Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Gazze İçin Ne Yapabilirim?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gazze İçin Ne Yapabilirim?

Birçok kişinin şöyle dedikleri doğrudur: Ben tek başıma Gazze için ne yapabilirim? Orada açlıktan ölenler için nasıl bir çaba gösterebilirim?

Evet, birçok kişi bu soruyu tekrarlıyorlar, acı çekiyorlar, iç çekiyorlar, Gazze'deki açlık ve katliamların fotoğrafları karşısında ağlıyorlar, sonra da “ama benim hiçbir şeyim yok... Ben tek bir bireyim!” ifadesiyle bitiriyorlar.

Bu soruyu soran kişiye şöyle diyebiliriz; o, canlı ve hisseden bir kalbi olan ve genel olarak ümmetin başına gelenlerden dolayı, özel olarak da Gazze'deki kardeşlerimizin başına gelenlerden dolayı acı çeken bir insandır. Yine o kişiye diyoruz ki; gayretin ve acından dolayı Allah seni hayırla mükafatlandırsın; zira bu, kalbin canlı olduğunun bir kanıtıdır.

İşte gerçek cevap burada:

Sen aciz biri değilsin, aksine yanlış bir yola yönlendirilmişsin.

Gazze için kalpten attığın her çığlık, şerî ve disiplinli siyasi bir eyleme dönüşmelidir; çünkü Gazze'nin çektiği acı, yardımların azlığından dolayı değildir, aksine bilincin yokluğundan, devletin yokluğundan, arkasında savaşılacak ve kendisiyle korunulacak kalkan olan bir İmamın yokluğundan dolayıdır.

Arapçılık için yalvarmak mı? Bir kayıp.

İnsani çağrıda bulunmak mı? Bir serap.

Küresel vicdana seslenmek mi? Beyhude.

Bunların hepsi batıl bağlar olup tek bir askeri bile harekete geçirmedi, geçirmeyecek, bir geçidi bile açtırmayacak ve tek bir füzeyi bile ateşlemeyecektir.

Orduları harekete geçirecek ve ümmeti birleştirecek olan tek bağ, İslam akidesi bağıdır; çünkü insanları bir araya getiren ve onları kardeş yapan sadece İslam akidesidir.

Bugün meydana gelen katliamlar ve açlık, bağışların azlığı sebebiyle değildir, aksine Gazze'yi kuşatıp orduların Gazze'yi Yahudilerden kurtarmak için harekete geçmesini engelleyen ajan rejimler nedeniyledir.

Senin yapabileceğin ve yapman gereken şeylere gelince:

1- Yamalı çözümleri reddetmen ve bunlara bağlı kalanların başarısızlığını ifşa etmendir.

2- Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için ciddi bir şekilde çalışmak; zira ordulara liderlik edecek, sınırları yıkacak, toprakları kurtaracak ve mazlumlara yardım edecek olan sadece Hilafet olduğu gibi Müslümanların başına gelenler de Hilafetin yıkılmasından sonra gerçekleşmiştir.

3- Destek olmayı engelleyen yöneticilerin ihanetini ifşa etmek, ümmete karşı komplolarını ortaya çıkarmak, hakkı söyleyen bir dil olmak, bilinçli bir akıl olmak, davetin taşınmasına yardımcı olmak ve acizlik duygularının yankılanmaması.

Gazze'nin duygulara değil, bir devlete ihtiyacı vardır ve senin rolün bu devlet projesinin bir parçası olmaktır.

4- İnsanlar arasında, çözümün rejimlere tevessül etmek ve yardımlara bağlanmakta değil, Allah'ın şeriatıyla hükmetmekte olduğu şeklindeki şerî siyasi bilinci yaymak. Benim gücüm yetmez deme, aksine yönümü değiştireceğim ve gerçek değişim yönünde adım atmaya başlayacağım de.

5- Sebeplere bağlanıp Hilafeti kurmak için çalışanlarla birlikte çalıştıktan sonra, Gazze'deki ve her yerdeki kardeşlerimizin başına gelenlerin sona ermesi için ellerimizi kaldırarak Allah'a dua edip yakarışta bulunmalıyız. Zira Bedir Savaşı'nda Allah'ın Rasulü'nde bizim için güzel bir örnek vardır; zira savaş alanında safları düzene koyduktan sonra ellerini kaldırıp Allah'a yakarışta bulunmuştur.

Müslüman kardeşim, acıman yeterli değildir; bu zaman, safları ve senin hangi safta olduğunu belirme zamanıdır?

Bugün her bir Müslümana, Gazze haberleri ulaşmış ve çocukların gözlerindeki açlığı, yıkılmış evlerin sokaklarındaki akan kanları, ihlal edilen namusları görmüş olup artık bulunduğu yeri net bir şekilde belirmesi gerekir; dine yardım etmek için çalışanların safında mı olacak? Yoksa sessiz ve yüzüstü bırakanların safında mı olacak?

Gazze'de yaşananlar bizim için bir imtihandır:

- Peki Rabbimizin kıskançlık duyduğu kıskançlığı duyacak mıyız?

- Bizi emrettiği gibi harekete geçecek miyiz?

- Bize farz kılındığı gibi gerçek yardımı yapacak mıyız?

Allah, şu anda boyunlarımıza, hiç kimsenin mazur göremeyeceği üç farz yüklemiştir:

1- Toprakları kurtarmak ve saldırıyı püskürtmek için cihat etmek, Farz-ı Ayn’dır.

2- Ümmete şerî bir liderlik olması için Hilafeti kurmak.

3- Yahudilerin sınırlarına bekçilik yapan, Gazze'yi boğan ve orduların harekete geçmesini engelleyen ajan rejimleri devirmek.

Bu aşamada Allah'ın izzetli kıldığı kişi, bu farzları omuzlarında taşıyan ve bunlar için gece gündüz çalışan kişidir. Allah'ın hor gördüğü kişi ise, dua etmenin tek başına yeterli olduğuna, yardımların devletin kurulmasından daha önemli olduğuna veya mevcut rejimlerin bir gün ıslah olacağına kendini ikna etmiş kişidir! Bakın işte binlerce kamyon Gazze'nin kapılarında duruyor; onları engelleyen ise lojistik yetersizlik ya da finansman eksikliği değildir, aksine Yahudiler ile başlarında hevası ve sadakatiyle bir Siyonist olan Sisi olmak üzere Allah'a ve Rasulü'ne ihanet eden yöneticiler arasındaki suçlu ittifaktır.

Sisi rejimi ve diğer zararlı yöneticilerin gözetiminde bu kuşatmanın devam etmesi, bu yöneticilerin harici düşmandan daha tehlikeli bir iç düşman olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

Bu nedenle çözüm, geçitlerin geçici olarak açılması ya da kuşatma altındaki bölgelere yardımların gönderilmesi değildir. Aksine belanın kökünü kazımak, Yahudileri koruyan ve Gazze'yi kuşatma altına alan rejimleri devirmek ve Sykes-Picot sınırlarını korumak için değil, Müslümanlara yardım etmek için orduları harekete geçirmektir. Bugün Gazze'de akan her bir damla kanın, her bir çocuğun çığlığının ve her bir yaslı annenin arkasında sadece işgalci düşman değil, aksine ona koruma sağlayan ve kapıları kapatanlar da vardır; zira Sisi ve onun gibi yöneticiler sınırları ve egemenliği korumuyorlar, aksine Yahudileri ümmetin öfkesinden korudukları gibi Gazze'den yaşamın dayanakları da engelliyorlar.

Yaşamış olduğumuz acı gerçeklik işte budur; zira Müslümanların çığlıkları artık ölülerin fısıltıları gibi olup hiç kimsenin bu çığlıkları işitmemesi, kalplerin ve orduların harekete geçmemesi, ajan rejimler ve zincirlenmiş ordular aracılığıyla ümmetin belinin kırılmasının doğrudan bir sonucudur.

-Mısırlı gençlerin Mescid-i Haram'ın avlusunda haykırması gibi- zulme karşı tek başına haykırmak, samimiyet ve acıdan kaynaklanmış olsa bile, yeterli değildir; çünkü bu, yöneticilerin ve tiranların komplo kurdukları gerçekliği değiştirmeyeceği gibi ümmetin değişimle ilgili şerî vacibini de engelleyecektir.

Nitekim Hişam bin Amr, İslam'dan önce bu meseleyi anlamıştı; zira tek bir sesin batıl karşında yeterli olmadığını fark edince, kendi tutumunu paylaşan bir grup oluşturmak için inisiyatif almış ve böylece beş kişi bir araya gelerek, Beni Haşim'in zalim boykotunu bozmak için bir ittifak kurmuşlar, Ebu Cehil'in karşısında durmuşlar ve onu susturmuşlardır. Peki bizler, Mekke'nin çevresinde Beni Haşim'in kuşatmasından daha kötü bir gerçeklik içinde yaşarken nasıl olacak? Bu yüzden çözüm, bireysel tepkilerle, soyut duygularla ya da aciz yardımlarla değil, ümmetin projesini taşıyan ve Yahudi varlığını koruyan rejimleri yıkmak ve Müslümanları ve çabaları birleştirecek Raşidi Hilafeti yeniden tesis etmek için çalışan, ideolojik bilinçli bir cemaatle çalışmakla olur.

O halde ben tek başıma bir şey yapamam deme, aksine ümmetin sesini, onurunu ve kılıcını geri kazanmak için bu ideolojik siyasi kitlenin bir parçası olmaya çalış. Zira ajan yöneticileri devirmek bir seçenek değildir, vaciplerin en üstünüdür; çünkü ajan yöneticilerin bekası, siyasi sömürgeciliğin, askeri kuşatmanın, ekonomik zilletin ve gâsıp Yahudi varlığının iktidarının bekası demektir.

Doğru olan, insanları ajan yöneticilerin saraylarına yönlendirmek, onların tahtlarını sarsmak ve onları köklerinden söküp atmaktır; çünkü kesin bir delille sabit olmuştur ki bu yöneticiler:

- Batı'daki efendilerinin emriyle Gazze'yi kuşatıyorlar.

- Silah ve teçhizata sahip oldukları halde orduların harekete geçmesini engelliyorlar.

- Ya yardımları engelliyorlar ya onları çalıyorlar ya da onları siyasi amaçları için kullanıyorlar.

- Halkları bağış, gösteri ve dua sloganlarıyla uyuştururlarken, katliamların devam etmesine izin veriyorlar!

Ey Müslümanlar: Vacip olan arabulucularla ve Gazze'nin kanının ticaretini yapanlarla değil, Hilafeti kurmak ve zararlı rejimlerin yıkılması için çalışanlarla birlikte tek bir saf halinde olmanızdır. Sadece bağış sloganları atan, belanın kaynağı olan mevcut siyasi sistemi görmezden gelenlere gelince; onlar ya:

- Gaflet içinde olup aldatılanlardır.

- Ya da mazlumların gözyaşlarından kazanç sağlayan fitne ve kan tacirleridir.

Köklü şerî siyasi çözüm, boş insaniyetler ve yamalı çözümler değildir. Dolayısıyla ajan yöneticileri devirmek, bağış yapmaktan daha önemli bir vacip olup dua etmekten daha öncelikli ve Gazze'ye yardım etmeye tüm yüzeysel çözümlerden daha yakındır. Zira bugünkü yöneticiler, Yahudilerden daha tehlikelidir; çünkü ümmetin orduları ile cihad sahaları arasındaki gerçek engel bizzat onlardır.

Sen, biz ve tüm ümmet olarak yapmamız gerekenler:

- Gazze'yi kuşatan ve halkların onurunu çiğneyen mevcut rejimleri ifşa etmemiz.

- Ordulara hitap etmemiz ve onlara, Allah'a ve tarihe karşı sorumluluk yüklememiz; çünkü silahları, mevzileri ve kışlaları elinde bulunduranlar onlardır.

- Bağış ve insanlık sloganlarıyla insanları uyuşturup onları, yöneticileri devirip Hilafeti kurmak gibi azim bir farzdan uzaklaştıran kişilerin sahteliğini ifşa etmemiz.

Senin görevin, ya İslam'ın otoritesini yeniden tesis etmek için ideolojik bir partide çalışanlardan olmak ya da seyirci kalarak ihmalinden dolayı hesaba çekilmektir. Seçim senin; ancak değişim taşıyıcılarına katılman, Allah'ı razı edecek ve vakıayı değiştirecek olan bir fiildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...

Gazze'deki Halkımızın Çektiği Açlık, İnsanlığı Harekete Geçirdi Ama Müslüman Ordularını Harekete Geçirmedi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze'deki Halkımızın Çektiği Açlık, İnsanlığı Harekete Geçirdi Ama Müslüman Ordularını Harekete Geçirmedi!

Haber:

Hollanda'da Yahudi varlığına karşı daha sert önlemler alınmasını talep eden gösteriler devam ediyor. (El Cezire Net)

Yorum:

Dünyayı vuran kıtlıkların birçok nedeni vardır ve bunların çoğu yağışların azalması ve kuraklık ya da yağışların artması ve sellerden kaynaklanmakta olup bunların çok azı ise siyasi olaylar nedeniyledir.Şayet bunun nedeni iklimsel dalgalanmalar olsaydı, kıtlığın yaşandığı ülkenin komşuları tarafından durum hızla kurtarılırdı; tıpkı Ömer Radıyallahu Anh döneminde yaşanan Ramâde (kıtlık) yılında meydana geldiği gibi; zira kıtlık devletin merkezini vurunca, diğer vilayetlerden yardım istenmişti;rivayetlerde geçtiği gibi, Radıyallahu Anh hızlı bir şekilde zengin ülkelerdeki valilerine, onlardan yardım istediğini yazmış ve Mısır'daki valisi Amr ibn Âs'a şu mektubu göndermişti: “Selamun Aleyke, emma ba’d; Sen ve beraberindekiler rahat yaşarken bizim helak olduğumuzu görmüyor musun? Yetiş imdada! Yetiş imdada!” Amr İbn Âs da Ömer’e şöyle yazarak cevap verdi: “Amr ibn Âs'dan Allah'ın kulu müminlerin emirine selam olsun;tek ilah olan Allah’a hamd ederim, emma ba’d; sana yardım gelecektir, hem de bol bol! Başı senin yanında, sonu benim yanımda olan bir kervan gelecektir. Umarım deniz yoluyla da göndermenin bir yolunu bulurum.” Bunun üzerine Amr, kara yoluyla un taşıyan 100 deve, deniz yoluyla da un ve yağ taşıyan 20 gemi ve 5000 giysi gönderdi.Ömer, Şam'daki valilerinden her birine şöyle yazdı: “Bize, bizim için uygun yiyecek gönderin; Allah'ın merhamet ettikleri hariç onlar helak oldular.”Aynısını Irak ve Fars'taki valilerine de yazdı. Hepsi de Ömer’e, (yardım) gönderdiler.

Bu, kıtlığın nedeni hava koşullarındaki dalgalanmalar ise böyledir.Eğer Gazze'deki halkımızın açlığı gibi bu kıtlığın nedeni, Yahudiler ve Müslümanlar olarak kabul edilen Ruveybida yöneticilerin iş birliğiyle onlara giden tüm girişlerin kapatılması ise, bunun çözümü un çuvalları göndermek değildir, aksine bu yöneticileri devirip Gazze halkına yardım edecek ve onlardan kuşatmayı ve açlığı kaldıracak devasa ordulara liderlik eden bir Halife nasbetmektir.

Ey özel olarak Mısır, Ürdün ve Suriye'deki halkımız ve genel olarak da tüm Müslüman ülkelerdeki halkımız; kafirler arasındaki insanlık harekete geçip Yahudilere yardım etmelerini ve destek vermelerini durdurmaları için hükümetlerine karşı çıktıkları halde neden sizin, dininize, peygamberiniz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra'sına ve aç kalan kardeşlerinize yardım etmek için içinizdeki yiğitlik duygusu harekete geçmedi?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Suzan el-Mücerrat – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Tüm Camiler Temizlenirken... Ben İse Şerefli Olduğum Halde Kirletiliyorum Aksa'nın Çağrısına Selahaddin'in Cevap Verdiği Gibi Cevap Verecek Kimse Yok Mu?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tüm Camiler Temizlenirken... Ben İse Şerefli Olduğum Halde Kirletiliyorum Aksa'nın Çağrısına Selahaddin'in Cevap Verdiği Gibi Cevap Verecek Kimse Yok Mu?

Haber:

3 Ağustos 2025 Pazar günü, 3 binden fazla yahudi yerleşimci Mescid-i Aksa'nın avlusuna baskın düzenledi; bu ise işgal edilmesinden bu yana mübarek mescide bir gün içinde yapılan en büyük baskın olarak nitelendirildi ve baskın,“tapınağın yıkılışı” olarak adlandırılan olayın yıldönümünde yerleşimcilerin ihlallerinin benzeri görülmemiş bir şekilde tırmanmasının ve Kudüs ve El-Aksa'nın çevresinde sıkı güvenlik önlemlerinin alınmasının gölgesinde gerçekleşti.Ben Gvir, işgal güçlerinin sıkı güvenlik koruması altında baskın düzenleyen kalabalığa öncülük ettiği gibi baskınlara Likud Partisi'nden Knesset üyeleri Amit Halevi ve Sharren Haskel ile Negev ve Celile Kalkınma Bakanı Yitzhak Vasserlauf da katıldı.Fotoğraflar, Savaş Bakanı Yisrael Katz'ın Burak Duvarı'na geldiğini ortaya koymuştur.Varlığının, dünya çapında kendisinden nefret edenlerin eleştirilerine rağmen, Kudüs ve Tapınak Dağı üzerindeki hakimiyetini ve egemenliğini sonsuza kadar güçlendireceğini söyledi.Kameralar, daha önce bu ritüelin sınırlı olduğu doğu bölgesini açıkça aşarak, El-Aksa'nın içindeki yerleşimcilerden oluşan grupların “rahiplerin kutsama duası” olarak bilinen ritüeli gerçekleştirdiğini ve ritüelin yerine getirilmesinin, caminin avlusundaki birçok yere kadar uzadığını görüntüledi. (El Cezire Net)

Yorum:

Yahudi varlığı, zaman ve mekan olarak bölünmesine zemin hazırlamak için Mescid-i Aksa'da yeni bir gerçeklik dayatmaya çalışıyor; zira bakanlarının, Knesset üyelerinin ve yerleşimci sürülerinin Mescid-i Aksa'ya yönelik baskınları, özellikle kendi özel ve bayram günlerinde artış göstermekte olup avlularında Talmud duaları ve ritüelleri yapmaya, Mescid-i Aksa'nın avlularını ve dışını dolduracak şekilde seslerini yükseltmeye başladılar; hatta Mescid-i Aksa’nın avlularına bayraklarını bile astılar.Namaz kılanların maruz kaldığı baskı ve zulüm, onlara dayatılan kısıtlamalar ve önlemler bir yana tüm bunlar onu kontrol altına almak ve Tevrat'taki hayallerini gerçekleştirerek onu yıkıp enkazı üzerine kendi tapınaklarını inşa etmek için yapılıyor.

Mescid-i Aksa, Müslümanların akidesinin bir parçası olup Müslümanların ilk kıblesi ve Peygamberleri Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra'sıdır; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُKendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” [İsra 1]Nitekim burası, Müslümanların ikinci Halifesi Ömer ibn Hattab tarafından fethedilmiş ve muzaffer komutan Selahaddin Eyyubi tarafından da Haçlılar'dan kurtarılmıştır; dolayısıyla Filistin toprakları, sahabelerin ve fatihlerin kanıyla sulanmış olan haraci bir topraktır.Bu nedenle buranın kurtarılması ve özellikle vahşi bir soykırım savaşına maruz kalan Gazze halkı başta olmak üzere halkına yardım edilmesi, her Müslümanın üzerine vaciptir.O halde tüm bunlardan sonra Müslümanlar, harekete geçmek için neyi bekliyorlar?

Yahudi varlığının ve yerleşimci sürülerinin Mescid-i Aksa'yı kirletmeye ve planlarını ve projelerini uygulamaya devam etmeye cesaret etmelerinin sebebi, özellikle Mescid-i Aksa üzerinde vesayet sahibi olanlar olmak üzere Müslümanların başındaki yöneticilerin ihanetidir.Zira onlar, onların gölgeleri altında cezadan emin oldular, bu yüzden edepsizce davrandılar, dahası suçlarında ısrar ettiler; bunun nedeni ise arkasında savaşılacak ve kendisiyle korunulacak, el-Aksa'nın avlularındaki özgürlerin çağrılarına ve Gazze halkından gelen yardım çağrılarına cevap verecek, mübarek toprakları kurtarmak için harekete geçecek, Kudüs'teki esirlerden biri içerisinde Mescid-i Aksa'nın lisanı üzerinden yazılmış olan şu mektup kendisine ulaştığında Selahaddin Eyyubi'nin harekete geçtiği gibi çağrılara cevap verip harekete geçecek Müslümanların kalkanı bir İmamın olmamasıdır.

Ey haç işaretlerini indiren kral

Beytu'l Makadis'in talepte bulunduğu bir zulüm geldi sana

Tüm camiler temizlenirken... Ben ise şerefli olduğum halde kirletiliyorum

İnsanlara karşı güçsüzlüğümü, çaresizliğimi ve zayıflığımı sana şikayet ediyorum ey Rabbim. Allah’ım bize bir an önce arkasında savaşacağımız ve kendisiyle korunacağımız kalkan olan bir İmam ikram et.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Mûnâsıra

Devamını oku...

Gazze Açlık İçinde Kıvranırken Yöneticiler Sağır, Dilsiz ve Körler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze Açlık İçinde Kıvranırken Yöneticiler Sağır, Dilsiz ve Körler!

Haber:

NBC News ağı uzmanları ve destekçilerine göre Yahudi varlığının saldırıları altında gerçekleşen Gazze'deki açlık krizi, “dönüm noktasına” ulaşmıştır;zira Filistinliler acil yardım almazlarsa vefatların sayısında keskin bir artış beklenmektedir.Bu yüzden yetersiz beslenmeden kurtulan birçok çocuğun hayat boyu vahim sonuçlarla karşı karşıya kalacağı konusunda uyarıda bulundular. Zira ABD merkezli insani yardım kuruluşu Uluslararası Kurtarma Komitesi'nin acil durumlar sorumlusu Karen Lanning, “Toplu ölümleri önleme şansının hızla daraldığını ve birçokları için de artık çok geç olduğunu” söyledi.Dünya Sağlık Örgütü de, “tüm gelecek nesillerin sağlığı ve refahının” tehlikede olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Yorum:

Amerika'nın desteklediği Yahudi varlığı, Gazze'deki toplu açlık konusunda büyük sorumluluk taşıyor.Zira 2007 yılından bu yana Gazze'ye kara, hava ve deniz kuşatması uygulamış, bu da Gazze halkına gıda, yakıt ve tıbbi malzeme girişlerinin kısıtlanmasına yol açmıştır.Ayrıca vahşi bir şekilde çiftlikleri, balık tuzaklarını ve su tesislerini de bombalıyor.Yahudi varlığının, Gazze halkını cezalandırmak ve Hamas'a baskı yapmak için açlığı bir araç olarak kullanarak hayatı çekilmez bir hale getirdiği sabit olmuştur.Yine Yahudi varlığının ordusu, sözde uluslararası insancıl hukuka aykırı olduğu halde yardım konvoylarını da bombalayarak suçlarını sürdürmektedir.

Açlığı savaş üsluplarından biri olarak kullanmak, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü'nün 8. maddesine göre suç teşkil etmektedir.Nitekim ironik bir şekilde bu mahkeme, şu ana kadar Yahudi ordusuna karşı resmi bir yargılama yapmamış veya tutuklama emirleri çıkarmamıştır.Açlık çeken Gazze halkı, sanki dini ve erdemi tek bir kişinin bile aç kalmasına izin vermeyen şerefli bir ümmetten değillermiş gibi, Amerika ve Yahudilere terk ediliyor!Esasında açları doyurmak, İslam'da sadece bir hayır işi değildir; aksine bu, imanın temel ilkelerinden biri olup Müslümanların toplumsal sorumluluğunu, merhameti ve Allah Subhanehu ve Teala'nın rızasını kazanma çabasını yansıtmaktadır. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَيْسَ الْمُؤْمِنُ الَّذِي يَبِيتُ شَبْعَانَ وَجَارُهُ جَائِعٌKomşusu açken tok karnına yatan (kâmil) bir mümin değildir.

Garip olan şey, Gazze halkı açlıktan kıvranırken, İslam beldesinin dört bir yanındaki Müslümanların başındaki yöneticilerin sağır, dilsiz ve kör olarak kalmasıdır! Bu utanç verici sessizliğe ise, Yahudilerin isteklerini karşılayan Amerika'nın iradesine boyun eğdikleri için büründüler.Bu bağlamda, Mısır rejimi, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan, Gazze'yi kuşatmak gibi Yahudilerin habis planlarını uygulamak için iş birliği yaparak Gazze halkının iradesini kırmayı ve tüm İslam ümmetinin tam bir umutsuzluk hali içinde boyun eğmesini hedefliyorlar.Müslüman ordular şunu bilsin ki, şüphesiz Allah kıyamet gününde Gazze'nin durumundan dolayı onları hesaba çekecek ve bu sessizlik onları Allah'ın gazabından kurtaramayacaktır.Takınılması gereken tek İslami tutum, kuşatmayı kırmak ve Gazze'yi ve tüm Filistin'i kurtarmak için harekete geçmektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şaban Muallim - Kenya

Devamını oku...

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedî “İki devletli çözüme alternatifi olan varsa buyursun söylesin!” Hizb-ut Tahrir Şeri ve Uygulanabilir Çözümünü Sunmuştur ve Hâlâ Aynı Kararlılıkla Sunmaya Devam Etmektedir

Ürdün Dışişleri Bakanı ‘iki devletli çözüme alternatifi olan varsa buyursun söylesin ‘ derken, gerçekten samimi mi, yoksa laf olsun diye mi söylüyor?

Çünkü bu sözleri söylediği yer oldukça manidar: 28 Temmuz 2025’te, New York’ta, Suudi Arabistan ve Fransa gibi ülkelerin yönettiği ve adında bile ‘iki devletli çözümün uygulanması’ geçen bir Birleşmiş Milletler konferansı. Eymen Es Safedi bu sözleri, 28 Temmuz 2025’te Suudi Arabistan ve Fransa’nın ortak başkanlığında New York’taki BM Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen ‘Filistin Meselesine Barışçıl Çözüm ve İki Devlet Modelinin Uygulanması’ konferansının ana oturumunda sarf etti.

Aslında, o ucube Yahudi varlığının güvenliğini sağlamayı amaçlayan çözümü Ürdün halkına ve tüm İslam alemine dayatan, Ürdün rejiminin ta kendisidir. Zaten Filistin meselesinde tek bir referansınız var: Rejiminizin can dostu Amerika! Yani, Yahudi varlığının müttefiki, onu yaşatmaya ve korumaya yeminli olan Amerika! Yani, Gazze’deki soykırım ve açlık savaşının suç ortağı olan Amerika!

Peki, Ürdün’de ‘iki devletli çözüm’ dışında bir fikir öne sürenlerin sonu ne oluyor? Filistin davasının en başından beri, bu ülkenin kendi halkı, ilkeli siyasetçileri veya samimi aktivistleri ne zaman farklı bir çözüm önerse, sizden gördükleri muamele hep aynı: Tutuklama, işkence, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve en hafif tabirle ‘rejimi yıkmaya teşvik’ suçlamasıyla hapis! Yoksa bu rejimin bekası, düşmanlarının dayattığı çözümlere kulluk etmeye mi bağlı?

Artık şu gerçeği görün: Yıllardır denediğiniz bütün siyasi projeler iflas etmiştir ve ülkeyi de halkı da utanç verici bir duruma düşürmüştür. Bu projeler sizin ümmet düşmanı Yahudi varlığı ve sömürgeci Batı’ya (Amerika ve Avrupa’ya) kölelik etmeye yemin etmiş birileri olduğunuzu kanıtlamıştır. ‘İki devletli çözüm’ gibi sahte önerileriniz, gerçek çözümün yerini asla tutamaz. Gerçek çözüm ise bellidir: Allah yolunda cihat, İslam Devleti’nin yeniden kuruluşu ve Allah’ın kanunlarının uygulanmasıdır. İşte ancak bu çözüm, halkı ve ülkeyi, ‘barış içinde yaşayalım, güvenliklerini koruyalım’ dediğiniz o zalimlerin elinden kurtarabilir.

Fakat heyhat, heyhat! Sizin ne bu ümmetle bir bağınız var, ne de bu ümmetin sizinle. Çünkü sizi başımıza bela edenler, halka boyun eğdirmekten başka bir şey sunmayasınız diye sizi o koltuklara oturtan sömürgeci Batı’dır. Eğer zerre kadar dürüst olsaydınız, hem aşağılık Yahudilerin hem de kendi müttefikiniz ABD’nin bu ‘iki devletli çözüm’ masalına inanmadığını görürdünüz. Hatta ABD Dışişleri, sizin New York’ta katıldığınız o konferans için açıkça ‘diplomasiye zarar veren bir propaganda’ dedi. Hal böyleyken, kimin adına bu beyhude çabayı sürdürüyorsunuz? ABD bile, ‘iki devletli çözüm’ fikrine karşı çıkarak Yahudi varlığını desteklemektedir. Hal böyleyken, siz neden hâlâ bu iflas etmiş çözümü savunmaya devam ediyorsunuz? Neden, hala gerçekte var olmayan ‘hayali’ bir Filistin devletini tanıyacaklar diye birkaç Avrupa ülkesine umut bağlıyorsunuz? Yoksa işin içinde bambaşka bir plan mı var? Bu sürece katılarak, aslında hem Filistin hem de Ürdün halkını aldatmaya ve Filistin davasını bitirmeye mi çalışıyorsunuz? Ya da ya aldatmacalı bir göçle ya da Batı Şeria’dakilere bir ‘Ürdün pasaportu’ vererek Yahudilerin bitmek bilmeyen hırslarını tatmin etmek mi istiyorsunuz?

Diyelim ki derdiniz gerçekten de ‘iki devletli çözüm’. İyi de, bunu Yahudi varlığına ve Amerika’ya kabul ettirecek gücünüz var mı? Sizin elinizdeki en büyük güç, bizzat kendi bakanınızın ‘ölü’ dediği uluslararası hukuka gidip şikâyet etmek ve kınamaktan ibaret. Artık gerçeği görün, yolun sonuna geldiniz ve önünüzde sadece iki seçenek var: Ya, en azından savunduğunuzu iddia ederken onurunu ayaklar altına aldığınız Ürdün’ün egemenliğini korumak için Yahudi varlığını güçle yani savaşla dize getirmek ya da ya da boyun eğip teslim olmak!

Bakanın süslü ama boş laflardaki ustalığına diyecek yok. Ama bu sözler, en zayıf ülkelerin bile ağzına almaktan utanacağı türden. Örneğin, bakan ‘Dünyanın, iki devletli çözüme karşı çıkan İsrail’e karşı harekete geçme vakti geldi’ diyor. İnsan sormadan edemiyor: Bakan hangi ‘dünya’dan bahsediyor? Yahudi varlığının yaptıklarına sesini çıkarmayan, hatta Gazze’nin öldürülmesine ve aç bırakılmasına ortak olan dünyadan mı?

Eğer bu ümmeti Batı sömürgeciliğinin pençesinden ve onun uygarlık, siyaset, askerî, ekonomi hegemonyasından kurtarmak, Yahudi varlığının kökünü kazımak gibi bir umudumuz varsa, bu umudu gerçeğe dönüştürecek tek bir yol vardır: Halkın kalbindeki duygusal birliğin yanı sıra, yeryüzünde kurulacak somut, fiziki bir İslami birliktir. İşte Hizb-ut Tahrir olarak biz, tam da bu birlik için çalışıyoruz. Bu birlik için Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurmaya çalışıyoruz. Çünkü bu ümmetin on yıllardır çektiği çileden kurtulmasının tek gerçek yolu Hilafettir. Zaten Batı’nın korktuğu ve engellemek için savaştığı şey de budur. Onlar bu savaşı ya doğrudan veriyorlar ya da sizin rejimlerinizin yıllardır peşinden koştuğu ‘iki devletli çözüm’ gibi sahte ve teslimiyetçi çözümleri dayatarak veriyorlar. Bu çözümün gerçek bir jeopolitik zemini yoktur, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinin tanıması da durumu değiştirmez. Eğer samimiyseniz, işte gerçek çözüm karşınızda, gidin yöneticilerinize anlatın! Yok değilseniz, o zaman sizin bu ‘alternatif var mı?’ sorunuz da, o ölü uluslararası sistemin kürsülerinde gevelediğiniz boş laflardan biridir, hepsi bu!

Gerçek, samimi, İslami ve uygulanabilir tek bir çözüm var: O da Hizb-ut Tahrir’in kurulduğu günden beri sunduğu çözümdür. Biz, halkına asla yalan söylemeyen bir öncüyüz. Biz bu çözümü, bedeli herkes için çok daha azken, sizin ihanet politikalarınız ve dışa bağımlılığınız yüzünden işler bu kadar sarpa sarmadan çok önce hem size hem de bölge halklarına anlattık. Çözümümüz gayet açık: Orduları harekete geçirmek, Yahudi varlığıyla savaşmak, tüm Filistin’i onların şerrinden temizlemek ve insanların onlara verdiği destek ipini kesip atmaktır!

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ“Şüphesiz ki bunda kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

Devamını oku...

Federal Rezerv ve Trump... Dünya Pahasına Bir Çatışma!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Federal Rezerv ve Trump... Dünya Pahasına Bir Çatışma!

Haber:

Federal Rezerv Konseyi (Merkez Bankası) Çarşamba günü, Başkan Trump'ın faiz oranlarının indirimine yönelik devam eden baskılarına rağmen, faiz oranlarını beşinci kez üst üste sabit tutma kararı aldı.

Konsey, faiz oranlarının %4,25 ile %4,5 arasında tutulacağını belirterek, “enflasyonun hala biraz yüksek” olduğunu ve göstergelerin 2025'in ilk yarısında ekonomik faaliyetlerin büyümesinin yavaşlayacağına işaret ettiğini söyledi.

Diğer taraftan Federal Rezerv Başkanı Jerome Powell ise Çarşamba günü yaptığı açıklamada, finans piyasaları tarafından beklendiği gibi bankanın Eylül ayında faiz oranlarını düşürüp düşürmeyeceğine karar vermesi için henüz çok erken olduğunu söyledi. (El Cezire Net, 30/07/2025)

Yorum:

Federal faiz oranı, enflasyonu ve ekonomik büyümeyi kontrol etmenin ana aracıdır, yani enflasyon yükseldiğinde, federal rezerv borçlanma ve harcamaları azaltmak için faiz oranını yükseltir ve bunun tersi de doğrudur.Dolayısıyla Merkez Bankası’nın faiz oranını beş kez üst üste sabit tutması, enflasyon hala yüksek ama yavaş yavaş düşme umudunun olduğu anlamına gelmektedir; bu da faiz oranı her sabit tutulup yükseltildiğinde bize, ABD ekonomisinin yavaşlayacağını gösteriyor.

Trump ise ikinci döneminde, ekonomik politikasını başarıya ulaştırmaya çalışıyor;bu nedenle faiz oranını düşürmesi için federal rezerv üzerine baskı uyguluyor ki bu da kendi döneminde borsanın büyümesini izin verecektir;çünkü başkanlık adaylığını yenilemeyi planlamakta olup önümüzdeki seçimlerde para politikasını kullanmaya çalışacaktır.

Ancak Federal Rezerv'in bağımsız bir özel kurum olduğu ve politikasına müdahaleye izin vermeyeceği esasına göre hareket eden Jerome Powell'in sabit tutumuyla karşı karşıya kalmıştır.

Yukarıda geçenlerden, Fed'in çok temkinli bir politika izlediği ve bunun da ABD ekonomisinin iyi bir durumda olmadığına delalet ettiğini görüyoruz; zira Jerome Powell, “Faiz indirimi enflasyonun yeniden geri dönmesine yol açabilir ve biz buna izin veremeyeceğiz” demiştir.

Burada Jerome Powell'ın 1970'teki hatayı tekrarlamak istemediğini görüyoruz; zira o yıl faizleri erken indirmiş ve bu nedenle de enflasyon tekrar güçlü bir şekilde geri dönmüştü. Ayrıca Powell, “Faiz indirimine gitmeden önce net verileri bekliyoruz. Hem enflasyonun hem de büyümenin yavaşladığı kesinleşirse 2025 yılı sonuna doğru kademeli bir indirime başlayabiliriz” diyor.

Ancak bu durum garanti değildir; çünkü Fed'in kontrolü dışında Amerikan ekonomisini istikrarsızlık durumuna geri döndürebilecek faktörler de mevcuttur. Örneğin:

* Herhangi bir şekilde federal rezerve doğrudan siyasi baskının uygulanması, enflasyonun geri dönmesine ve sermayenin kaçmasına yol açacaktır; bunun nedeni ise yüksek faiz oranlarının cazip olmaması ve en önemlisi de ABD'nin para politikasının bağımsızlığına ilişkin küresel güvenin tamamen yitirilmesidir.

* Boğazlarda yaşanacak jeopolitik krizin, petrol fiyatlarının artmasına ve enflasyonun tekrar geri dönmesine yol açacak olması.

* Çin ile gerginliğin tırmanması ve genel olarak ticaret savaşı.

Daha birçok etken vardır; bu nedenle ABD ekonomisi, ister siyasi, ister askeri, isterse mali olsun, herhangi bir büyük küresel kriz durumunda istikrarsızlığa maruz kalacaktır.

Enflasyon ve diğer durumlar, salt faydacılığa ve tüm dünya pahasına küçük bir grubun kâr elde etmesine dayalı olan kapitalist sistemin sonuçlarıdır. Bu nedenle tüm biçimleri ve trajedileriyle bugün yaşadığımız durum, insanlığa yıkım ve sefalet getiren kapitalist sistemin bir ürünüdür.

İnsanlığın tüm sorunlarına yönelik gerçek çözüm, bu açgözlü kapitalist sistemi yıkıp onu, insanın özgürlüğünü ve insanlığını koruyan, ona huzurlu bir yaşam garanti eden bir sistemle değiştirmektir. Bu ise insan yapımı sistemlerle değil, aksine Allah Azze ve Celle katından gelen bir sistemle olacaktır; zira Allah Azze ve Celle bize, kalkınmayı ve adaleti gerçekleştirebileceğimiz bir metot göndermiştir; 1300 yıldan fazla bir süredir uygulanmış olan ancak sömürgeci devletlerin ortadan kaldırmak için komplo kurdukları işte bu metottur. Çünkü onun varlığı, onların sömürgelerini engellemektedir.

Bu nedenle bu gezegendeki tüm Müslümanları, İslami hayatın yeniden başlaması ve Rabbani metodun yeniden uygulamaya geri dönmesi için çalışanlarla birlikte çalışmaya çağırıyoruz.

Ey dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar: Çözüm bizim elimizde olup bizim yapmamız gereken, Allah'ın şeriatını ikam etmek için çalışanlarla birlikte yürümemiz ve bunun dışında başka bir hükmü kabul etmememizdir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” [Bakara 120]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dareyn Eş-Şanti

Devamını oku...

İslam Ümmeti İki Büyük Felaketin Pençesinde: Yozlaşmış Yöneticiler ve Yozlaşmış Düzen! Her İkisi de Eş Zamanlı Olarak Değiştirilmelidir

Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur, 26 Temmuz 2025’te dev bir protesto gösterisine sahne oldu. Binlerce kişi, Başbakan Enver İbrahim’in istifası için sokaklara döküldü. Bu gösteri, halkın biriken öfkesinin ve hayal kırıklığının bir yansımasıydı. Protestoculara göre hükümet, sadece reform sözlerini tutmakla kalmadı, aynı zamanda yeni vergiler, elektrik zamları ve artan hayat pahalılığı ile halkın sırtındaki yükü daha da artırdı.

Halkın öfkesi, Enver’in tam bir ikiyüzlülük abidesi haline gelmesiyle tavan yaptı. Yolsuzlukla mücadele edeceğine dair verdiği sözler, yolsuzları koruyup kollamasıyla tam bir tezat oluşturuyor. Sözde milyarlık yatırımlar için yapılan görkemli seyahatler ise koca bir hayal kırıklığından ibaret.

Muhalefet, bu toplumsal tepkiyi örgütleyerek ustalıkla kullandı ancak inandırıcı bir alternatif lider sunamadı. Enver istifa etse, yerine kim geçecek belli değil. Tek hedef Başbakan’ı göndermek, ama ülkenin geleceği için güvenilir bir yol haritası sunan kimse de yok. En acısı da bu: Halk, yine mantıklı siyasi çözümler ve sağlam fikirlerle değil, sadece duygularıyla sokağa dökülüyor. Her şey Enver İbrahim’in suçu!’ diyen bu yüzeysel nutuk, halka büyük bir yanılgı yaşatıyor. Gerçekte mesele tek bir kişide değil; yıllardır dayatılan bozuk sistemin kendisinde!

1957’deki bağımsızlıktan bu yana Malezya, on Başbakan ve aralarında Barisan Nasional, Pakatan Harapan, Perikatan Nasional ve şimdi de ‘Madani’ hükümetinin bulunduğu çeşitli siyasi partiler tarafından yönetilmiştir. Küçük bir azınlık refah içinde yaşarken, halkın büyük çoğunluğu hâlâ ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor ve toplumsal sorunlar her geçen gün daha da büyüyor. Benzer şekilde eğitim sistemi de tam bir kaos içinde! Suç oranları düşmek bir yana, adeta tırmanışta; polis bile suç batağında! Siyaset sahnesi ise tam bir bataklık: Skandallar, yolsuzluklar, ihanetler, güç savaşları... Ne ararsanız var. Ve bu kirli oyunun her zaman tek bir kurbanı oluyor: Halk.

Kısacası, Malezya’da yöneticiler değişti ama halkın çilesi hiç değişmedi. Her dönemde halk, haksızlıklara karşı ‘isyan etti’ ve hakkını aradı. Dr. Mahathir’in ilk döneminden beri başbakanlar ya içeriden ya da dışarıdan gelen baskılarla devrildi. Ama her yeni başbakanla birlikte gelen umutlar, her seferinde boşa çıktı. Halkın umduğu değişiklikler hiçbir zaman gerçekleşmedi. Değişmeyen tek şey ise sömürgeci güçlerin ülkenin bağımsızlık şartı olarak dayattığı bu demokratik sistem tiyatrosu oldu!

Kafirlerin İslam’a aykırı bir şekilde tasarladığı bir sistemin bu topluma gerçek bir çözüm sunması beklenebilir mi? Ümmet artık sistemi değiştirmeden yalnızca başbakanı değiştirmenin, kök meseleleri halletmeye yetmeyeceğini anlamalıdır.

Bu durum sadece Malezya’ya özgü değildir. Bütün İslam dünyasında aynı filmi izliyoruz. Arap Baharı’nda Tunus, Mısır, Yemen ve Libya halkları ayaklanmalarla liderlerini devirmiş olsa da kokuşmuş yönetim sistemler olduğu gibi kalmış ve halkın çektiği çileler bitmemiştir. Benzer şekilde Sudan, Türkiye, Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve diğer birçok Müslüman ülkede de yönetici değişiklikleri defalarca meydana gelmiş, fakat sömürgecilerden miras kalan laik sistemlere dokunulmamıştır. Sonuç olarak, ümmetin genel durumu büyük ölçüde değişmemiştir.

Ümmetin artık bu gerçeği kavraması elzemdir; zira bir mümin aynı delikten iki kez ısırılmaz. Ne yazık ki Malezya’da ümmet, bir veya iki kez değil, defalarca ısırılmıştır. Bu demokratik sistemde iktidara gelenlerin, tüm sorunlarımızın tek çözümü olan İslam’ı uygulamakta başarısız oldukları gibi İslam’ı uygulama gibi bir niyetlerinin olmadığını da kanıtlamışlardır. Ayrıca sömürgeci mirası demokratik sistemin, sadece İslam’a aykırı olmakla kalmadığı, aynı zamanda dini (İslam’ı) hayattan ayırmak için özel olarak tasarlandığı da kanıtlanmıştır. Başka bir deyişle, demokrasi bizzat İslam’ın uygulanmasını engellemek için tasarlanmıştır. Yani aslında, İslam’ın uygulanmasını engellemek için kurulmuş bir tuzaktır.

İşte bugün İslam Ümmeti’ne musallat olan iki musibet budur: Yozlaşmış yöneticiler ve yozlaşmış bir sistem. Ve artık ikisi de su götürmez bir gerçektir.

Şüphesiz, yozlaşmış sistemler yozlaşmış yöneticiler üretir ve yozlaşmış yöneticiler de yozlaşmış sistemleri korurlar. Komünizm sistemini korumak için nasıl kendi adamını yetiştiriyorsa, kapitalizm kendi düzenini sürdürmek için nasıl kendi yöneticisini yaratıyorsa, demokrasi de aynen kendi hatalı çarkını döndürmek için çürük yöneticiler yetiştirmektedir. Kısacası yönetici ve sistem, bir elmanın iki yarısı gibidir; birbirinden ayrılmaz ve sürekli birbirini besler.

Dolayısıyla bu felaketlerden kurtulmanın tek bir yolu var: Hem yöneticileri hem de sistemi aynı anda kökünden değiştirmektir! İslam’a göre gerçek lider Halife, gerçek sistem ise Hilafettir. Hizb-ut Tahrir’in bütün dünyada gece gündüz demeden uğruna çalıştığı şey işte budur. Ve şimdi tüm ümmete sesleniyoruz: Gelin, Hilafet’i yeniden kurmak için bizimle omuz omuza verin!

Devamını oku...

Bizi öldüren, Yerlerimizden Eden ve Bedenlerimizi Yakanlarla İlişkiler Mi?! Peki Zaferin İzzeti Nerede?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bizi öldüren, Yerlerimizden Eden ve Bedenlerimizi Yakanlarla İlişkiler Mi?! Peki Zaferin İzzeti Nerede?

Haber:

Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani'nin yüksek düzeyli bir heyetle Moskova'ya yaptığı ziyarette, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği ve Rusya'nın yeni Suriye'de oynayabileceği rol hakkında konuşmak için kapılar ardına kadar açıldı.Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Suriye'deki mevkidaşı, tüm ikili anlaşmaları yeniden gözden geçirme ve sağlıklı ilişkiler kurma konusunda mutabık kaldılar. Ayrıca Şeybani, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de bir araya geldi ve Suriye Dışişleri Bakanlığı bu görüşmeyi “tarihi” olarak nitelendirerek, siyasi ve askeri alanda yeni bir anlayış sürecinin başladığını vurguladı.

Yorum:

Haberleri okudum, bir dizi ilgili haberleri inceledim ve medya kuruluşlarının üzerinde odaklandığı farklı ifadeler dikkatimi çekti ve bunlardan biri de bu haberdi. Haberlerde “gelecek”, “tarihi olay”, “geçmişi unutmak” gibi ifadeler vardı; ayrıca geçmişte kaldığı ve artık konuşulmasına gerek olmadığı şeklinde nitelendirilen başka konular da vardı.

Ben okurken aklıma, “Şehitlerimizin rakamlardan ibaret olmadıkları” ifadesi geldi ki bu ifade, aktivistler ve devrim ve devrimcilere karşı ülkelerin işlediği katliamları belgelemek için çalışanlar tarafından sıkça tekrarlanan bir ifadedir.Nitekim bende, medyanın sadece yönlendirici olmadığı, aksine Allah korusun tıpkı iblisin çocuklarının rolü gibi insanların bilincini bulandırmak için kirli bir rol oynayabileceği bir kez daha netleşmiş oldu.Zira daha önceki aşamada rejim, müttefikleri ve onların katliamları konuşuluyordu, bugün ise söylem tamamen değişmiştir.

Sitelerden biri, Rusya ziyaretini “tarihi” olarak nitelendirdi ve dile getirdiği bu niteleme doğruydu. Zira dağlar gibi kafataslarından, vücut parçaları yığınlarından ve Rus ayısının döktüğü kan sellerinden sonra nasıl tarihi olmasın ki?! Sonra onunla oturup sanki hiçbir şey olmamış gibi karşılıklı gülüşüyoruz!

Evet, bu tarihi bir ziyarettir; zira uçaklarının nefret dolu lavlarını başımıza boşalttıktan sonra gelmiştir.Tarihidir; çünkü devrimin aşamalarının birinde neredeyse düşmek üzereyken Esad rejimini ayakta tutan kişiyle olmuştur; bakın işte o, orada (Rusya) oturuyor, uzaktan bile olsa yüzünü gören var mı?

Sizlere, işlenen suçun boyutunu hatırlatmamızı ister misiniz? Unutmamanız ve “yeni ilişkiler”, “yeni aşama” ve diğer iğrenç sözleri söylememeniz için katliamları tekrar mı sıralayalım?!

Eğer gerçekten yeni bir aşama olacaksa bu, hala kanların fışkırdığını ve cesetlerin üst üste yığıldığını gördüğümüz ve kafataslarının gözlerimizin önünde olduğu bir zamanda değil, izzetimizi elde ettikten, halkımızın haklarını geri aldıktan ve onların onurlarını iade ettikten sonra olmalıdır!

Ne oldu size ey insanlar?! Sizlerde gördüğümüz izzet hani nerede?Sizlerde gördüğümüz intikam ruhu nerede?Kendisi için ilahilerin söylendiği, şiirlerin yazıldığı ve sözlerin dizildiği mazluma destek olma konusundaki azminiz hani nerde?!

Siz bunu çok iyi bildiğiniz gibi o suçluların gerçekliğini de bildiğiniz halde ben hatırlattım ve şöyle bitirmek istiyorum. Siz onları çok iyi biliyorsunuz; zira onlarla en şiddetli ve en acı savaşlara girdiniz ve onların suçlarını kendi gözlerinizle gördünüz.Ancak daha güçlü bir şey tüm bunların üzerini örtmüş gibi görünüyor; zira unuttunuz ve bunları sırtınızın arkasına attınız!Umarım bu şey koltuk, makam ya da yönetim değildir; eğer öyleyse, güç ve kuvvet ancak Allah'a aittir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER