Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Demokratik Seçimlere Katılmanın Hükmü!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Demokratik Seçimlere Katılmanın Hükmü!

Ulusal Seçim Kurulu Başkanı, 1 Temmuz 2025 Salı günü, Anayasa ve yasal hükümlere istinaden, 2025-2030 ikinci yasama dönemi için Senato üyelerinin seçilmesi amacıyla seçimlerin düzenlendiğini duyurdu. Bu düzenlemenin uygulanması için, 2025 yılının Ağustos ayı başında yapılması planlanan Senato seçimleri için çalışmalar başladı.

Demokratik sistemin, din ile devletin ayrılması ve yasamayı da, anayasa ve kanunları koyan meclisler aracılığıyla halka ait kılması esasına dayandığı bilinmektedir.

Ey Kinane topraklarındaki Müslümanlar: Bu rejimin, kâfir Batı'nın bizim için yasalaştırdığı demokrasiyi uygulamaya devam ettiği, bunun da öldürme, köyleri yıkma, ahlaksızlığı yayma, toplumda sınıflar arasında uçurum yaratma ve küçük bir grubun ülke servetinin çoğunu tekeline alması gibi başımıza felaketler getirdiği açıktır.

Demokratik sistem, insanların kanun önünde eşit olduğu ve herkese özgürlükleri garanti eden bir kurumlar devleti olduğu şeklinde insanları aldatan sivil devleti kutsallaştırmaktadır; ama geçtiğimiz on yıllar boyunca rejimin uyguladığı baskı yöntemlerine baktığımızda, bunun tamamen batıl olduğu görülmektedir.

Ayrıca Müslümanlar, yasama için vahiy dışında başka kaynaklar olduğu halde İslam'ın yasama için ana kaynak olduğu konusunda aldatılmaktadır.

Ey Müslümanlar: Kafir Batı, iktidar rejimi ve ajanları aracılığıyla bu sistemi sizlere dayatmaktadır ki böylece İslam'ın yönetime gelmesini engellesinler ve sizin servetinizi yağmalamaya devam etsinler. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَن يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَعِيداً * وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنزَلَ اللهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُوداًSana ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağutu inkar etmeleri emrolunduğu halde, Tağuta muhakeme olunmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.Onlara “Allah’ın indirdiği Kur’an’ın ve Peygamber’in hükmüne gelin!” denildiği vakit, münafıkların senden iyice çekinip büsbütün uzak durduklarını görürsün.” [Nisa 60-61]

Batı'nın bize pazarladığı demokrasi, bir küfür sistemi olup bu sistemi almak, onunla amel etmek ve ona davet etmek caiz değildir ve onun İslam'la hiçbir ilgisi yoktur; zira bu sistem, insan tarafından konmuş bir yönetim sistemi olup vahiy veya dinle hiçbir ilgisi yoktur.

Halkın, kendisini adına temsilciler ve devletin ve hükümetin başkanını seçecek parlamentonun temsilcilerini seçmesi, demokratik sistemde şu iki temel fikri ortaya çıkarmıştır: halkın egemenliği ve otoritelerin kaynağının halk olduğu.

İnsan yapımı kanunların çoğunluk oyuyla oylanıp bunun da çoğunluğun kararı olması, gerçeğe aykırıdır; zira bizler, yasama meclislerinin bilgisi dışında yönetici tarafından onaylanan birçok kanunlar olduğunu ve bu kanunların, İslami hükümler olup oylamaya sunularak çoğunluk tarafından seçilmiş olsa bile, sermaye sahiplerinin ve rejimin arkasında çıkar sağlayanların hizmetinde olduğunu gördük; dolayısıyla bu kanunlar, uygulanması vacip olan şerî bir hüküm olduğu için değil, sadece çoğunluğun görüşü olduğu için seçilip ona göre amel edilmektedir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْراً أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُّبِيناً Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verince, ne bir mümin erkeğin ve ne de bir mümin kadının (o konuda) muhayyerlikleri (tercihleri) olmaz. Ve her kim Allah’a ve Onun Rasulü’ne isyan ederse muhakkak o, apaçık dalalete (batıla) sapmış olur.” [Ahzab 36] Dolayısıyla Allah ve Rasulü bir meselede hüküm verdiği zaman kendileri için Allah ve Rasulü'nün getirmiş olduğu şeylere aykırı bir görüş veya hüküm seçmeleri mümin bir erkeğe veya mümin bir kadına yakışmaz, dahası caiz değildir demektir. Yani her kim Allah'ın ve Rasulü'nün emrine, yani vahiyle gelen şeriata muhalefet ederse, apaçık bir şekilde doğru yoldan sapmış demektir.

Demokrasinin temeli ve çalışması, özgürlükleri korumaktır. Tıpkı açgözlü kapitalizmin varlığı üzerine terettüp eden ve yoksulların servetlerini emerek zenginlerin kasalarına aktaran mülk edinme özgürlüğü ve toplumların çöküşüne yol açan ve toplumları ahlaksızlık seviyesine ulaştıran şahsi özgürlük fikri gibi; bu da devletin desteklediği medya organlarında gördüğümüz gibi bu toplumlardaki ailelerin parçalanmasına yol açmaktadır.

Kafir Batı'nın aldatma araçlarından biri de, demokrasi ile İslam'ın çelişmediği, çünkü demokrasinin şura olduğu şeklinde Müslümanların anlayışını saptırma üslubunu benimsemektir ki bu da Müslümanların çoğunluğunu etkilemiştir.

Şura demokrasi değildir ve bunları birbirine karıştırmak caiz değildir; çünkü bunların sahiplerinin ortaya koyduğu mefhum birbirinden farklıdır; zira demokrasi, dini hayattan ayırma veya halkın yönetimi anlamına gelen bir yönetim sistemi olup demokraside yasa koyucu halk olduğu gibi kendi sistemini, anayasasını ve kanunlarını koyan da halktır. Şuraya gelince; yönetim sisteminin bir parçası olsa da bir yönetim sistemi değildir; aksine şura, doğru görüşü araştırmak için takip edilen bir araçtır; dolayısıyla şura, herhangi bir meselede görüş almak demektir; bu yüzden yönetici, şayet isterse, yönetim işlerinde tecrübeli olan danışmanlarına başvurur ve kâdı ise, bir yargı meselesinde onların görüşlerini öğrenmek için fakihlere ve müçtehitlere başvurur. Peki bir müçtehidin bir mühendise, bu mühendisin fıkıh ve şerî bilgisi olmadığı halde anlamakta karıştırdığı şerî bir meseleyi sorması doğru mudur?

Siyasetçiler, Batı'ya ve onun sistemine sadık kaldılar, onları bakışlarının kıblesi yaptılar, onlardan (Batı ve sisteminden) yardım istediler, kendilerini Batı'nın kanunlarının bekçileri ve onun çıkarlarının hizmetkârları yaptılar, Allah ve Rasulü'ne düşman oldular, İslami sistemi ikame etmek isteyen samimi insanların karşısında durdular.

İslam'da ise yönetim sistemi, demokrasi ve kapitalizme karşılık gelen Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet olup egemenlik şeriata, otorite ise ümmete aittir.

Egemenliğin şeriata ait olmasının anlamı: Yasa koyucunun sadece Allah olması ve ümmetin tek bir hüküm koyma yetkisine bile sahip olmamasıdır. İslam hadaratı, İslam akidesine dayanmakta olup hayatın ve devletin Allah'ın emir ve yasaklarına, yani şerî hükümlere göre yürütülmesi gerekmektedir; zira İslam'da özgürlükler mefhumu yoktur. Bu yüzden bir Müslüman, tüm fiil ve sözlerinde şerî nâsslarda geçenlerle kayıtlıdır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًاHayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللهِAyrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur.” [Şûra 10]

Ey Müslümanlar: Seçimlerin bizzat kendisi haram değildir, aksine mubah olup Halifeyi seçmek, yönetim hakkına sahip olana biat etmek veya ümmetin temsilcilerini (örneğin ümmet meclisi üyeleri gibi) seçmek için kullanılan bir araçtır. İslam dışı rejimlerin gölgesinde yapılan ve -Allah'ın dışında yasa koyan parlamentonun seçilmesi gibi- demokratik yönetim sisteminin bir parçası olan seçimler ise şer'an haramdır; çünkü bu rejimler, egemenliğin halka ait olduğu bir ideolojiyi ve Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yöneten bir yasamayı onaylamaktadır. Bu nedenle -aday olmak veya oy vermek için- bu seçimlere katılmak şer'an caiz değildir; çünkü bu, küfür sistemini onaylamak ve Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla yöneten kurumların üretilmesine katkı sağlamaktır.

Seçimler mutlak olarak reddedilmiş değildir; ancak halkın egemenliğine ve beşeri anayasaya dayalı olan laik demokratik sistemin parçası oldukları takdirde reddedilir. Ama eğer İslam nizamı (Hilafet) kapsamında yönetici veya onun yardımcılarını seçmek için bir araç olursa, o zaman şer'an caiz ve yönetimi tanzim etmek için meşru bir araç olur.

Hilafet Devleti'nde, yani yönetim, siyaset, ekonomi ve toplumda İslam'ı kamil bir şekilde uygulayan devlette yapılan seçimler, caizdir, dahası bazen de menduptur. Çünkü bu, Allah'ın vahyi ve Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu şekilde müjdelediği Allah'ın şeriatıyla hükmeden adil bir devletin gölgesinde olmaktadır. تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللهُ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضّاً فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ يَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ. ثُمَّ سَكَتَNübüvvet aranızda Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacak ve Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı melikler olacak ve Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra zalim yöneticiler gelecek ve onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Bunların ardından ise yine Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sustu.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sa’d Muaz – Mısır

Devamını oku...

Yöneticilerinden Dolayı Yaralı Bir Ümmet Dünyaya Liderlik Etmek İçin Nasıl Kalkınacak?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yöneticilerinden Dolayı Yaralı Bir Ümmet
Dünyaya Liderlik Etmek İçin Nasıl Kalkınacak?

Milletlerin İslam ümmetinin üzerine üşüştüğü, uluslararası güçlerin Müslüman ülkelerdeki nüfuz ve servetlerini paylaşmak için yarıştığı bir dönemde, sorulması gereken temel soru şudur: Bu ümmet, bu yıkılmışlığından kurtulup nasıl kalkınacak? Nasıl yeniden dünyaya liderlik edip onu kapitalizmin sefaletinden, milliyetçiliğin zulmünden, demokrasinin saçmalığından ve sosyalizmin yıkımından kurtaracak?Bağımlılık ve zayıflık durumundan, egemenlik ve güç durumuna nasıl intikal edecek?Bu soru fikri bir lüks ya da analitik bir mutluluk değildir, aksine bu, ümmetin varlığı ve onuru, hatta insanlığa liderlik etme sorumluluğunu taşıdığı akidesiyle bağlantılı hayati bir sorudur.

Ümmetin kalkınması, ancak bilincinin yeniden şekillendirilmesi, şahsiyetinin yeniden inşa edilmesi ve yüzyıllar boyunca süren fikri ve siyasi istila sırasında kendisine aşılanan tüm yabancı mefhumlarla bağlarının koparılmasıyla gerçekleşebilir.Zira kalkınma, sadece sloganlar ve şekli reform talepleri yoluyla değil, insanların mefhumlarını değiştirmekle içeriden başlar.

Herhangi bir milleti kalkındıracak olan fikrin, insanın sorunlarını insan olması vasfıyla çözen, insan ile onun yaratıcısı, kendisi ve diğer insanlar arasındaki ilişkiyi açıklayan külli bir fikir olması gerekir.Yine fikrin, kesin bir akli akideden kaynaklanmış olması, varoluşu, onun öncesini ve sonrasını açıklaması ve bu temel üzerine kapsamlı bir hayat sistemi benimsemesi gerekir.İşte bu fikir, göreceli teorilerden, değişken felsefelerden veya eksik manevi akidelerden ibaret değildir, aksine ibadetten siyasete, ekonomiden yargıya, yönetimden uluslararası ilişkilere kadar insanın hayatını tüm yönleriyle düzenleyen Rabbani bir sistem ortaya çıkaran canlı bir fikirdir.

-Allah katından gelen bir vahiy olması vasfıyla- İslam, işte bu fikri taşımaktadır.Zira İslam, ritüellerle sınırlı bir kilise dini değildir, aksine içinde devleti, akide ve sistemi, bir fikri ve davranışları barındıran bir dindir.Bu nedenle kalkınmaya yönelik adımların ilki, ümmetin akidesine, kültürel bir miras veya bir medeniyet kimliği olarak değil, bir yaşam biçimi olarak yeniden güvenmesidir.

Peki siyasi bilinç olmadan bir kalkınma olabilir mi?

Ümmetin içinden geçtiği parçalanma ve bölünme durumu, kaçınılmaz bir kader değildir, aksine bağımlı yerel ellerin uyguladığı habis sömürgeci politikaların bir sonucudur. Zira Hilafet yıkılmış, Müslüman ülkeleri zayıf varlıklara bölünmüş ve ümmetin akidesini ve kültürünü korumaktan daha çok Sykes-Picot sınırlarını koruyan rejimler kurulmuştur.Dolayısıyla bağımlığı yeniden üreten ve Müslümanlar için Batı'nın sistemleri ve mefhumlarını süslü gösteren siyasi ve fikri elit bir sınıf türetilmiştir.Böylece demokrasi bir put, laiklik bir kader, kapitalizm bir hayal haline gelirken, İslam'ı uygulamak ise aşırıcılık ya da gericilik olarak nitelendirilir bir hale gelmiştir!

Bu nedenle bu gerçekler ortaya çıkarılmadan bir kalkınma ve bu bağımlılık ifşa edilmeden bir kurtuluş olmayacağı gibi bu ajan rejimler ortadan kaldırılıp onun yerine, insanlara kişisel çıkarlar ve dış dayatmalar esasına göre değil de İslam esasına göre liderlik edecek muhlis ve bilinçli bir liderlik getirilmedikçe de ümmet eski konumuna geri dönemeyecektir.

Peki devlet tarafından uygulanan bir sistem olmadan bir kalkınma olabilir mi?

İslam sadece teorik olarak anlaşılmamalı, aksine İslam'ın hükümlerini uygulayan ve onun risaletini taşıyan bir devlet aracılığıyla pratik olarak uygulanmalıdır.Ayrıca namaz ancak eda edildiğinde anlaşılacağı gibi İslam da ancak vakıada kamil bir şekilde uygulanmasıyla anlaşılabilir.Bu uygulama ise ancak adaleti sağlayan, İslam'ı davet ve cihat yoluyla dünyaya taşıyan, güvenliği sağlayan, sınırları koruyan ve insanların sağlık, eğitim, ekonomi, yargı ve medya alanlarındaki işlerini güzel bir şekilde gözeten bir devlet yoluyla gerçekleştirilebilir

İslam'ın yönetim sistemi krallık, cumhuriyet ve askeri bir sistem değildir; aksine biat esası üzerine kurulmuş, adaleti sağlayan, yöneticiyi muhasebe eden ve hem Müslüman hem de gayrimüslim tüm tebaasının haklarını İslam'ın adil kuralları çerçevesinde güvence altına alan Hilafet sistemidir.

Kalkınma, ümmete cemaat olarak İslam temelinde gerçek değişim yönünde liderlik edecek bir öncü olmadan gerçekleşmez.Zira sadece duygu ve hamaset yeterli değildir, aksine yerel ve uluslararası gerçekliğe ilişkin derin siyasi bir bilincin ve gerçekliği değiştirmekle ilgili hükümler konusunda dakik şerî bir bilincin olması gerekir.İşte bu öncü cemaat, taviz vermez, yarım çözümlere razı olmaz, tedricilik ya da içeriden reform gerekçesiyle küfür sistemlerine dahil olmaz, aksine birleştirici ve önleyici devleti İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla İslam'ı hayatın merkezine geri döndürmek için kararlı adımlarla ilerler.

Kalkınmayı gerçekleştirecek ve kendi eliyle gerçekliğini değiştirecek olan ümmete, kendisine yetersiz olup yönetim için uygun olmadığı, dinine bağlı kaldığı sürece aşırılıkçı olacağı ve Batı'nın vesayeti olmadan yaşayamayacağı gibi vehimlerin aşılanmasının ardından kendine olan güveni yeniden kazandırmak gerekir.Ayrıca ümmetin azminin bilenmesi, iradesini bağlayan zincirlerinin kırılması ve ondaki değişim hakkındaki yapay korkunun ortadan kaldırılması gerekir.

İslam ümmeti bilinçli bir şekilde hareket ettiğinde, İslam temelinde kalkındığında ve mütekamil Rabbani siyasi bir projeyi benimsediğinde, işte o zaman mutlaka muzaffer olacak ve kesinlikle yeniden dünyaya liderlik edecektir; bu ise bir temenni değildir, aksine Allah Subhanehu'nun vaadi ve Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesidir. وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] 

Müslüman ülkelerde başarısız olan birçok girişimleri olmuştur; zira onlar, Batı'nın izinden gitmiş ve kalkınmanın, bu çabaları kontrol eden düşünce ve sistem yapısını gözetmeksizin fabrikalar kurmak, altyapıyı genişletmek veya ekonomik açılım yapmak anlamına geldiğini zannetmişledir. Batı medeniyeti, dinin hayattan ayrılması, sömürgecilik ve hegemonyaya, bencillik ve maddi kazanca dayalı olup bugün ahlaki çöküntünün, sosyal parçalanmanın ve ekonomik zulmün acısını çekmektedir.O halde son nefesini veren bir medeniyeti örnek almamız mantıklı mıdır?!

İslami kalkınma, Avrupa'nın Arap versiyonu olmamız ya da politikalar ve örgütler halinde paketlenmiş "ilerlemeyi" ithal etmemiz anlamına gelmez, aksine hayatımızı akidemiz temelinde yeniden şekillendirmemiz ve hayat, siyaset, ekonomi ve eğitim mefhumlarını uluslararası kuruluşların bize dayattığı şeylerle değil, İslam yoluyla yeniden formüle etmemiz anlamına gelir.

Yol açık ve görev büyüktür

Kalkınmaya giden yol bir serap ya da parametreleri bilinmeyen bir yol değildir, aksine vahyin çizdiği ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in izlediği ve O'nun ardından Sahabelerin üzerinde yürüdüğü, böylece tarihin yönünü değiştiren büyük bir devlet kurdukları açık ve müstakim bir yoldur.Bu yolu takip etmedeki her gecikme, ümmeti daha da zayıflatacak, onun acılarını uzatacak ve onu düşmanlarının ağzındaki kolay yutulur bir lokmaya olmaya terk edecektir.

O halde sloganımız şu olsun: Köklü bir değişim olmadan reform olmaz, İslam olmadan değişim olmaz, İslam ancak bir devlette uygulanabilir, devlet ancak Raşidi Hilafet olabilir, Hilafet ise ancak ümmet bilinci ve kararlı iradesiyle mümkün olabilir.

İşte bu büyük görev, zaferin müjdeleridir... Peki bunu için kim var?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ
Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud El-Leysî - Mısır

Devamını oku...

Dijital Kontrol, Despotluğa Doğru Atılan Bir Sonraki Adımdır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Dijital Kontrol, Despotluğa Doğru Atılan Bir Sonraki Adımdır

Haber:

Ağustos 2025'ten itibaren, Kırgızistan'da uluslararası internet trafiğine devlet tekeli getirilmiş olup kontrol devlet şirketi ElCat'a devredildi.

Yorum:

Bu adım, ulusal güvenliği, dijital egemenliği ve zararlı içerikle mücadeleyi garanti altına alma ihtiyacından dolayı resmi olarak gerekçelendirildi. Ancak bu şekli gerekçelerin arkasında, ülkede giderek yükselen otoriter bir dönüşüme işaret eden daha derin siyasi dürtüler yatmaktadır. İnternet tekelciliği sadece teknik bir karar değildir, aksine 2026-2027'de yapılacak seçimler öncesinde bilgi alanını kontrol altına almak için temel bir unsurdur.

Tek bir devlet şirketine münhasır haklar vermek, rekabeti ortadan kaldırmak, veri akışını tekelleştirmek ve bilgi akışını tamamen kontrol altına almaya yönelik bir ortam oluşturmak anlamına gelmektedir. Tüm geliş-gidiş internet trafiği artık tek bir devlet kapısı üzerinden devam edecek, bu da otoriteye, “istenmeyen olarak” gördükleri siteleri izleme, filtreleme, yavaşlatma ve hatta erişimi engelleme gücü verecektir. Nitekim pornografi, siber tehditler ve yıkıcı propagandayla mücadele bahanesiyle devlet, siyasi sansür ve muhalif görüşlerin bastırılması için teknik araçlar ediniyor.

Özellikle endişe verici olan şey ise, bu önlemin sadece laik muhalefeti değil, bilakis aynı şekilde siyasi ve toplumsal İslami faaliyetleri de hedef alacak olmasıdır. Geleneksel muhalefet şekillerinin, -medya organları üzerinde baskı, gösterilerin yasaklanması, sivil örgütlerin yok edilmesi yoluyla- dağıtıldığı bir zamanda, İslami düşünce ortamı, otoriteye ve kapitalist sisteme yönelik gerçek bir eleştiri yönelten az sayıdaki platformdan biri olmaya devam edecektir. İslami cemaatler, eğitimsel girişimler ve sosyal medyadaki dini kanallar, sadece siyasi olarak değil, aksine ideolojik olarak da bir alternatif oluşturmakta ve kamuoyunun oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Bu da hayata bakış açısı düzeyinde rekabet edemeyen despot rejim için bir tehdit oluşturmaktadır.

İnternet tekelciliği, bu İslami alternatifin teknik olarak izole edilmesini mümkün kılıyor. Devlet, siyasi makaleler, İslami konferanslar, görsel dersler, bloglar ve yetkililer tarafından onaylanmamış eğitim platformları gibi filtreleme mekanizmalarından geçmeyen kaynakları engelleyebilecektir. Dolayısıyla aşırılıkla mücadele sloganı altında, herhangi bir tehdit oluşturmayan, ancak laiklerin toplumsal yaşamda uyguladıklarından farklı bir model sunan kanallar kapatılabilir. Bu ise aşırılıktan korunmak değil, aksine fikrin alanına baskı uygulamaktır.

Aynı şekilde seçim bağlamının da göz ardı edilmesi imkansızdır; zira otorite, istikrarsızlık, halkla meşru iletişimin kopukluğu ve güven eksikliği hissediyor, bu yüzden siyasi diyalog yerine kontrol ve zorlama yöntemini tercih ediyor. İnternet tekelciliği, kritik anlarda bağlantıyı yavaşlatma veya kesme, Telegram kanallarını engelleme, istenmeyen mesajları silme, video paylaşımını ve canlı yayınları kısıtlama gibi imkanlar sunmaktadır. Aslında bu, kamusal yaşamın hayati bir anında insanların dijital olarak izole edilmesi yönünde bir hazırlık yapmaktır; tüm bunlar ise hiçbir gerekçeye ihtiyaç duyulmadan, hukuki uygulamalar yoluyla değil de, altyapının kontrol edilmesi yoluyla yapılıyor.

Bu adımın sonuçları açıktır; zira Kırgızistan, kendisini bölgede ayrıcalıklı kılan dijital özgürlüğünün geri kalanını da kaybetmiş olacaktır. İnternetin açık olmasına ve erişim özgürlüğüne alışkın olan gençler ve teknoloji uzmanlarının kaçışı daha da artacaktır. Ayrıca toplumsal güven zayıflayacak ve kurumlara olan güven kaybı artacaktır. Daha da tehlikelisi, otorite kontrolünü daha da sıkılaştırarak muhalif ifadeleri teknik olarak imkânsız hale getirecek ve sonunda otorite, her türlü hesap verme yükümlülüğünden muaf olacaktır.

İnternet tekelciliği, ekonomik bir reform değil, aksine ayrımcı siyasi bir sınırdır ve bunun arkasında dijital despotluk yatmaktadır; böylece alternatif fikirler ve sözler “istikrar” ile değiştirilecektir. Eğer toplum bunu bugün idrak etmezse, yarın bilgiye ve haberlere ulaşmak, kilitlerin ardında olduğu gibi imkânsız bir hale gelecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Latif Râsih

Devamını oku...

Meloni, Gazze'ye Yönelik Yardımlar ve Ateşkesin Rolünü Azaltan BM Raporu Hakkında Netanyahu'ya Seslendi

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Meloni, Gazze'ye Yönelik Yardımlar ve Ateşkesin Rolünü Azaltan BM Raporu Hakkında Netanyahu'ya Seslendi

Haber:

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Yahudi varlığının Başbakanı Binyamin Netanyahu'dan, Gazze'ye yönelik insani yardımların tam ve engelsiz bir şekilde ulaştırılmasına izin vermesini talep etti.Meloni'nin ofisi yaptığı açıklamada, 30/07/2025 Çarşamba günü Meloni'nin Netanyahu ile yaptığı görüşmede, Gazze'deki durumu tahammül edilemez ve haklı gösterilemez olarak nitelendirerek, düşmanca eylemlerin derhal durdurulması gerektiğini vurguladığını söyledi.

Yorum:

Bu haber ışığında bir kişi şöyle sormaz mı; İtalya'da iktidarda olan bir kadın, Yahudi varlığının başbakanı Netanyahu'dan Gazze Şeridi'ne insani yardımların ulaştırılmasına izin vermesini talep ediyorsa, o halde kendilerinin adam olduğunu iddia eden Müslümanların başındaki yöneticiler hani nerede?!Oysa erkeklik, zorluklar ve musibetler karşısında dürüst bir tavır sergilemek anlamına gelmektedir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: مِنَ المُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاًMüminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

Bakın işte Gazze'den sadece birkaç metre uzaklıktaki Mısır'ın yöneticisi şu Sisi, kadınların, çocukların ve yaşlıların çığlıklarına ve Allahu Teala'nın şu kavline icabet etmek yerine Gazze'deki halkımızın üzerindeki kuşatmayı kırmak için dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yardım konvoylarının ulaşmasını engellemekte ve Gazze halkının dış dünyaya açılan tek kapısı olan Refah geçişini kapatmaktadır:وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72]

Bakın işte şu İngiltere'nin ajanı olan Ürdün Kralı II. Abdullah, Gazze halkına uygulanan kuşatmanın kırılmasını talep eden göstericileri tutuklarken, aynı zamanda Cereş Festivali'ni düzenleyerek fuhşiyata davet etmekte ve açlık ve bombardımandan ölen Gazze halkının başına gelenlere hiç aldırış etmemektedir.

Bakın işte şu Türkiye'nin yöneticisi Erdoğan, sanki kendisi de sıradan insanlardan biriymiş ve bölgedeki en güçlü ordulara sahip değilmiş gibi, sıradan insanları kandırmak için sadece diliyle Yahudi varlığına saldırıyor; oysa aralarında Hizb-ut Tahrir'li kardeşlerimizin de olduğu Türkiye'deki kardeşlerimiz, ülke çapında bir yürüyüş düzenleyip Gazze'deki halkımıza yardım etmek için ordunun harekete geçirilmesini talep ettiler ancak çağrıda yapılan kişi de hayat yok.

Peki Gazze halkından olan mazlum çocukların ve kadınların çığlıklarını işittikleri halde Müslüman orduları içindeki madalya ve rütbe sahipleri neredeler Allah aşkına?! Peki onlar, çocukları ve eşleriyle yaşamaktan nasıl keyif alıyorlar acaba? Onların arasında, bu rezil rüsva yöneticileri alt üst edip bunu Allahu Teala için ilan edecek ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için Hizb-ut Tahrir'e nusret verecek Selahaddin gibi biri yok mu?! Yine onların arasında, nefsini Allah Subhanehu ve Teala için satıp Allah ile ticaret yaparak dünyanın ve ahiretin izzetine nail olacak biri yok mu?! Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ * تُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ * يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ * وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَEy iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasulü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Hoşunuza gidecek bir şey daha var: Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele.” [Saff 10-13]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Abdulhamid – Irak

Devamını oku...

Ey Ordu Kuvvetleri Ve Hızlı Destek Güçleri! Küfrün Sözünü Yükseltmeyin, Yoksa Cehennem Ateşinin Yakıtı Olursunuz

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ey Ordu Kuvvetleri Ve Hızlı Destek Güçleri!
Küfrün Sözünü Yükseltmeyin, Yoksa Cehennem Ateşinin Yakıtı Olursunuz

Haber:

Sudan Sağlık Bakanlığı, “2345 yeni kolera vakası kaydedildiğini, bunların arasındaki 21'inin vefatla sonuçlandığını, böylece Ağustos 2024'ten bu yana vaka sayısının 96 bin 681'e yükseldiğini” açıkladı. Sudan Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklamada, “vakaların çoğunun ülkenin batısındaki Kuzey Darfur eyaletinin Tawila bölgesinde görüldüğünü” ifade etti.Böylece tüm eyaletlerde (18 eyalet) vaka sayısı 96 bin 681'e, ölüm sayısı ise 2 bin 408'e yükselmiştir.On binlerce Sudanlı, Kuzey Kordofan eyaletinde zorlu insani koşullarla karşı karşıya kalmış olup savaş ve kolera salgını nedeniyle eyaletin başkenti El-Abyad'a göç etmek zorunda kalmışlardır.(Sputnik Arabic, 06/08/2025)

Yorum:

15 Nisan 2025'te, Amerika'nın ajanları Burhan liderliğindeki ordu ile Hemedti liderliğindeki Hızlı Destek Güçleri arasında savaş patlak verdiğinden beri, Sudan halkı açlık, tecavüz, hastalık ve salgınların yayılmasıyla korkunç acılar çekiyorlar.Zira Birleşmiş Milletler, web sitesinde şunları ifade etti: "Bu yılın Nisan ayından bu yana Kuzey Darfur'da çatışmaların şiddetlenmesiyle birlikte 640.000'den fazla beş yaşın altındaki çocuğun hayatı şiddet, hastalık ve açlık tehlikesine maruz kalmıştır. Son değerlendirmeler, bölgede ciddi yetersiz beslenme sorunu yaşayan çocukların sayısının geçen yıl iki katına çıktığını gösteriyor.Kolera salgınıyla birlikte bu durum ölümcül bir kombinasyon oluşturuyor; zira açlıktan zayıf düşen çocukların, koleraya yakalanması ve bu sebeple ölme riski daha yüksektir." Kolera, önlenebilir ve kolayca tedavi edilebilir bir hastalık olmasına rağmen, beslenme, sağlık ve su hizmetlerinin ulaşamaması nedeniyle hızla yayılmaktadır.

Ey ordu komutanları ve Hızlı Destek Güçleri:Nasıl olur da kendi aranızda savaşıp, Amerika'nın çıkarlarını pekiştirmek ve İngiltere ve Avrupa yanlısı muhalefeti ortadan kaldırmak için masum insanların kanını feda edebilirsiniz?!Nasıl olur da bölmeye çalışan, bölünmeyi derinleştiren, kabilecilik tohumları eken ve asabiyet naralarını güçlendiren Amerikan planını uygulamanın araçları olmaya razı olabilirsiniz?! Oysa Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle rivayet edilmiştir: إِنَّهُ سَتَكُونُ هَنَاتٌ وَهَنَاتٌ فَمَنْ أَرَادَ أَنْ يُفَرِّقَ أَمْرَ هَذِهِ الْأُمَّةِ وَهِيَ جَمِيعٌ فَاضْرِبُوهُ بِالسَّيْفِ كَائِناً مَنْ كَانَHiç şüphesiz birtakım şeyler olacaktır! Her kim bu ümmet derli toplu iken onun işini dağıtmak isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onun boynunu vurun.” [Müslim ve Ahmed tahric etti] Ayrıca şöyle dediği rivayet edilmiştir: وَمَنْ خَرَجَ عَلَى أُمَّتِي؛ يَضْرِبُ بَرَّهَا وَفَاجِرَهَا، وَلَا يَتَحَاشَى مِنْ مُؤْمِنِهَا، وَلَا يَفِي لِذِي عَهْدٍ عَهْدَهُ، فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُVe her kim benim ümmetime karşı çıkar, iyisini kötüsünü vurur; mümininden çekinmez; ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir; ben de ondan değilim!” [Müslim rivayet etti]

Fitne savaşından sakının; çünkü sizler dünyevi bir otorite için çatışıyorsunuz ve bu savaşta kâfirleri üstün kılıyorsunuz; o halde Rasulün sizi, sizden katil de maktul de ateştedir şeklinde tehdit ettiği şeyden sakının.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Durra El-Bakuş

Devamını oku...

Uluslararası Meşruiyet: Asil Bir Kimse Hırsızlık Yaparsa Onu Bırakırlar, Ama Zayıf Bir Kimse Hırsızlık Yaparsa Ona Had Cezası Uygularlar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Uluslararası Meşruiyet: Asil Bir Kimse Hırsızlık Yaparsa Onu Bırakırlar, Ama Zayıf Bir Kimse Hırsızlık Yaparsa Ona Had Cezası Uygularlar!

Haber:

27 Temmuz 2025 Pazar günü, Birleşmiş Milletler Sudan İnsan Hakları Uzmanı Rıdvan Nusayr Port Sudan'a geldi ve hemen yetkililerle görüşmelere başladı. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada Nusayr'ın, “görüşme sırasında ziyaretinin önceliklerini ele aldığını, bunların arasında savaşla ilgili adaletin sağlanması, yerinden edilmiş kişiler ve mültecilerin gönüllü geri dönüş programları ve insani yardımın ulaştırılmasının kolaylaştırılması olduğunu” söyledi. (Sudan Tribune, 27/7/2025)

Yorum:

Hafta sonuna kadar süren bu ziyaret, Nusayr’ın 16 Aralık 2022'de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'ne atanmasından bu yana gerçekleştirilen türünün üçüncü ziyareti olmuştur; zira Şubat 2023 ve Temmuz 2024'te de ülkeyi ziyaret etmişti. İnsan Hakları Konseyi, 11 Mayıs 2023 tarihinde, uzmanların görev alanının, doğrudan mevcut çatışmadan kaynaklananlar da dahil olmak üzere 25 Ekim 2021 tarihinden bu yana gerçekleşen tüm insan hakları ihlalleri ve suistimallerinin, ayrıntılı bir şekilde izlenmesi ve belgelendirilmesini de kapsayacak şekilde genişletilmesine karar vermiştir. Sömürgeci kafirin temsilcisi olan Rıdvan Nusayr, defterine güvenliği ve asayişi bozan vakaları kaydetti ve şöyle dedi: “Ülkede son zamanlarda, kanunda talep edilen ve öngörülen adli işlemlerden yoksun olan acımasız yargılamalardan dolayı endişeliyiz.”

Sömürgeci kafir Batı'daki efendileri gibi bu timsah gözyaşları dökenler, Yahudi varlığının Gazze halkını öldürdüğünü, yerinden ettiğini ve yok ettiğini, hatta meselenin, eski başbakanı Ehud Olmert'in Gazze Şeridi'nde yürütülen savaşı insani bir felaket olarak nitelendirmesine kadar ulaştığını görmüyorlar mı; zira Ehud Olmert, yaşananların, siyasi amaçlarla yürütülen bir savaş olduğunu ve meşru hedeflerle hiçbir ilgisi olmadığını ve bunun doğrudan sonucunda da Gazze Şeridi'ni insani bir felaket bölgesine dönüştürdüğünü ifade etmiştir. (El Cezire Net, 27/5/2025)

Bu suçlar, bu örgüt ve sözde insan hakları konseyi tarafından görülmemektedir; çünkü onların kanunu, orman kanunudur.        Şubat 2025'te Amerika'nın, bu konseyden çekildiğini ikinci kez teyit ettiğini, Trump'ın konseyden tekrar çekilme ve konseye fon sağlamayı durdurma yönünde bir yürütme emri çıkardığını ve bunu uygun bulmayarak bunun Yahudi varlığına karşı önyargılı olduğunu ifade ettiğini belirtmekte fayda vardır; böylece İnsan Hakları Konseyi’nin, uluslararası çatışma alanında İngiltere ve Avrupa'nın çıkarlarına hizmet edecek şekilde tasarlandığı açığa çıkmış oldu.

Uluslararası kuruluşlar ve benzeri bölgesel kuruluşlar ile İslam esasına dayalı olmayan ve İslam'ın hükümleri dışında başka hükümler uygulayan tüm kuruluşlara, devletin katılması caiz değildir; örneğin Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Para Fonu ve Uluslararası Bankacılık gibi tonun tüm kolları ile Arap Birliği ve benzerleri gibi bölgesel kuruluşlar gibi.

Bu tür kuruluşlardan çıkmak gerekir; zira bu kuruluşlar hiçbir kutsala zerre kadar değer vermezler, kendilerini uluslararası bir polis olarak görürler, dahası cahillerin ve eski milletlerin yolundan giderler; dolayısıyla onlar, eğer aralarında Amerika ve onun üvey evladı Yahudi varlığı gibi asil biri hırsızlık yaparsa , onu bırakıp evlerini ihlal edecek müfettişler göndermezler, ama onların ajanlarının yönettiği işlevsel devletçiklerdeki zayıf birisi hırsızlık yaparsa, ona had cezası uygularlar!

Bu batıl uluslararası meşruiyet ve kurumlarından çıkmak, dünyadaki tüm özgürlerin ve egemenlik sahibi tüm devletlerin görevidir; peki ya bu, Allah'ın insanlık için bir değer kıldığı insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetse nasıl olacak: وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداًİşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.” [Bakara 143] Ancak bu, Müslüman ülkelerdeki mevcut işlevsiz ulus devletler tarafından gerçekleşmez; aksine milletlere şahitlik ancak egemenliği şeriata verecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin olduğu İslam Devleti'nin gölgesinde olabilir; böylece egemenlik ve liderlik ona ait olacak ve böylece de dünyanın birinci ülkesi haline gelecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Müşerref - Sudan

Devamını oku...

Kabil, Dünyada Susuz Kalan İlk Başkent Mi Olacak?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kabil, Dünyada Susuz Kalan İlk Başkent Mi Olacak?!

Haber:

Afganistan Ulusal Çevre Koruma Ajansı Başkanı, Afganistan'ın Brezilya'da düzenlenecek 30. Taraflar Konferansı'na (COP30) resmi olarak katılması çağrısında bulundu.Afganistan'ın gözlemci statüsünün sona erdirilmesi gerektiğini ve Afganistan'ın bu konferanslara etkin bir şekilde katılma ve iklim değişikliğinin sonuçları hakkında sesini duyurma hakkına sahip olduğunu vurguladı.Ayrıca ülkenin kuraklık, su kıtlığı, ani sel baskınları ve tarıma elverişli arazilerin azalmasıyla karşı karşıya kaldığını da vurguladı.

Yorum:

Mercy Corps kuruluşu tarafından yayınlanan yeni bir raporda, Kabil'in dünyada su kriziyle karşı karşıya kalan ilk modern başkent olabileceği uyarısında bulunuldu.Bu kriz, iklim değişikliği, su kaynaklarının kötü yönetimi, hızlı nüfus artışı ve kentsel genişleme gibi bir dizi faktörün sonucunda daha da kötüleşmektedir.

Afganistan şiddetli kuraklık yaşıyor; bu da su kaynaklarının tahrip olmasına, kırsal kesim sakinlerinin göç etmesine ve ülke topraklarının %75'inden fazlasının çölleşmesine yol açmaktadır.Bu çevre krizi milyonlarca insanı açlığa, yetersiz beslenmeye ve kıtlığa maruz bırakarak geçim kaynaklarını ciddi şekilde tehdit etmektedir.Bu iklim değişikliklerinin sonucu olarak, Afganistan'ın doğu ve kuzeydoğu kesimlerinde ve aynı şekilde Durand Hattı'nın arkasında yer alan bölgelerde şiddetli sellerin meydana gelmesine ve bu sellerle birlikte ailelerin ölümleri ve geniş çaplı yıkım gibi yürek burkan görüntülere tanık olduk.

Birleşmiş Milletler, 30. Taraflar Konferansı ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi gibi kuruluşlar da dahil olmak üzere uluslararası çevre yapılarının karşılaştığı temel sorunlardan biri de, sanki küresel iş birliği gibi görünse de ancak gerçekte bunlar, büyük güçlerin çıkarlarına ve kapitalist sisteme boyun eğmektedir.-Özellikle Amerika, Çin ve sanayileşmiş ülkeler olmak üzere- bu güçler, dünyanın en büyük kirleticileri ve iklim değişikliğinin ana itici güçleri olmasına rağmen ancak bunlar, iklim vaatlerini yerine getirmeye ve iklim adaletini finanse etmeye en az bağlılık gösteren ülkelerdir.Amerika'nın Paris Anlaşması'ndan siyasi olarak geri çekilip yeniden anlaşmaya geri dönmesi ve finansal yükümlülüklerini yerine getirmede başarısız olması, yapısal istikrarsızlığın örnekleridir.

Ayrıca iklim değişikliğinin temel nedenleri, ruhi, insani ve ahlaki değerlere karşın maddi değerlere öncelik veren bir sistem olan kapitalizmin ideolojik ve ekonomik temellerinden kaynaklanmaktadır.Fosil yakıtların aşırı kullanımı, doğal kaynakların sürekli sömürülmesi, ormanların yok edilmesi ve aşırı tüketim, evet bunların hepsi bu dünya bakışından kaynaklanmaktadır.Bu sistematik fesadı, Allah Subhanehu ve Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle nitelendirmiştir:ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِİnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu.” [Rum 41]

Öte yandan Afganistan hükümetinin bu konulara ilişkin iç politika ve doğal afetlere müdahale için kurumların oluşturulması konusundaki tutumu da tatmin edici değildir.Daha derin sorun ise Taliban'ın dış politikada tarafsız olduğunu iddia etmesidir; oysa bu tutum, karmaşık küresel gerçeklik karşısında yeterli olmadığı gibi dini ve akli olarak da hiçbir gerekçesi olmayan bir tutumdur.Dünyaya siyasi, ekonomik, kültürel ve hatta çevresel olarak egemen olan yozlaşmış bir sistem karşısında tarafsız kalmak, mümkün olmadığı gibi etkili de değildir.Oysa Afganistan, sera gazı emisyonlarında tarafsız olmasına ve bu emisyonların nedeninde hiçbir payı olmamasına rağmen ancak iklim değişikliğinden en çok etkilenen on ülkeden biridir.

Ama dünya, bize zarar vermede tarafsız değildir. Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi'nin raporuna göre, Afganistan kuraklık, sel, deprem ve fırtına da dahil olmak üzere doğal afetler ve iklim değişikliğinden en çok etkilenen on ülke arasında yer alıyor.Ülkenin sera gazı emisyonlarına çok az katkıda bulunmasına rağmen 2023 INFORM Risk Endeksi'ne göre Afganistan dördüncü sırada yer alırken, Notre Dame Küresel Uyum Endeksi'ne göre de sekizinci sırada yer almaktadır.Bu nedenle küresel düzeydeki temel sorun, hayatın her alanına nüfuz etmiş, dahası insanların zihniyetini ve yaşam tarzlarını şekillendiren köklü ve yozlaşmış sistemde yatmaktadır.Dolayısıyla bu yapının içine entegre olma veya bütünleşme, krizin çözümü değildir;bilakis aynı krizin, daha zayıf ve daha bağımlı bir şekilde yeniden üretilmesidir.

Bu krizin gerçek çözümü, İslami çözümlere başvurmakta ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmakta yatmaktadır.Sadece ilahi sisteme geri dönüp yönetim düzeyinde İslami hükümleri uygulayarak yozlaşmış dünya düzenine meydan okunabilir ve insanlık, toplum ve doğa, fıtri haline geri döndürülebilir.Aksi takdirde insanlık, insanlık ve gezegen için gerçek bir kurtuluş yolu olmayan kapitalist yapılara bağımlı kalarak kısır bir döngünün esiri olmaya devam edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Arslan - Afganistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER