasında görüşmeler başladı. 11 Aralık 2022 tarihli soru cevapta şunlar yer almıştır: “Anlaşmanın ikinci bölümünde şu hükümler yer almaktadır: “Geçiş otoritesi tam bir sivil otoriteye devredilecek... Devlet başkanı onursal görevlere sahip olacak... Yürütme düzeyinde anlaşmayı imzalayan güçler, bir geçiş hükümetinin başbakanını seçecekler...” Yine anlaşmaya göre, “Ordu, siyasetten, ekonomik, ticari ve yatırım faaliyetlerinden uzak duracak. Hızlı Destek Kuvvetleri ile silahlı hareketlerin, birleşik, profesyonel bir ulusal orduya yol açan güvenlik ve askeri reform planı kapsamında Entegrasyon ve Terhis komisyonunun üzerinde anlaşmaya varacağı düzenlemelere göre orduya entegrasyonu sağlanacak…” Çerçeve Anlaşması, 6 Nisan 2023 tarihinde nihai imzanın atılmasını ve 11 Nisan 2023 tarihinde de sivil hükümetin kurulmasını öngörüyordu. Fakat işler şöyle gelişti:

1- Aynı gün yani geçiş anayasasının imzalanmasının planlandığı 6 Nisan 2023 günü ve geçiş hükümetinin 11 Nisan 2023’te kurulmasına 5 gün kala ABD’nin Afrika İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Molly, Hamideti ve Sudan’daki siyasi süreç sözcüsü Halid Ömer Yusuf ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. “Molly, Egemenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı El Burhan ile görüştükten birkaç gün sonra hem Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı “Hamideti” hem de siyasi süreç sözcüsü Halid Ömer ile telefonda görüştü...” (06.04.2023 Sudan Tribune)

2- 19 Nisan 2023 Çarşamba günü New York Times gazetesinden yaptığı alıntı ile 19 Nisan 2023 tarihinde Arabicpost sitesi, 15 Nisan 2023’te çatışmanın ilk saatlerine ilişkin en güncel bilgileri aktardı. “Taraflar “El Burhan ve Hamideti”, 14 Nisan Cuma gecesi yabancı elçilerin huzurunda bir görüşme gerçekleştirdi. Üst düzey bir askeri komutanın evinde yenilen akşam yemeği öncesi bazı sözler verildi ve ödünler alındı...” (19.04.2023 arabicpost)

3- Ardından 15 Nisan 2023 Cumartesi günü ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında aniden şiddetli çatışmalar patlak verdi. Çatışmalar, iktidarın sivillere yani İngiliz yanlısı sivil güçlere devredilmesi umutlarına yeni bir darbedir... Böylece Sudan’da Amerikan yanlısı askeri bileşen ile İngiliz yanlısı sivil bileşen arasında devam eden siyasi çatışma, El Burhan ve Hamideti arasında askeri çatışmaya evirilmiştir! 19 Mart 2023 tarihli soru cevapta şöyle demiştik: “Dolayısıyla entegrasyon konusunda anlaşma sağlanamadığı gerekçesiyle anlaşmanın uygulanmasının ertelenmesi, askeri bileşenin (El Burhan ve Hamideti) kontrolündedir. Konjonktür ve atmosfer anlaşmanın değiştirilmesine elverişli hale gelinceye ve anlaşma sivil bileşen yararına herhangi bir fiili etkiden arındırılıncaya kadar bu oyalama taktiği devam edecektir. İşte El Burhan’ın sözlerinde yer alan “yakında” ifadesinin anlamı budur: “Ülke, sivil yönetim kurma yolunda ilerliyor ve muhtemelen yakında bir sivil hükümet kurulacaktır.” (03.19.2023 El İttihat) Çerçeve Anlaşması, askeri bileşenin taleplerine göre uygulanacaktır, buna göre (yakın) veya uzak olacaktır! Eğer Çerçeve Anlaşması askeri bileşenin taleplerini yerine getirmezse, El Burhan ve Hamideti’nin Hızlı Destek Kuvvetlerinin orduya entegrasyonu konusunda anlaşamadıkları gerekçesiyle anlaşmanın iptal edilmesi uzak ihtimal değildir. Yani yeni bir kurtuluş yöntemiyle, Anayasa Bildirisi’nin iptali senaryosu tekrarlanmaktadır...”

4- Muhalif siyasi güçler, taraflar arasındaki çatışmayı durdurmak için orduya ve Hızlı Destek Kuvvetlerine çağrıda bulunmaya başladılar. Halbuki bu güçlerin, ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri karşıtı oldukları biliniyor. Taraflar arasındaki çatışmayı durdurmak için ordu ve Hızlı Destek Kuvvetlerine çağrıda bulunan muhalefet güçleri, tarafları siyasi hayattan elimine etme ve çağrıda bulundukları sivil bir hükümet kurma siyasi taleplerini unuttular. “Özgürlük ve Değişim Güçleri Merkezi Konsey’den yapılan açıklamada, Silahlı Kuvvetler ve Hızlı Destek Kuvvetleri liderliğini sağduyulu davranma, askeri çatışmaları derhal durdurma ve müzakere masasına dönme çağrısında bulunuldu. Çözülmemiş sorunları çözme seçeneği, barışçıl çözümler yoluyla barışçıl bir şekilde ele alınmalarıdır denildi.” (16.04.2023 El Cezire) Böylece muhalefetin yerini başka bir muhalefet almıştır. Siyasi muhalefet, muhalefet olmaktan çıkmış, ordu liderliği ile yapay muhalefet Hızlı Destek liderliği arasını uzlaştırma güçleri haline gelmiştir!

5- ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Bakan Blinken savaş nedeniyle etkilenenler için insani yardımın ulaştırılmasına izin vermek için ateşkesin sağlanmasının aciliyetini vurguladı.” ifadesine yer verildi. (18.04.2023 Sky news) Taraflar, çatışmanın bitmesini değil, ateşkes sağlanmasını isteyen Blinken’in bu çağrısına hemen yanıt vermişlerdir. Geçiş dönemi Egemenlik Konseyi üyesi Şemseddin Kebbaşi yaptığı açıklamada, “Egemenlik Konseyi’nin Salı akşamından itibaren 24 saatlik ateşkes önerisini kabul ettiğini” duyurdu. (18.04.2023 El Arabiya) Hızlı Destek Kuvvetleri, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’in ateşkes önerisini kabul etti. Hızlı Destek Kuvvetlerinin (HDK) komutanı Muhammed Hamdan Daklu, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile yapılan görüşmenin ve diğer dost ülkelerin benzer şekilde geçici ateşkes çağrısı yapmasının ardından, HDK, sivillerin güvenli geçişi ve yaralıların tahliyesini sağlamak için 24 saatlik ateşkesi onayladığını yeniden teyit ediyor.” ifadesini kullandı. (18.4.2023 www.alrakoba.net) Bu, El Burhan ve Hamideti’nin Amerikalıları izledikleri ve Amerika’nın emirlerini hemen yerine getirdiklerini kanıtlıyor. Eğer Amerikalılar, El Burhan ve Hamideti’den ciddi bir şekilde kalıcı olarak savaşı durdurmalarını isteselerdi, durdururlardı. Ne var ki 24 saatlik ateşkes talebinde bulundular. Bu, savaşı sürdürmelerine yol verdikleri anlamına gelmektedir.

6- 19 Nisan 2023 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, adının açıklanmaması koşuluyla Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “ABD Dışişleri Bakanlığı, Sudan’daki olaylarla ilgili olarak Bakanlığın planlamasını, yönetimini ve lojistiğini denetlemek için Sudan’daki askeri çatışma üzerine bir çalışma grubu kurdu. Şu anda odak noktamız acil bir ateşkes sağlamak” ifadelerine yer verdi. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir Sözcü, “Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ve Sudan ordusuna 24 saatlik ateşkes sağlamaları için baskı yapmaya devam ediyoruz ve her ikisine de tüm güçlerin buna uymasını sağlama çağrısı yapıyoruz” dedi. (19.04.2023 Şarku’l Avsat) Bu, iki taraf arasındaki çatışmayı yönetenlerin Amerikalılar olduğunu ve amaçlarını gerçekleştirene kadar çatışmaları şimdilik tamamen durdurmak istemediklerini doğrulamaktadır.

7- Biden yaptığı açıklamada, “Bugün (Pazar günü) emrimle Amerikan ordusu Hartum’dan Amerikan devlet personelini çıkarmak için bir operasyon gerçekleştirdi” dedi. Biden ayrıca, Cibuti, Etiyopya ve Suudi Arabistan’a teşekkür etti ve operasyonun başarılı olması için bu ülkelerin kritik rol oynadıklarını kaydetti. Sudan’daki çatışmanın taraflarından biri olan Hızlı Destek Kuvvetleri, Pazar günü erken saatlerde ABD ile koordineli olarak Amerikalı diplomatların ve ailelerinin Hartum’daki ABD büyükelçiliğinden tahliye edildiğini duyurdu. Daha sonra CNN, “tüm Amerikalı diplomatların ve ailelerinin Amerikan askeri uçaklarıyla Sudan’dan güvenli bir şekilde ayrıldıklarını” açıkladı. CNN “Diplomatların ayrılmasıyla Hartum’daki ABD büyükelçiliğinin kapatıldığını” kaydetti. (23.04.2023 Skynews Arabia) 23 Nisan 2023 tarihinde Arabi21 sitesi, ABD Başkanı Joe Biden’ın tahliyeler ile ilgili açıklamalarını aktardı. Siteye göre “Sudan ordusu, Amerikalı diplomatların tahliyesi hakkında yorum yapmaktan kaçındı. Ancak Sudan ordusu, daha önce yaptığı açıklamada, ABD, İngiltere, Fransa ve Çin’in “önümüzdeki saatlerde” diplomatlarını ve diğer vatandaşlarını Hartum’dan tahliye edeceklerini söyledi...” Tüm bunlar, savaşın tırmanışıyla ilgili bir tablo çizmek içindir...

8- Amerika, 25 Nisan 2023 Salı gecesinden itibaren 72 saatlik bir ateşkes ilan etti: “Blinken yaptığı yazılı açıklamada, “Son 48 saat boyunca yoğun müzakerelerin ardından, Sudan Silahlı Kuvvetleri ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), 24 Nisan gece yarısından itibaren başlayacak ve 72 saat sürecek ülke çapında ateşkesi uygulama konusunda anlaştılar” ifadelerini kullandı. Blinken, ABD’nin bu süre boyunca tarafları ateşkese tam bir şekilde uyması çağrısında bulunduğunu belirtti.” (25.04.2023 El Cezire)

Çerçeve Anlaşması aşamasındaki olaylar incelendiğinde, Amerika’nın ateşkesi kontrol ettiği, olayları yönettiği ve ajanları arasındaki askeri çatışmayı tetiklediği açığa çıkar... Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında bugün yaşanan bu çatışmalar, Sudan’daki siyasi çatışmaları keskin bir şekilde yeni bir arenaya taşımaktadır. Bu, İngiliz ve Avrupa yanlısı ajanları etkili yönetim merkezinden uzaklaştırmak ve yönetim merkezini her yönüyle kontrol etmek için Amerika’nın tasarladığı bir arenadır. Ölü ve yaralı sayısı, Sudan ve askeri mekanizmalarının yok edilmesi Amerika’nın umurunda değil. Amerika’nın düşündüğü en son şey budur. Amerika için önemli olan, Sudan’da yalnız kalmaktır, İngiltere ve Avrupa’nın Sudan’da ABD ile çekişmemesidir...

Üçüncüsü: Hamideti’nin El Burhan’ı devirme girişiminin arkasında İngilizler ve Avrupa’nın olup olmadığına gelince, bu pek olası değildir, aşağıdaki hususlar bunu göstermektedir:

1- Amerika’nın bölgedeki ajanları, çatışmanın taraflarıyla temas halindeydiler. Amerika, Hamideti’nin İngilizler ve Avrupalıların tarafında yer aldığını anlasaydı, Sudan ordusunu desteklemeleri için ajanlarını teşvik ederdi, çünkü Sudan ordusu, meşru ulusal askeri bir kurumdur ve meşruiyet meselesini orduyla çözmesi için Hızlı Destek Güçlerine çağrıda bulunurdu yani meşruiyetini elinden alırdı. Suudi Arabistan her iki tarafla da temas halindeydi ve El Cezire kanalı bugün Mısır Dışişleri Bakanı’nın Sudan’daki iki tarafla da (El Burhan ve Hamideti) temas halinde olduğunu aktardı.

2- ABD Dışişleri Bakanı her iki tarafla da iletişim halindeydi ve ateşkes için taraflara çağrıda bulunuyordu. “Sudan Hızlı Destek Kuvvetleri komutanı Muhammed Hamdan Daklu, attığı Tweet serisinde “Bu ihlallerin çözüm yollarını ele almak için ABD Dışişleri Bakanı ile daha fazla görüşmeyi bekliyoruz.” dedi. (18.04.2023 El Cezire) “ABD Dışişleri Bakanı’nın, genelkurmay başkanı Abdül Fettah El Burhan ve Hızlı Destek Kuvvetleri komutanı Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) ile temasının ve insani ateşkes talebinin ardından ateşkes sağlandı. (18.04.2023 El Cezire)

3- Eğer Hızlı Destek Kuvvetleri, Avrupalılar yararına bir darbe kalkışmasında bulunmuş olsaydı, o zaman Özgürlük ve Değişim Güçleri kesinlikle HDK’nin yanında yer alırdı, hele de sabah ve akşam ordudan iktidardan çekilme ve sivil yönetim çağrısında bulunuyorken. Yani Özgürlük ve Değişim Güçleri, mevcut çatışmalar patlak vermeden önce açıkça ordu ve lideri El Burhan’a karşı çıkıyorlardı, fakat bu güçler hemen ateşkes çağrısında bulunmuşlardır. Yani Hamideti’nin demokrasi nedeniyle El Burhan ile savaştığı safsatasına rağmen herhangi bir taraf tutmamışlardır. “Sudan’daki Özgürlük ve Değişim Güçleri, ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri komutanlarını askeri çatışmaları derhal durdurmaya ve müzakere masasına dönmeye çağırdı. (16.04.2023 Eş Şark)

Buradan da görüldüğü gibi Sudan’daki Avrupa uydusu güçler, bu çatışmalardan dolayı şoka girmişler, bir tarafa karşı diğer tarafa destek açıklamasında bulunmamışlardır. Böylece Hamideti’nin İngilizler tarafında yer aldığı şüpheleri ortadan kalkmakta, El Burhan gibi Amerikan ajanı olarak devam etmektedir...

Dördüncüsü: Ezcümle:

1- Bugün Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında yaşanan bu çatışmalar, çatışmayı da ateşkesi de Amerika’nın yönettiği çatışmalardır. Söz konusu çatışmalar, Sudan’daki siyasi çatışmaları keskin bir şekilde yeni bir arenaya taşımaktadır. Bu, İngiliz ve Avrupa ​yanlısı ​ajanları çatışmanın merkezinden uzaklaştırmak ve sonra da çatışmanın merkezini her yönüyle kontrol etmek için Amerika’nın tasarladığı bir arenadır. Ölü ve yaralı sayısı ile Sudan ve askeri mekanizmalarının yerle yeksan edilmesi Amerika’nın umurunda değil...

2- Amerika, Avrupa’nın çekişmesine maruz kalmadan Sudan’daki nüfuzunu sürdürme arzusunda. Bu konuda geçmişi var. El Beşir döneminde etkisi yaklaşık 30 yıl sürmüştür... Amerika, El Beşir’in işine son vermek istediğinde, Hamideti gibi onun tarafından yetiştirilen adamları ve El Burhan gibi birlikte çalıştığı kimseleri getirmiştir... İngiltere’nin Özgürlük ve Değişim Güçleri içindeki adamları, Amerika’nın adamlarına karşı eyleme geçtiklerinde, aptallıkları yüzünden Anayasal Bildiri ve sonra da Çerçeve Anlaşması ile onları aldatarak absorbe etmiştir.

3- İngiltere’nin iki adamdan birine “Hamideti” sızdığı ve bundan dolayı askeri çatışmaların çıktığı konusuna gelince, bunun hiçbir belirtisi yoktur, tam tersine yukarıda tercih ettiğimiz ve açıkladığımız gibi her ikisi de Amerika’nın emrine amadedir.

 4- Bu çatışmanın sürmesinden ve sonucundan ne beklendiğine gelince, yukarıda da belirttiğimiz gibi amacı, İngiltere’nin ajanlarını (Özgürlük ve Değişim Güçleri ve diğer sivil bileşeni) elimine etmektir. Bu, neredeyse gerçekleşmek üzereydi. Ama Anayasa Bildirisine karşı darbe sabıkası ve darbenin insanlara ifşa olması, Amerika ve işbirlikçilerinin sonuçlandırmak için değil vur-kaç türünden olmak üzere bu kez çatışmanın ömrünü bir ölçüde uzatmalarına neden olmuştur. Bu, aşağıdaki hususlardan birini gerçekleştirmek içindir:

A- Eğer Amerika, ajanları El Burhan ve Hamideti arasında yapılacak yeni bir anlaşmanın kendisi için daha iyi olduğuna inanırsa, anlaşmayı yapacak, Avrupa uydusu güçler ile yapılan Çerçeve Anlaşmasını geriye atacaktır. Böylece bu güçler, Sudan’da yeni bir gerçeklik tasarlayan Amerikan ajanları karşısında marjinal hale geleceklerdir...

B- Eğer Avrupa yanlısı güçler, geri püskürtülemezse, Güney Sudan’ı Sudan’dan kopardığı gibi Sudan’ın bölünmesi Amerika’nın umurunda olmayacak, Batı ve Darfur’u koparıp Hamideti’yi yönetici olarak atayacaktır. Zira Hamideti’nin bu bölgeleri kontrol etmesi muhtemeldir... Özellikle de o bölgelerdeki altın madenleri Hamideti’nin kontrolündedir.

C- Eğer Avrupa uydusu güçler, manevra gereği Amerika ajanlarından birinin (örneğin Hamideti) arkasında hizalanırlarsa, o zaman Amerika, bu hizalanmayı başarısızlığa uğratmak için Sudan’daki askeri gerilime öncülük etmek üzere bu ajandan bir köşeye çekilmesini ve diğer ajanın kontrolüne boyun eğmesini isteyebilir...

Beşincisi: Böylece, efendileri gibi ajanların da insanların durumunu ve güvenliklerini umursamadıkları açığa çıkıyor. Sadece koltukta oturmayı ve efendilerinin kendilerini yönetmesini umursuyorlar. İnsanların bayram kutlamayı ve karşılıklı ziyaretlerde bulunmayı bekledikleri bir sırada Ramazan’ın son on gününde insanların güvenliğini terörize etmişlerdir... Cani katiller, kan döktüler, yakıp yıktılar, insanları evlerine hapsettiler ve işlerini aksattılar. Bütün bunlar, Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerin düşmanlarını hoşnut etmek içindir... İnsanlar, Amerikan ajanı ve İngiltere ajanı her iki tarafı da reddetmelidirler, onları devirmek ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti projesini taşıyan, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan Sudan’ın evlatlarından uyanık ve samimi Hizb-ut Tahrir gençlerini desteklemek için çalışmalıdırlar. Böylece gençler, ülkeyi ajanlardan arındıracak, ülkeyi kalkındıracak, parçalanması ve bölünmesinin önüne geçeceklerdir. O zaman Allah onlara hem merhamet edecek hem de onları onurlandıracaktır.

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللهُ إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [Tevbe 71]

H.05 Şevval 1444
M.25 Nisan 2023  

Devamını oku...

Soru Cevap Suudi Arabistan-İran Anlaşması

Soru Cevap

Suudi Arabistan-İran Anlaşması

Soru:

10 Mart 2023 tarihinde Suudi Arabistan, İran ve Çin tarafından yapılan ortak açıklamada, İran ile Suudi Arabistan’ın iki ay içerisinde diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması ve büyükelçiliklerinin ve temsilciliklerinin karşılıklı olarak yeniden açılması konusunda anlaştıkları belirtildi. 19 Mart 2023 tarihinde Suudi Arabistan kralı, diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek adına İran cumhurbaşkanını Suudi Arabistan’a davet etti. Görüşmelere Çin ev sahipliği yaptı ve sponsor oldu. Amerika, anlaşmaya olumlu yaklaştı ve memnuniyetle karşıladı. Yahudi varlığı ise anlaşmadan büyük bir rahatsızlık duyduğunu dile getirdi. Çin, neden böyle bir rol üstlendi ve kim onu böyle bir rol üstlenmeye itti ve bundan çıkarı nedir? Amerika’nın kendisi neden böyle bir rol üstlenmedi? Bu rol çıkarlarına aykırı mı? Yoksa hesapları doğrultusunda mı gerçekleşti? Peki Yahudi varlığı anlaşmadan neden bu kadar rahatsız oldu? Allah mükafatınızı artırsın.

Cevap:

Yukarıdaki soruların cevabını netleştirmek için aşağıdaki hususlara bir göz atacağız:

1- 10 Mart 2023’te Suudi Haber Ajansı (SPA), Suudi Arabistan ile İran arasında varılan ortak açıklamayı yayınladı. Suudi Haber Ajansı “İran ve Suudi Arabistan’ın, en fazla iki aylık bir süre içinde diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması, büyükelçiliklerin ve temsilciliklerin yeniden açılması konusunda anlaştıklarını” bildirdi. İki ülke “Devletlerin egemenliğine saygı gösterilmesi, içişlerine karışılmaması, 2001’de imzalanan güvenlik iş birliği anlaşması ile 1998’de imzalanan ekonomi, ticaret, yatırım, teknoloji, bilim, kültür, spor ve gençlik alanlarında iş birliğine ilişkin genel anlaşmanın etkinleştirilmesi konusunda mutabık kaldı. Ayrıca iki ülkenin dışişleri bakanlarının bir toplantı düzenlemesi, büyükelçi görevlendirilmesi ve aralarındaki ilişkileri güçlendirmenin yollarını tartışması konusunda fikir birliği olduğu kaydedildi. 

Ortak açıklamada ayrıca, “Suudi Arabistan ve İran, 2021 ve 2022 yıllarında iki taraf arasında gerçekleşen diyalog turlarına ev sahipliği yaptıkları için Irak ve Umman’a takdirlerini ve teşekkürlerini bildirdiler.” Anlaşmayı güçlendirmek ve belgelemek için İran Cumhurbaşkanlığı Ofisi Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Muhammed Cemşidi, Twitter hesabından paylaştığı mesajında, “Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, Cumhurbaşkanı Reisi’yi Riyad’a davet etti ve Reisi, daveti memnuniyetle karşıladı...” ifadelerini kullandı. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan düzenlediği basın toplantısında, “Geçtiğimiz on gün boyunca İsviçre üzerinden mesajlaştık ve bu mesajlardan birinde, İran’ın dışişleri bakanları toplantısına katılmaya hazır olduğu duyuruldu ve görüşme için üç yer önerildiğini” söyledi. Basın toplantısında anlaşmaya varılma şekline ilişkin de açıklamalarda bulunan Abdullahiyan, “Tahran ve Riyad’ın, Irak’ın başkenti Bağdat’ta beş, Umman’ın başkenti Maskat’ta üç tur görüşmelere katıldığını belirtti. Ardından Çin Devlet Başkanı bu süreci ilerletmek için bir inisiyatifte bulunma kararı aldı ve sonuç bildiğiniz gibi oldu.” diye konuştu. Yemen’le ilgili bir soruya Abdullahiyan “Yemen’i Yemen halkının meselesi olarak görüyoruz. Elbette bölgede barışa odaklanılması, İran ile Riyad arasında imzalanan anlaşmaların bir parçasıdır” dedi. (19.03.2023 İran Tasnim Ajansı) Ancak Wall Street Journal, ABD’li ve Suudi Arabistanlı yetkililere dayandırarak aktardığı bilgide, Çin arabuluculuğunda yapılan anlaşmanın bir parçası olarak, İran’ın Yemen’deki Husilere gizli silah sevkiyatını durdurmayı kabul ettiğini aktardı.” (19.03.2023 BBC) 11 Mart 2023 tarihinde İran’ın resmi Haber Ajansı IRNA “Anlaşmanın, Yemen’de ateşkesin sağlanmasını, ülke halkıyla diyaloğun başlamasını ve ulusal hükümetin kurulmasını hızlandıracağını belirtti.” Ardından Yemen Dışişleri Bakanı Ahmed Awad bin Mubarak, “Ülkesinin, Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmanın bölgedeki ilişkilerde yeni bir aşama oluşturmasını umduğunu söyledi.” (17.03 2023 Yemen Dışişleri Bakanlığı sitesi) Böylece müzakerelerin, 2021-2022 yıllarında Irak ve Umman’da olgunlaştığı, ama iki ülkeden birinde değil de Pekin’de imzalandığı ortaya çıkıyor!

2- Buna göre ortak açıklamada ayrıca “Devlet Başkanı Şi Cinping liderliğindeki Çin’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki müzakerelere ev sahipliği yaptığı kaydedildi. Aradaki farklılıkların, kardeşlik bağı çerçevesinde diyalog ve diplomasi yoluyla çözülmesi için Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı tüzüklerinin ilke ve amaçlarına uyulacağı belirtilen açıklamada, Tahran-Riyad ilişkilerini normalleştirmek için 6-10 Mart tarihleri arasında Pekin’de Çinli yetkililerin aracılığıyla müzakerelere başlayan İran ve Suudi Arabistanlı üst düzey güvenlik yetkililerinin anlaşmaya vardığı kaydedildi.” Çin, hem Suudi Arabistan hem de İran’ın birinci ticaret ortağıdır. Her iki ülkeyle de kapsamlı stratejik ortaklık kuran Çin, Aralık 2022’de Suudi Arabistan ile böyle bir anlaşmaya imza atmış, 2020’de İran ile 25 yıllık ticari ve stratejik iş birliği anlaşması imzalamıştır. Buna göre Çin’in iki ülke üzerinde de etkisinin olduğu ve onlara anlaşmayı dayatmış olabileceği akla gelebilir. Ama öyle değil, çünkü Çin’in Orta Doğu’da hiçbir etkisi veya gücü olmadığı gibi Orta Doğu’da ve uluslararası arabuluculukta çok uzun bir geçmişi yoktur ve Ortadoğu’da ilk kez iki ülke arasında arabuluculuğa soyunmuştur. Açıklamada da açıkça belirtildiği gibi Suudi Arabistan ve İran’ın Çin’den aralarındaki (farklılıkların, diyalog ve diplomasi yoluyla çözülmesi için) arabuluculuk yapmalarını istedikleri anlaşılıyor! İki ülke arasındaki müzakereler, Nisan 2021’den bu yana son iki yılda olgunlaşmıştır. Hem İran hem de Suudi Arabistan ile iyi ilişkilere sahip olan Amerikan uydusu eski Irak Başbakanı Mustafa El Kazimi döneminde Irak, iki ülke arasındaki görüşmelerin ilk turlarına ev sahipliği yapmış, daha sonra da Umman diğer turlara ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla anlaşma ya Irak ya da Umman’da duyurulabilirdi ama Çin’de oldu!

3- Bunun neden böyle olduğuna gelince, görünen o ki Amerika, Bağdat ve Maskat’ta müzakereler olgunlaştıktan sonra aşağıdaki nedenlerden ötürü aldatmaca ile Çin’e uzlaşmayı tamamlama ve anlaşmayı duyurma görevini tevdi etmiştir:

A- Çünkü Amerika, İran’la diplomatik ilişkilere sahip değil. Ayrıca İran’dan memnunmuş gibi görünmek de istemiyor, aksine düşmanmış gibi görünüyor. İranlı yetkililerin de itiraf ettiği gibi İran’ın ABD yörüngesinde yürüdüğünü ve birçok politikada ABD’ye hizmet ettiğini göstermek istemiyor.

B- ABD, Çin’e uluslararası bir iş yaptırarak lütufta bulunmak istiyor. Çin, dünyada büyük bir ülke haline geldiğini sanacak ve böylece Amerika, Çin’i kandıracak, Rusya’yı Suriye ve diğer meselelerde kullandığı gibi Çin’i de belli konularda kullanacaktır.

C- ABD Çin’e, küresel olarak etkili bir ülke olmak istiyorsa, Rusya ile değil, Amerika ile karşılıklı anlayış ve iş birliği yapması gerektiğini ima etmektedir. ABD bu ayartmayı Çin’e karşı bir silah olarak kullanacaktır. Çin, ABD politikalarını ihlal etmek istediğinde, ABD onu uluslararası etkiden yoksun bırakacak ve Rusya’ya yaptığı gibi kuşatma altına alacaktır.

D- Suudi Arabistan ve İran’ın, Çin’den anlaşmaya ve imzalanmasına sponsor olmasını talep etmelerinin arka planında ABD vardır. Böylece Amerika, bu anlaşmanın doğrudan kendi gözetiminde imzalanmadığını, arkasında Çin’in olduğunu lanse etmek istemiştir. Böylelikle Amerika bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemektedir:

Birincisi: Yahudilerin Suudi Arabistan ile normalleşme, İran’a saldırı ve dolayısıyla Amerika’nın Rusya-Ukrayna savaşıyla meşgul olduğu bir dönemde Amerikan Yahudi lobisi zoruyla Amerika’nın Yahudileri desteklemeye mecbur kalması planını boşa çıkarmak.

İkincisi: Bu anlaşmanın ABD’nin değil, Çin sponsorluğunda gerçekleştiğini lanse etmek, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde Yahudi lobisinin Biden’a cephe almasını önleyecektir. Çünkü bu anlaşma, Yahudi varlığına okkalı bir tokattır ve rahatsızlık sebebidir. Bu yüzden anlaşmanın arkasında Amerika değil Çin varmış gibi görünüyor! Bu da Biden’a karşı etkili veya en azından düşük profilli seçim kampanyası yürütmek için Yahudi lobisine hiçbir gerekçe sunmamaktadır.

4- Yahudi varlığının anlaşmadan neden rahatsız olduğuna gelince, çünkü anlaşma planını bozmuştur. Anlaşma imzalandığı sırada Yahudi varlığı başbakanı Netanyahu İtalya ziyaretindeydi ve Suudi Arabistan ile normalleşmeyi destekliyordu. Dolayısıyla Suudi-İran normalleşmesine şaşırmış ve donup kalmıştır. Şimdiye kadar anlaşmayla ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır ve dolayısıyla anlaşma yüzüne indirilmiş ağır bir tokattır. Dışişleri Bakanlığı da anlaşma hakkında herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır... Yahudi analistler, Suudi-İran yakınlaşmasını “İsrail”e indirilen bir tokat ve darbe olarak değerlendirdiler ve anlaşmayı Yahudi varlığı ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşmenin önünde bir engel olarak gördüler. Anlaşma “İsrail” için bir mesajdır, İran’a saldırı düzenlemesine izin verilmeyeceğinin mesajıdır. “İsrail” gazeteleri ve medyası, Suudi-İran anlaşmasını ele alıp, anlaşmayı “İsrail”e bir darbe ve Başbakan Binyamin Netanyahu’nun normalleşme çemberini genişletme emelleri önünde bir engel olarak değerlendirdiler... Çin arabuluculuğunda Riyad ile Tahran arasındaki ilişkilerin yeniden başlamasının önünü açan anlaşmanın resmi duyurusu öncesinde Netanyahu İtalya’nın başkenti Roma’dan açıklamalar yaptı. Açıklamalarında, Hicaz Demiryolu oluşturulması ve Trans-Ürdün tren projesi ile Hayfa’nın Suudi Arabistan’a bağlanması gibi hükümetinin Tel Aviv ile Riyad arasındaki ilişkileri normalleştirme hedefine ulaşma çabalarını sürdürme niyetini ortaya koydu.” (13.03.2023 El Cezire) Netanyahu hükümeti, Suudi Arabistan ile normalleşmek, İran’a karşı düşmanlık oluşturmak ve İran’la karşı karşıya gelmek üzerine bahis oynuyor ve İran’ı vurmak için tahrik ediyordu, ama Amerika bunların hepsini reddetti. ABD yetkililerinin son zamanlarda Yahudi varlığına yaptığı ziyaretler, bu kategoride değerlendirilmelidir. Çünkü Netanyahu hükümeti, Demokratlar liderliğindeki Amerikan yönetimine karşı “isyan” bayrağını çekmiştir. Netanyahu, Suudi Arabistan ile normalleşmeyi hem kendisi hem de hükümeti için büyük bir başarı olarak görüyordu. Normalleşme, Suudi Arabistan’ın Yahudilerin Filistin’de ve İran’a karşı yaptıklarını zımnen onaylaması anlamına gelecekti. Tüm bunları 10 Mart 2023 tarihli “ABD’li Üst Düzey Askeri Yetkililerin Yahudi Varlığına Yaptıkları Ziyaretlerin Amaçları” başlıklı soru cevapta detaylıca açıkladık.

Dolayısıyla bu anlaşma, Netanyahu’da rahatsızlık yaratmış ve Yahudi varlığı için bir kötülük olarak değerlendirmiştir. “Knesset Dışişleri ve Güvenlik Komitesi Başkanı Yuli Edelstein, “İran ve Suudi Arabistan artık aralarındaki ilişkileri yenileme konusunda anlaştılar, bunun “İsrail” ve tüm özgür dünya için çok kötü.” olduğunu söyledi. (11.03.2023 El Cezire) Kuşkusuz Netanyahu, kalbinin derinliklerinde bu anlaşmanın arkasında Amerika’nın olduğunu biliyor, ama Yahudi varlığının (bir insan ipine) tutunmadan ayakta kalamayacağının da farkında. Bugün bu ip, Amerika’dır ve işte Netanyahu’nun sessizliği de bu yüzdendir! Bu konuları görüşmek üzere Washington’ı ziyaret etmek istemiş, ancak ziyareti kabul edilmemiştir! Netanyahu’nun, ABD Başkanı Biden tarafından boykot edilmesi, şimdiye kadar Beyaz Saray’ı ziyaret etme davetinin reddedilmesi ve defalarca Washington’u ziyaret etme taleplerinin kabul görmemesi arka planında böyle bir baskı uyguladığı bildirildi. “Benjamin Netanyahu, Beyaz Saray’a konuk olmak için haftalardır Washington’a bir ziyaret ayarlamaya çalışıyor, ancak talebi defalarca reddedilmiştir...” (15.03.2023 El Misri El Yevm) Dahası bakanlarından biri, Biden’ın yargı reformunu eleştiren açıklamaları sonrası sinirlerine hâkim olamayıp, “ABD bayrağındaki başka bir yıldız değiliz” ifadelerini kullanmıştır. Netanyahu’nun ofisinden yapılan açıklamada, “İsrail” Başbakanlık Ofisi, Benjamin Netanyahu’nun hükümetindeki bakanlara, ABD Başkanı Joe Biden’ın yargı değişikliklerinden vazgeçilmesi çağrısında bulunduğu açıklamaları hakkında yorum yapmamaları talimatını verdiğini bildirdi... Netanyahu, “İsrail”in ABD ile ittifakının sağlam ve sarsılmaz olduğunu vurguladı.” (29.03.2023 El Cezire)

Böylece Yahudilerin Suudi Arabistan-İran anlaşmasından rahatsız olmalarının ve Biden’ın Netanyahu ile görüşmemesine Yahudi varlığının sessiz kalmasının nedeni açığa çıkmış oluyor.

5- Amerika ise anlaşmayı memnuniyetle karşıladı. Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başladığına dair gelen haberlerin farkındayız. Genel olarak, Yemen’deki savaşı sona erdirmeye ve Ortadoğu bölgesindeki gerilimi yatıştırmaya yönelik her türlü çabayı memnuniyetle karşılıyoruz. Başkan Biden’ın geçtiğimiz yaz boyunca görüşmeler yapmak için bölgeye gitmesinin sebeplerinden biri de bu. Gerginliği azaltma ve diplomasi ile caydırıcılık, Başkan (Joe) Biden’ın geçen yıl bölgeye yaptığı ziyarette ana hatlarını çizdiği politikanın temel direkleri arasında yer alıyor. Dolayısıyla, Ortadoğu’da tansiyonun düşürülmesi açıkça bir önceliktir ve bunu memnuniyetle karşılıyor.” ifadelerine yer verdi.” (11.03.2023 CNN) Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, “Suudiler bizi yaptıkları görüşmelerden haberdar etti, tıpkı bizim de onları kendi iletişimlerimiz konusunda haberdar ettiğimiz gibi, ama biz doğrudan dahil olmadık” dedi. “İnsanlar, Çin’in anlaşmadaki arabuluculuğuyla ilgilenmiyor. Özellikle Çin tek bir krizde arabuluculuk yapmıştır ve arabuluculuk Washington’un Ortadoğu’yu yatıştırma arzusuyla uyumludur.” ifadelerini kullandı. (11.03.2023 AlKhaleejOnline, El Cezire) ABD’li bu yetkilinin, Amerika’nın anlaşmada hiçbir rolünün olmadığını açıklaması, Amerika’nın Suudilerle temas halinde olduğu ve Çin’in oynadığı bu rolün Amerika’nın ortamı yatıştırma arzusuyla uyumlu olduğu açıklamasıyla çelişiyor! ABD’li yetkili, Amerika’nın oynadığı rolü örtbas etmek istemiş, ama açıklamaları birbiriyle çelişince kendi kendini ifşa etmiştir. 14 Mart 2023’te ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan (Bu müzakereler sırasında Suudilerle doğrudan ve yakın temas halinde olduğuna işaret ederek, Riyad’ın sürekli olarak son gelişmelerden Washington’ı haberdar ettiğini belirtti. Sullivan “Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmanın Amerika açısından olumlu bir şey olduğunu, çünkü Washington’un bölgedeki gerilimi azaltma hedefiyle uyumlu olduğunu” söyledi. Bu üst düzey Beyaz Saray yetkilisi, Tahran’la ilişkilerimizin doğası gereği arabulucu rolü oynayamadıklarını ifade etti.” (16.03.2023 AlKhaleejOnline) Aynı şekilde, 16 Mart 2023 tarihinde Suudi “El Arabiya” kanalı da bir Suudi yetkiliden, “Suudi Arabistan’ın, Pekin’de İran’la anlaşma imzalamadan önce ABD dahil müttefiklerini haberdar ettiğini” aktardı...” Buna ek olarak 17 Mart 2023 tarihinde Amerikalı yetkililerin açıklamalarını yayınlayan Al-Khaleej Online sitesi, “Irak siyasi kulislerinde Riyad’ı anlaşmayı hızlandırmaya itenin ABD olduğunun konuşulduğunu aktardı. Gerçekten de bazı İranlı politikacılar, bilgili insanlar ve uzmanlar oyunun farkında. 21 Mart 2023’te İran merkezli “Middle East News” sitesi, İran merkezli “Fararu” sitesinin siyaset bilimi profesörü ve dış politika uzmanı Mehdi Motahrania ile yaptığı röportajı aktardı. Mehdi Motahrania, “İran ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk çerçevesinde Çin’in yaptığı son hamleler, dünya güçlerinin buluşması konseptiyle bağlantılıdır... Bir analizci olarak, örneğin Çin’in, Küresel Güçler Forumu’nun aktif üyeleriyle koordinasyon halinde olmadan İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerginliği azaltmak amacıyla böyle tek taraflı bir adım atması fikrini kabul edemiyorum.” dedi. Aktif üye derken Amerika’yı kastediyor. Zira Amerika uluslararası arenada baş aktördür, Ortadoğu’da ise önemli etki sahibidir.

Bütün bunlar, bu anlaşmanın imzalanmasını isteyenin ve Çin’den arabuluculuk talebinde bulunanın Amerika olduğunu, İran ve Suudi Arabistan’ın Çin’den anlaşmaya ve imzalanmasına sponsor olmasını istemelerinin arkasında Amerika’nın olduğunu vurguluyor.

6- Böylece bölge ülkelerinin, dizginlerini elinde tutan Amerika’nın çizdiği politikalar çerçevesinde hareket ettikleri tüm çıplaklığıyla açığa çıkıyor. Amerika, ister uydusu isterse yörüngesindekilerden olsun ne zaman yanlılarından bir anlayışa varıp aralarındaki sorunları çözmelerini istediğinde, müzakerelerle bunun yolunu yaparak onu uygularlar. Uyumsuzluk veya saldırganlık ile tersini yapmalarını istediğinde ise onu yaparlar ve bunun için sebepler üretirler. Böyle olmasaydı Amerika bölgede hiçbir şey yapamazdı. Amerika’dan kurtulmanın yolu, bu rejimleri devirmekten, Allah’ı, Rasûl’ünü ve müminleri razı eden ve Müslümanları tek bir devlette birleştiren bir sistem kurmak için çalışmaktan geçer. İyi bilin ki bu sistem de Nübüvvet metodu üzere Hilafettir. Hilafet Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadidir.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de müjdesidir.

ثُمَّتَكُونُخِلَافَةًعَلَىمِنْهَاجِالنُّبُوَّةِثُمَّسَكَتَ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu.” [Ahmed]

H.10 Ramazan 1444
M.01 Nisan 2023    

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER